Sezgin Tanrıkulu
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun, suçlanan, hakkında soruşturma açılan 9 Eylül tarihli sözlerinde ilk cümle belirleyici önemdeydi, oysa haber ilk çıktığında o cümleyi aktaran çok az haberci oldu. Şöyleydi o cümle: "TSK'nin yaptığı her şey eleştiriden azade değil." Sonradan epey alıntılandı.
Gerçi eleştiri temelinde konuştuğu, bu cümle olmasa bile açıktı, çünkü somut, adı konulmuş, medyada yer almış, bir bölümünü bizlerin de "sıcağı sıcağına" yerinde incelediği[1] olaylardan söz ediyordu Tanrıkulu. Ama belli ki ona karşı harekete geçme fermanı çoktan çıkmıştı. Pusudakiler her zamanki mutlakçı söylemleriyle saldırdılar. Partisi aynı söylemin tutsağıydı zaten, mutlakiyetçi zihnin sözcüsü, "kabul edilemez" deyiverdi.
Burada ve başka platformlarda konuyla ilgili çok iyi yazılar yazıldı, Tanrıkulu'nun söz ettiği olaylar yeniden hatırlatıldı, destek açıklamaları yapıldı.[2] Ben de bu vesileyle, olayda bir kez daha bütün çıplaklığıyla açığa çıkan mutlakçı söylemi açmak istedim.
Epey oluyor, yaşı yetenler hatırlayacaktır, yerli yapım bir filmde, meslek sahibi bir kimsenin hoşa gitmeyecek bazı yaşantıları anlatılıyordu, hangi meslekti, hangi yaşantılardı, aklımda değil. Olayın bu bağlamda önemli yanı şu ki, filmi izleyenlerden o mesleğin mensubu bir grup yurttaş epey bir kıyamet koparmıştı, biz böyle miyiz, bu film bize hakaret ediyor diye.
Protestocu yurttaşların tümü "öyle" olmayabilirdi, değildi de mutlaka, gelgelelim mutlakçı zihin tam tamına böyle işliyor, tikeli tümelin yerine koyuyor.
Diyelim bir esnaf ya da bir grup esnaf sahtecilik yaptı, şimdi onların bütün meslektaşları da sahteci mi sayılacak? Ya da mensup oldukları Esnaflar Odası vay siz bize sahteci dediniz, bu hakarettir, Türk esnafı sahtecilik yapmaz diye ayağa mı kalkacak?
Kalkabilir tabii, eğer birisi çıkıp tekil esnaf olayını mesleğin tüm mensuplarına ya da kurumun tüzel kişiliğine teşmil ederse, yani kurumu bir bütün olarak kapsayacak şekilde bir suçlama ya da hakaret yöneltirse. Böyle olmadıkça Oda'nın ya da esnaf gruplarının suçlamayı üstlerine alınmaları pek akla gelecek şey değildir.
Burada "pek" diyerek bir ihtiyat payı bırakıyorum, çünkü kuramsal açıdan istisnalar olabilir. Diyelim Mütareke zamanının İstanbul'undaki gibi her iddianın kuşkuyla karşılanmasında haklılık payı bulunan durumlar için böyle bir olasılık akla gelebilir, bir Türk esnaf suçlandı diye diğer esnaflar topyekûn bir tepki göstermiş olabilirler, ne de olsa mutlakiyetçiliğin dorukta olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Günümüzde bile savaş koşullarında her şey "hayatın olağan akışı"nın dışına çıkmıyor mu? Savaşta ilk ölen, gerçekler değil midir? Gerçi bu son olayın "savaş" kavramıyla ne ilgisi var diyeceksiniz; hani, mesela diyorum.
Olağan koşullarda ordu, günümüz dünyasının demokratik sayılan ülkelerinde kurum olarak, tıpkı diğer devlet kurumları gibi, tekil olayların üstünde bir yerde konumlanır. Elbette bir mutlakiyet rejiminde değilsek, hukukun üstünlüğü ilkesi geçerliyse ve dolayısıyla tüm devlet kurumları hesap verebilirlik ilkesine uymak zorundaysa.
Gerçekte Tanrıkulu'nunki, bir hukukçunun ya da milletvekilinin sık sık unuttuğumuz açıksözlülüğünden ibaretti. Oysa gerek kurum, gerekse Tanrıkulu'nun kendi partisi, tikel-tümel ayrımı yapmaksızın tepki gösterdiler, milletvekilini yalnız bırakmaya çalıştılar. Her zamanki gibi, mutlakiyetçi zihin harekete geçti, Makyavelist iktidar aradığı fırsatı bulduğunu düşündü ve CHP sözcüsü genlerini konuşturdu.
Mutlakiyetçi zihin, eleştiriye kapalıdır. İdealize etmenin, putlaştırmanın kolaycı rehavetinde yaşamak ister. Bir dizi militarist, otoriter, totaliter ve paternalist tümelden oluşan bir ideoloji ağı geliştirir. Muhaliflere karşı bir tür tuzak gibi çalışır bu ağ. Ve gücün belirli kurban isteme politikalarına dayanaklık eder. Rejimin mutlakiyetçi yönüdür bu.
Sezgin Tanrıkulu yılların avukatı, insan hakları alanında Türkiye'nin en deneyimli hukukçularından biri. Somut bilgilerde yanlışa düşmeyelim diye google'daki güvenilir kaynaklarda "Sezgin Tanrıkulu, soruşturma" arattığınızda göreceksiniz, nerede bir hak ihlali varsa oraya koşan yorulmak bilmez bir insan hakları savunusu olarak Tanrıkulu'nun kendisi hakkında daha önce de çok sayıda soruşturma, fezleke vb. düzenlenmiştir. Bu son olayda da durumu her zamanki gibi hukuk çerçevesinde açıklayacaktır. Umarım partisi de toparlanır ve hatasından geri döner, içinde debelendiği mutlakçı ağı görmeyi başarır. Bizim toplumdaki köklü zihniyet tuzaklarından biri söz konusu çünkü. Demokrasi mücadelesindeki zorlanma ile çok yakın bir ilişki içinde.
Tabii, mutlakçı söylem ve zihnin karşısına konulmaya çalışılan bir de "göreci zihin ve söylem" var. Onlar mutlakçılıktaki idealizasyonun karşıtı gibi konumlandırılmaya çalışırlar. Gelgelelim, kendileri de 'o da olur bu da olur' neoliberalizmiyle duyarsızlığı ve sorumsuzluğu mutlaklaştırmalarıyla ünlüdürler!
[1]https://www.mimesis-dergi.org/2012/01/sanatci-ve-aydinlar-roboski-katliami-ortbas-edilemeyecek/
[2]https://artigercek.com/makale/lafin-belini-kirmak-ya-da-lafla-bel-kirma-264736
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/yasadiklarimizin-12-eylul-den-ne-farki-var,41483
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
|