2015 yılından beri çalışmalarını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi'nin ekibinden Prof. Dr. Cengiz Kırlı ve Dr. Nurçin İleri'yle, merkezin arşiv ve koleksiyon çalışmaları ve bu alandaki deneyimleri üzerine konuştuk
08 Mart 2018 13:38
Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi, Robert Kolej, Amerikan Kız Koleji ve Boğaziçi Üniversitesi’nin kurumsal arşiv çalışmalarına özel arşiv ve koleksiyonları da dâhil ederek yoluna devam ediyor. Öyle ki, geç Osmanlı, Modern Türkiye tarihini kapsayan geniş bir zaman aralığında sanat tarihinden edebiyata, temel bilimlerden dış politikaya çok çeşitli alanlarda birbirinden değerli yazılı ve görsel belgeleri araştırmacılarla, ilgilileriyle buluşturuyor. Özel arşivler kadar kurumsal arşivlerin de bilindik tarih anlatısını dönüştürme gücünü önemseyen Merkez, özellikle kurumsal arşivlerin olanca açıklığıyla kamusal alana taşınmasına aracılık ediyor.
2015 yılından beri çalışmalarını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi’nin ekibinden Prof. Dr. Cengiz Kırlı ve Dr. Nurçin İleri’yle, merkezin arşiv ve koleksiyon çalışmaları ve bu alandaki deneyimleri üzerine konuştuk.
Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi çalışmalarını http://bogaziciarsivleri.boun.edu.tr/ ve http://arsivmerkezi.boun.edu.tr/ adreslerinden takip edebilirsiniz.
Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi’nin kuruluş hikâyesinden, biraz söz edebilir misiniz?
Cengiz Kırlı: Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi, 2015 yılında Rektörlüğe bağlı bir Birim olarak kuruldu. Ama bu kuruluşundan yaklaşık iki yıl önce, Robert Kolej arşivlerinin ki bunlar New York’ta Columbia Üniversitesi’nde bulunuyor, onların Türkiye’ye getirilmesi söz konusu oldu. Daha sonra Robert Koleji Mütevelli Heyeti’yle yapılan protokolün ardından burada bulunan Robert Kolej arşivlerinin 1850’li yıllardan 1971 yılına -Robert Kolej kampüsünün Boğaziçi Üniversitesi’ne devrine- kadar olan süreyi dâhil edecek bir şekilde hem Robert Kolej hem de Amerikan Kız Koleji’nin arşivleri, Columbia Üniversitesi tarafından dijitalize edilip bize gönderildi. Daha sonra biz bu çalışmaları yaparken bugüne kadar bazı hocaların manevi, maddi katkılarıyla buraya kadar gelmiş olan birtakım özel arşivleri keşfettik. Sonra bu arşivlerin nerelerde olduğunu öğrendik. Bunları daha görünür kılabilmek adına henüz bu arşivler üzerine tek tek çalışmaya başlamadan 2015 yılının Mart ayında bir sergi çalışması yaptık. Bununla ilgili bir de Bavullardan Kataloglara isimli bir sergi kitabı hazırlandı. 2015 yılında bu serginin yapılmasının, kamuya açılmasının ardından Arşiv Merkezi kurulmuş oldu. Sergi, iki aya yakın bir süre açık kaldı, oldukça ilgi gördü. Merkezin ilk görünürlüğünü bu şekilde sağlamış olduk (https://vimeo.com/125017871).
Özel arşiv ve koleksiyon malzemeleri, kaç kişilik ve nasıl bir ekip tarafından araştırmacıyla buluşturulacak aşamaya getiriliyor?
C. K.: Açıkçası biz bu işin mutfağında yetişmedik. Hiçbirimiz yani bu ekipte bulunanların hiç birisi, formel bir arşivcilik eğitimi almış insanlar değil. Biz de bu süreci öğrendik. Ama avantajımız burada çalışanların çok büyük bir çoğunluğunun tarih ya da edebiyat alanında en az yüksek lisans, pek çoğunun da doktoralı ya da doktora sürecinde olmaları. Ayrıca gelen malzemeleri hem tarihsel açıdan hem de edebî içerikleriyle değerlendirebilecek yani sadece malzemeye teknik açıdan değil içerik açısından da yaklaşabilecek ve malzemenin hazırlandığı, oluşturulduğu dilleri; Almanca, Fransızca ya da Osmanlıca, okuyabilecek bir ekip yaratmaya çalıştık. Ekibimizin oluşması tabii İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan (İSTKA) 2016’da almış olduğumuz finansmanla gerçekleşti. 15 Aralık 2016’da başlayan ve bir yıl süren bu projede, elimizdeki bütün arşiv malzemesini değil, iç bütünlüğü olduğunu düşündüğümüz yedi koleksiyon üzerinde çalıştık. “İstanbul’da Bilim, Kültür ve Eğitim Tarihi” adlı bu projede doğrudan doğruya adından da anlaşılacağı gibi bilim, kültür ve eğitim tarihi içerisinde yer alan koleksiyonları değerlendirdik.
Nurçin İleri: Proje ekibimiz kataloglama uzmanları, dijitizasyon uzmanı, bilgi işlem uzmanı ve görsel/içerik editöründen oluşuyordu. Bu bahsettiğimiz yedi koleksiyon oldukça büyük arşivler bu arada, dolayısıyla biz bu özel arşivler ve koleksiyonlar içinden proje amacına uygun olan, daha çok İstanbul’un kent belleğinin oluşumuna katkı sunacak belgeler üzerine bir yıl kadar kısa bir süre içinde çalıştık. Ayrıca merkezimizin teknik altyapısını da İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan aldığımız destek ile oluşturmuş olduk.
Arşiv çalışmalarının nasıl zorlu bir süreç izlediği herkesin malumudur; peki siz Merkez olarak koleksiyon ya da arşiv malzemelerinin tasnifinde, saklanmasında nasıl bir yol takip ediyorsunuz?
N. İ.: Koleksiyonun içeriğine ve büyüklüğüne bağlı olarak bu süreç değişebiliyor, ama tüm koleksiyonlarda sabit işleyen bir süreç var. Önce gelen koleksiyonların kaba bir tasnifinin yapılması, ayıklanması gerekiyor. Daha sonra kataloglamaya başlıyoruz. Yani kodlama sisteminin ve belgeye dair ayrıntılı verinin (belgenin başlığı, tanımı, kim tarafından üretildiği, ne zaman/nerede üretildiği, araştırmacıya yardımcı olacak anahtar kelimeler, belgenin/fotoğrafın ölçüleri, protokol tarihi, kim tarafından bağışlandığı ve sponsor kurum vb.) oluşturulması süreci diyebiliriz kataloglamaya. Daha sonra ise sayısallaştırma süreci başlıyor. Belgeler ve fotoğraflar büyüklüklerine göre farklı çözünürlükte taranıyor. El yazısı matbu belgeler de birtakım programlara okutularak, araştırmacının kolaylıkla ulaşabileceği bir hale getiriliyor. Daha sonra ise bu taranan belgeler bir çevrimiçi veritabanı aracılığıyla kamuya açılıyor.
Araştırmacıyla buluşturduğunuz arşiv ve koleksiyonların ağırlıklı olarak hangi alanlardan, disiplinlerden kişilere ait olduğunu söyleyebilirsiniz?
N. İ.: Merkezimizde yer alan kurumsal arşiv ve özel koleksiyonlarda, geç Osmanlı ve modern Türkiye tarihi çalışmalarına ışık tutacak, tarih, mimarlık ve arkeoloji tarihi, sanat tarihi, edebiyat, temel bilimler ve dış politika gibi disiplin ve alanlarda birbirinden değerli yazılı ve görsel belgeler bulunuyor. Tüm bu evrakın içeriği başta İstanbul olmak üzere birçok Anadolu kent ve kültür mirası ve gündelik hayatından kesitler sunuyor. İstanbul Kalkınma Ajansı Projesi kapsamında üzerinde çalıştığımız arşiv ve koleksiyonlardan söz edersem: Arkeoloji ve müzeciliğin tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan Aziz Ogan Koleksiyonu, Türkiye’nin ilk rektörü sıfatına sahip, Türk eğitim tarihine büyük katkıları olan düşünür ve bilim insanı İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Arşivi, yine saygın bir mimarlık tarihçisi ve Boğaziçi Üniversitesi kurucu rektörü olan Aptullah Kuran Arşivi, kuramsal fizik tartışmalarına oldukça önemli katkılarda bulunmuş bilim insanı Feza Gürsey Arşivi, çok uzun yıllar boyunca İstanbul’da yaşamış bir Anglo-Amerikan ailesi olan Harold ve Eveline Scott’un Aile Arşivi, Nazi iktidarı sırasında Almanya’dan Türkiye’ye kaçan bir grup değerli Alman bilim insanından biri olan ünlü filolog, ressam, şair, eğitmen olan Traugott Fuchs Arşivi ve son olarak Columbia Üniversitesi’nden gelen Robert Kolej ve Amerikan Kız Koleji Arşivi üzerine çalışma yürüttük. Bunlar dışında, Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlanan ve merkezimizin üzerinde çalışmak istediği Adalet Ağaoğlu, Halet Çambel &Nail Çakırhan, Melih Rauf Esenbel, Leyla Erbil gibi isimlere de ait arşivler de var. Mali destek bulabilirsek bu arşivler üzerine de çalışmaya devam etmek istiyoruz.
Bugüne kadar gün yüzüne çıkardığınız koleksiyonlar arasında etkileyici birçok belge ve malzeme ile karşılaşmışsınızdır. Bununla ilgili bizimle deneyimlerinizi paylaşmak ister misiniz?
N. İ.: Çok ilginç belgelerle karşılaşabiliyorsunuz o süreçte. Traugott Fuchs Koleksiyonu’ndan örnek vereyim. Traugott Fuchs Arşivi’nde çoğu belge Almanca olduğu için, anadili Almanca olan bir arkadaşımız bu arşivle ilgileniyordu. Kataloglama yapmaya devam ederken binlerce belge arasından Fuchs’un ses kaydını buldu. Almanca ders verirken ki bir ses kaydı. Uzun zamandır üzerinde çalıştığınız birisinin bir anda sesini duymanız gerçekten arşiv çalışanı olarak epey etkileyici olabiliyor. Onun dışında yine çok uzun süre boyunca İstanbul’da yaşamış olan Scott Ailesi Arşivi, aile albümleri, binlerce mektuplaşma, 70 yıl boyunca tutulan günlüklerden oluşuyor. Karı-koca Amerikan Kız Koleji’nde ve Robert Kolej’de ders veriyorlar. Talihsiz bir olay gerçekleşiyor ve oğullarını İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız Cephesi’nde kaybediyorlar. Bu aile evrakını tasnif ederken, ayrı zarflar içinde kaybettikleri oğullarının saçları çıktı karşımıza. Aziz Ogan evrakı içinde İzmir’de Eski Eserler Müzesi ilk açıldığında bu müzenin kaç kişi tarafından ziyaret edildiğini öğrendiğimizde de heyecanlanmıştık, hafriyat raporlarında yer alan işçi bilgileri ve fotoğrafları da her zaman çok karşınıza çıkmayan, genelde de tarih yazımında ihmal edilen anlatılardı, bu belgeler arasında bu hikayeleri yakalamak bizim için oldukça değerliydi. Feza Gürsey’in Oppenheimer Ödülü’nün alması üzerine Burhan Felek ve Feza Gürsey arasında geçen muzip yazışmalar da bizleri güldürmüştü. Bu bilgilere hazırladığımız dijital sergilerden ulaşabilirsiniz (http://bogaziciarsivleri.boun.edu.tr/sergi.php).
C. K.: Belki şunu da vurgulamakta yarar var; 13 tane arşiv var. Biz bunların yedi tanesi üzerine çalıştık. Bunlardan iki tanesi kurum arşivi diğer 11 tanesi Robert Kolej, Amerikan Kız Koleji kurum arşivi ve 400’e yakın mimari çizimler koleksiyonu. Ama şöyle diyeyim, “kurum arşivinden beklediğimiz nedir, özel arşivden beklediğimiz nedir?” soruları önemli. Özellikle birtakım şeyleri karşılaştırma yaparken ya da değerlendirirken aslında kurum ve özel arşiv ayrımının çok gri bir alan olduğunu fark ediyorsunuz. Yani kurum arşivinin içerisinde örneğin doğrudan Robert Koleji’nin iç, bürokratik yazışmalarının ötesinde okulun hocalarının Anadolu’ya yaptıkları gezilere dair birtakım notları var. Rektörün, Washburn’un, Osmanlı- Rus Savaşı üzerine 60-70 sayfaya yakın gözlemleri var. Bunlar kurum arşivinden beklenmeyecek belki ama burada üretildiği için öyle ama diğer yandan mesela Aziz Ogan arşivinde özel olan hiçbir şey yok. Ne aile yazışmaları ne kişisel yazışmalar, ne bir günlük. Aziz Ogan arşivi bir kişiye ait olmakla birlikte büyük ölçüde bir kurum arşivi. Çünkü İzmir’de, İzmir Asar-ı Atika Müzesi’nin kuruluşu sürecindeki kazıların nasıl gerçekleştiğinden, orada çalışan işçilere kadar belki bir kurumda bulabileceğiniz birtakım arşiv malzemeleri var. Keza elimizdeki arşivin, katalogların en büyüğü olan Halet Çambel Arşivi. Burada üç ailenin hem Çambel’in dedesi Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın, Sadaret’e, yani hükümete dair yazışmaları var. Babası Hasan Cemil Çambel’in, kendisi Halet Çambel ve Nail Çakırhan’ın, kardeşi Leyla Çambel’e ait birtakım şeyler var. Burada da özel pek çok arşiv malzemesi olmakla birlikte Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulmayı bekleyeceğiniz resmî yazışmalar da var. Tabii birazcık neyin kurum neyin özel olduğu sorusuna birtakım alanların bundan yüz yıl önce daha gri alanlar oluşturduğundan hareketle yaklaşmak lazım. O nedenle, özel ya da kurum arşivi derken bunları da göz önünde bulundurmak lazım.
Merkezin kuruluşundan bugüne gerçekleştirdiği proje ve etkinliklerden kısaca söz edebilir misiniz?
N. İ.: 2016 yılı sonunda İstanbul Kalkınma Ajansı desteğiyle aslında çalışmalarımız hızlandı. Bizim temel amacımız, burada bulunan özel koleksiyonları ve kurum arşivlerini kamuya açmak. Ama kamuya açarken gözettiğimiz birtakım şeyler var. Yani belgeyi alıp kataloglayıp, tarayıp, kamuya açmak da bize tek başına yeterli gelmiyor açıkçası. Dolayısıyla bu arşiv ve koleksiyon içeriklerini biraz tanıtarak, anlatarak kamuya sunmak istedik. Öncelikle kendimizi geliştirmek adına, özel arşiv ve koleksiyonlar üzerine, birtakım paneller ve konferanslar organize ettik. Örneğin “Dijital Çağda Kültürel Miras ve Arşivler” konferansına, birçok kütüphane, arşiv ve müzelerden uzmanları davet ettik ki, bu işi yapan kurumlar arasında bir diyalog oluşturabilelim, bu işin hukukî, teknik ve etik boyutlarını tartışabilelim. Proje kapsamında bulunan koleksiyonların içeriğini tanıtan e-bültenler hazırlayıp, bunu üniversitemiz, personeli, hocaları aynı zamanda internet sitemiz aracılığıyla üye olan kişilerle de paylaştık. Bir de dijital sergiler hazırladık. Bunların amacı aslında bu koleksiyonda “neler var”ı insanlara anlatabilmek ve kamunun ilgisini çekerek İstanbul kent kimliği ve belleğinin oluşumuna katkıda bulunmaktı.
Bağışlanmak isteyen arşiv ve koleksiyonlar arasında herhangi bir değerlendirme ya da eleme yapıyor musunuz? Kişisel ya da aile arşivini bağışlamak isteyenler, merkezle nasıl iletişime geçebilir?
C. K.: Özel arşiv meselesi zaten Türkiye’de daha yeni yeni ortaya çıkıyor. Kişisel olanın kamuya açılması. Mahrem olanın, diğer bir deyişle, bir kamusal çalışma ya da tüketim hâline dönüşmesi. Bu nedenle arşiv deyince aslında bir şekilde Türkiye’nin eğitim, yazın, akademik hayatına katkıda bulunmuş insanların arşivleri oluyor zaten, bu başkalarının arşivleri olmayacağı anlamına gelmez. Ama genelde o kişilerin varisleri, zaten kendi ailelerinde önemli buldukları, kamusal bir kimliği olan insanların arşivlerini insanlarla buluşturma gibi bir kaygı içinde oluyorlar. O yüzden kamusal bir kimliği olmayan insanların kendi arşivlerini bağışlaması gibi Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla hiçbir örnek yok. Bize kimse de o anlamda bir talepte de bulunmadı. Ama altı çizilmesi gereken kamuya mal olmuş olan kişilerin de arşivlerini açarken yaşayan aile fertlerinin ya da varislerinin büyük çekinceleri olabiliyor. O nedenle Türkiye’de özel arşiv sayısı Avrupa ya da Amerika’dakilerle kıyaslanırsa çok çok azdır. Özel arşiv pratiği neredeyse yok denecek kadar az. Belki bunun örneklerinin özellikle dijitizasyon vs. ile bir 10 yıllık, belki 15 yıllık geçmişi vardır. Ondan önceki örnekler çok daha nadirdir. Ama biz konferansta gördük ki; aslında pek çok kurum ve üniversite bu özel arşiv meselesine çok fazlasıyla eğiliyor. Açıkçası bizim tahminlerimizin ötesinde özel arşiv, Türkiye’deki birtakım kurumlar tarafından şu anda kataloglanıp dijitize ediliyor. Yani bu çalışmaların önümüzdeki günlerde de artması bekleniyor. Herhalde en önemli şeylerden bir tanesi, bu işin düzgün bir şekilde yapılıp; gerçekten bir kütüphane gibi araştırmacılara açılması. Böyle bir şey gerçekleştiği ölçüde bu özel arşive sahip olan kişilerin de bağışladıkları kuruma güvenleri olacaktır. Bu güven ilişkisi üzerine de yıllar içerisinde bağışlanan arşiv sayısının artması da beklenebilir. Ama şu anda dediğim gibi sayılar çok çok az.
N. İ.: Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlanan arşivlerin ille de Robert Koleji, Amerikan Kız Koleji ya da Boğaziçi Üniversitesi ile alakalı olmasına gerek yok. Zaten şu anda elimizde bulunan koleksiyonların bir kısmı, bu kurumlarla doğrudan alakalı değil ama sahip çıkmaları için Boğaziçi Üniversitesi hocalarına bırakılmış. Bizim Üniversite olarak amacımız geçmişin kültürel mirasının korunması ve bu mirasın gelecek kuşaklara aktarılması. Bu görevin yerine getirilmesinde bilgi üretim ve aktarım merkezleri olarak şüphesiz üniversitelere önemli bir sorumluluk düşüyor.
C. K.: Az önce de Nurçin’in söylediği gibi bunun yasal boyutu çok önemli. Bu çok ihmal edilmiş. Ve öğrendiğimiz kadarıyla da Türkiye’de henüz yasal bir altyapısı da yok. Bu özel arşivlerin nasıl değerlendirileceği, hukukî anlamda birtakım itilafların nasıl çözüleceğine ilişkin. O nedenle biz satın alma yöntemiyle arşiv ve koleksiyon edinmedik henüz, üniversitemize gelen arşivlerin çoğu bağış yoluyla buraya gelmiş veya geliyor. Koleksiyon bağışçılarıyla, onların istekleri doğrultusunda bir protokol hazırlıyoruz. Protokolde neler yapabileceğimizin taahhüdünü veriyoruz. Bağışçıların, nelerin açılıp, nelerin açılmayacağı konusunda, çekinceleri olabilir tabii ki eğer makul görülürse protokole bunları da ekliyoruz. Bağışçıların bu konudaki mahremiyetlerine saygı duyuyoruz. Ama bizden bir şeyleri sansürlememizi de beklememelerini istiyoruz. Sonuçta bize verilen her şeyin kendi ortak anlaşmamız doğrultusunda açık erişimle herkesin kullanımına sunulması genel prensibimiz, öyle söyleyebiliriz.
Hâlihazırda sizin de üzerinde çalıştığınız, Bursa Nilüfer Belediyesi’nin yakın zamanda hayata geçireceği Edebiyat Müzesi projesi hakkında ne söylemek istersiniz? Bu proje için, Merkezin hem İstanbul dışında bir şehirle hem de bir yerel yönetimle ilk çalışması diyebilir miyiz?
N. İ.: Evet, hatta yerel bir yönetimle yaptığımız ilk iş de denebilir. Nilüfer Belediyesi merkezimizin kuruluş aşamasından itibaren çalışmalarımızı takip eden bir belediye. Bizimle görüştüler, sonra kendi “Edebiyat Müzesi” fikirlerinden bahsettiler ve ellerindeki edebiyat arşivini nasıl oluşturabilecekleri konusunda fikir alışverişinde bulunduk. Şu anda ise Nilüfer Belediyesi’nin Edebiyat Müzesi Arşivi’ni oluşturuyoruz. Nihai aşamaya geldiğinde de kataloglanmış, dijitize edilmiş bir biçimde belediye aracılığıyla kamuya açılacak. Çok değerli bir arşiv, 1950’lerden günümüze Türkiye yazın ve edebiyat dünyasına iz bırakmış birçok yazara ait yazışmaları içeriyor.
Önümüzdeki süreçte, Merkezi destekleyen kurum ve kuruluşlarla işbirliğine dayalı proje ve çalışmaları sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
C. K.: Bizim gibi merkezlerin açıkçası dışarıdan mali destek olmaksızın yaşaması, ayakta kalabilmesi mümkün değil. Bunu sadece personel ya da çalışanların giderleri açısından söylemiyorum. Koleksiyonların korunması için tamamı yurtdışından ithal edilen asitsiz kağıtlar veya kutular gibi arşiv koruma malzemeleri, yine teknik altyapı sisteminin sürekliliğinin sağlanması için yapılacak harcamalar açıkçası epeyce bir mali kaynak gerektiriyor. Üniversitelerde, ya da en azından Boğaziçi Üniversitesi örneğinde bildiğim için söylüyorum, bu tür maddi katkılar bizim talep ettiğimiz ya da ihtiyacımız olduğu ölçüde değil. O nedenle sadece özel arşiv veya koleksiyon bağışı ötesinde birtakım finansal destekler de arıyoruz. Elbette bu konuda bütün kurum ve kuruluşlarla ortak projeler gerçekleştirmeye açığız. Bununla ilgili Türkiye’deki kurumlara, İstanbul Kalkınma Ajansı’nda olduğu gibi, birtakım başvurularda bulunuyoruz, ancak bu başvurular her zaman yeterli olmayabiliyor. O yüzden üniversitemiz bünyesinde bir araya gelen kültürel miras birikiminin, geçmiş kültürlerin, gelecek kuşaklara aktarılabilmesi ve bilginin paylaşılması için özel kuruluşların desteğine de ihtiyacımız var.