Antigone’nin isyânı sürüyor, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Sofokles’in yazdığı oyun güncelliğini hiç yitirmedi. Sofokles sanki ülkemizin şu hâliyle ilgili sözler söylemiş...
21 Temmuz 2016 14:00
Antigone’nin isyânı sürüyor, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Sofokles’in yazdığı oyun güncelliğini hiç yitirmedi, hep diri kaldı; yıllar boyu –ülkemizde de– sahnelendi. Birçok yazara esin kaynağı oldu, yeniden yazıldı, uyarlamaları yapıldı. Jean Anouilh, Bertolt Brecht ilk akla gelenler. Büyük klasiklerden, dünya edebiyatının başyapıtlarından biri. “Ne yazık ki” yaşadığımız şu günlerle doğrudan ilişkisi varmış görünüyor! Keşke olmasaydı da, yalnızca oyun’un bir başyapıt olarak yazınsal, estetik özelliklerinden söz etseydik. Sofokles sanki ülkemizin şu hâliyle ilgili sözler söylemiş! Kuşkusuz başka coğrafyaları da saymak olanaklı.
Antigone niye Kral Kreon’a başkaldırıyor? İki ağbisi, Etokles ile Polineikes karşı saflarda savaşıp birbirini öldürür. İktidar için, Thebai için savaşırlar. Aslında babalarının yâni “lânetli Oidipus”un vasiyetine göre oğulları dönem dönem Thebai’yi yönetecektir. Ancak Etokles buna uymaz, yönetimi devretmez, kardeşini sürer. Polineikes de Argos ordusuyla şehrin kapısına gelir, aslında hakkını ister ama iki kardeş birbirini öldürür. Daha önce de tahtta gözü olan Kreon, çocukların dayısıdır, iktidara “el koyar” ve Polineikes’i (aslında ilk “i”, “ü” olacak ama az da olsa bir okuma güçlüğü oluştuğu için artık “i” olarak yazıyorum!) “vatan hani” ilân ederek gömülmesini yasaklar. Bir “leş” gibi ölüsünü hayvanlar parçalayacaktır.
İşte Antigone’nin isyânı bunadır. Etokles geleneğe göre (Zeus’un yasaları diyelim) gömülürken, Polineikes niye benzer törenle gömülmüyor? Bu Kreon’un yasasıdır; ne Thebai kentinin ne de Zeus’un ya da öteki Tanrılar’ın yâni Olimpos’un! Antigone ağbisinin bu doğal hakkını ister; ölümle cezalandırılacağını bile bile bunu hayata geçirir, ağbisini töreye göre gömer!1
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra olup biteni anlamak hem güç hem değil. Anlaşılır olması ya da olmaması, onlarca öleni geri getirmiyor! Hiç anlamasaydık da o ölümler olmasaydı. Ne var ki oldu. Dahası “ölüm”den beteri olmaz ama hani beteri de oldu. Okuduğumuz yüzlerce haber bunun kanıtı. Polineikes’in cenazesi benzeri olaylar yaşanmadı mı? Başka birçok haber var da, iki ay önceki şu haberi saklamışım, şöyle yazıyor Zeynep Kuray:
“Sokağa çıkma yasağı ile başlayan çatışmalar nedeniyle harabeye dönmüş Diyarbakır Sur ilçesi’nde aileler çocuklarının cenazelerine ulaşmak için Adalet Nöbeti’ne devam ediyor.
“Bu annelerden Elif Öğüt ve Fahriye Çukur, çocukları Ramazan Öğüt ile Rozerin Çukur’un cenazelerini kavuşmak için tam 5 aydır mücadele veriyor. Sur içinde nöbete devam ettikleri Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde BirGün’e konuşan anneler, 20 gün önce Hasırlı Mahallesi’ne yakın Paşa Hamamı’nda bulunan biri erkek, biri kadın iki gencin cenazesinden çıkacak DNA testi sonuçlarını bekliyor. Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılan iki gencin erkek olanının tıpkı Ramazan gibi kolundan platin çıktığını belirten anne Elif Öğüt, ‘Çocukken sol kolunu kıran Ramazan’ın da platini vardı. Şimdi bulunan cenazelerden erkek olanın da kolunda platin var. Kim bilir belki oğlumdur’ diyor.
“Öğüt, 5 aydır valilikten emniyete, kaymakamlıktan savcılığa oğlu Ramazan’nın cenazesini alabilmek için çalmadığı kapı kalmadı ama hiçbir sonuç alamadı. Oğlunun cenazesine kavuşabilmek için 20 gün açlık grevi yapan ve tam 147 gündür Adalet Nöbeti tutan Öğüt’ün tek istediği ölü ya da diri çocuğuna kavuşabilmek. Öğüt şöyle devam ediyor: ‘Tahir Elçi öldürüldükten sonra yasak birkaç saatliğine kaldırıldığında Sur’a gidip Ramazan’ı aradım ama bulamadım. Sokağa çıkma yasağının tekrar başlamasıyla onunla tekrar telefonda görüştük. En son onunla doğum gününde konuştum.’ Ölü ya da diri çocuğunu istediğini vurgulayan Öğüt, ‘9 gencin cenazesinin hepsi verildi. Geriye bir tek bizim çocuklarımız kaldı. Herhalde o kadar kötü katlettiler ki vermiyorlar. Artık oyalanmak istemiyorum , tahammül kalmadı. Benim tek istediğim oğlumun cenazesini alıp kendim gömmek. Bu bir ananın en doğal hakkıdır’ dedi.
“Yaşamını yitiren 16 yaşındaki çocuğu Rozerin Çukur’un annesi Fahriye Çukur da kızının cenazesine kavuşmak istiyor. Çukur şöyle devam ediyor: ‘Birkaç saatliğine yasağın kaldırıldığı Aralık ayında Sur içinde mahsur kalan sınıf arkadaşını görmek için gitmişti. Yasağın tekrar ilan edilmesiyle bir daha haber alamadım. Rozerin çok çalışkan bir öğrenciydi. Abluka birkaç saatliğine kaldırıldığında hepimiz gibi o da okula gelemeyen arkadaşını görmek için Sur içine girdi. O günden beri telefonuna ulaşılamıyor. En son yılbaşında televizyonda ismi, katledilen gençler arasında yer aldı’ dedi.” 2
Konu Antigone olduğuna göre kısaca da olsa, birkaç ay önce çıkan ve son derece ilginç (önemli) bir kitaptan da söz etmem gerek. Slavoj Žižek Antigone’yi başka bir açıdan değerlendiriyor, âdeta metni yeniden yazarak üç sonuç (çeşitleme) oluşturuyor. Bir filozof olarak sıfır noktasına geri dönülmeyeceğini bizden daha iyi bilen Žižek böylece bir “kurmaca” metin yazmış da oluyor: Antigone’nin Üç Yaşamı.3 Kuşkusuz filozofun meselesi sıfır noktasına dönmek değil, metni yeniden okumak. Bu haz’ı okurda da yaşatmak.
Žižek, metninin “bir sanat eseri değil de bir siyasal- etik egzersiz olma iddasında olduğunu” belirtiyor. Kitabın başına yazdığı uzunca önsöz (“Koş, Antigone, Koş!”), öteki metinlerinde olduğu gibi yoğun, yine Lacan, Hegel ve sinema göndermeleriyle yürüyor. Öte yandan –her zamanki gibi– Žižek’in derin bilgisi ve konuyu ele alış biçimi hayranlık uyandırıcı. Ancak Žižek teknik anlamda bir “oyun”u değil de, bir “düşünce”yi (sav) önemsiyor, öne çıkartıyor. Örneğin, Kreon’un karısı Kraliçe Erudike (G. Dilmen Erudüke olarak yazıyor) yok. Evet, Sofokles’in oyununda sahnede çok az kalır ama bir annenin derin acısı görülür ki o da intihar eder. Baştaki İsmene, Žižek’in yorumunda daha katı, korkmasından çok kurallara uyması var; oysa özgün metinde yumuşak, biraz korkak. Sonrasında her iki metinde de Antigone’nin yanında. Žižek, Koro’yu daha çok öne çıkartıyor, özellikle de son bölümde. Klasik metinlerde koro zaman zaman toplumun (halkın) sesi olarak, sağduyu olarak da işlev görür ama burada çok daha etkin biçimde karşımıza çıkıyor, özellikle de üçüncü sonuçta. Son sözü söylüyor, son kararı veriyor.
Kral Kreon’un emriyle Antigone’nin mağaraya götürülme sahnesinden sonra, Antigone iki kez geri geliyor, dolayısıyla “zaman” ve “oyun” iki kez geri sarılıyor. Bu üç farklı biçimi Žižek önsözünde açıklıyor ve en sonunda bunu korobaşına yüklüyor:
Eh nihayet, Antigone’nin hazin hikâyelerinin sonuna vardık
Hangisinin izinden gidelim peki?
Yazılı olmayan ilahi yasalara hürmeten
sonuna kadar gitmede ayak diremekte haklı mıydı?
Kreon kent-devletinin ortak iyiliğini hesaba katmakta haklı mıydı?
Yoksa Koro ikisini de tasfiye edip ortak bir yönetim kurmakta haklı mıydı?
Žižek’in oyun tekniği ile ilgilenmediğini söyledik ama korobaşının bu tiradı Brecht tiyatrosunu çağrıştırıyor. Bir “yabancılaştırma” öğesi olarak karşımıza çıkıyor. Žižek önsözünde Brecht’i de “kaynakları” arasında sayıyor. Brecht’in uyarlaması Sofokles’in Antigone’si’nin4 sonundaki, sahneye oyuncuların geldiği ve Teiresias’ın seyirciye seslendiği “Prolog” ile benzerlik de gösteriyor. Nitekim Žižek’in korobaşısı şöyle sürdürecek sözlerini, böylece oyun da son bulacak:
Bunların basit bir cevabı yok.
Bizler, aktörler ve aktrisler,
farklılaşan bu üç yazgıyı
siz seyircilere sunan gölgelerden ibaretiz.
Riski ve sorumluluğunu göze alıp tercihte bulunmak sizlere kalmış.
Size burada yardım edebilecek biri yok, kendi başınızasınız.
Kendi başınıza olduğunda, hiçbir şey olmadığında, birdenbire çarpar hayatın o uğultusu ve tam o anda,
bilge insanlar kaosun nasıl askıya alınacağını bilir ve bir karar verir.
Klasik Antigone’ye döndüğümde, bazı sözlerin, dizelerin, yazının girişinde de belirttiğim gibi günümüzde “yaşadığımız” bazı (birçok) durumları işâret ettiğini söylemek yanlış olmaz sanırım, şöyle ki, birkaç gelişi güzel alıntı:
KREON:
Demek karşı geldin bana, yasamı çiğnedin?
…
hiç yakışmıyor, bana boyun eğmek zorunda olan
birinin ağzına. Bu kız sınırı çoktan aştı.
…
KREON
Yurttaşların hiçbiri senin gibi düşünmüyor.
ANTİGONE
Benim gibi düşünüyorlar onlar da, ama diyemiyorlar.
…
KREON
Biri savunuyordu yurdu, öbürü yakıp yıkmaya geldi.
ANTİGONE
Ölüm eşit kılar onları, törelerinde ayrım gözetmez.
KREON
Aynı şerefe hak kazanmaz kötü ile iyi.
ANTİGONE
Ölüler ülkesinde yasa bakarsın değişiktir.
…
KREON
Kadının verdiği geçici zevklere aldanıp
Akıl yolundan şaşma, oğlum.
…
Öyleyse kurulu düzeni destekleyelim
ve hiçbir zaman kadına yenilmeyelim.
…
HAİMON
Tek kişiyle devlet mi olurmuş, despotluk bu seninki.
KREON
Devlet ona hâkim olanındır, anlaşıldı mı?
Antigone aslında devlete karşı ya da yerleşik yasalara karşı gelmiyor. Kral Kreon’un keyfiliğine karşı geliyor. Bunu, yukarıda kızın nişanlısı da olan kralın oğlu Haimon söylüyor: “Despotluk bu seninki.” Belki klasik, sıradan bir yorum ama bu despotluk 21. yüzyılda da bitmiyor, hele bizde biteceğe pek benzemiyor.
Antigone’nin isteğini biraz biraz Sokrates’in durumuna benzetebiliriz. Bu oyun MÖ. 442’de oynanıyor. Sokrates MÖ 399’da baldıran zehrini içmek suretiyle ölümle cezalandırılıyor. Sokrates kaçabilirdi, öğrencileri bunun için elinden gelini yapıyor; benzer şekilde, Atina yönetimi de kaçması için infâz gününü uzattıkça uzatıyor, infâzı gerçekleştirecek yargıçları, adalara yoluyor (bilindiği kadarıyla). Ancak Sokrates kaçmıyor. Kaçarsa, kendiyle, düşüncesiyle ters düşecek. Bir anlamda kendini inkâr edecek. Çünkü o Atina demokrasisine, onun yasalarına inanıyor. (Gerçi o demokrasi de kentin dörte biri için; ötekiler, çoğunluk köle!) Antigone de ağbisini gömmeyebilirdi ancak o zaman, o da kendini inkâr etmiş olurdu.
Bu klasik başyapıtta dikkatimi çeken bir yer var. Bilindiği gibi oyun, Sofokles’in “Thebai Üçlemesi”nin son oyunudur. Birincisi Kral Oidipus Tragedyası, ikincisi Oidipus Kolonos’dadır. Antigone üçüncü ama ilk yazılan oyundur. Yeri gelmişken belirteyim Žižek’in yorumu bu bağlantıdan uzak, gerçi oyunlar tek başına da ele alınabilir, oynanabilir. Neyse dikkatimi çeken yer, ölüme götürülürken Antigone’nin son sözleri:
Ey Thebai ülkesi, atalarımın yurdu
ey atalarım olan Tanrılar
götürüyorlar beni işte, gidiyorum
bakın son Thebai Ecesi’ne
görün neler çekiyorum ve kimlerin elinden
yüreğimin çağrısına uyduğum için.
Yüreği sevgi dolu öte yandan da kararlı ve kadın kimliğiyle de korkmadan mücadele eden, savaşan bir Antigone var. Niye “son Thebai Ecesi” diyor? İsmene yok mu? Kreon onun hayatını bağışlamıştı. Antigone, kız kardeşinin baştaki cesâretsizliğinden, korkusundan dolayı mı böyle diyor? Yoksa Sofokles, bir “Thebai Ecesi”nin ancak Antigone gibi özelliklere sahip bir kadın olabileceğini mi söylemek istiyor? Kim bilir; acaba Žižek ne der, nasıl çözümler?