Virane Harita’nın tekinsiz dünyası

Kobo-Abe-Virane-Harita

Virane Harita

KOBO ABE

çev. Barış Bayıksel Monokl Kitap 2019 240 s.

Virane Harita, bir kayıp vakası ile açılıyor: Bir akaryakıt toptancısında bölüm şefi olarak çalışan Hiroshi Nemuro birdenbire kaybolur. Kayınbiraderi ve eşi onu bulmaya çalışır ancak altı ay zarfında hiçbir iz bulamayınca dedektiflik bürosuna başvururlar. Romanın anlatıcısı olaylara aydınlık getirsin diye tutulan dedektiften başkası değildir. Biz, okur olarak olup biteni bu dedektifin gözüyle görüyor, onun anlattıklarıyla biliyoruz. En başından başlayarak olayla ve kahramanımızla bağlantısı olan herkesi soruşturan dedektif, onun çalıştığı yeri, ilişki halinde olduğu firmaları araştırır; mevcut birkaç ipucundan bir sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat soruşturmalarında nedense bir arpa boyu yol alamaz. Çünkü... Çekinmeden okuyabilirsiniz, bu yazıda sürprizbozan (spoiler) yoktur.

İSA DARAKCI

Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama çeviri edebiyat –iyi kitaplarla bizi buluşturan iyi yayıncılar hariç– genelde yazarların ölümünün ardından yapılan güzellemelerle ya da önemli bir ödül vesilesiyle geliyor bu topraklara. Bu önemli ödüllerin başında da tabii ki hemen her yazarın hayalini süsleyen Nobel gelmekte.  Seyrek de olsa bir ödülle ‘tescil’lenmeden de yürüyebiliyor bu işler. Haruki Murakami’yle tanışmak için neyse ki ölümünü ya da alıp alamayacağı belirsiz o dünya çapındaki ödülü beklememiz gerekmedi. Nerdeyse bir fenomene dönüşen Murakami’nin tuğla cesametindeki kitaplarına okurların ilgisi belki de hiç bu denli tahmin edilmemişti ama oldu! Japonların pek de alışık olmadığı “özgür ruhlu kahramanları” kadar, kolay okunabilir olmasının da bunda payı olmalı.

Bu sevgi rüzgârı şiddetini artıradursun, biz biraz gerilere gidip bir başka Japon yazarı Kobo Abe'nin romanlarının Türkçedeki yayımlanma serüvenine göz atalım. Türkiye’de Japon edebiyatı denince ilk akla gelen Mişima’lar, Murakami’ler ve Nobelli Kazuo İshiguro’ların biraz öncesinde Kobo Abe’nin Fransızcadan çevrilen Kutu Adam’ı yayımlandı ama bir diğer romanı Kumların Kadını’nın bu kez kendi dilinden çevrilmesi için on yılı aşkın bir süre geçmesi gerekti. Nedense, Abe’nin Türkçedeki talihi bir türlü dönmedi. Uzun sürmüş bir bekleyişten sonra yakın zamanlarda yazarın romanlarının birbiri ardına çevrilmesiyle durum bir parça değişmiş görünüyor. Monokl Yayınları; Kumların Kadını, Kanguru Defteri, Başkasının Yüzü’nden sonra, son olarak Virane Harita’yla Kobo Abe’nin külliyatını tamamlayacağa benziyor.

Doktor babasının izinden gitmek için mi yoksa askerlik hizmetinden muaf tutulmak için mi tıp eğitimini seçmişti, bilemiyoruz. Bildiğimiz, Kobo Abe’nin tercihini doktorluktan değil yazmaktan yana kullandığı. 1993 yılındaki trajik ölümüne (intihar eden Japon yazarlarından biri daha!) kadar birçok roman ve tiyatro eseri kaleme almış, ulusal çapta ödüller kazanmış, Kumların Kadını ve Virane Harita gibi romanları filme çekilmiştir. Filmlerinin senaryolarını da bizzat kendisi kaleme alan Abe, sonuna kadar edebiyatın içinde kalmayı bilmiş, kalemiyle ayakta kalmayı başarmıştır.

Virane Harita, bir kayıp vakası ile açılıyor: Bir akaryakıt toptancısında bölüm şefi olarak çalışan Hiroshi Nemuro birdenbire kaybolur. Kayınbiraderi ve eşi onu bulmaya çalışır ancak altı ay zarfında hiçbir iz bulamayınca dedektiflik bürosuna başvururlar. Romanın anlatıcısı olaylara aydınlık getirsin diye tutulan dedektiften başkası değildir. Biz, okur olarak olup biteni bu dedektifin gözüyle görüyor, onun anlattıklarıyla biliyoruz. En başından başlayarak olayla ve kahramanımızla bağlantısı olan herkesi soruşturan dedektif, onun çalıştığı yeri, ilişki halinde olduğu firmaları araştırır; mevcut birkaç ipucundan bir sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat soruşturmalarında nedense bir arpa boyu yol alamaz. Arayışında yol göstersin diye eline tutuşturulan harita yetersizdir çünkü. Nemuro’nun karısı o günden beri “beklemiş, sadece beklemiş” nerdeyse gerçeklikle bağını koparmıştır. Hiç çıkmadığı evinde halüsinasyonlar görmekte, kocasıyla ilgili doğru dürüst bilgi verememektedir. Kayınbiraderi ise güvenilmez biridir. Üstelik Nemuro geride ne bir not bırakmıştır, ne de işe yarar bir ipucu. İşin tuhafı dedektifin çalıştığı büro gerçeği araştırıp bulmak yerine müşterilerin duymak ve görmek istediklerini sunmak amacındadır. Dedektifin işi hayli zordur, ne var ki pes etmeye de niyeti yoktur.

Virane Harita, böylesi kaotik ortamda yolunu ve yönünü bulmaya çalışan yalnız ve yabancı insanın trajedisini anlatır bize. Anlatıcı da bunun farkındadır. Sabahları trenle işe giderken kafasından geçenleri okurken bu aydınlanma anlarına okur olarak biz de tanıklık ederiz:

“Sabahları konserve gibi dolu trenlerde sıkış tıkış giderken bazen öyle korkuyorum ki. Normalde sırf, belki birkaç, belki onlarca, belki yüzlerce kişiyle ilişkimiz var diye bu dünyada belli bir yerimiz var sanıyoruz. Oysa çok daha yakınımda etrafımı konserve kutusu gibi saran tüm bu insanlar yabancı. Hem de bu yabancıların sayısı çok daha fazla.”

Dedektifin roman boyunca kaybolan adamın peşinde iz sürerken kendi ayak izleriyle karşılaştığını, Nemuro’yla ortak noktalarını keşfettiğini görürüz. Görünürdeki arayış, kendi gerçeğiyle yüzleşme yolunda bir bahaneye, içsel bir yolculuğa ve bir hesaplaşmaya dönüşecektir. Öyle ya, adam bile isteye kaçtıysa her şeyi geride bırakmak, özgürlüğe kanat çırpmak için değil midir bu kaçış? Herkes buna cesaret edemez, provasını yapabilir yalnızca. (Tıpkı dedektifin romanın bir yerinde otobanda gittikçe hızlanan arabasıyla hedefsiz amaçsız bir müddet yol alıp geri dönmesi gibi.) Gündelik olanın zorunluluklarıyla hayata bağlıdır insan, bir yere demir atmış gemi gibi. Kaybolmadan önce Nemuro, daha çok para kazanmak için aldığı sertifikaların bir tür hayat güvencesi, bir çıpa olduğunu söylemiştir karısına. Atılan her çıpa tutunma çabasıdır. Ne var ki sözü edilen çıpalar, ağırlığa, demirden prangaya dönmüş, insanı kımıldayamaz hale getirmiştir. Daha iyi yaşamak için daha çok çalışmak zorunda kalan insan, bu arada yaşamın canlılığından gün gün uzaklaşır durur.

Virane Harita’nın başlarında akşamleyin iş dönüşündeki insanların yolda yürümekten ziyade yerçekimiyle savaştığını, iç organlarıyla dolu ağır etten torbaları bir yerden başka bir yere taşıyor gibi olduğunu görürüz.

Kaybolmanın uzak yakın çağrışımları üzerine benzersiz kitabı Kaybolma Kılavuzu’nda Rebecca Solnit, sözü Virginia Woolf’a getirir. Woolf, günün sonunda nihayet yalnız kalabilmiş bir anne ve bir eşten söz açar Deniz Feneri’nde. Kadın gündelik işlerin bittiği bu saatlerde kendisi olmak, kendisi kalmak için sessiz olmayı ve yalnız kalmayı arzuluyordur. Bu sayede taşıdığı bütün ağırlıklardan kurtulacak, bu ağırlıklar dipteki karanlığa çökerken kendisi yüzeye yükselecek; özgürlüğe kavuşacaktır. Solnit, kitabında bunu şöyle yorumlamaktan kendini alamaz:

“Kuşku yok ki Woolf için kaybolmak coğrafi bir mesele değildir. Hiç kimse olmamak ve böylece herhangi birine dönüşmek, bir kimlik sorunudur. Bir başka deyişle, başkalarının seni sen yaptığına inandığı prangalardan kurtulmak tutkulu bir arzuyla sınırlı kalmaz, çoğu kez acil bir ihtiyaç haline gelir.”

Nitekim Virane Harita’daki satış müdürünün gerçekten kaybolduğuna dair bir işaret yoktur. Bu, kayboluş değil; hayatın içinde bir kayboluş, bir tür görünmezliktir. Acaba Nemuro, yıllardır doğru bildiklerinin yanlışlığını fark ettiği için oyundan çıkmayı ve kaybolmayı mı seçmiştir? Belki de.

Kaybolmak, Kobo Abe’nin daha önceki romanı Kumların Kadını’nda da kullandığı bir motiftir. Böcek koleksiyoncusu Cumpei Niki ortadan kaybolur, hakkında kayıp ilanı verilir. Koleksiyonuna ekleyeceği nadir bulunan böceklerin peşinde, avcıyken av olur. Köylüler son otobüsün çoktan gittiğini söyleyip onu misafir eder. Bu misafirlik bir süre sonra bir evde tutsaklığa dönüşür. Bu ev kumlarla çevrili bir çukurdadır. Her gün bitmeyen bir döngü içerisinde evin kumdan arındırılması, biriken kumların kürek kürek atılması gibi bir çaba, bir zorunluluk içinde görürüz kahramanı. Çalışmadığında aç susuz bırakılır. Kaçma çabaları her defasında boşa çıkar, eline fırsat geçtiğinde ise acele etmesine gerek olmadığını, istediği zaman kaçabileceğini anlar. Sisipos’u andıran sonuçsuz çabalar, bu kısırdöngü tam da yazarın meselesini ortaya koymakta ve Kumların Kadınıromanının ana omurgasını oluşturmaktadır.

Denebilir ki Kumların Kadını’nda kaybolan Niki’nin yerini bu romanda Nemuro almıştır. Kobo Abe ilkinde görünürde kaybolan ama gerçekte sınırsız bir döngünün kurbanına dönüşen birini anlatırken bu kez yitip gidenin geride bıraktıklarını hikâye eder. Her iki romanda da kaybolanların bir böceğe dönüştüğünü, değersizleştiğini ve ötekileştiğini söyleyebilir miyiz? Niki, böcek avlamaya giderken bir yerde kısılıp kalmış, avcı değil av olmuştur. Nemuro’nun karısı da bir yerde dedektife “Bir an için onun bir böceğe dönüştüğünü sandım.” itirafında bulunur. Bu şüphesiz Kafka’ya açık bir göndermedir. Kobo Abe’yi farklı kılan şey, Kafka’nın edebiyata damga vuran imgesini somut ve tutarlı bir hikâyeye dönüştürebilmesidir.

Kobo Abe, başka metaforlarla da Virane Harita’ya bir ağırlık katmış, böylece romanı çok katmanlı bir yapıya dönüştürmüştür. Örneğin girişte, şehir kapalı bir sonsuzluğa, asla kaybolunmayan bir labirente ve her bölgesi aynı numarayla numaralanmış kişiye özel bir haritaya benzetilir. Yollar yürümeyi hayli güçleştiren onar santim aralıklı yarıklarla yapılmıştır, yaya kaldırımı olmadığından arabalar düşünülerek yapıldığı izlenimi bırakır insanda. Gökyüzü televizyon ekranı gibi bembeyaz dikdörtgen biçimindedir. Bebek arabasında ağlayan bebek yalnızdır, etrafta anne ya da babası yoktur. Bir dizi sokak lambası, hiç gelmeyecek olan bir festival geçidini çağıran büyülü sözcükler gibi dizilidir. Bunları, insansızlaşmanın, gözetlenmenin, sevgi ve şefkat eksikliğinin, hayatın canlılığının metaforu gibi okumak mümkün. Festival demişken, Kanguru Defteri’nin  sonunda yer verilen Çocuk Hırsızı şiirinden şu dizeleri hatırlamamak olmaz: “Festival başlar, festival biter/ Ne festival hayattır, ne de hayattır festival”

Bütün bunlardan Virane Harita’nın tamamen sembolik olduğunu düşünmek, başından sonuna romana yayılmış gerçekçi sahneleri ıskalamak olur. Ayrıntılı gözlemleriyle yazar 60’ların Japonya’sını birkaç fırça darbesiyle resmetme çabasındadır. Tekinsiz de olsa bir şehir oradadır, bir akaryakıt şirketi piyasanın şartlarına uyum sağlayarak varlığını devam ettirmekte, imara açılan yerlerde inşaatlar hızla devam etmekte, işçiler üç kuruş kazanmak için çalışmaktadır. Bu gerçekçi unsurlar romanın yaşanan hayatla bağlantısının kopmadığının işaretleridir.

Kobo Abe, Nobelli bir yazar olsaydı çok okunanlar arasında yer alır mıydı? Ödüllerin her şey olmadığını, okurun beğenisinin birçok değişkene bağlı olduğunu bilen herkes bu sorunun yalnızca bir doğru cevabı olmadığını bilir. Ödül, tanınmanın yollarından yalnızca biridir, daha etkili bir diğer yolsa, somutla soyutun, rüyayla gerçeğin kesişim noktasındaki insanı başarıyla anlatan, dünyanın öte ucundaki bir yazarın tekinsiz ama öğretici dünyasını ısrarla okura açmaya devam etmektir.

(*) Hem Japon Edebiyatı hem de bu edebiyatın Nobel’le yaşadığı ilginç deneyim hakkında detaylı bilgiler için Elif Tanrıyar’ın K24’teki yazısına bakabilirsiniz.