Yeni bir hayatı, bir ihtimali arayan kadın karakterlerin yazarı, şimdi üç metrekarelik bir hücrede tutuluyor. Avukatıyla bile görüşmesine izin verilmeden. Bir kâbus bu...
Aslı Erdoğan’ı romanlarından değil güncel köşe yazılarından tanıyan biri, onun fazlasıyla politik bir yazı evreninin merkezinde durduğunu düşünebilir. Onu romanlarından ve hikâyelerinden tanıyanlar ise, mesela Japonya’nın Kobe kentinde yaşayan, Haruki Murakami’nin kırılgan, yalnız insanları anlattığı romanlara düşkün, arada bir yeni bir yemek dener gibi, yeni bir lezzet keşfetmek için Japonca veya Almancada yeni bir yazar deneyen bir okur, adını da koyalım, Kobe’deki Ryogoku lisesinde Almanca öğretmenliği yapan Bay Watanabe, Aslı Erdoğan’ın tıpkı Murakami’ninkiler gibi kırılgan ve yalnız karakterlerine bakarak onun, insan ruhunun derinliklerinde dolaşan, toplumsaldan uzak bir yazar olduğu düşüncesine kapılabilir. Bunun için Bay Watanabe’yi suçlayamayız.
Çünkü Aslı Erdoğan’ın kitapları gerçekten de, büyük toplumsal altüst oluşların kahramanlarını, kurbanlarını, hainlerini, alçaklarını değil, bu dünyada tek başına yürüyen, iki kapılı handan tek başına geçen insanları anlatır.
Kişisel olan aynı zamanda politiktir. Erdoğan’ın karakterleri de, zaman ve mekândan bağımsız değildir kuşkusuz. Erdoğan herhangi bir kadını değil, 20. yüzyıl sonunda Türkiye’de yetişmiş, yetişmiş olduğu ülkenin tüm kültürel ağırlığını sırtında taşıyan kadınları konu eder. İnsan, Japonya’nın Kobe kentinde yaşıyor olsa bile, Kırmızı Pelerinli Kent'i okurken, Türkiye’den kaçıp dünyanın en kriminal şehirlerinden biri olan Rio’nun kenar mahallesinde ev tutan ve bir sokak serserisiyle ilişki yaşayan genç kadının, ülkesiyle bir derdi olduğunu hemen kavrar.
Nedir onun derdi, Türkiye’de çok iyi bir eğitim almış, öğrenimine yurt dışında devam etmiş, CERN’e araştırmacı olarak kabul edilmiş genç bir kadının Rio’nun kenar mahallesinde ne işi vardır? Neden bir bankacıya veya geleceği parlak bir bilim adamına değil de, erken yaşta vurulup gideceği her hâlinden belli bir sokak serserisine âşık olmuştur? Neden kaçmaktadır?
Aslı Erdoğan, bu sorunun cevabını vermez. Kahramanın kaçtığı ülkenin içinde bulunduğu politik, toplumsal durum hakkında pek konuşmaz. Kahramanın ülkesi ile olan derdini, ancak annesiyle mektuplaşması aracılığıyla izleyebiliriz.
Ortada bir kuşak kavgası, Cumhuriyet’in öncü kuşaklarının değerlerini ve ideallerini temsil eden anneyle yaşanan “kültürel” bir çatışma olduğu açıktır. Türkiye’yi hiç tanımayan bir okur bile, Kırmızı Pelerinli Kent’in kahramanı olan genç kadının, ülkesinden, ülkesinin resmî ideolojisinden, hoyratlığından, vahşiliğinden çok sıkıldığını ve bundan uzaklaşmak için Rio’ya geldiğini hemen anlar. Kişisel olan fena hâlde politiktir. Aslı Erdoğan, “post Cumhuriyet” kuşağının kadınlarının öyküsünü anlatmaktadır.
O kadını, Aslı Erdoğan’ın diğer başyapıtı olan Kabuk Adam'da bu kez, Karayipler’de, uluslararası bir fizik konferansının tam ortasında buluruz. Türkiye’den kaçmış, araştırmacı olarak CERN’e kabul edilmiş ama aradığı şeyi orada da bulamamıştır. Acaba Karayipler’deki bu küçük ada olabilir mi onun aradığı yer?
Bir yerliyle yaşadığı büyük aşk, kısa süreliğine bunun böyle olabileceğini düşündürür okura. Ama bu aşk kısa sürecek, post cumhuriyetin genç kadını, büyük yalnızlığına geri dönecektir. Ne Doğu’ya, ne Batı’ya, ne de egzotik diyarlara aittir o; bir arafta durmaktadır sanki.
Arayışı, Aslı Erdoğan’ın uzun bir aradan sonra çıkardığı hikâye kitabı Taş Bina ve Diğerleri’nde devam eder. Ama kahramanımız artık yenilgiyi kabullenmiş gibidir. Ona yeni bir dünyanın kapısını aralayabilecek insanlar yoktur artık hayatında. Hayatına giren tek kişi, Rio’nun yakışıklı erkeği, Karayipler’in yerli genci değil tıknaz, çirkin biridir. Bir süre sonra onun yalnızlığın ta kendisi olduğunu anlarız. Genç kadının 1990’ların başında başladığı büyük arayış yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Rio’nun arka mahallelerinde, Karayip kumsallarında, Avrupa’nın ıssız sokaklarında yeni bir hayatı, bir ihtimali arayan kadın karakterlerin yazarı, şimdi üç metrekarelik bir hücrede tutuluyor. Avukatıyla bile görüşmesine izin verilmeden. Bir kâbus bu.