20 Mart 2020: Haftanın bazı kitapları

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...

20 Mart 2020 18:02

20 Mart 2020: Bu hafta da dikkatimizi çeken kitaplardan bazılarını öne çıkardık; gözden kaçırmayın, hemen almasanız da aklınızın bir köşesinde bulunsun diye... Kimileri yepyeni kimileriyse yeni baskısı yapılan bu kitaplardan bazılarına dair önümüzdeki günlerde K24'te yazı ve eleştiriler de yayınlanacak. Şimdilik Vitrindekiler köşesinde, her bir kitabı –içinden küçük bir alıntıyla– zihnimizin raflarına yerleştirmekle yetiniyoruz. Buraya göz atmayı da unuturum derseniz, çaresi var: sosyal medyada K24'ü izlemek: O zaman Vitrindekiler her hafta cep telefonunuza gelecek... 


Sezai Ozan Zeybek
Türkiye'nin Yakın Tarihinde Hayvanlar: Sosyal Bilimleri İnsan Olmayanlara Açmak
Nota Bene Yayınları, 2020
208 s.

"En az 400 bin yıldır dünyayı yakarak dönüştüren insan, köpeğe kıyasla elbette ki daha baskın bir unsur. Köpeği hapsedebiliyor, mayın bulması için onu eğitebiliyor, gerekirse öldürebiliyor. Köpeklerin insanları öldürme imkânı ise çok daha az.

Ama bu, insanın (eğer bir zirve varsayacaksak) yaşam zincirinin zirvesinde olduğu anlamına da gelmiyor. Örneğin bakteriler 3,5 milyar yıldır taştan toprağa, insandan bitkiye ne varsa kendi yaşam alanı hâline getirdi; havanın bileşenlerini, suyun muhteviyatını tümüyle değiştirdi. Öldürebiliyor, yaşatabiliyor. Tür olarak insandan daha yaşlı, daha etkili. Bilinçli ya da değil; önemli olan kompozisyonu değiştiren, dışardan gelen etkiyi aynen yansıtmayan bir unsur olması. Faillik bu demek. Dolayısıyla kolektif diye tabir ettiğimiz, eşit unsurların bir araya gelmesiyle değil, asimetrik güçleri olan varlıkların toplanmasıyla oluşuyor." 
(s. 41-43)

Guy Standing
Temel Gelir
çev. Ceren Demirdöğdü
Tellekt, 2020
344 s.

"'Temel' kavramı hayli kafa karıştırıcı bir kavram. 'Temel' dediğimizde, kişiye yaşadığı toplumda en azından açlıktan ölmeyecek kadar bir gelir sağlanmasını kastediyoruz. Tabii bundan daha fazlası da sağlanabilir. Fakat burada öncelikli amaç, kişiye tam bir ekonomik güvence yahut varlık içinde bir hayat sunmak değil, temel ekonomik güvence sağlamaktır. Tam bir ekonomik güvence sunmak zaten ne makul, ne de makbul olacaktır.

Temel güvencenin hangi unsurlardan oluşması gerektiğine karar vermek hiç kolay değil fakat temel güvence denince ne kastedildiğini sezgisel olarak kavramak çok da zor olmasa gerek. Bir toplumu "iyi bir toplum" diye niteleyebilmemiz için o toplumda yaşayan bireylerin kendilerine yetecek kadar yiyeceğe, başlarını sokacakları bir eve, aynı zamanda eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanma fırsatına sahip olmaları gerekir. Bir toplum, bu türden bir güvenceden mümkün mertebe ödün vermediği ve bu güvenceyi bireylere eşit olarak sunduğu ölçüde 'iyi bir toplumdur.'” (s. 22)

Stanislaw Lem
Yıldızlardan Dönüş
çev. Sevil Cerit
Alfa Yayınları, 2020
356 s.

"Küçük aydınlık bir odaya girdik. Tavan yerine uzun sıralar halinde, gaz ocağının alevi gibi küçük sıcak alevler vardı. Duvarlarda tezgâhlı girintiler gördüm. Bunlardan birisine yaklaştığımız vakit, duvardan her iki yanımızda oturma yerleri ortaya çıktı; bunlar ilk önce duvardan gelişmemiş bir şekilde, tomurcuklar gibi büyümeye başladı, sonra havadayken yassılaşıp içleri oyuklaştı ve hareketsiz kaldı. Karşı karşıya oturduk; kız iki parmağıyla masanın madeni yüzeyine vurdu ve duvardan nikel bir pençe fırlayıp her birimizin önüne ufak bir tabak attı ve çok hızlı iki hareketle tabaklara beyaz bir madde koydu, bu nesne köpürdü, kahverengine döndü ve sertleşti; bu arada tabağın rengi de koyulaştı. Kız daha sonra onu bir gözleme gibi ikiye katladı –zaten tabak değildi– ve yemeğe başladı." (s. 35)

Brian Charlesworth, Deborah Charlesworth
Evrim: Çok Kısa Bir Başlangıç
çev. Cenk Özdağ
İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınevi, 2020
184 s. 

"Canlılar, koşullar değiştiğinde onları soylarının tükenmesinden kurtaracak denli hızlı bir şekilde evrimleşip değişmiş bir yaşam öyküsüne kavuşamazlar her zaman. Evrim tarihindeki kitlesel yok oluş olayları, defaten fareler gibi küçük ve hızlı yetişen türlerdense büyük ve yavaş yetişen (yünlü mamutlar gibi) türleri vurmuştur. Bir başka kitlesel yok oluş çağı yaşamaktayız; bu seferki, doğal çevrede zaiyata ve hasara yol açan insan eylemlerinden kaynaklı. Bu yüzden günümüzde orangutanlar ve şampanzeler de dahil olmak üzere yakın akrabalarımızın ve filler, gergedan gibi türlerin yok oluşuna tanıklık ediyoruz. İnsanlara doğrudan zarar veren yok oluşlardan biriyse yavaş yetişen balık türlerinin aşırı avlanması sonucu balık popülasyonlarının imha edilmesidir. Diğer hayvanların yaşam öykülerinin farkına varılması, bu türden sonuçlardan kaçınmak için gereklidir. Uzun yaşayan ve yavaş yetişen hayvanlar olarak biz, kendi türümüzün önündeki risklerin de farkında olmalıyız."
(s. 151)

John C. Ferguson
Çin Mitolojisi: İnanışlar, İmparatorlar ve Ejderhalar
çev. Cemal Can Tarımcıoğlu
Maya Kitap, 2020
196 s.

 "Bitkiler âleminde sahip olduğu düşünülen sihirli güçlerinden dolayı kabul gören birtakım ağaçlar vardır. Şeftali ağacı uzun ömürlülüğün sembolüdür. Bu ağaçlardan birinin (pant tao), Hsi Wang Mu’nun sarayının yakınında büyüdüğü ve meyvesinin üç yüz yılda bir olgunlaştığı söylenir. Peri anne, Mu Wang ve Wu Ti gibi gözdesi olan ölümlülere bu meyveden bahşetmiştir. Bahsedilen meyve dut ağacının külleriyle karıştırılınca hastalıklara deva olup ölümsüzlük bahşediyordur. Fêng Su Tung’da anlatılanlara göre eski zamanlarda yaşayan Shu Yü (veya Shên Shu) ve Yü Lei isimli iki erkek kardeş kötü ruhlar üzerinde büyük etkiye sahipti. Bir şeftali ağacına bütün şeytani güçleri korkutacak bir tılsım asmışlardı. Bu kardeşler kötü güçleri kavalla uzak tutup onları kaplanlara yiyecek olmak üzere fırlatabiliyorlardı. “Şeftali adamlar” olarak isimlendirilen bu iki kişinin anısına yeni yılda kamıştan otlar kapısına asılır ve kötü güçleri defetmesi için kapı üzerine bir kaplan resmedilir.
(s. 102)

Türker Alagözyaylası
Muhkem
Jest Kitap, Ocak 2020
95 s. 

Haki

tıkırtısız yaşardı, sızısını göstermezdi
göstermek ayıptı, bilmek kâfi, usulca uyandırırdı, çekiştirmeden
öper giderdi de haberin olmazdı
sen günaydın diyene kadar o yolları yarılardı
kalabalıktaki riya ona dokunamazdı, tek başına sırtlardı günü
yüzünde gül, çantasında papatya çayı
rızası güneydi, gün ışıklı, renkli
ışık erkenden sarı, öğleyin beyaz, akşamın kırmızı, bizde haki
bizim kendimize bırakılışımız gece
her şey dikilince, hem lacivert hem siyah
oysa biz haki, dimdik, sert, boyun eğmemiş
insan insanda karışırdı oysa
varsa yoksa  
(s. 37)

 

Çağdaşlarının Anılarıyla Anton Pavloviç Çehov
çev. Mehmet Özgül
İletişim Yayınları, 2020
460 s.

“Yaz dinlencesi başladığında Petya yeni arkadaşını babasının çiftliğine çağırır, birlikte giderler. Anton Pavloviç sonra bana, Amerikan tarzı bu ilkel çiftlikte geçirdiği günleri anlata anlata bitirememişti. Tüfek atmayı, kara avcılığının tüm güzeliklerini, gem tanımaz atlara binip caka satmayı hep orada öğrenmiş. Çiftlikte çok azgın köpekler varmış, geceleri bir şey için avluya çıkmak gerektiğinde ev sahiplerinden birini uyandırırmış. Kümes hayvanları kendi başlarına öylesine başıboş üreyip çoğalmışlar ki, geceleri canlarının çektiği yerde tünerlermiş. Eğer yemeğe tavuk pişirmek isterlerse bunları tüfekle vurmak gerekiyormuş. İlk taşkömürü çıkarma ve demiryolu dö- şeme furyası o bölgede başlamıştır. Anton Pavloviç’in yapıtlarında yankısını bulan; maden ocaklarından yukarıya kömür çıkaran teknelerin bağlarından kopup aşağı yuvarlanması (“Vişne Bahçe- si”), ovada demiryolu setlerinin yükselmesi (“Ateşler/Işıklar”), katardan ayrılan bir yük vagonunun kendi başına yürümesi (“Korkular”) büyük yazarın burada gözlemlediği olaylardan kaynaklanır. Anton Pavloviç doktor ve yazar olduktan sonra Petya’yı unutmamış; resimli dergilerin ek olarak verdiği, taşbasması resimlerden arkadaşına bol bol göndermişti. Petya bir gün ağabeyime gönderdiği teşekkür mektubunda, değerli tabloların kopyaları olan bu taşbasması renkli resimleri ana-babasının nitelik bakımından değil de nicelik bakımından değerlendirdiklerini yazmıştı. Ağabeyim ne denli çok resim gönderirse o denli çok seviniyorlarmış ihtiyarlar.”


Mihail Pavloviç Çehov, “Anton Çehov’un Yaz Dinlenceleri”, s. 15-16.

.