Murat Bjeduğ

13 Temmuz 2017

Dehanın sesi: Tanburi Cemil Bey’in romanı

Lütfiye Aydın: Gündelik yaşamı bile büyüleyici bir gerçeklik senfonisi…

Müthiş bir romantik olan bestecimizin gündelik yaşamı bile, alabildiğine duygusal evreniyle iç içe geçmiş, büyüleyici bir gerçeklik senfonisiydi benim için. Böylesine özgün bir yaşamdan oluşan müzikaliteyi yakalamak için, bir insanın kim bilir nasıl bir yüreği, ne kadar olağanüstü bir beyni olmalıydı?… 
 
Bu kitap elbette ne biyografi, ne tarih, ne de bir müzik kitabı… Alışılmışın dışında bir roman yalnızca... Bütün kaygılarıma karşın, yakın geçmişte yaşayan gerçek bir değerimizi, ölümünün 100. yılında roman kahramanına dönüştürerek, hem duygusal hem de düşünsel evrenini anlatmaya çalıştığım, bunun için de yıllarımı verdiğim için bile kendimi mutlu sayıyorum.
” 

Lütfiye Aydın 

Öznel ve yerel olanla nesnel ve evrensel olanın tek bir isimde somutlanması, yani Tanburi Cemil Bey…         

Bu coğrafyada yaşanmış tüm zamanların en büyük müzisyeni Tanburi Cemil Bey, 1873-28 Temmuz 1916 tarihleri arasında İstanbul’da geçen 43 yıllık ömrüne sığdırdığı şaheserleri, eşsiz virtüozitesi, sadece tanbur değil, başka sazları da yüksek virtuozite ile çalabilme yeteneği sayesinde “deha” unvanını ziyadesiyle hak etmiştir.

Ölümünden sonra geçen 101 yıla baktığımda şu hazin sonuç insanın zihinsel yalpalamasına, inanç aşınması yaşamasına neden oluyor. Çünkü Bach, Chopin, Lizst, Ravi Shankar kıratında olan Cemil Bey bu mertebeye gelmiş olmasına rağmen, çok dar ve akademik-müzikal çevrelerde pek işitilmeyen, çok düşük frekanslarda takdir edilmiş; ama sanatı, yaşamı, eserleri 100. ölüm yıldönümü olan 2016’ya dek o sınırlı çevreler dışında toplumun geniş kesimlerine, musîkiseverlere ulaştırılamamıştır.

Yazar Lütfiye Aydın, titiz, sabırlı, detaylara vakıf olmak için gerekli çabayı göstermekten imtina etmeden giriştiği çabalar sonunda Cemil Bey hayranlarını Cemil Bey romanını yazarak şaşırttı. Çok da mutlu etti. Lütfiye Aydın’a müteşekkiriz. Çok güç bir iştir yüz akıyla çıktığı “Dehanın Sesi-Tanburi Cemil Bey” adıyla yayımlanan (Remzi Kitabevi) çıkan bu romanı yazabilmek.

Elbette, roman, bir edebi tür olarak son tahlilde yazarın zihinsel, ruhsal çabasının ürünüdür. Ama bu tür romanları, geleneksel kabul görmüş, yerleşik edebiyat/roman kriterlerinin dışında değerlendirmeye değer kılan başka etmenler, yazınsal ölçütlerin vurucu, infilak ettirici iç güçlerinin menzilinin dışına çıkartır. Yani, metin irdelemesi yapmayacağım. Tür bu yöntemi gereksiz kılıyor. Gerçekçi-biyografik bir roman ama kitap bitince bir biyografik bilgiyle donanmış duruma geldiğini okuyucu zaten hissedecektir.

 Roman biyografiktir; ama Cemil Bey hakkında bilgi alınacak ne yazılı ne görsel pek kaynak bulunmazken, ikincil derecede de, müphem de olsa roman kahramanının yaşamına dair bilgisine başvurulabilecek hayatta kalmış tek ferdin olmamasına rağmen böyle bir roman yazmaya kalkmak Sisyphos cezasına gönüllü talip olmakla eş anlamlıdır.

Şevkin kırılması için her şey tam tekmil kafileler halinde üzerinize üzerinize gelmekte iken, sabır ve azim dışında elde bir karşı koyuş zırhı da yoktur çünkü. Bir maddi kazanç söz konusu bile değildir.

Bütün bunlarla kuşatılmışken, insanı ne motive edebilir ki?
Cevabı zor bir sorudur bu. Egemen ortalama akıl koordinatları bu sorunun cevabını bilmez, bulamaz da.

Bitti, bitti, bitiyor… derken… Çamur deryasının içinden bir lotus açar ve bitmediğini, bitmeyeceğini müjdeler. Ortalık lotus bahçesi değildir henüz, o yüzden bu çiçek, koşullarla savaşımını kazanarak güzelliğini insanlığa sunar. Hiç görülmeyen o yoğun var olma mücadelesinde yaşadıkları ise hiç bilinmez; tek başına gerçekleştirir. O yüzden çok kıymetlidir.

‘Tanbûrî Ali Efendi merhûm henüz bıyıkları terlemeğe başlayan genç Cemil’i evvelâ büyük bir hayret, sonra derîn bir heyecânla dinlemiş, titreyen elleriyle onun yüzünü okşamış, alnından öpmüş ve aşağı yukarı: Evlâdım, bunca senedir bu sâzı çaldım. Eh, şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi, seni dinledikten sonra, bir daha tanbûru elime almayacağım’ gibi bir cümle sarf etmiş ve toplantıda bulunanları bu sözleriyle allak bullak etmişdir.”

Bu mücevher gibi hatıraya romanda yer verilmiş; hakikattir, yani aynen böyle cereyan etmiştir.

Bunu nereden biliyoruz?

Cemil Bey’in tek mahdumu Mes’ud Cemil Bey’in kaleme aldığı, aynı zamanda Türkçenin fesahat şaheseri olan Tanburi Cemil’in Hayatı (Kubbealtı neşriyatı) kitabından biliyoruz. Bu ve buna benzer kıymetli hatıralar, Mes’ud Bey tarafından nakledilmiştir. Eğer okur, Tanburi Cemil Bey hakkında bilgisini en üst seviyeye getirme niyetinde ise, Lütfiye Aydın’ın kitabıyla birlikte, Mes’ud Cemil’ in kitabını da okuması, arzu edilen bilgi edinimine, mevcut verili şartlara bakıldığında, ciddi katkısı olur.

Mes’ud Bey’den bahsedince iki hususu sunmam, okuru gönendirebilir. Rindane bir hayat süren Cemil Bey, mutsuz bir hayat yaşadığına inanan bir sanatkâr. Çocuğu doğunca ben olamadım bari oğlum mutlu bir hayat yaşasın temennisiyle, Mes’ud adını vermiştir. Ama ne yazık ki, Mes’ud Cemil Bey de ismiyle müsemma bir hayat yaşamamış, talihsizlikler, mutsuzluklar, hayal kırıklıkları hayatından hiç eksik olmamıştır.

Babasının mertebesine erişemese de musiki tarihimizde saygın bir yer edinmeyi başarabilen Mes’ud Bey de tanbur üstadıdır. Büyük bir yetenektir. Cemil Bey’e oğlunun musikiyle alakadar olup olmadığı sual edildiği vakit şu ürpertici cevabı vermiştir:

… Musikiye istidadı var... Fakat keşke olmasaydı! Çünkü duyarak çalarsa, kendi bedbaht olur. Duymayarak çalarsa musikiyi bedbaht eder.”

Bu  büyük sanatkârın romanıdır bahis mevzuu ettiğim kitap. Elbetteki Lütfiye Aydın roman, Murat da makaleler yazdı diye tiraj infilakleri olmayacak. İlgi duyanların, şimdiden sonra alaka göstereceklerin entelektüel mabedlerine bir mumdur yaktığımız, titrek yanan ama sönmeyecek bir alev için için yanar o mabedin içinde. Yandığı ilk anda göz kamaştıran ama hemen de sönen bir varmış-biryokmuş’lar cinsinden değildir. Alevin ışığı içinize işler; gözünüz kamaşmaz ama ruhunuzdaki o bir mumun ışığı ücralarınızla, ücranızdakilerle yüzleştirir, yeniden tanıştırır, barıştırır sizi. Sevgi asıl anlamını o vakitlerde kavrar.

Umutsuz olunmasın. Johan Sebastian Bach, çocukluğunda bir org tamircisiydi. Ailesi ile Almanya’nın Eisenach şehrinde yaşıyordu. Çevredekiler, aşağılamak için Borazancılar diyordu Bach ailesi için. Müzikal yeteneğini org tamiri yapmanın getirdiği, çalgıyı çok iyi tanıma ve sırlarına vakıf olma avantajına da dönüştüren yoksul, beş parasız Johan Sebastian, eğitim aldığı okulda hocasının önerisi üzerine bir başka kentteki iyi bildiği bir okulda alacağı eğitimin çok yararını göreceğine inanınca, bulunduğu yere 401 kilometre uzaktaki şehre yaya, yani yürüyerek gider ve eğitimi alır.

Besteler ve virtüozite ışıl ışıldır fakat ironiktir; 1600’lerin ikinci yarısında Bach ismi yeterince duyulamadan unutulup gider. Bach yaşama veda ettikten sonra iyiden iyiye unutulur, taa ki ölümünden neredeyse 150 yıl sonra bir başka büyük Alman besteci Felix Mendelssohn tarafından keşfedilip eserleri gün ışığına çıkarılıncaya değin. Sonra öyle bir ihtişamla müzik dünyasına döner ki… Semender efsanesi, Bach ile birlikte yeniden yaşanır.

Cemil Bey’in de aynı ihtişamla döneceğinden zerre kadar şüphem yok. Bach, dönem gereği Mendelssohn sayesinde, yani bir müzik adamının kişisel çabaları ile insanlığa hediye edildi.
21. yüzyılda Cemil Bey ortaklaşılabilmiş kolektif bir iradenin, toplumun sanat-kültür hafızasının içinin boşaltıldığı içinden geçmekte olduğumuz bu zamanlarda yeniden tahkim etme gayretleri sayesinde keşfedilecektir. Yeniden ve bir kez daha.

Lütfiye Aydın o günler geldiğinde, Tanburi Cemil Bey akademisinin açılış töreninde, o kolektif iradenin tecellisine yaptığı katkının değeri konuşulacak ve saygıyla anılacaktır.


Notlar

1- Yazıdan çok evvel Lütfiye Aydın ile tanışmıştık. Dikili’de uzun uzun konuştuk. Kendisi hiç söz etmedi ve ben de bilmiyordum ki, yazı bitip de T24 editörlerine teslim ettikten sonra, yazıdan haberdar olan kadim dostum Hami Çağdaş anlatınca öğrendim. Madımak katliamı vakası ortak anımız çıktı. Ben ucu ucuna bir sıyrık bile almadan atlattım. Dünya iyisi karikatürist arkadaşım Asaf Koçak’ı Madımak’ta kaybettim. Ama Asaf son nefesini verirken orada hayatını kaybeden canlarla birlikte Lütfiye Hanım ve eşi otelin içinde yaşamla ölüm arasında gidip gelmişler.

2- T24’te Tanburi Cemil Bey

Tanburi Cemil Bey ve Beatles nerede ortaklaşıyor?

Şiirlerde Tanburi Cemil Bey; Nâzım Hikmet, Samih Rıfat, Yahya Kemal...
 

Tanburi Necdet Yaşar'ın, Yehudi Menuhin'i de büyüleyen bir sanatkâr olarak hikâyesi

Tanburi Cemil Bey: Her şeyi yutan ‘zaman’ denen muammayı aciz bırakan bir seda


Tanburi Cemil Bey’in biyografik romanı raflarda: Dehanın Sesi