Modern tıbbın iyileştiremediği hastalıkları iyileştirdiğini, fobilerinizi ortadan kaldırdığını, kara bahtınız kör talihinizin gözlerini şakkadanak açtığını iddia eden ‘aile dizimi’ olayını merkezine alan Netflix’teki ‘Zeytin Ağacı’ dizisi dilden dile dolaşıyor.
Dizide Fırat Tanış’ın canlandırdığı ve ‘aile dizimi’ yapan Zaman Bey karakteri aslında gerçekten var. İsmi de Sabri Salış. Dizi yayınlanmadan çok daha önce birkaç arkadaşım aile dizimini deneyimlemek için kendisini ziyaret etmiş ve Sabri Bey’in ofisindeki objelerden, tablolardan bahsederek ejderhalara olan merakından bahsetmişti. Ben de diziyi izlerken ejderhaları görünce “Aa demek aile dizimi yapanların hepsi ejderhalara meraklıymış” demiştim kendi kendime.
Sonra Heja Bozyel’in T24 Haftalık için Zeytin Ağacı’nda başrolü oynayan Tuba Büyüküstün, senarist Nuran Evren Şit ve yönetmen Burcu Alptekin'le yaptığı söyleşide dizinin danışmanının gerçekten de Sabri Salış olduğunu öğrendim. Yani Fırat Tanış, resmen Sabri Salış’ı oynamış.
Ben de bu iş neyin nesiymiş, neler oluyormuş, gerçekten atalarım beni ziyaret edecek mi diye büyük bir merakla -Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’ye özel not, 600 liralık ‘aile dizimi’ ücretimi ödeyerek- randevu aldım. Bir not da okura; Sabri Salış, ‘aile dizimi’ değil ‘köken aile açılımı’ yaptığını söyledi.
Hem bu işi deneyimlemek hem de söyleşi için gittiğim -randevu talep ederken T24'te çalıştığımı, gazeteci olarak mülakat yapmak istediğimi yazmıştım- Salış’la sohbetimize geçmeden önce, kısaca kendi deneyimimi anlatacağım. Başkalarının ‘bad trip’ hikâyelerini dinlemekten ya da aile albümündeki fotoğraflara bakmaktan sıkılanlar, doğrudan söyleşi kısmına geçebilir.
Sabri Salış
Sabah 10.00’da Mecidiyeköy’deki Nefes-i Hızır Kişisel Gelişim Merkezi’nde olmak üzere yola çıktım. Bir süre adresi bulamadım; doğrusu insanlara sormaktan biraz çekinerek etrafa bakınırken köşedeki bakkalın önüne oturmuş bir amca bana seslendi, “Adres mi arıyorsun sen, gel gel!” dedi. “Yok ben bulurum” filan dedim ama ısrarla çağırdı. Yanına gitmek istemiyordum, çünkü adresi söylersem beni falcıya, büyücüye giden çaresiz birisiymiş gibi görmesini istemiyordum. Ama amca kitlelerin tecrübesiyle nereyi aradığımdan emindi, nitekim yanına gider gitmez “Şu apartmanı, şu daireyi mi arıyorsun sen” dedi. Bu yönlendirmenin ardından utangaç adımlarla adrese ulaştım.
Girişte bir onay formu doldurmanız isteniyor. Hukuki açıdan merkezi korumaya yönelik bu formda şunlar yazıyor:
“Nefes-i Hızır Kişisel Gelişim Merkezi’nde grup veya bireysel olarak gerçekleştirilen çalışmaların kişinin gelişim yolculuğunda rehberlik sağlayarak farkındalık artırmak için düzenlendiğini biliyorum. Yolculuğumun tüm sorumluluğu bana aittir. Nefes-i Hızır’ın bir tıp merkezi ya da psikoterapi mekânı olmadığını biliyor ve burada tıp ve psikoterapi uygulanmadığı anlıyorum.
Enerji, Çakra, Reiki, Aile Dizimi, Meditasyon, Homeopati, Bach gibi kavramlar hakkında yorum yapabilse de bu yorumların sahip olabileceğim herhangi bir tıp, zihinsel sağlık ve psikolojik sorun için herhangi bir eylem planı için tavsiye niteliğinde olmadığını biliyorum. Buradaki çalışmaların tıbbi tedavi, tanı veya değerlendirmelerin yeri olmadığını anlıyor ve kabul ediyorum. Seanslar için herhangi bir ödemenin belirli bir sonuç için değil danışmanın benimle geçirdiği süre için olduğunu biliyorum.”
“Çalışmalarımızın hiçbiri tedavi amaçlı değildir. Bu merkezde yer alan çalışmalar bilgilendirme amaçlı olup, sağlık hizmeti niteliği taşımaz. Hiçbir şekilde tanı ve tedavi amaçlı kullanılmamalıdır. Tanı ve tedavinin mutlaka bir tıp doktoru tarafından yapılması gereklidir. Her türlü hastalık ve tedavi gerektiren sorunlarınız için lütfen bir tıp doktoruna başvurun.”
13 kadın 2 erkek, 15 kişiyiz Atıyorum imzamı ve terasa geçip bekliyorum. Benden başka 14 kişi daha var. Her seansta üç kişinin ‘köken aile açılımı’ yapılacak ve 10 dakika ara verilecek. Sabah 10.00’da girdiğimiz merkezden ancak akşam 20.00’ye doğru çıkabileceğiz. 15 kişinin 13’ü kadın. Sabri Bey kısa bir oryantasyondan sonra “İlk kime bakalım” diyor, kadın katılımcılardan biri el kaldırıyor ve seçildikten sonra Sabri Bey’in yanına oturuyor. Ben içimden küçük bir pişmanlık yaşıyorum, burada ne işim var diye. Yanında oturan kadına grubun duyabileceği bir şekilde ismini söylemesini istiyor ve kendisini temsilen birini seçmesini istiyor. Öğretmen beni tahtaya kaldırmasın diye gözlerimi kaçırıyorum kadından. Neyse ki beni seçmiyor, başka bir genç kadın katılımcı seçiliyor. Katılımcı ortaya geçiyor, Sabri Bey “Sen Ayşe’yi temsil ediyorsun, şimdi gözlerini kapat, içinden kim olduğunu düşün. Hazır olduğunda gözlerini aç ve alanda istediğin gibi hareket et ama ben bir şey sorana kadar sakın konuşma” diyor. ‘Temsilci’ kadın gözlerini açıyor, olduğu yerde duruyor bir süre, sonra kollarını kavuşturup ovuşturmaya başlıyor. Sabri Bey ayağa kalkıp temsilcinin yanına gidiyor ve dokunuyor, “Nassın sen? Ayşe Nasıl?” diyor, aynı Zaman Bey gibi. Kadın temsilci endişeli olduğunu, ellerinden yukarıya doğru uyuşmalar hissettiğini, bacaklarında da uyuşma başladığını söylüyor. Ortada olan ben değilim ama sanki benim de ellerim uyuşmaya başlıyor. Tanıdık bir uyuşma bu. Eyvah! Panik atağım başlayacak galiba, diye düşünüyorum. Sonra temsilcinin ‘uyuşmasını’ temsil eden başka birini, yani ikincil bir ‘temsilci’ seçmesini istiyor yanında oturan kadından.
|
“Kim olduğumu hiç anlatmıyorum”
Seanslar bittikten sonra ben merak ettiklerimi sordum, Sabri Salış yanıtladı. Yanıtlar aşağıda…
Sabri Salış, Kapadokya’da ateş başında
- Sabri Salış kimdir?
Hiç anlatmıyorum bunu.
- Nasıl yani, öncesi yok mu? Nerde doğdu, kaç yaşındadır bunlar yok mu?
Onları söylüyorum ama çok özele girmiyorum. Kişi gelsin, görsün tanısın istiyorum beni. Anlatabilirim, bütün eğitimlerimi yazabilirim. O kadar çok eğitim aldım ki bir duvar kâğıdı olabilir ama onların hiçbiri Sabri Salış değil. Aldığım eğitimler bir kopya sadece. Onların hiçbiriyle çalışmıyorum, kendi açtığım ve bana açılan enerjiyle çalışıyorum. Onun için eğitimim yok, anlatmıyorum. Nerden ne eğitim aldım, nasıl yaptım, onlara girmiyorum.
- Neden, yargılanacağınızı düşündüğünüz için mi?
Hayır, gelen yargısız gelsin, Sabri buymuş diye gelmesin. Gelsin tanısın ve kendisi karar versin.
- Ama bugün seans öncesinde gittiğiniz yerin eğitimi nedir mutlaka sorun demiştiniz. Şimdi kendiniz söylemiyorsunuz.
O aile dizimi için söylediğim bir şey. Çünkü hassas bir çalışma, ruhsal bir çalışma. Ruha dokunuyorsun, onda yanlış yapamazsın. Onun eğitimini gerçekten iyi almış olmak gerekiyor. Benim aldığım aile dizimi eğitimi ile şu an şu an açtığım köken aile açımı arasında fark var.
- Nedir farkı?
Bu benim tamamen kendi geliştirdiğim bir sistem. Ruha güveniyorum, gelenlere hiçbir şey sormuyorum. Ruh da zaten açıyor kendini, eğer ruhu iyi okuyabiliyorsan ve kendine güveniyorsan bu alanı açabiliyorsun. Yoksa aile dizimi açıyorsun, köken aile açılımı açmıyorsun.
- Bizim bugün yaptığımız köken aile açılımı mıydı?
Evet.
- Yani ikisinin de eğitimi başka mı?
Köken aile açılımının eğitimi yok. Kendini geliştirirsen buraya gelebiliyorsun. Aile dizimi eğitimleri çok. Normal klasik eğitim verilir. Kişiye sorarsın neyin var, niye geldin diye o da anlatır anlatır anlatır… Bütün hikâyeyi sen duyarsın, herkes duyar. Kalabalık kişileri koyarsın, zaten biliyorsun baba anne ölmüş bilmem ne… Onu zaten açıyor.
- Aile dizimi eğitiminiz var mı?
Evet, var. Almanya’da aldım bu eğitimi. Üç sene sürdü. Bert Hellinger’in* öğrencilerinden aldım. Hellinger’in birçok seminerine katıldım Almanya’da. Türkiye’ye iki defa geldi, ona da katıldım.
- Aile dizimi işinin babası Bert Hellinger sanırım?
Bu forma getiren o. Eskiden farklı formlarda vardı. Hellinger kendi sistemini oturttu ve adına aile dizimi ismini verdi. Sonra da çok değişti, Hellinger’in çalışmaları da çok değişti. Türkiye’de genelde Hellinger’in ilk verdiği sistemle çalışılıyor.
Sabri Salış
“Babam da şifacıydı, bana öğretmek istediğinde ‘Bana üfürükçülük mü öğreteceksin’ dedim!”
- Sizi bu işi yapmaya iten bir şey olmuş olmalı. Neydi bu?
Ben hiç istemiyordum aslında bu işi yapmak. Çünkü benim babam da dedem de onun dedesi de şifacı, bütün atalarım şifacı. Babama gerçekten ruh sağlığı kötü olanlar bile geliyordu. Onun kendi bir ritüeli vardı ve onu yapınca adamlar iyileşiyordu.
Sonra bir gün ortaokuldayken okula gideceğim, çıktı dedi ki “Ben bu işi sana öğreteceğim.” Ben de sinirlendim, “Sen üfürükçülük mü öğreteceksin bana modern tıp denilen bir şey var, ben istemiyorum. Sen ne yaparsan yap!” dedim. Babam güldü dedi ki, “Herkes oluyor ailede. Sen de olacaksın, kurtuluşun yok.”
Sonra Almanya’ya gittim evlendiğim için. Orada önce refleksolojiye merak sardım…
- Ne iş yapıyordunuz Almanya’da?
İlk gittiğimde fabrikada çalıştım, temizlikçi olarak girdiğim bir yerdi. Sonra orada vardiya şefliğine kadar yükseldim. Oradan çıktım taksi şirketi kurdum, taksilerim vardı. Taksideyken de boş vaktim çok oluyordu, ben de bunları öğrendim yavaş yavaş. Bir gün bütün hepsini öğrendiğimi gördüm.
Aslında beni bu işe iten en büyük şey şu oldu; oğlum astım hastasıydı. Sürekli makineler, her tarafta spreyleri vardı. Dışarı çıkınca nefes alamıyor, kreşte, bütün akrabaların çantasında her zaman sprey vardı. Sonra bir hocaya -benim de hocam oldu daha sonra- gittik.
- Şifacıya gittiniz yani?
Evet, şifacı, doğal sağlık danışmanı. Kadın sorular soruyor; ekşi mi sever tatlı mı sever, nasıl uyur gibi şeyler soruyor ama astımını sormuyor. Neyse bitti sorular. Sonra bir şey verdi ve dedi ki; iyileşecek.
Bana baktı, sen inanmıyorsun buna dedi. Hayatta inanmıyorum o zaman tabii, çocuğun astımını durumunu sorarsın, belirtilerini sorarsın böyle bir şey yapmadın bu çocuk da iyileşmez. Sağlam da para vermiştim, bir ev kiram kadar. Sonra çocuk iyileşti ve ben yıllar sonra oradan homeopati eğitimi aldım.
- Aile dizimi yapmak nasıl ilk aklınıza geldi?
Onu da aynı hocadan duydum. Sonra Hellinger’in kitaplarını okudum ve dedim ki bu muhteşem bir şey. Ben bunu yapmalıyım ve öğrenmeliyim. Ama öğretecek olan beni anlayan biri olmalı, kültürümü anlayan birisi olsun dedim. Yıllarca ara ara ara, sonra birini buldum ve gittim. Kadın yıllarca Türkiye’de yaşamış birisi, bizi biliyor. Bir açılım yaptı bana muhteşem. Sonra eğitim aldım, yaklaşık üç sene sürüyor eğitim.
“Şarlatan, sahtekâr diyenler de deneyimlemeli”
- Babanıza söyledikleriniz yüzünden pişman oldunuz mu, baba haklıymışsın dediniz mi?
Babam 92 yaşına kadar yaşadı. Son dönemlerinde babamın artık gitmesi lazım ama gitmiyor, fark ediyorum. Bir aile açılımı yaptım. Babam dedi ki “Ben seni bekliyorum.”
Anladım ki benden duymak istiyor, baba ben de bu yolu seçtim dememi istiyor. Türkiye’ye geldim, ama babama söyleyemedim. Üç gün kaldım geri gittim. Tekrar açılım yaptım, tekrar babam dedi ki, ben seni bekliyorum. Yine Türkiye’ye geldim, babamla yalnız kaldım elini tuttum ve şunu söyledim: “İyi ki varsın! İyi ki sen benim babamsın. Bana bildiğinin, öğrendiğinin, yapabildiğinin en iyisini verdin. Bilmediğin bir şeyi veremezdin, ben bu mesleği aldım artık ben de yapıyorum.”
Babam ağlamaya başladı. Ben de ağladım. Sonra geri döndüm ve dedim ki ben bu mesleği seçiyorum ve çalışacağım. Taksileri bıraktım, diğer işleri bıraktım ve tamamen buna yöneldim.
Sonra Türkiye’ye yerleştim. Şunu anladım, Almanya’ya gidip bu işi daha profesyonelce öğrenmem gerekiyormuş. Onun için gitmişim. Burada öğrensem belki babamdan el alacaktım ama şu anki bilgilerime erişebilir miydim bilmiyorum.
- Siz de babanıza demişsiniz senin gibi üfürükçü mü olacağım diye… Size modern zaman üfürükçüsü, şarlatan, sahtekâr diyenler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence deneyimlemeleri lazım. Deneyimle, gör, ne olduğunu bil. Dünyaya yeni bir şey geldiği zaman ilk başta her zaman bir karşı duruş vardır.
Dünya yuvarlak diyen insanı düşünün. Günah. Çünkü eski bilgiler ne diyor; dünya düz. Bu adamı zindana attılar. Dediler ki bak günah işliyorsun, bu işi bırak. İşkence gördü ama durmadı, dünya yuvarlak dedi. İşkence çeke çeke öldü. Tıpta da öyle; Freud mesela, psikoterapinin babasıdır ama Freud ilk çıktığında şarlatan deniliyor. O arkasında durdu. Şu an tıp aleminde bu işin babası olarak görülüyor.
“Freud görse ‘Siz kafayı mı yediniz’ derdi”
- Freud aile dizimi yapıldığını görse bu işe ne derdi?
Herhalde siz kafayı mı yediniz derdi. Çünkü o çok zihin insanı ama Jung daha çok hissel ve duygusal ve ruhsal birisi. O olsa herhalde evet bu doğru, bundan devam edin derdi.
- Aile dizimi sırasında ruh ya da hayalet mi çağırıyoruz, ne yapıyoruz?
Hayır değil, ne hayalettir ne ruhtur. Bilimsel olarak nasıl işlediğini tam olarak açıklayamıyoruz, o morfogenetik bilgi nasıl açılıyor, orayı nasıl etkiliyor tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey işlediği. Bunu da deneyimlemek lazım, deneyimledikten sonra görüyorsun. Yoksa anlatamıyorsun. Hiçbir aile dizimcisi anlatamaz, Hellinger de anlatmıyordu, biz de anlatamıyoruz.
O yüzden bize göre anlatılamayan ve tamamen kanıtlayamadığımız bir şey. Çoğu insan için de kabul edilir değil.
- Bu işin bir tehlikesi yok mu?
Hayır.
- Sıfır risk yani?
Ruhu çok iyi okuyabiliyorsan, senin için kutsalsa ve devinimini tamamen alandan gelen bilgiyle hareket ediyorsan, müdahale etmiyorsan, hiçbir riski yok. Sen kendi aklınla, zihninle müdahale edemezsin.
Siz de çalışmada gördünüz, hiç müdahale etmedim, şöyle yapacaksın böyle yapacaksın, bu doğrudur, bu yanlıştır yok. Zorlama da yok. Gördünüz, bıraktım yarıda ve bir saat sonra tekrar devam ettim bir tanesine.
Çünkü orada ben zorlayabilirdim, gideceksin, sarılacaksın deyip zorla sarılın diyebilirdim ama bu ileride ters teperdi. Katılımcı sert bir deneyim yaşayabilirdi. Onu yaşatmaya hakkım yok. Bakın böyle ne oldu? Bıraktık, kendi içinde yumuşadı, saat geçti, kendi içinde o şifa sürecini işlemiş oldu. Ve sonunda oldu.
“Türkiye’de en çok ilişkiler, sonra göçler, büyüler, beddualar çıkıyor…”
- En çok hangi sorunlar için geliyorlar?
Türkiye’de en çok ilişki sorunları tabii. Sonra göçler, büyüler beddualar çok çıkıyor, yetim öksüz kalanlar, doğumlar… En çok çalışılan yerler genelde erken anne baba kayıpları, sırtsız dayanaksız kalmalar…
- Buraya gelince bütün sorunlar çözülecek mi?
Biz onun garantisini veremeyiz. Öğretmenler aslında bir kapı açarlar, sana bir dokunuş yapar ve kapıyı açar, kapının eşiğinden geçmek kişinin elindedir. Orada bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Ben yaptım bitti, çözdüm dediğin andan itibaren ona bir umut verirsin ve eşiği geçme durumunu kırabilirsin.
- O zaman sizin yaptığınız şey kişiye problemin kaynağını göstermek?
Aynı zamanda oraya bir dokunuş yapmak.
- İnanmak önemli mi?
Hayır, inanmasan bile olur. Çünkü bu bir devinim. Durgun gölün ortasına bir taş atmak gibidir. O dalga dalga büyüyor ve içinde onu rahatsız eden ne varsa kıyıya kadar atıyor. Ama bazı kişiler aklı mantığı çok didiklemeye başlarsa o zaman ikinci üçüncü taşı atmaya başlıyor ve o sağlıklı büyüyen dalgayı bozuyor ve o kıyıya atması gerekeni daha derine atabiliyor.
“Covid bize müthiş hizmeti olan bir varlık”
- Çok ciddi psikolojik rahatsızlıkları olan kişileri yanlış bir kuyuya atıp orada bırakabileceğinizden korkmuyor musunuz hiç?
Aile ruhu, ruh dediğimiz şeyin içinde evrensel bilgi var. Evrensel bilgiye güveniyor musun güvenmiyor musun? Ben güveniyorum. Onun çözemeyeceği hiçbir şey yok. O ismini verdiğimiz psikolojik rahatsızlıklar bizim bulduğumuz şeyler, ama onun kaynağında bir şey var. O kaynağı biliyorsan, buraya dokunuş yapabileceğini biliyorsan, o zaman o hastalıklar beni korkutmuyor. O konularda daha hassas ve yavaş çalışıyorum.
Bugüne kadar daha kimseden olumsuz bir tepki duymadım, kendimi övmek için söylemiyorum. Gerçi bunu okuyunca birisi kesin yazar, ben yaptım da hiçbir şey olmadı da kötü oldu da. Başka uzmanların danışanlarına bir şey diyemem.
- Tahmin ediyorum ki siz kendi sağlığınız için de ilaç kullanmıyorsunuz, doğru mu?
88’den beri hiçbir şey kullanmadım.
- Covid-19 pandemisine nasıl bakıyorsunuz peki?
İlahi düzeni anlamak lazım.
- Ne demek bu?
İlahi, bütün evreni yaratıyor değil mi? O bir şeyi biliyor da yaratıyor. Yaratılan her canlıda bir ödev ve görev vardır. Her şeyi biliyor da yaratıyor. Covid ilk çıktığında benim söylediğim şey şuydu; ilk önce beni bulsun ben istiyorum. İlk önce benim içimden geç. Çünkü ilahi bir şeyi yaratıyorsa, bizim hizmetimize yaratıyordur.
Sivrisineği yarattığı zaman, ona diyor ki senin fıtratında insan kanı emmek var. O görevini yapıyor. Sivrisinek herkesi sokmaz, bir kişiyi çok sokar, onlar kimdir biliyor musunuz? Şövalyeler. Eskiden şövalyeler vardı. Savaşa giderdi, bir kahramanlık yaratırdı ve döndüğünde de kral tarafından şövalye ilan edilirdi. Onların zırhlı bir kostümleri vardır.
Ona sorduğunda; sen kim için savaştın, ülkeyi kim aldı? Kral. Karşı ülkenin bütün hazinesini kim aldı kral. O zaman sen bir kurban mısın bir kahraman mısın?
Kendi yaşantını birine kurban ediyorsun. Ama sana kahraman dedikleri için bunu görmüyorsun. Sivrisinek de gelir, kıldan ince iğnesiyle etini damarını deler ve kanını emer. Kan yaşam gücü, yaşam enerjisidir. Sana diyor ki, kanını kimin için döküyorsun? Yaşam gücünü yaşam enerjini kimin için feda ediyorsun? Bak ben senin etini deliyorum, senin bir zırhın yok. Yani zırhının olmadığını gösteriyor sana. Sen bir kahraman değilsin.
Biz ne yapıyoruz? Sivrisineği öldürüyoruz. Onu öldürmek, ilahiye isyandır. Ona diyorsun ki; sen bunu yapamadın, beceremedin, ben bunu öldürüyorum. Çok riskli. Biz Türkiye’de ne yapıyoruz? Her tarafı sinek için ilaçlıyoruz.
- E hastalık oluyor çünkü bazen sineklerden…
O hastalık neden oluyor? O yola pisliği biz atıyoruz çünkü. Tükürüyoruz, çöpümüzü atıyoruz. Biz yaratıyoruz. Sivrisinek de geliyor diyor ki; senin pisliğini sana geri veriyorum. Cildin altındaki o iltihap şunu gösteriyor; senin çevrenle ilişkin bu kadar hastalıklı işte.
- Covid de bir sivrisinek mi?
Covid de bize müthiş hizmeti olan bir varlık. Cenab-ı Allah yapamadı, beceremedi ve biz buna savaş mı açıyoruz? İlahinin yarattığı bir şeye savaş açıyorsun. Allah’a savaş açıp kazananı ben daha hiç görmedim.
- Binlerce insan öldü bu hastalıktan…
Virüsün verdiği bir mesaj var. Onu anlarsan, bedenine girdiğinde hayatın değişir. Onun vermek istediği bilgiyi alıp çıkarsın. Ayak diretirsen, bu böyledir değişmeyeceğim dersen o karakter ölüyor.
- Ölenlerin hepsi değişmeyi kabul etmediği için öldü yani öyle mi?
Evet.
- Aşı oldunuz mu?
Cevap yok. Ben ilahiye savaş açmıyorum. Benim için hayırlısıysa uzaya da gitsem gelip beni bulur.
- Bir yakınınızı kaybettiniz mi Covid’den?
Eniştemi kaybettik.
- Üzülmediniz mi?
Hayır, onun kaderi oydu. Kimse için üzülme hakkımız yok. Herksin kendi yolculuğu bu.
“Türkiye için de açılım yaptık”
- Covid konusunu burada kapatmak istiyorum. Türkiye için aile dizimi yapmak mümkün mü?
Yapıyorum.
- Nasıl görünüyor durum?
Türkiye’nin hep döngüleri var. Hep 19- 20 yılda bir ya bir ihtilal olmuştu ya bir savaşa girmiştir ya başka bir şey olmuştur. Hep böyle bir acılı dönemi var. Bir sene boyunca Türkiye’ye biz açılım yaptık. Bu sefer değişim dönüşüm kanlı olmasın, gözyaşlı olmasın, şiddetli olmasın, tamamen sevgide olsun dedik. En son tamamen sevgiye geldi, bıraktık. Aralık ayı gibi tekrar başlayacağız sürece.
Avrupa’da çalıştığım spiritüel hocalarım var, onlar da büyük değişimin Anadolu’dan başlayacağını söylüyor. Biz Anadolu’yu bekliyoruz. Temellerini siz atacaksınız ve oradan doğacak diyorlar.
Niye biliyor musunuz? ANA – DOLU! Dolu nedir? Eskiden hamile kadınlara dolu denirdi. Türkiye doğuracak ve bu bütün dünyaya dalga dalga dağılacak. Anadolu, dünyanın rahmi. Birçok kültür burada yaşadı ve buraya tohum ekip gitti. Değişim, dönüşümün kapısı buradan açılacak.
- Ne zaman açılır?
Onu bilemeyiz. Kolektif bilinç tamamen hazır olunca.
“Zeytin Ağacı dizisinin fikri bizden çıktı”
- Biraz da ‘Zeytin Ağacı’nı dizisini konuşalım, siz nasıl buldunuz?
İlk fikir zaten bizden çıktı. Böyle bir şey yapalım dedik. Sevgili Evren Şit senarist, ona söyledim. Dedim ki böyle bir şey yaz, o da pandemi dönemi oturdu yazdı. Çok fazla açılımlara katıldı, o da biliyor zaten. Sonra senaryoyla geldi, dinledim. Çok güzel olmuş dedim. Peki sen de danışman olur musun dedi, danışmanlığı Gülçin’le (eşi) ikimiz yaptık.
Dizinin içinde geçen açılımlara olması gerektiği gibi yön verdik. Sonra senaryoya açılım yaptık, orada ne eksikler var onu gördük. Sevgili Fırat Tanış geldi, beni izledi. Ve gerçekten de her şeyi görmüş ve çok güzel ifade etmiş.
Zeytin Ağacı dizisinde Zaman Bey karakteri, Toprak karakterine aile dizimi yaparken
- Özellikle “Nassın sen?” sorusunu soruş tarzı gerçekten siz.
Müthiş bir insan gerçekten. Hepsi öyleydi. Bütün süreçte oradaydım, açılımların çekimlerinde oradaydım. Orada bir şey varsa söyledim, değiştirdik. Yönetmen Burcu da bize daha önce çok geliyordu, o da neyi nasıl çekeceğini çok iyi biliyordu yani. Tam istediğim şey oldu, dünyaya açıldı. Geri dönüşleri çok iyi. Amacımız izlerken kendinle ilgili bir şey bulman ve kendinle ilgili dönüşümü başlatman, bunu başardık.
- Eleştirilere ne diyorsunuz?
Herkesi olduğu gibi kabul ediyorum. İnanmayan, bizi eleştirenler de var, doğru.
Bana göre olmazsa olmaz, mutlaka olmalı. Herkes pohpohlarsa beni, yanlışlarımı göremem. Birisi eleştirdiği zaman önce teşekkür ederim. O bir hizmettir bana göre; haklıysa haklı olduğu yer ne, ben burada neyi görmedim, kendimde ve sistemde neyi değiştirmeliyim diye bakarım. Bir de kendini kapatan biri varsa o kişiye bu şifa kapısını nasıl açabilirim diye düşünüyorum. Biz bu insanları neden dışarıda bırakıyoruz? Buna hakkımız yok. Bizim sistemimizde o zaman bir hata var. Böylece kolektifi çok daha farklı bir şekilde şifalandırabiliriz.
- Kapatırken, inanan ya da inanmayan fark etmez, insanlara ne söylemek istersiniz?
Köken aile açılımı anlatılamaz, yaşanır.
TIKLAYIN | ‘Zeytin Ağacı’ altında psikolojik fantazma
TIKLAYIN | "Why not coconut" ya da Ayvalık'ta rakı sofrasında dertlerini paylaşan üç kadın
TIKLAYIN | Temsilî babamın göğsündeyken
*Bert Hellinger kimdir? Hellinger’in özgeçmişine geçmeden önce okuyucuya bir not: Hellinger'in geliştirdiği ‘Aile dizimi’ bilimsel açıdan kanıtlanamamış bir teknik ve gerçek bir psikoterapi yöntemi olduğu da tartışmalı. Bu tekniği eleştiren Psikolog Nesli Zağlı, BirGün Pazar için kaleme aldığı yazıda “Hellinger’in ataerkil bir cinsiyet kimlik bakışı taşıdığına ve eşcinselliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gördüğüne dikkat çekiyor. Hellinger'ın kadın düşmanı, homofobik ve bazı sorunlu görüşlere sahip olduğunu” vurguluyor. kitapyurdu.com, idefix, d&r gibi online kitap satış mecralarında yayımlanan ve kitapları için hazırlanan Hellinger’in özetle özgeçmişi şöyle: “1925 yılında doğan Bert Hellinger önce felsefe, teoloji ve pedagoji eğitimi aldı. On altı yıl boyunca Katolik bir misyon üyesi olarak Güney Afrika'da Zuluların arasında yaşadı. 70'li yılların başında misyonuna veda ederek psikoterapiye yönelmek üzere Avrupa'ya döndü. Avrupa'ya döndükten sonra Viyana'da psikanaliz eğitimi aldı. Ardından Amerika'da Arthur Janov'dan primer terapi eğitimi aldı. Primer terapinin sağlıklı çözümlere ulaşmada sınırlı olduğunu düşündüğü için transaksiyonel analize yöneldi. Bu dönem, Eric Berne'in "Günaydın dediğinde söylediğin nedir" konulu yazısı daha sonra kendi oluşturduğu aile dizimleri açısından bir dönüm noktası oluşturdu. Çalışmalarında çözüme gidebilmek için hikâyeler, mitoslar, roman, çizgi roman ve filmler kullanan Berne, Hellinger'in öykücü yanının oluşmasında önemli bir rol oynadı. Hellinger Berne'in yaklaşımına kuşaktan kuşağa aktarım düşüncesini ekledi. Terapi akımlarının önde gelen isimleriyle sürdürdüğü çalışmaları Aile Dizimi ya da fenomenolojik-sistemik aile terapisi olarak tanıdığımız kendi senteziyle sonuçlandı.” |
Berna Abik kimdir? 1988 yılında İstanbul’da doğdu. Editörlük hayatına dünyanın önemli şehir dergilerinden biri olan Time Out’ta başladı. Daha sonra Doğan Burda dergi grubu bünyesindeki İstanbul Life dergisinde çalıştı. Son olarak T24 ekibine katıldı; burada editörlük ve video röportajlar yapıyor. |