Ahmet Mümtaz Taylan: "Amacım örnek olmak değil, hasar tespit raporu vermek..."

“Ben kendi yolumu anlattım. O yolu nasıl geldiğimi benimseyen varsa örnek alır ya da almaz ama benim maksadım örnek olmak değil, ben durum raporu ya da başka bir deyişle hasar tespit raporu veriyorum.”

29 Nisan 2021 14:56

Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan hayatında edindiği deneyimleri Ara Toplam isimli kitapta yazar Irmak Zileli’ye anlattı. Zileli’nin eleştiriden başarıya, hayattan eğitime birçok konudaki sorularını cevaplayan Taylan, hiçbir soruda ve hiçbir cevapta kolaya kaçmadıklarını söylüyor. 15 yaşından itibaren bile isteye tek başına hayatta var olma çabası veren ünlü oyuncu, her insanın kendi kendini inşa etmesinin önemine vurgu yapıyor ve ekliyor: “Hayattaki en büyük inşaat çok katlı plaza inşaatı değildir; kişinin kendi kendini inşa etmesidir bence. Çünkü insan kendine rağmen gelişemez, kendisiyle birlikte gelişebilir ancak. Yol, yordam, yardım alabilirsiniz ama kendi inşaatınızı kendiniz yapmak zorundasınız. O sağa sola ihale edilerek yapılacak bir şey değildir.” Ahmet Mümtaz Taylan’la kitabı Ara Toplam’ı ve kitaptan yola çıkarak hayatı konuştuk.

Ara Toplam’ın da içinde sayılabileceği kategorideki kitaplarda söz konusu kişi rol model kabul edilir. Ama siz bunu pek istemiyorsunuz. Ara Toplam’ın sizdeki yerini merak ediyorum.

Ben hem iş hem de özel hayatımın ne başındayım ne de sonunda... Neresinde olduğumu bilmiyorum. Başıyla sonu arasında bir yer; belki sona yakın, belki sona uzak. Ama bir son hesaplaşma değil bu! Kendisiyle insanın bir ara hesaplaşması diyelim. Bugüne kadar söyleyebildiklerim, söyleyemediklerim, aklımda kalanlar neydi, ödediğim bedeller neydi, bunların hesaplaşması. Birilerine “siz de böyle yapın” demek üzere hazırlanmış bir kitap değil bu! Irmak Zileli gibi soru sormakta tereddüt etmeyen, sorduğu sorunun cevabını takip edebilen, külyutmaz birine ve onun tutarlılığına emanet edilerek yapılmış bir iştir bu. O sordu, ben cevapladım; o açtı, ben açmaya çalıştım. Kitap insanın kendi kendine sorabileceği, tatlı-sert hiçbir sorudan kaçınmadan ortaya çıktı. Genel olarak “know how” diyorlar ya, sen nasıl yaptın, sen nasıl buraya kadar geldin… Ben böyle geldim, başkası başka türlü gelmiştir. Ben kendi yolumu anlatıyorum; o yolu nasıl geldiğimi benimseyen varsa örnek alır ya da almaz ama benim maksadım örnek olmak değil, ben durum raporu ya da başka bir deyişle hasar tespit raporu veriyorum. Kimsenin kendi kişisel gelişiminden sorumlu olmak istemem, bu öyle bir kitap değil! Ayrıca şunu da söyleyeyim; yarın öbür gün yaptığım ettiğim şeylerin tersini yaparsam değişmişimdir. Tutarsızlıktan değil, değişip gelişmekten bahsediyorum. Şimdi daha doğrusunu bulmuşumdur, onu yapıyorumdur. Onun için kitabın başında da gider Turgut Uyar’a saklanırım diyorum.

Kitap boyunca şunu düşündüm; hep insanları anlamaya çalışmak ve onlara hak vermek de yorucu değil mi?

Evet ama ben genellikle zor yolları seçiyorum; tabiatım, yolum böyle. Kestirme yollardan bir yere varılmadığını çok gördüm ve kendimi aldatmamak konusunda son derece tutarlı birisiyim. Çünkü insan hayata kendisini aldatarak başlar, sonra da herkesi aldatır. Gerçekle bağı yavaş yavaş kopar, kendine göre bir gerçek bulup, ona bağlanıp, sağa sola da bunu önerir hale gelebilir. Mesela bu bir kötü örnektir. Ben örnek olmak istemezken, bir yandan da kötü örnek olmamaya dikkat ettim. Evlatlarıma, yakın çevreme, öğrencilerime, arkadaşlarıma karşı hayattaki sorumluluklarımı tutarlılıkla yerine getirmeye gayret ettim. Benim de bazen tahammül edilmesi zor, bencil yanlarım vardır ama yakaladığım yerde o konularda kendimi terbiye etmeye çalışırım. Esasında bu bir kendi kendini denetleme, kendi kendinin karnesini verme, sonuçları değerlendirip önündeki yola ona göre devam etme çabasıdır.

Empati duymanın sizin için de zor olduğu zamanlar oluyor mu?

Benim için empati duymak hiç zor değil, çünkü işim onu gerektiriyor. Empatisi eksik insanın oyunculuk yapması mümkün değil! İşimde belli bir noktaya geldiğim düşünülürse, oraya empati yoksunu olarak gelemezsiniz, olmaz. Etraftan ne kadar torpilli olursanız olun, hatalarınız ne kadar görmezden gelinirse gelinsin, mesleğin tabiatı uygun değildir ilerlemenize. O yüzden mesleğimin de, tabiatımın da gereğini yaptım; aldığım talim terbiyenin de gereğini yapmaya çalışıyorum. Eksikliklerim muhakkak var ama onları etraftan duymak yerine önce kendim tespit edip düzeltmeye çalışırım, çünkü ilerlemenin başka bir yolu yok! Ben eleştiriyi haklı bulduğum yerde direnmem, eleştiriyi bir katkı sayar, orada kendime çekidüzen vermeye çalışırım. Kendime derken, yapıp ettiğime, düşüncelerime, yapmayıp etmediğim şeylere…

Kitapta buna da değinmişsiniz. Herkesin eleştirisi de değil, önce karşınızdakinin ne amaçla söylediği, niyeti de önemli tabii.

İfade edilen her fikir, her düşünce olgun bir eleştiri içermiyor olabilir. Eleştiriye ve eleştirinin geldiği noktaya da bir güven duymanız lazım. Her kafadan çıkan sese göre kendi hayatınızda yeni bir yönetmelik hazırlamaktan bahsetmiyorum ama evet, şu şu nedenlerle yaptığın ettiğinden yolda bir sıkıntı var mı diye sorulduğu zaman, samimiyetle oturup düşünmenin gerekli olduğunu söylüyorum. Hak edilmiş, haklı eleştiriyle de kendime çekidüzen veriyorum.

"En büyük inşaat kendinizsiniz."

Bunu da en çok kendi içinize dönerek ve kendinizle çalışarak yapıyorsunuz…

İnşa etmekten bahsediyorum. Çünkü hayattaki en büyük inşaat çok katlı plaza inşaatı değildir. Kişinin kendi kendini inşa etmesidir diye düşünüyorum. Çünkü insan kendine rağmen gelişemez, kendisiyle birlikte gelişebilir ancak. Kendi çabasıyla gelişir. Yol, yordam, yardım alabilirsiniz ama kendi inşaatınızı kendiniz yapmak zorundasınız. O sağa sola ihale edilerek yapılacak bir şey değildir. Zaten gerçekle bağın kopması da öyle başlar. Önce kendi üstünüzde çalışacaksınız; eğer değişim, dönüşüm arzu ediyorsanız, o isteğinizi, o arzunuzu kendi üstünüzde gerçekleştireceksiniz ki, sağda solda yapmaya kalktığınız şeyler inandırıcı olsun! Mesleğimi düzgün ve faydalı bir biçimde yapmaya çalışıyorum. Bana göre “çalışmak para kazanmak değildir, çalışmak çalışmaktır, üretmektir”. Öncelik ölçüsü de para değildir. Önce “yaşadığım yere faydam oluyor mu?”, “buraya niye geldim?”, “neden buradayım?” sorularına cevap aramak zorundayız. Mesele bulmak değilse bile o yolda yürümektir. Bir şeyi bulmak isteyen önce arayacak. Aramak da zaman, emek isteyen bir şey. Kendini geliştirmek isteyen bir şey. Bunun da sonu yok! Sağı solu eleştirmeden önce de kendi inşaatınıza bakın, başkasının bahçesine değil!

Kitapta linç kültüründen de bahsediyorsunuz. “Ben lincin bile en kalabalığını seviyorum. Sağcısı, solcusu, İslamcısı, ateisti bana gelsin” diyorsunuz. Bununla nasıl başa çıkıyorsunuz? Pusulanız vicdan olduğu için mi?

Elbette… Vicdanınızdan, adalet duygunuzdan ve birlikte yaşama kültürünüzden kuşkunuz yoksa, onların gereğini yerine getiriyorsanız o zaman içiniz rahat, başınız dik olur. Ne kadar eleştiri gelirse gelsin, ölçüsüz olanını, hakaret içerenini atarsınız ama haklı olduğunu düşündüğünüz yanlar varsa onları kucaklayıp katkı olarak kabul edersiniz. Ben sonsuz ve manasız bir iyi niyetten falan söz etmiyorum ama etrafa yönelttiğimiz yargıyı, hükümleri kendimize de aynada yöneltmeliyiz ki, iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmış olmaktan bahsedebilelim. Yoksa kendi kendine bir eylemeye dönüşür, insan en çok kendinden zarar görür, en çok kendini eyler ve her yalan önce kendinize söylenmiş bir yalandır. Önce siz yutacak, sonra etrafa yutturacaksınız. Yutmadığınız şeyi sağa sola yutturmaya çalışmayacaksınız.

Kişisel huzuru kabul görmekte aramadığınızı söylüyorsunuz. Hiçbir tribün tarafından kabul edilme amacınız da yok. Bireysellikten bahsediyorsunuz. Durduğunuz yerde sizin arkanızdan, sizin yolunuzdan gelen çok kişi olur ve tribünün başı siz olursanız bu sizi korkutur mu? Bu da bir sorumluluk çünkü…

Ben kimsenin ardına düşmemeyi tavsiye ederim. Daha doğrusu ben kimsenin ardına düşmüyorum. Bir tribünün lideri olmak için o tribünde olmak lazım. Ben hiçbir tribünde de değilim ve hiçbir zaman da olmayacağım, olmam. O kolaylığı, oradaki görece sıcaklığı kovalamıyorum, ona tapmıyorum. Sadece sevdiğim insanların gözünde iyi, vicdan sahibi, adalet duygusu olan bir insan olarak kalmak istiyorum. Dolayısıyla benim önemsediğim, sevdiğim, seçtiğim, değer verdiğim, birlikte yaşamaktan keyif aldığım insanlar tarafından kabul görmek; bu da çok geniş bir çevre falan değil! Mesleğimde de her türlü izleyicinin yaptığım işin kalitesini görerek sevip saymasını bekliyorum, onun ötesinde fazla bir beklenti oluşturmuyorum. Hak edilmemiş, üstelik bana hiç lazım olmayan şeylerin, toplu kabullerin peşinde değilim! Dolayısıyla da korkutmuyor. Peşimden gelenler olursa söyleyeceğim şey de, “Beni takip etmeyin, ben de kayboldum!” olur. Herkesin hayatı biriciktir ve farklı koşullarda oluşmuştur. İlla buradan gelmek isteyen varsa gelme diyemem ama kimseyi de bir yere çağırdığım falan yok! Ben insanları bana değil, birbirine çağırıyorum. Birleşmeye yatkın olmalarını söylüyorum. “Sürülerde aşk olmaz, aşk yalnızların müşkülüdür” diyorum. “Tribünleşmek değil, adalet duygusu, vicdan, birlikte yaşama ülküsünde tutunup onlarda örgütlü olmak önemlidir. Kalben örgütlenelim!” diyorum.

"Özgüven miras kalan bir şey değil"

Annenizin NATO baş ressamı, babanızın maden ocakları sahibi olduğunu, maden işçiliği, çiçekçilik, kurban derisi toplamak ve asfalt işçiliği de dahil yapmadığınız iş kalmadığını biliyordum ama 15 yaşında evden ayrıldığınızı bilmiyordum. Anne ve babanızın size o yaştaki güveni hakkında bugünkü düşünceniz ne?

Ben ilkokula erken başlayıp çabuk bitirdim. İzmir’de babamla otururken okul kazandım. Annem ve babam zaten ben bebekken boşanmışlar. 2021 yılından bakınca bugünün tekinsiz dünyasında 15 yaşında bir gencin sokakta kendi başına olması ürkütücü gelebilir ama sözünü ettiğimiz 1980 yılıysa, daha başka korkutucu şeyler var o zaman, yine de 15 yaşındaki bir insanın evinden uzak olması bugünkü kadar korkutucu değildi. Sadece benim değil, benimle aynı dönemde doğan kuşağın tamamının hikâyesidir bu. Hayatımın trajik ve ilginç bir hayat olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü birçok arkadaşım da benim gibi yaşadı. Biz erken çalışmaya başladık, okulları erken bitirdik, erken büyümeye zorlandık, çok fazla ergenlik yaşamadık; ülkenin dinamikleri öyle değildi. Ben o gerçekle büyüdüm. Bunların travmaları o gün değil, yıllar içinde oluşuyor. Bir, ben ayrılırken izin istememiştim; iki, koşullar öyleydi; okul kazanıp başka bir şehre gittiğim için kimse de “Dur, gitme!” diyemezdi. Sen dersen ki, “Kızın 15 yaşındayken evden ayrılmak isteseydi müsaade eder miydin?” Kızımın bugün dışarıda kalmasını, benden ve onu sakınmamızdan uzak olmasını istemem. O da 18 yaşında Amerika’ya gitti ve orada okuyor. Seneye üniversiteyi bitirecek. Bu ailenin rahatlığından çok benim rahatsızlığımdan kaynaklanan bir şeydi. Kendi işini kendi görme, hemen ilerleme konusunda tez canlı, çok da tasvip edilmeyecek bir genç tipiydim.

Aileden erken yaşta ayrılma kısmında özgüven sorunu olabilirdi. Siz oyunculukla mı aştınız?

Aileyle yeteri kadar ve sıcak zaman geçirebilmiş insanların özgüveni daha sağlam ve yerleşiktir. Eğer yalnız geçiriyorsanız orada da size ekstra ödevler düşer. Çok çalışacaksınız; çok çalışan insan huzurludur. Ona göre de sonuç alır. Sonuç aldıkça da özgüveni gelişir. Özgüven kazanmak zor bir iştir ama bir yerden başladığınız zaman da sökün eder, gelir. Erken çalışmaya başlarsanız, çok vasıflı işler yapamasanız da sizde bir özgüven yaratır. Evden erken ayrılmanın bir özgüven eksikliği varsa, çok çalışarak da onu kapatmanın yolu var. Benim hikâyemde dolaşma zamanı yoktu; çalışmak, başarmak, vurmak, yıkmak, kapmak zorundaydım. Hepsini mızmızlanmadan yapmaya çalıştım. Özgüven de çok geç kalmadan benimle geldi. Çünkü küçüklü-büyüklü başarılarla ve onların sonuçlarını alarak özgüven sahibi olabilirsiniz. Birisinden miras kalan bir şey değil.

Siz her işi deneyimleyerek bugünkü kişi haline gelmişsiniz.

Meslek bir insanı bütünüyle tarif edecek bir şey değil! Ben kendini geliştirmeye çalışan bir insandım, hâlâ da öyleyim. Bu süreç hiç bitmez. Zaten onun için tekâmül diye bir şey vardır; ya da eskilerin deyimiyle inkişaf etmek, olgunlaşmak diyeceğimiz şey böyle gerçekleşir ve yaşı da yoktur. Meslekte geldiğiniz pozisyon bunları tanımlamanıza yetmez. Yani bizim ayar verdiğimiz, esasen kulak vermemiz gereken gençler bizim yaptığımız işlerde daha soluklu adımlar atıyorlar. Onlara yetişmek için de ekstra çalışmak zorundayız. Ben yaşlandıkça meslekte rahatlarım diye düşünürdüm, öyle olmuyor; tatlı rekabet, meydan okumalar daha da artıyor. Aslında bu insanı ayakta tutan da bir şey ve ben seviyorum. Hem öğreniyorum hem de onlarla tatlı bir rekabet içindeyim. Tabii bunlar karşılıklı fayda anlamına da geliyor. O yüzden kendinizi olmanız gereken pozisyonlara yakıştırıp oraya yerleştirmeyin; oraya doğru yürümeye çalışmalısınız. Esas olan yolda olmak, yürümektir. Elbette hedef koymak iyidir ama şu kadar para kazanmaktan öte bir şeydir.

Ama günümüzde işi para kazanmak için yapan çok insan var…

Şöyle söyleyeyim; çok para kazanayım diye tıbba girerseniz çileli bir hayatınız olur. Bir doktorun yetişmesi 15-20 sene alıyor. Aynı şey beyin cerrahı için de, sanatçı için de geçerlidir. O seçtiğiniz yol sizin hayatınızın bir parçası olacak. Mutlu bir insan olup olmadığınızı, seven, sevilen bir insan olup olamayacağınızı belirleyen büyük kararlar yani. Bir başkasıyla hayatını birleştirmek gibi ciddi kararlar bunlar. Oysa bizde de, dünyanın birçok yerinde de ergenin canını kurtarmak için yaptığı bir seçimdir meslek. Bazen aileden, bazen sosyal çevreden, bazen kentten, bazen olduğu insan olmaktan kurtulmak için yaptığı bir şeydir meslek seçimi. Bu bir yol mu? Değil işte! Nereye gidersen git, iki omzunun üzerinde kendi kelleni götüreceksin. Dolayısıyla insan kendinden, kendi sorunlarından kaçabilen bir mahluk değil! Onları halletmek için de belli bir yol tutturması gereken bir mahluktur. Bunlardan kaçmayın! Bunlardan kaçarsanız değiştirmeye mecaliniz olmadığı ileriki yaşlarda karşınıza çıkar. İşte o zaman kendinizi yarım bırakılmış bir inşaat gibi görürsünüz ve her taraftan su, rüzgâr alırsınız. Hayat insanın kendine kurduğu bir yuvadır ve sizin hayatınız bir yuvaya dönüşmez. O yuvaya sahip olmanın bedellerini baştan itibaren ödemek zorundasınız diyorum ben.

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Kitapta ele aldığınız konulardan biri de özür dilemek… Keşke bireysel olarak da yapılabilse, ama çoğu zaman es geçiliyor. Özür dilemek öğrenilebilir mi bir yaştan sonra?

Her şey her yaşta öğrenilebilir Aslıcığım. Pek az klişe var hayatta kendi önüme de koyup dikkate aldığım; bunlardan biri de, “Öğrenmenin yaşı yoktur!” Yeter ki kendine açık ve dürüst ol! Onu yapmadan da hayata ve başkalarına karşı açık ve dürüst olamıyorsunuz. Bence hayattaki en kolay şey dürüst olmak. Yalan söylemek ve onu takip etmek zorunda kalmıyor, aynaya bakarken kendinizi mahcup hissetmiyor, başkalarına bir şey önerir ya da tartışırken samimiyetle inanmadığınız bir şeyi dillendirirken bulmuyorsun ki, bunlar az buz şeyler değil! Bundan ayrılınır mı? Ben ayrılmam. Kendine karşı dürüst olmak ve çalışmaktan ayrılmamak birçok problemi halletmenizi de sağlıyor, kendi hayatınızda da kazanıma neden oluyor. Ben kaçmadım, çok da iyi sonuçlar aldım. Sıkıntım oldu mu? Oldu. Bundan sonra da olacaktır. Dünyada da, Türkiye’de de zor koşullarda yaşıyoruz; kendimizi, ülkemizi eksik hissettiğimiz yerler var. Mesele bunlardan şikâyet ederken bir yandan da çözümün parçası olmaya gayret etmek. Çözüm hiçbir zaman kolay değildir, çözüm meşakkatlidir. Dürüstlüğün yolları taşlıdır, patikadır, öyle düz asfalt değildir. O yüzden hayatınızın gereğini yapın, yapmazsanız mutlu olamazsınız. Ben yapmasaydım mutsuz olurdum. Ben mutlu bir insanım; kendimi ait hissettiğim, sevdiğim insanlar var, dostlarım var. Onlar ancak tekkeye düzgün odun taşıyarak yapılan şeyler. Onun için de kendinizi eleştirecek ve bir kabahatiniz varsa da özür dileyeceksiniz. Kalabalıkta hatayı yapıp kuytuda özür dilemekle de olmaz. Nerde yaptıysanız orada özür dileyecek, kırdığınız yerden tamir edeceksiniz. Özür diliyormuş gibi yapmak, özür dilememek kadar ayıp bir şeydir.

Bir de o özrü anlaşma gibi kabuk edip sonra yapılanlara bakmak… Çünkü özür sözleşme gibi…

Özür dilemek bir anlaşma, bir sözleşmenin içinde tutan bir şeydir. Geçmişi temizlerken geleceği de belirler. Bazen özür dilemek temizlemez ama bir daha bu özre düşmeyecek bir biçimde yaşarsınız. Bu da bir şeydir diyorum. Her şeyi halletmez ama en azından yeni problemler çıkartmaz.

"Emekli olmak bana göre değil!" 

Dengenin sırrı ne?

Doğru meslek seçimi Aslıcığım. İkincisi o tutumu sevmek, kendinden memnun olmakla alakalı. Kendinden memnunsan işler yürüyor. Ben ağustosta sazımı çalarım. O sazı sadece kendime çalmam, başkalarına da çalarım. O sazın içinde de bir mesele vardır. O da benim yaşam biçimim. 9’dan 5’e bana göre bir şey değil! Emekli olmak da bana göre değil! Emekli olmak için emeklilik planı lazım; benim aklım öyle çalışmıyor. Benim emeklilik planlarımda bile çalışma var. Çünkü çalışırken kendimi iyi hissediyorum. Her tatil konusu geldiğinde… Bunu bir marifet değil, arıza olarak söylüyorum; yaz tatili geldiğinde bende telaş başlar, ne yapacağım diye… Tatil köyünün görgüsüzüyüm ben. Ben bilemem ne yapılacak… Benim için hayattaki en zor süreçler iki iş arasındaki boşluk dönemleri. Bu alkış için söylenmiş bir şey değil, kendimdeki bir eksikliğin tarifi. Boşluk beni öldürürdü.

 

GİRİŞ RESMİ:

Ahmet Mümtaz Taylan. Fotoğraf: Fethi Karaduman