28 Mart 2016

Tanburi Necdet Yaşar'ın, Yehudi Menuhin'i de büyüleyen bir sanatkâr olarak hikâyesi

Menuhin: O Türk’ün tanburu beynimde çınlıyordu...

Şimdi, şu anda, memleketimizde, ağırlığınca altın değerinde bir müzisyen, dünya çapında tanbur virtüözü, bir müzik abidesi; İstanbul’da sessiz sedasız yaşıyor. Emsaline zor rastlanır diyemeyeceğim ne yazık ki; çünkü rastlanmaz. Tanınıyor elbette, ama 80 milyonluk bir ülkede ne yazık ki çok az kişi çıkar, kıymetini bilen, sanatkâr olarak eserlerinden haberdar olan, alıp dinleyen, takdir  eden.

Necdet Yaşar, 1930 doğumlu, Nizip’lidir. Yani, Roma-Pers / Sasani-Bizans uygarlıklarının kültürel florası olan  Zeugma antik kenti topraklarının insanıdır. Geniş ufukludur. Varlıklı bir ailenin evladıdır. Tanburun sesini duyduğunda hissettikleri, Tanburi Cemil Bey’in müziğinin üzerinde yarattığı derin ve sarsıcı etki, yaratıcı yeteneği ile birleşince, hayatını tutkulu bir musikîşinas olarak sürdürme kararını almasına vesile oldu. Engin sabrı, hassas kişiliği, olgunluğu sayesinde  elli yılı aşkın bir zamandır arzu ettiği sanat yaşamına nail olmuştur.

Çalışkanlığı, disiplini, üstün kabiliyeti sayesinde tanburunda sadece Cemil Bey ile mukayese edilecek seviyeye  gelmiş,  zirveye çıktıkça  tevazuu büyümüş, bu yönüyle de saygınlık kazanmıştır. Sanatı ve şahsiyeti ile apayrı bir yer edinen Necdet Yaşar, bu toprakların ihtimam gösterilmeyi en fazla hak edenlerden bir musikî dâhisidir.

Bizans’ın kurucusu aynı zamanda ilk imparatoru Büyük Konstantin, şehirlerin kraliçesini inşa ettirirken dünyanın ilk üniversitesi sayılan bir eğitim kurumunu faaliyete geçirtmiş, bu okulun faaliyetleriyle yakından ilgilenmiş, gelişmesi için elinden geleni yapmıştır. Bu üniversal mektepte Yunanca, Latince, Belagat, gibi bölümlerin yanı sıra Matematik de ana bölüm olarak belirlenmiş; musikî, alt dal olarak matematik bölümüne bağlanmıştır. Musikîyle matematik o zamanlardan beri yakın disiplinler olarak idrak edilmiştir ki Rönesans sonrasından bugüne batı polifonik müziğinde de bu serencamı görebiliriz. Belki batı polifonisinde matematik daha bir öndedir. Mesela rock müziğinin yarım asırlık grubu Rolling Stones’un davulcusu Charlie Watts, "Ben aslında iyi bir davulcu değilim çünkü hâlâ ölçü saymayı bilmem" dediğinde bir şaşkınlık fırtınasına neden olmuştu. Ama biz buralarda işin matematiğinden önce gönül telimizdeki titreşimi, ruhumuzun derinliklerine nüfuz edebilmedeki estetik kabiliyetini ölçü olarak benimseriz.

Necdet Yaşar, hem matematiği, hem de gönül tellerimizi titretmekteki mükemmelliği ile eşsiz bir sanatkârdır; zirvededir. O zirveye, Cemil Bey ile buluşmak üzere, tevazuyla, emekle, onurla, şerefle tırmanmıştır. Bıraktığı derin ve kalıcı izler ile o yola çıkma kararı alan genç tanburilere yön göstermeyi de bahşetmiştir.

"Şahsen ben tabii ki Tanburi Cemil Bey pirimizi esas alarak, Mesud Cemil hocamızı esas alarak, diğer tanburilerin de ortaya koyduğu şeylerden istifade etmeye çalışarak dağarcığımı doldurmaya çalıştım."

Bu büyük müzisyen, Necdet Yaşar, sanat yolculuğunun başlangıcını böyle ifade ediyor..

Necdet Yaşar (sağda) birlikte önemli kayıtlar yaptığı neyzen Niyazi Sayın ile birlikte...

 



Necdet Yaşar hakkında ne dediler?


- Necdet Bey'in tavrı nedir, tarzı nedir diye soracak olursanız, elbette ki Mesud Cemil Bey’dir, elbetteki Tanburi Cemil Bey’dir. (Muammer Karabey)

- Çok ayrı bir yeri vardır; O her zaman aranan, her zaman istenen, hatta solist olarak çalışmış olduğumuz devrelerimizde, refakatımızda O’nun tanburunun sesini duymak bir ihtiyaç halini almıştı. (Alaeddin Yavaşça)

- Necdet Yaşar’ın özelliği sadece ruhsal derinliğinde değil, bu işin tekniğinde virtüozitesinde de büyük isim. (Ertuğrul İncekara)

- Tarzı icra ve üslubundaki fevkalade güzellik ve müstesna artistik kabiliyetiyle heyetimize alınması mutlaka elzemdir. (Münir Nurettin Selçuk)

- Necdet Yaşar, Mesud Cemil’in de öğrencisidir, dolayısıyla Tanburi Cemil’den Mesud Cemil’ e, oradan da Necdet Yaşar’a geçen bir üslup vardır. Dolayısıyla yüz yıl önceki tanbur üslubuyla göbek bağını en iyi şekilde kuran ve Tanburi Cemil Bey’i günümüzde en iyi temsil eden sanatçı Necdet Yaşar’dır. (Bülent Aksoy)

- Hem sazının olanaklarını kullanışı açısından, hem geçmişle bugün arasında o sesleri, o duyarlıkları, o bileşimleri, o sentezi verebilmesi, o simyaya ulaşması açısından çok özel bir noktada. (Gönül Paçacı)

- Tanbur gurur duyulabilecek müthiş bir saz. O Türk’ün tanburu beynimde çınlıyordu. (Yehudi Menuhin)

 

Kendini icat edebildi
 

Günümüzde, Tanburi Cemil Bey denince, mutabık kalınmaktadır ki ilk akla gelen isim Necdet Yaşar ve müziğidir. Bu önemli ayrıntıyı dile getirenler bu işin teknik kısmına hakim olan sazendelerdir. Ama bizler gibi bir enstrüman dahi çalamayan, ama satıhtakilerle değil de, daha derinlere  inme lüzumunu duyan dinleyicilerin bile yüz yıl evvel Cemil Bey, yüzyıl sonra Necdet Bey diyebileceğimiz ilahi nağmelerin yaratıcısıdır.  Zamanımızın Tanburi Cemil Bey’i olup, aynı zamanda Necdet Yaşar olarak, tanburuyla harikalar yaratmaya devam etmektedir.

Ne demektir hem Cemil Bey, hem Necdet Yaşar olmak?

Cemil Bey’i gerek müzikalite, gerekse virtüozite düzeyinde  özümsemiş ve çok iyi kavramıştır. Bu teknik boyutu; en az bunun kadar önemli olanı ise Cemil Bey’in ruh dünyasına nüfuz edebilmesi, tam manasıyla empatiyi gerçekleştirmiş olması, aynı zamanda Cemil Bey’e derin saygısıdır. Cemil Bey ile bütünleşmiş olmak aynı zamanda son derece tehlikeli de olabilir. Cemil Bey’den etkilenmek O’nu taklit etmeye, giderek O’nun gibi olmaya yöneltir ki, ne kadar kabiliyetli olursa olsun bu yönelim bir sanatkârın intiharı demektir.

Necdet Yaşar işte bu tuzağa düşmemiş, yaratıcı, üretici yeteneklerini, gönül imbiğinden süzerek kendi tarz, üslup ve tekniğini yaratabilmiştir. Pir’im dediği Cemil Bey’in yaptığı gibi, sazını yenerek kendini icat etmiştir. Kısa sürede de kendine has olmayı gerçekleştirebilmiş, imkânsız sanılanı, yani Cemil Bey’ in yaptığı devrimi, daha ileri yerlere taşımayı başarmıştır. Özgün katkılarını, sebat ve çalışkanlıkla, her zaman geniş ufuklu olmaya gayret ederek, yetenekleri sayesinde de sazının tüm sırlarına vakıf olmayı becererek yapabilmiştir.

Bir örnekleme cazdan yapılabilir. Alto saksafonda Charlie Parker Be-Bop akımını başlatmış, tekniği, tarzı caz müzisyenleri üzerinde büyük tesir yaratmıştır. 35 yaşında hayata veda eden Parker, genç yaşta ölümüne rağmen unutulmamış bir caz abidesi olarak varlığını devam ettirmiştir. Etkisi günümüze kadar gelen Charlie Parker ekolü yaratmıştır. Bu ekolün izleyicisi çok büyük caz saksafoncuları yetişmiş, o ekolü zenginleştirip geniş bir caz dinleyici kitlesinin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. En bilinen parlak olan isim ise son yıllarda adeta yeniden doğan John Coltrane’dir. Coltrane, o ekolü, cazdaki gelenekleri de gayet iyi bilerek kendisini tekrar etmeden, bazen 40-45 dakikayı bulan muazzam doğaçlamalarıyla, Bird’ün mirasını güncelleyerek kendisi de bir caz ilahı pozisyonuna gelmiştir. O çizgiyi günümüzde Jan Garbarek'in temsil ettiği otoritelerce belirtiliyor. Yani Parker-Coltrane-Garbarek hem bir geleneği, hem de o gelenek içinde yenilikleri yaratabilen bir ekolün isimleridir.

Muazzam bir çalışma disiplini, bu güzellikleri yaşamak ve paylaşmak arzusu Necdet Yaşar'ın tanburi olmasına, hayatını musiki sanatkârı olarak yaşamayı tercih etmesine vesile olmuştur. Nice sıkıntılara göğüs germesi de, sanatına olan tutkulu aşkı sayesinde mümkün olmuştur. İnsanı daha ilk anda etkileyen beyefendiliği, mütevazı ve sabırlı şahsiyetiyle neslinin son temsilcisi intibaını vermektedir. Gönlünün zenginliğini, kişiliğinin zarafetini, engin musikî bilgisini, hemhâl olduğu tanburunda nağmelere döken Necdet Yaşar, diğerkâmlığıyla da, böyle sanatkâr kaldı mı, sualini akla getirir.

Şu hususta yanılmışım; klasik Hint müziğine olan düşkünlüğüm caz hayranlığımdan gelir. Her ikisi de emprovizasyon / doğaçlama ile sınırsız bir gelişmeye açık müzik türleri olduğu için eskime, donup kalma hâli yaşamamışlar. Sürekli bir yeniden üretim ile yaratıcılığa, gelişmeye mecra olmuşlardır. Klasik Hint müziğindeki Raga bizdeki sanat musikîsindeki Makam’a tekabül etse de, makam form disiplinleri nedeniyle kuralcı yapısıyla belli bir muhafazakârlığı mündemiç kıldığından Itri, Hammamizade İsmail, Hacı Arif Bey kendi zamanlarında kalmışlar ve hep sadece tekrar edilerek zaman içinde kıymetleri layıkıyla takdir edilmez bir durumda eskiyi temsil eder konuma düşürülmüşlerdir.

Bu hoş olmayan vaka normaldir, çünkü bu kadar kurallı, dayatmacı disiplinden ancak böyle bir sonuç  çıkar. Durağan, geride kalmış zamanlara ait tınılar, adeta mazinin sesi; Osmanlı’yı anıştıran saray müziği yaftası ile de, ilericilik adına etiketlenince şimdi karşılaşılan tablo sürpriz olmamalı.

Oysa bu tamamen yanlış bir görüş, bilgi eksikliğinden ve muhafazakârlığın galebe çaldığı yenilik korkusundan kaynaklanan tamamen ideolojik bir payandanın, musikîye bakışı ve baskısı sonucu yerleşmiş yaygın bir kanıdır. Hem Tanburi Cemil Bey, hem de O’ndan feyz ve ilham alan Necdet Yaşar, göstererek kanıtlamışlardır ki, irticalen, yani doğaçlama klasik sanat musikîsinde de vardır; taksimler bu tarzın mümbit bahçeleridir. Yeteneğe, yaratıcılığa tamamen açık, hatta buna imkân veren formdur. Taksim ile kalıpların dışına çıkma, kalıpları yıkıp atma, yeniyi, özgün olanı icat etme mümkündür. Beceri kadar yaratıcılık ve hüner ister.

Sanatkârın kendini özgür hissedeceği her düzey sınır ve otoritenin basıncı ile iğdiş edildiği için, kendini özgürce ifade etme, bu alanda da var olma-yok edilme ikilemini sinsice dayatan anlayış ve politikalar yüzünden, şövalye ruhu taşıyan birkaç cesur insan dışında, çoğunluğun itaati tercih etmesiyle, çağlayan pınarların önüne setler inşa olmuş; amaçlandığı gibi de vasata mahkûm edilmiştir sanat musikisi.

Yani burada geleneği korumak adına yeniliğin, gelişmenin heba edildiğini görüyoruz. O şövalye ruhunun en yetkin son temsilcisi Necdet Yaşar’dır denilebilir. Yüz yılda, Cemil Bey-Mesud Cemil-Necdet Yaşar.

Oysa Hindistan’a bakınca insanın gözleri kamaşır, sayıyı bulmak kolay olmaz, cazda da öyle.

Ram Narayan ölünce sarangi, Ravi Shankar ölünce sitar, Ali Akbar Khan ölünce sarod, Alla Rakha ölünce tabla yok olmuyor. Yenileri çıkıyor. Tıpkı Lester Young ölünce tenor saksafonun, Art Blakey ölünce caz davulunun, Charlie Parker ölünce alto-saksafonun yok olmaması, Paganini ölünce de kemanın ölmemesi gibi.

Gelenekler, var olmaya da devam ediyor, yenilikler de kaliteli ve kalıcı olabilme potansiyellerine, başarılarına göre yaşayabiliyor, benimsenebiliyor. Hatta yeniliğin kendisi bir akım hâline gelip iç kurallarını üretmeye başlıyor, bir başka değişim atağı ile o akım da ya eskiyor müzelik oluyor ya da içinden bir başka yeni doğuyor. Dinamik bir tarihsel süreç  yani, yaratıcılık ve kabiliyeti teşvik eden.

Yüz yılda o çağlayanın sadece bu üç isimden teşekkülü bir olgudur. Aynı zamanda da şevk kırıcı bir gerçekliktir. Son büyük üstat Necdet Yaşar bu nedenle üstüne titrenmesi gereken, emsali bir daha gelmeyecek son altın halkadır.

Bu noktada az evvel caz ve Parker-Cotrane-Garbarek ekolünden söz etme nedenime gelebiliriz.

Sadece bu üç isimden müteşekkil değildir, ekolün serüveni. Sonny Rollins, Coleman Hawkins, Ben Webster… Liste uzar gider. Yaklaşık 70 yıllık bir geçmişi olan bu ekolün caza, müzik sanatına

kazandırdıkları ayrı bir yazı konusudur. On yıllardır son derece parlak isimler, deha düzeyine gelebilmiş yaratıcılar ve dinleye dinleye tüketemediğimiz bir koca caz külliyatı.

Polifonik veya elektronik avangard batı müziğinde de aynı gelişmeleri tespit edebiliriz. Igor Stravinsky'den John Cage’e, Karlheinz Stockhausen’den Gyorgy Ligeti'ye, Maria Callas’tan Elina Garanca’ya yenilikçi, geleneği zamane’leştiren devasa adımlar hep atılmakta.  

İşte eğer aynı mekanizma memleketimizde de işliyor olsaydı, Cemil Bey, Mesud Cemil Bey, Necdet Yaşar ile sınırlı kalmaz, bu değerli sanatkârların çizgilerinde yaratılmış eserler ile ruhlarımız da, dünyaya bakışımız da zenginleşmiş daha insani kıymetlerin hakim olduğu bir hayat kurulmuş olabilirdi belki de. Sanat sadece kendi dalı ile yetinmez, başka dalları, başka alanları da etkiler, estetikleştirir, zarafet katar. İşte mahrum kaldığımız budur. Onlarca sanatçı, yüzlerce konser, albüm, taksimler; başka kültürlerin sanatçılarıyla yapılacak ortak çalışmalar, mesela Brian Jones ile Mesud Cemil Bey, John Mclaughlin ile Necdet Yaşar, Paco De Lucia ile Mesud Cemil Bey, Ravi Shankar ve Yehudi Menuhin ile Necdet Yaşar emprovizasyonları. John Coltrane ile Necdet Yaşar; hayali bile cihan değmiyor mu?

Ama hazindir ki sadece hayali ile iktifa etmek zorundayız. Bir somut vakayı da itiraf etmek gerekir ki, bizlerin de bu şikâyet ettiğimiz çoraklıktan, yeterli ilgiyi, sahiplenmeyi, yoksunlaşmayı sessiz kalarak kabullenmekle sorumluluğumuz vardır elbette. Konserlere gidilmez, CD’ler alınıp dinlenmez, sanatkâra, sen üret ben tetikte heyecanla bekliyorum hissi yaşatılmazsa, talepkâr olunmazsa, ne beklenebilir?

Kanıksamışız artık ama ne yapalım belirtmek zorundayım; Necdet Yaşar’ın kıymeti, bu ülkede layıkıyla takdir edilemedi. Zaten bir ara, musikîde bir istikbal göremediği için üniversiteyi de bitirdikten sonra, artık memleketi  Nizip’e dönmemesi son anda sanat çevresinden kaybın ne kadar büyük olacağını idrak eden Tülin Korman ve Münir Nurettin sayesinde olmuştur. Böylelikle belki de şimdi Nizip’te zeytin bahçesiyle uğraşan, sanat alanında tanınmayan ama evinde güzel tanbur çalan bir kırgın insan olarak hayatını sürdürüyor olacaktı. Bizler de Yehudi Menuhin’i bile büyüleyen sanatından mahrum kalacaktık. Sadece bu ülkenin insanları mı? Hayır; tüm dünya. Öyleyse, Necdet Yaşar’a, musikîmizin bu abidesine, evrensel ölçekte bakmaya çalışalım.

İçimiz acıyarak öğreniyoruz ki kıymeti  Avrupa ve Amerika’da hemen anlaşılıp takdir edilmiştir.

Pırlantanın kıratını kuyumcu bilir.

Bu söz Necdet Yaşar’ın sanat serencamına o kadar uygun düşüyor ki.

Batı da Doğu müziğine ilgi her dönemde olmuştur. Rolling Stones’un 1960’lardaki o renkli müziğinin yaratıcısı Brian Jones'tur. Paint Black, Brian Jones'un sitarıyla bambaşka bir melodik zenginliğe bürünür. Fas’a gidip çöl bedevileri ile mağaralarda yaptıkları trans müziği kayıtları, "The Pipes of at Pan on Joujouka" adıyla CD formatında da yayımlanmıştır. Bu albüm bugün bile türünün zor bulunan örneğidir.

Led Zeppelin grubu dağıldıktan 14 yıl sonra, Robert Plant ve Jimmy Page İstanbul’a da gelip konser vermişlerdi. Page ve Plant'in organizasyon firmasından tek istekleri canlı fasıl müziği izlemek olmuş. Tereci tere almaz.

Pink Floyd grubunun solist, gitarist ve bestecisi David Gilmour da son yıllarda doğu müziğiyle daha yakından ilgilenmeye başlamış, bir yat gezisi sırasında uğradığı Kuşadası'nda eskiciden aldığı cümbüşü “On An Island” albümünde de seslendirmiştir. Çalışmalarını yakından takip ettiğim David Bilmour, hepimizi çok şaşırtacak bir çalışma üzerinde yoğunlaşmış durumda. Henüz albümlerinde yer vermediği, "Magic Of Orient" isimli iki versiyonlu çalışması ile düş âlemlerine çıkacağız, oralarda Cemil Bey ile Necdet Bey’i çok yad edeceğiz.

Led Zeppelin, Rolling Stones, Donovan, John Coltrane, Beatles ve tabii George Harrison, Jan Garbarek, doğu müziğine yakınlıklarıyla hemen akla gelenlerdir. Harrison'un, Ravi Shankar  ile müzikal çalışmaları; Hint müziğine, kültürüne duyduğu ilgi biliniyor. Bir de viyola virutozu Sir Yehudi Menuhin’in Ravi Shankar-Alla Rakha-Kamala Chakravali ile yaptığı Wets Meet Eats albüm dizisi ve konserleri müzik tarihine altın harflerle geçmiştir. Bu albümler, doğaçlamanın zirvesidir.

Bu konuyla, rock ve cazda batılı müzisyenlerin doğulu müzisyen ya da doğu otantik enstrümanları ile yaptıkları çalışmalarla çok alakadar olduğum için Tanburi Cemil Bey araştırmalarımda hep şunu düşünmüştüm: Eğer Cemil Bey, Menuhin’le aynı dönemde yaşasa mutlaka yolları çakışırdı, Menuhin O’nu mutlaka keşfederdi, Shankar ile yaptıklarını Cemil Bey ile de yapardı, ne de enfes olurdu.

 

Yehudi Menuhin ve Necdet Yaşar
 

Necdet Yaşar (soldan ikinci), neyzen Niyazi Sayın (soldan üçüncü) ile birlikte Kültür Bakanlığı 2009 Kültür Sanat Büyük Ödülü'nü dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan alırkenCemil Bey araştırmalarım, tüm kaynakların taranması sona erip de yazı aşamasına gelmişken, şok edici bir sürprizle karşılaştım.

Öğrendiğimde hem çok sevindim, hem de çok heyecanlandım. Sonra da içimi bir hüzün kapladı. Bu Tanzimat aydını illetinden neden kurtulamıyoruz ki, diye sordum kendi kendime. İlla batı üzerinden mi kendi bahçelerimizin mahsullerini  ekspertize edeceğiz? Neden bundan kurtulamıyoruz? Hangi Hintli, Ram Narayan’ı Mao'ya da konser verdi veya Ravi Shankar’ı George Harrison ile müzik çalışmaları yaptı diye sever?

Neyse, yazgımıza rıza göstereceğiz şimdilik.

Cemil Bey değilse de Necdet Bey, bir yurtdışı çalışmasında Menuhin ile tanıştırılmış, sohbet etmişler, O’na tanbur çalmış.

Yehudi Menuhin çapında bir büyük müzik insanı, Necdet Yaşar’daki cevheri hemen fark etmiş ve dinlediğinde çok etkilenmiş. Necdet Yaşar o anı, "Sanki Paganini karşımdaydı, beni de nezaket gösterip birkaç dakika dinler" diye aklından geçirmiş. Ama Yehudi Menuhin, bu büyük sanatkârın tanburundan çıkan nağmelerden, stil ve tekniğinden öylesine etkilenmiş ki, defalarca yavaşlamasını, aynı bölümü tekrar çalmasını dikkat kesilerek rica etmiş. Özellikle de uşşak makamının icrasında Menuhin tekrar tekrar dinlemek istemiş, bir buçuk saat bu minval üzere devam etmiş muhabbet. Daha sonra konserine çıkan Menuhin, konser bitiminde, "Mendelsshon seslendirdim ama hep o Türk’ün tanburu beynimde çınlıyordu" demiş.

Yıllar sonra İstanbul’a gelen Yehudi Menuhin, kendisini ziyaret eden Necdet Yaşar’a, neden döndün orada kalmadın, diye sitem eder. Çünkü bilmektedir ki eğer Necdet Yaşar orada kalsa idi bir Shankar, bir Itzhak Perlman, bir Stephane Grappelli mertebesinde bir sanatçı olurdu.

Yehudi Menuhin, Necdet Yaşar’ın da katıldığı bir konferansta müzikle sanatın arasındaki fark konusunda  şunu söyler:

"Müzikte dört hâl vardır. Bir müzisyen evvela göze hitap eder. Sonra kulağa hitap eder, ama henüz sanat başlamamıştır. Ama beyne, dimağa ulaşmışsa sanat başlamıştır. Şayet kalbe, yani, gönüle giderse işte bu sanattır, idealdir. Biraz evvel dinlediğim Türk (Necdet Yaşar) böyle çalıyordu."

Yehudi Menuhin, bu şahane anlatımıyla eğlencelik, seyirlik ile sanat arasındaki kalın çizgiyi de tanımlamış oluyor.
 

Necdet Yaşar ve Aşık Veysel
 

Nizip’ te, henüz 7 yaşında iken babasının eve getirdiği bir Aşık Veysel plağını dinledikten sonra çok etkilenen Necdet Yaşar’ın müzik merakı da başlar. Mecnunum Leylamı gördüm, şarkısındaki o kavruk sesten ve sazın nağmelerinden müthiş etkilenir. O zamandan bir saz çalma arzusu duyar. Hâlâ bu anısını anlattığında o heyecanı yaşayan değerli musikişinas bu beyefendi insan, üniversite öğrenimi için geldiği yurtta, bir gün radyodan Cemil Bey'in nağmelerini duyar ve kendi deyimiyle, karasevdaya tutulur. Büyülenmiş bir hâlde, o an radyoyu dinlemekte olan Nevzat (Atlığ) Bey'e sorar:

- Abi bu müthiş bir şey, bu nedir?

Nevzat Bey tanbur olduğunu söyler.

"Bu kara sevdayı eğer bir kadına duysaydım, Mecnun olup çöllere düşerdim" diye de ekliyor Necdet Yaşar.

Hemen bir tanbur edinmek için Ziya Usta'nın dükkânına gider. Aynı zamanda müezzin de olan Ziya Usta tanbur ve kemençe çaldığı gibi, Mesud Cemil Bey'in de yakın arkadaşıdır.

Tanburunu aldıktan sonra, yine kendi sözleriyle 'çılgınlar gibi çalışmaya başlar.' Bu arada sahaflardan aldığı Tanburi Cemil Bey’in plaklarını alıp sürekli dinler. Aynı yurtta kaldığı Nevzad Atlığ, Necdet Bey'deki ilerlemeyi fark eder ve İstanbul radyosu korosuna davet eder. Bir zaman sonra bir gün, Dr. Alaeddin Yavaşça, evinde yakın arkadaşı Mesud Cemil Bey ile yemek yerken radyo programında tesadüfen Necdet Bey’in bir tanbur solosunu işitir. "Yahu doktor kim bu? Bizim lisanla konuşuyor, tanımak isterim" der.

Alaeddin Yavaşça, Necdet Bey ile Mesud Cemil beyi tanıştırır ve Necdet Yaşar’ın sanat hayatında artık şelale olmasının önü açılmış olur. Çünkü Mesud Cemil, Necdet Yaşar’da babasının devamını görmüştür. Necdet Bey, inanılmaz bir disiplinle çalışmaya başlar. Annesi, ondaki merak ve yol alışı görür; ama ona "Bunu eğer sanat için yapacaksan devam et, eğer öyle gazinoda orda burada para kazanmak için yaparsan, sonra da Antep’ e gelip kapıyı çalarsan sana kapıyı açmam haaa" der.

Sonrası çağlayan misali akar. Mızrabı değişik bir şekilde kullanır. Gerektiğinde agility, çok hızlı vuruşlarla gümbür gümbür çalmanın güzide örneklerini verir. Tanbur çok tok sesli, yüksek volümlü bir saz değildir. Aksine narin, düşük volümlü bir çalgıdır. Bir orkestrasyonda sesi zor ayırt edilir. Necdet Bey mızrap vuruşlarında geliştirdiği teknikle bu meseleyi kökten halletmiştir.

Hiç bilmiyordum, araştırmalarım sırasında öğrendim; Tanburi Cemil Bey’in kendisine ulaşan tanburunu ve yıkılan kapısını özenle koruyan Necdet Bey, kayıp olan Cemil Bey’in mezarının bulunmasını da sağlamıştır.

Bütün birikimini genç tanburilere aktarma cömertliğini göstermekten de imtina etmez.

ABD, Kanada, İngiltere, Güney Kore, Hong Kong, Almanya, İtalya, Fransa, Belçika, Hollanda, Finlandiya, İsviçre’de çeşitli üniversitelere, konferanslara, kongrelere davet edilerek dersler vermiş, tanburuyla makam ve taksimleri ile musikîsinin tanıtımını yapmıştır. Bütün bu başarılardan ne haberdar olunmuş, ne de umursanmıştır.

Bugün 86 yaşında olan Necdet Yaşar, hem otantik,  hem de yenilikçi olabilmeyi başarmış dünyada da az sayıdaki örneklerden biridir.

Dr. Alaeddin Yavaşça "Yıllarını musikiye vermiş bir kişi olarak Necdet Yaşar çapındaki bir arkadaşımızın Türk musikîsinde bir icracı olarak yetişmiş bulunması ve bizim de o çağı yaşamış olmamız bizim için bir şanstır" diyor.

Necdet Yaşar'ın sözleriyle noktalayalım:

"Toplumun bu güzelliklerden haberinin olmamasına üzgünüm. Baki kalan bu kubbede bir hoş seda bırakabildiysem mutlu olur, çekilir gideriz."

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...