Ayvalık'a bakıyorum ve 1960'tan günümüze, tarihe, geleneksel kültüre, coğrafyaya, mimarî dokuya ve toplumsal gerçeklere merkezî ve yerel siyasetin ve de vahşi kapitalizmin indirdiği darbelerin derin izlerini görüyorum...
19 Ağustos 2018 13:00
Krizde olduğu söylenen Türkiye ekonomisinin kurtarıcısı olarak Turizm Sektörü her zamanki gibi yerli ve yabancı turist sayılarıyla parlatılıyor; her ne kadar birkaç yıldır bu sektörde de sıkıntılı dönemler yaşandıysa da... Turistik yaşam; Sahte Topkapı, Kremlin, Venedik mimarîli, su kaydıraklı, animasyonlu tatil köyleri, gece kulüplerine terk edilmiş kıyıları, Mavi Ege ve Akdeniz koylarını dümtek-dümtek sözde-müzikle ve olmazsa olmaz çöple kirleten tur tekneleriyle varlığını sürdürüyor. Bu yaz da bu sahte cennetlerin zevki coşkuyla kutlanıyor; denizlerinde her gün mülteciler boğulurken. Bu kutlama her şeyden önce kentlerin amansız girişimcilerince gösteri toplumunun talepleri doğrultusunda şekillendiriliyor. Bu talep derin bir bilgi, bellek, zevk boşluğu üstüne yapılanıyor; tatilcilerin salt anlık zevklere ve tüketime kenetlenmiş gündeminde yerel tarihsel ve kültürel bellek ve dokuların anlamı yok!
24 Haziran seçimi ertesinde başlayan tatil döneminde ve dokuz günlük Kurban Bayramı'na doğru yaz boyunca bu gösterinin en vahşi alanları olan Ege ve Akdeniz kıyı kentleri tatile çıkan insanların siyasal-ekonomik-kültürel travmalardan bunalmış, yıpranmış psikolojilerini hesapça onarıyor. Altyapıları vasat tüketim ve popülist eğlenceye adanmış bu kıyı kentleri eleştirel bir bakışla incelendiğinde, onulmaz bir post-apokaliptik manzara belirginleşiyor.
Bu bağlamda, dikkatinizi Kuzey Ege'de iki kente çekmek istiyorum: Birisi Ayvalık, ötekisi de tam karşısındaki Lesbos (Midilli) adasındaki Mitilene.
Birbirine 13 mil uzaklıktaki iki kentin Osmanlı geçmişi ortak, mimarî dokusu benzer: Neo-klasik taş evler ve cumbalı Osmanlı evleri, camiler, kiliseler, manastırlar, geleneksel çarşılar, dolambaçlı dar sokaklar…Doğası da aynı: uçsuz bucaksız zeytinlikler, çam ormanları, eşsiz bitkiler ve çiçekler ve derin, serin, engin, dalgalı mavi deniz ve rüzgârlar... Kuşkusuz bugün ikisinde de neo-kapitalizmin yarattığı tüketim ve gösteri toplumunun tüm arazları var!
Ayvalık'taki yaşlı kuşağın kasabaları ve köyleri Lesbos'da, Lesbos'un yaşlı kuşağının kasabası da Ayvalık. Sabah akşam işleyen büyük tekneler Lesbosluları Ayvalık'a, Türkiyelileri de Lesbos’a taşıyıp duruyor. Mitilene'den gelenler Ayvalık çarşısına dalıp zeytinyağ, rakı, şarap, baklava, meyve, sebze ve ev ve tekstil eşyaları satın alıyor. Mitilene’den gelenler Euro'larını bozdurduklarında bir zengin gibi alışveriş yapıyor. Ayvalıklılar Midilliye o denli kolay geçemiyor; vize, vergi ve şimdi Euro zorluğu var… Geçtiklerinde onlar da adanın zeytinyağını, Uzo’sunu, Metaksas’ını satın alıyor. Bu arada bolca antika eşya alışverişi de var. Ayvalık'ta Yunanca, Mitilene çarşısında Türkçe konuşuluyor.
1967'den bugüne, Midilli’den 1900’lerin başında Ayvalık’a göç etmiş bir ailenin gelini olarak yaşadım. Yıllar boyunca, Ayvalık’ın üstüne çöktürülen, Ortodoks Kilise’sinden ve Rumlardan temizleme ve köktenci Türkleştirme projesinin bütün safhalarına ve bu ideolojik temizliğin kentin ruhuna sinen sessiz travmasına tanık oldum. 1970’lerin başında sahilleri mahveden inşaat sektörünün yıkıcı faaliyetlerine kadar kentin tarihsel mimarîsi ve Midilli ve Girit göçmenlerinin oluşturduğu Ege kültürü bu temizliğe bir ölçüde direnebiliyordu. Kentin yok edilme süreci öncelikle merkezin sahil şeridindeki tarihsel yapıların yıkılıp yerine arka mahallelerin görüntüsünü ve rüzgârını kesen beş altı katlı çirkinlik numunesi apartmanlar dikilene kadar... Bu apartmanlar bu bilinçsiz kıyımın numuneleri olarak duruyor...
Nihayet, 1976’da Teoman Madra ve Mimar Cemil Gerçek öncülüğünde koruma altına alınan kentin tarihsel mimarî dokusunun ve her nasılsa varlığını sürdürebilen yaşam kültürünün yıkımı durduruldu. Kentin benzersiz mimarîsinin çekiciliği ve 1990’lardan sonra Midilli ve Ayvalık arasındaki gidiş-geliş, olumsuz gidişatı bir ölçüde değiştirdi. İki kent arasındaki tarihsel ilişkinin gerçekleri, siyasal ideolojinin yarattığı karanlığı deldi; insanlar çarpıtılmış tarihin anlamsızlığını öğrenmeye başladılar. Ege'ye özgü, kara-adalar-deniz arasındaki insancıl ve kültürel alışveriş 20. yüzyılın homojenleştirme, ayrıştırma, tarihsel gerçeği silme siyasetini alt etmeye çalıştı…
Bu iyileşmeye karşın, Mitilene ve Ayvalık bir yandan da artık hiç benzeşmiyor!
Dönüp Ayvalık'a bakıyorum ve 1960'tan günümüze, tarihe, geleneksel kültüre, coğrafyaya, mimarî dokuya ve toplumsal gerçeklere merkezî ve yerel siyasetin ve de vahşi kapitalizmin indirdiği darbelerin derin izlerini görüyorum. Nedir bu izler?
Ayvalık'ın kent merkezi ve Cunda Adası, tüketim ve turizm kültürünün çığırtkan yapıları ve işletmelerinin bir türlü silip geçemediği harap ama anlamlı evler, dükkânlar, kiliseler benzeri Rum ve Osmanlı yapılarıyla; çevresi de 1970'lerde başlayıp günümüzde de sürmekte olan arsız-saldırgan kalitesiz apartmanlar, tarihsel mimarîyi zavallı bir zevkle taklit eden villalarla dolu…
1990’lardan günümüze Ayvalık'ı keşfedenler, anıtlar kurulu engelini aşıp, eski evleri satın alarak onardılar ve onarıyorlar. Tarihsel yapı sistemine sadık kalarak yapılmış onarımlar yanında daha özensizler var. Koruma kurulları, uzaktan, bilinçsiz ve yanlış uygulamalarla, evlere kuru sıkı müdahale ederken, 30 yıl içinde kimi manastır ve sabunhanenin yıkılmasına, kentin merkezindeki tarihsel yapılarda ya da sahilin en manzaralı yerinde süpermarket açılmasına, çığırtkan tabela, reklam, bez afişlerin oluşturduğu görüntü kirliliğine hiç müdahale etmedi. Kentin merkezinde kente değer katacak düzenlemeler yerine yalnız esnafın öngördüğü ve onayladığı sözde düzeltmeler yapıldı ve merkez onların insafına terk edildi. Çarşının ortasındaki güzelim meyve ve sebze hali, geçmişin izini taşıyan bakkallar ve dükkânlar bütün anlamını yitirmiş durumda. Ege mutfağının en lezzetli yemeklerinin yapıldığı bu kent, bugün kebapçılar ve fast-food'cularla dolu; her nasılsa Ayvalık tostu -ünlü peynirlerinden ötürü- direnmekte…
Konutların bulunduğu mahallelerin sokaklarına gelince, yıllardır tamirat görmeyen bu altyapısız sokaklar sahipsiz ya da yıkılmış evlerin hüzünlü ve kirli görüntüsüne, yalnızlığa ve motosiklet şiddetine terk edilmiş durumda. 1980’lerde Doğu ve Güneydoğu’dan göç edenlerin yerleştirildiği arka mahallelerdeki hakir yapılaşma ve kentin stratejik tepelerine kondurulan ideolojik binalar da bu karmaşanın eklentileri...
Yaz aylarında nüfus patlaması yaşanırken trafik de haddini aşıyor; Balıkesir Belediyesi'nin otopark gelir alanı olarak kullandığı ana caddenin görüntüsü, kentin kaderine teslim edildiğinin kanıtı. Esnafın işi bozulmasın, tüketiciler park etsin diye dar caddenin bir yönü paralı otopark. Kentin varsılları da otomobil kıyametine çözüm olarak 1970’lerden günümüze kent merkezindeki güzelim eski zeytinyağ fabrikalarını, depoları kesip biçip otoparka dönüştürdü.
20. yüzyılın travmasını yaşamış yaşlılar, varsıllar ve yoksul emekliler, yazlıkçılar, yerel yönetime bağımlı yoksul tarım ve belediye işçileri, memurlar, her çeşit esnaf ve Güneydoğu ve Doğu’dan göç edenler, Romanlar, çok az sayıda yabancı, kentin Ege bölgesindeki başka kentlere göre heterojen toplumsal yapısını oluşturuyor ve şimdilik bu heterojen yapının insanları birbirine değmeden yaşıyor.
Birbirine değmediği gibi, kentin çatışkı ve çelişkilerle bezenmiş tarihsel belleğine de değmiyor.
Örneğin, kentin içinde dolaşırken, izi silinmek istenen ama bir türlü silinemeyen bir kültürün harabe ya da onarılmış görüntüleri birbiri ardına diziliyor. Anadolu toprağına ait Ortodoks dinini ve kültürünü simgeleyen mimarî doku, Kurtuluş Savaşı ruhunu diri tutan sokak ve cadde adlarıyla karşılık buluyor; tarihsel çatışkı kent dokusu içinde diri tutuluyor.
Örneğin, aşırı ulusalcıların yuvalanıp cirit attığı 1970'li yıllarda, otobüs duraklarında halkı komünizme karşı uyaran levhaları hatırlatayım; levhalar hiçbir zaman indirilmedi, neyse ki zaman içinde paslandı ve parçalandı. Ayvalık halkı yıllarca o levhaları seyretti, kente "temerküz kampı" havası veren hoparlörlerden yükselen nutukları sessizce dinledi.
Örneğin, 1990’larda Balıkesir yolundan Ayvalık'a girenleri bir sürpriz bekliyordu: Kentin girişindeki eski bir zeytinyağı fabrikası belediye tarafından kültür merkezi yapılacaktı. Kuşkusuz iyi bir girişimdi, ancak daha ortada merkezin "m"si yokken beyaz badanalı duvarında kırmızı dev harflerle yazılmış Rauf Denktaş adı yer alıyordu; "kültür merkezi" bölümü yazılırken her nedense silinmişti… Dönemin belediye başkanı, Rumlara karşı direndiği için hayran olduğu Denktaş'ın adını veriyordu kültür merkezine. Bu merkez 2018’de galiba gerçekten yapılıyor; bu kez belediye başkanının dev posterleriyle karşılaşıyor kente giriş yapanlar! Merkezin adı da ısrarla Kırlangıç. Oysa fabrika 1933’te Dr. Fazıl Doğan tarafından kurulmuş; 1976’ya kadar o aileye ait; yani 43 yıllık bir geçmiş. Burada da popülist yaklaşımla bellek silme işi...
Ayvalık’ı çekici kılan diğer bir özellik de Sarımsak plajı ve denizi. 11 km’lik millî park ve sahil olması gereken Sarımsak, rantçı, bilgisiz, görgüsüz belediyelerin ve hırslı girişimcilerin elinde beton ve tüketim cehennemine çevrilmiş durumda; onarılması da olanaksız. Şimdilerde moda olan “kentsel dönüşüm” aldatmacasıyla yeni bir betonlaşma da başlamış durumda. Devlet bürokrasisinin yazlık ihtiyacını karşılamak üzere ağaçlandırılarak kurulmuş kıyı kampları da yerle bir edildi ve araziler ve plaj, ihale yoluyla girişimcilere kiralandı. Sarımsak ile Badavut arasındaki stratejik tepe üç yönde tel örgüyle çevrilmiş, yasak levhalarıyla donatılmış, MİT kampı olarak bilinir; bu kamp da şimdilerde akıbeti meçhul olarak boşaltılmış durumda. Sarımsak sınırındaki tel örgü bu yıl ayrıca levhalarla kapatılmış; tepede dalgalanan Türk bayrağı da kaldırılmış! Şimdilerde Balıkesir Belediyesi denetiminde yeni bir yapılandırmaya doğru ilerliyor. Yeni yapılandırmanın parlak örneği, Ayvalık’ı Cunda’ya bağlayan köprü. Önce asma köprü reklamları yapıldı; sonuçta üç gözlü hantal beton köprü ortaya çıktı! Buradaki aldatmaca da açık denizden iç denize akıntı sağlamaktı. Bu gerçekleşmedi; çünkü köprünün oturduğu eşik sağlam bir kara parçası; geçmişte doğal olarak kıta ve ada kara parçasıyla bağlıydı. Bir bellek silmesi daha!
2011’de başlayan Suriye krizinden günümüze yüzlerce mültecinin Ayvalık-Mitilene arasındaki denizde boğulduğunu biliyoruz; bu, aynı zamanda bu bölgede mülteci krizinden büyük paralar kazanan acımasız insan tacirlerinin de varlığını işaret ediyor. Yedi çocuğun boğulduğu gün tatilciler Sarımsak plajında güneşleniyor ve denize giriyordu; tekne turları da dümtek-dümtek çalgısıyla aynı denizde onları eğlendiriyordu. Bu durum tarihsel geçmişi hiç gündeme almayarak esasen zihinsel ve ruhsal karanlığı kabul eden toplumun toplumsal şizofreniye teslim oluşunu gösteriyor.
Burada, haksızlık etmeyelim ve artık her nedense doğru kararlarla diyeceğim, ama aslında başka nedenlerle de gerçekleştirilen onarımları da belirtmek gerekir: Cunda’da ve Ayvalık’ta Taksiyarhis Kiliseleri, Cunda’da Agios Yannis Kilisesi (Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı), Aya Athanasiu Kilisesi, Ayvalık Ayazma Kilisesi, Profit İliyas Kilisesi, Agia Paraskevi Manastırı, Saatli Camii, Hacı Bayram Camii, Ayvalık Hamidiye Camii ve onarılmış evler… Başka nedenler ise şunlar: 2000’li yıllarda Ayvalık’ın geo-politik-kültürel değerini keşfeden seçkinler kentin değerli arazilerini ve yapılarını sahiplendi ve burada yaşamayı saygınlık hanelerine ekledi; kuşkusuz onları daha az seçkinler ve daha da az seçkinler izledi. Bu neo-sosyolojik değişime bir de nostaljik ya da huzur arama niyetleriyle köklerine dönmeyi seçen Ayvalık’ın yerleşik ailelerinin çocukları ve torunları katıldı. Bu kesim kentin tarihsel yapısının değerini biliyor ve bozulmasını istemiyor herhalde! Ancak bu değeri korumak için:
- Siyasal ideolojilerin kurgu tarihlerle oyaladığı toplumun gerçek tarihi öğrenmesini sağlamak;
- Kentin gelecek kuşaklar için de varlığını koruyabilmesi adına kısa vadeli çıkarlara hizmet eden projeler yerine insan odaklı kalıcı çözümleri içeren projeleri talep etmek;
- Yıllardır mevcut sorunları çözmekte başarısız olan, Ayvalık’ı bu duruma getiren kadroların ve yönetici kesimlerin geri çekilmesini, günümüzün kent yönetimi koşullarını uygulayacak uzman kadroların ve kesimlerin yönetime getirilmesini sağlamak...
Umarım, önümüzdeki yerel seçimlerde Ayvalık halkı gerçeklerle yüzleşir ve bu kenti layık olduğu düzen ve değere kavuşturacak bir yönetime sahip olur!
Karşıdaki adada da neo-kapitalizm ve gösteri toplumu var; ancak ölçüyü kaçırmamış bir toplum! Midilli'de ve adanın başka yerlerinde mimarî doku özenle korunuyor; sokaklar tertemiz, bakımlı, arsız ve hırslı mimarîden iz yok. Çarşı ve esnaf eski dokusunu koruyor; süpermarket varsa bile ortalıkta görünmüyor. Kuşkusuz, kutuplaşma döneminde orada da "düşmanlık" söz konusuydu ama düşmanlığın anıtları ve ideolojik imgeleri dikilmemiş! Bütün özellikleriyle Lesbos Kuzey Ege’nin en çekici yaşam yeri ve turizm merkezi!