15 Temmuz 2016 geldi çattı sonra. İşleyen tarih karşısında şaşkın, kaygılı, yarıyarıya pusulasız, kimin elinden ne gelir, gelebilir kestirmesi olanaksız, ben “Tarih Üzerine Tezler”in ilk bölümünden harekete geçen başka bir metne kendimi hazırlıyorum
10 Kasım 2016 14:00
Dünya, Bölge, Ülke: Kaynayan, kızgın suları ikidebir taşan bir kazanın altındaki ateşin durma körüklendiği zamanların içinden geçiyor, dumanın gözden uzak tuttuğu ufuk çizgisini göremez hale geldiğimiz için çıkış noktasını, varsa olabilecekse bir gün, seçemiyoruz.
Bu koşullar süredursun, yaşananlardan büsbütün ilintisiz olmasa gerek, 2016 yılının Nisan-Mayıs aylarını Ömer Hayyam’ın bir rübaisi üzerinde çalışarak geçirdim. Giriştiğimde arkamda varlığını hissettiren ete kemiğe bürünmemiş bir ‘gölge’, yazma süreci boyunca eşlik ettiği yetmiyormuş gibi, metin bittiğinde sorusunu netleştirdi: Şehir düşeyazmışken meleklerin cinsiyeti hakkında tartışmaya durmak seçimlerin en abesi değil miydi?
Heptameron fikri o kavşakta belirdi. Ne kadarı kendime dayanak arama kaygısından, ne kadarı arkamdan eksik olmamış gölgenin hükmüne katılsın ve bir karşı-ses oluştursun diye, ortaya çıkan metni iki soru eşliğinde, uzantılar getirirler umuduyla Şavkar Altınel, Yiğit Bener, Tarık Günersel, Cavit Mukaddes, Mehmet Nemutlu, Saliha Paker ve Tolga Tüzün’e ilettim — okur önüne yakında çıkacak toplamın oluşmasını katkılarına borçluyum.
Kan gövdeyi götürürken ne yapılması, ne’yin nasıl yazılması doğru’dur sorunu ne bugüne, ne ‘biz’e ait. 1978’de Hölderlin’in iki yüzyıl önce kurduğu “çöküş zamanında neden gereksin ki şairler?” soru cümlesinden hareketle düzenlenmiş uluslararası bir soruşturmaya dikkat çekmiştim, “Smokinli Berduş” (1993) başlıklı denememde. 147 katılımcının verdiği yanıtların toplamından sığınabileceğimiz bir karşılık gelmemişti.
Walter Benjamin, 1930’lu yıllarda Horkheimer’e yazdığı bir dizi mektupta “kriz” döneminde insanın akıl yürütme yetisinin ne işe yaradığını sorarken haksız mıydı? Yaşananlar, akıldışının doruğuna varıldığını gösterecekti.
Gönlünü kaptırdığı Asja Lacis, 1935 kasımında Moskova’dan Benjamin’e yazıp gönderdiği bir mektubunda, onu faşizm konusunda sus pus, handiyse sağır durmakla düpedüz suçlar, hayata dönemediğini ileri sürer. Bir başka faşizmin kucağında yaşadığını farketmekten aciz o “bağımlı” kafa, her iki buyurgan dünya hakkındaki en ağır metnin, “Tarih Üzerine Tezler”in parmak salladığı adamın parmaklarından çıktığını, 1979’a dek yaşadığı düşünülürse, bir gün kavramış mıydı?
Şehirler yıkılırken, düşerken, dejenere ressam Klee nasılsa İsviçre’ye sığınmış, majör boyutu neden sonra görülecek melek desenleri dizisini, yaralı ve hasta, sürdürüyordu: Angelus Novus’u yıllar öncesinde edinip duvarına mıhlayan Benjamin’in doğal olarak bu yepyeni meleklerin varlığından haberi olmamıştı. Onlardan biri, Angelus Militans, bozulmuş bir dünyayı onarmayla yükümlüydü ressamın gözünde — bundandır, o dönemde en üretken yılını yaşadı Klee.
Angelus Militans 1940 tarihini ve 333 (sic!) kayıt numarasını taşıyor. Ressam 29 Haziran 1940 günü öldü. Benjamin’in haberi duymamış olduğunu sanıyorum: Paris’te barınamayacağını anlayarak güneye inmiş, Pireneleri yürüyerek aşma niyetindeki küçük topluluğa, son çare katılmaya karar vermişti. 26 Eylül 1940 günü, sınır kasabasındaki otel odasında, asıl son çare, yolu bitirecekti.
2016 yılı ilkyazında kukukuku diye biten rübai üzre yazdığım metin yazbaşı yedi partönere iletildi. Haziran sonu katkılar bana ulaşmıştı. 15 Temmuz 2016 geldi çattı sonra. İşleyen tarih karşısında şaşkın, kaygılı, yarıyarıya pusulasız, kimin elinden ne gelir, gelebilir kestirmesi olanaksız, ben “Tarih Üzerine Tezler”in ilk bölümünden harekete geçen başka bir metne kendimi hazırlıyorum.
Melek, resmedildiği yüzeyde kıpırdıyor.
Hamiş :
Kitap Fuarına katılan yayınevlerine bir öneri-dilek : Standlara Turhan Günay’dan Aslı Erdoğan’a, Necmiye Alpay’dan Ahmet Altan’a ve Ahmet Turan Alkan’a fotoğraflar yerleştirmek.