Melisa Kesmez: Dışarıda kıyamet koparken kapını pencereni kapatıp hayatına devam etmek bir seçenek, ama benim için öyle bir şey mümkün değil. Etrafımdaki her şeyle birlikte ben de arızalanıyorum...
26 Kasım 2015 12:35
Kitaplar hakkında yazdığı yazılar ile tanıdığımız Melisa Kesmez’in, yayımlanan ilk kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ile öykücü yönünü de görmüştük. Bu kitap birçok olumlu eleştiri almış, yazardan sonraki metinleri için beklentiyi arttırmıştı. Kesmez, şimdi okurun karşısına ikinci kitabıyla çıkıyor: Bazen Bahar. Tıpkı ilk kitabında olduğu gibi, kederli öyküler okuyoruz Bazen Bahar’da. “Etrafımdaki her şeyle birlikte ben de arızalanıyorum,” diyor yazar, “bu yüzden biraz buhranlı öyküler.” Kesmez’in kaleme aldığı öyküler okuru içine alıyor, kendisine yaklaştırıyor. Çocuk, genç, olgun, yaşlı olalım; fark etmez... Hayatın bütün dönemlerine dair bir şeyler çıkarabiliyoruz kelimelerin arasından. Bunu doğallığına bağlıyor yazar, “Yazarken hiçbir şeyin doğal akışımı bozmamasına çabaladım,” diyor. Yazdığı öyküler bu yönüyle edebiyatımıza yeni bir soluk getiriyor. Melisa Kesmez’le yeni kitabı ve edebiyata dair konuştuk.
Bazen Bahar’ın ortaya çıktığı atmosfer neresinden bakılsa soğuk, karanlık, kış... Olan bitenler kitabın oluşum sürecini nasıl etkiledi?
Bu kitaptaki öyküler –sanırım biri hariç- son iki yıl içinde yazdığım öyküler. Gezi’nin ardından umutlanacakken tam tersine her gün daha da tuhaflaşan hayatlarımızın ortasına doğdular. Konuları birebir gerçeği kapsamasa da içinde çırpındığımız toplumsal bunalımdan fazlasıyla mustaripler. Dışarıda kıyamet koparken kapını pencereni kapatıp hayatına devam etmek bir seçenek, bunu nasıl hiç anlayamasam da yapabilen var, ama benim için öyle bir şey mümkün değil. Bir yazar ya da sadece bir insan olarak yaşananlar bana hiçbir zaman teğet geçmiyor, geçemiyor. Etrafımdaki her şeyle birlikte ben de arızalanıyorum. Bu yüzden sanırım sizin de işaret ettiğiniz üzere biraz buhranlı öyküler.
Bazen Bahar ismi, kitaptaki metinlerin tamamına bakıldığında bir temayı işaret ediyor. Kötü giden şeylere karşı beslenen umutla alakalı bir tema o... Kitapta yer alan öykülerin derlenmesi ne şekilde oldu?
Bilinçli bir derleme yapmadım aslında. Sanırım aynı dönemin mahsulü öyküler, ister istemez hem yazan kişinin içinde yaşadığı gerçeklik hem de ruh halinden ötürü birbiriyle kardeş oluyorlar, ikizi değil ama hepsinin kaşı gözü birbirini andırıyor. Bu öykülerin tamamında sizin de hissettiğiniz “umut” duygusunu, ben de tıpkı bir okur gibi tüm öyküleri yan yana dizdiğimde fark ettim. Tek tek yazarken hiç farkına varmadığım bir şeyi büyük resme bakınca gördüm. Arka arkaya okuduğumda, evet karanlık bir dünyadan yazdığımı ama yine de tünelin ucundaki ışığa inancımı da henüz yitirmediğimi fark ettim.
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz iyi bir ilk kitap örneğiydi: Semih Gümüş sizinle yaptığı söyleşide “tam bir öykücü gibi” yazmaya başladığınızı vurguladı. Siz kendinizi Çağdaş Türkçe Edebiyat’ın neresinde görüyorsunuz?
Teşekkür ederim. Açıkçası kendime “yazar” diyebilmek bile iki yılımı aldı benim, hâlâ çift tırnak içinde kullanmadan içim rahat etmiyor. Bu bir mütevazılık gösterisi değil. Sonuçta emeğimi küçümsemiyorum çünkü çok çalışıyorum. Sadece neredeyse gözlerim dolarak okuduğum bir sürü yazara karşı bir hadsizlik yapma korkusu var içimde. Şimdi Sait Faik “yazar” iken misal ya da Oğuz Atay ya da günümüzden Murat Gülsoy, Hakan Günday, Ayfer Tunç varken, ben kendimi yazardan saymaya nasıl cesaret edeyim diyorum. Çağdaş Türkçe Edebiyat ise çok büyük bir başlık, onun altında mıyım, bence bunu ancak zaman gösterebilir, belki on yıl sonra geri dönüp baktığımda karar verebilirim buna. Şu anda “Birinci Geleneksel Kayısı Şenliği” demek gibi, çok erken, bir o kadar fütursuz bir tavır olur. Hele bir zaman geçsin.
Yayımlanmış iki öykü kitabınızı kıyaslayacak olursak, arada ne gibi farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz? Bugünkü Melisa Kesmez, geçmişe baktığında neler görüyor?
İki kitap arasında üç yıl var. Belki uzaydan bakınca ya da bir ağacın ömrüne kıyasla, değiştiğimi iddia etmek için az bir süre. Ama ben her nasılsa iki kitabı elime aldığımda, ikisine birazcık uzaktan baktığımda, başka iki şey görüyorum. Görmekten öte yazarken de bambaşka bir ruhla yazdığımı hatırlıyorum bu yeni öyküleri. Biraz daha demlenmesine izin vermişim gibi aklımdaki hikâyelerin. Yazarken karşıma çıkan duygularla biraz daha uzun vakit geçirmişim, onları biraz daha tanıyıp biraz daha deşmişim gibi. Bu, öykülerden ve yazarlık macerasından bağımsız, özel hayatımda da bir süredir hissettiğim bir yavaşlık.
Öykülerinizin içsel bir tarafı var: Okuyanı kendisine yaklaştıran, ağdasız duyguları konu alan metinler kaleme alıyorsunuz. Bu kritik Bazen Bahar’da kolayca okunabiliyor. Okurla aranızda ister istemez bir samimiyet yaratan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Okura böyle bir his geçirebiliyorsam ne mutlu bana. Bu en başta bilinçli olarak aldığım bir karar değil. Sadece yazarken hiçbir şeyin doğal akışımı bozmamasına çabaladım. Kendi egom, beğenilme ve onaylanma arzum dahil. Benim bir derdim var, onu anlatıyorum. Benim derdime inanan, benimle aynı derdi olanlarla öyküler aracılığıyla gizli ittifaklar kuruyorum. Kimi okurla yaşadığımız şey gerçek bir kavuşma. Çünkü karşılıklı samimiyet sadece edebiyatta değil, ekmek aldığımız bakkalla olan ilişkimizde bile aradığımız ve bulduğumuzda kendimizi anında kollarına bıraktığımız, emanet ettiğimiz bir duygu. Yazarın tek derdi yazmak olmalı sanki. Ancak o zaman yazar kendi samimi sesini bulabilir gibi geliyor bana. Bir yolunu bulup seyirci cezası almış bir takım gibi çıkmak gerekiyor sahaya. Hayatta çok az şeye, şova ve onun kardeşi sahtekârlığa kızdığım kadar kızıyorum. Pazarda elmaların çürüklerini küçük Türk bayrağı çıkartmalarıyla gizleyen bir pazarcı görmüştüm, herhalde geçen yıldı, hiç aklımdan çıkmıyor.
Öykücülüğünüzün ötesinde, bir de kitap tanıtımı ve eleştiri yazarlığı yönünüz var. O dünyanın da içinde olmanın, bir öykücü olarak üzerinizde tahakküm yarattığını düşünür müsünüz?
Yazdığım yazılar aslında eleştiri değil, belli kitaplar hakkındaki okur notlarım daha çok. Eleştiri, çok daha kapsamlı ve kuram bilgisi gerektiren bir tür. Ben iyi bir okurum ama eleştirmen olmak için yeterli donanıma sahip değilim. Bahsettiğiniz tahakkümü hissetmiyorum ama sadece artık yeni yazarların ilk ya da ikinci kitapları hakkında bir şeyler yazmam gerektiğinde, biraz tedirgin oluyorum. Eskisi kadar rahat değilim. Çünkü bir ilk kitabın hassasiyeti konusunda artık işin diğer tarafını görmüş biri olarak daha fazla fikrim var. Yine de öyle bir kitap hakkında yazmam gerektiğinde reddetmiyorum. Sadece onun bir “ilk eser” olduğu fikrini hep aklımda tutuyorum. Bir de tabii camiadan sevdiğim yazar dostlarım var, onların eserleri konusunda samimi kalmaya özel olarak dikkat ediyorum. “Aman şimdi tadımız kaçmasın”lardan kaçınıyorum. Bu kolektif bir iş. Kitabımı okuyup da “bayıldım” demek yerine, uzun uzun neyi kusurlu bulduğunu anlatan yazar ve editör arkadaşlarımın başımın üzerinde yeri var. Öte yandan bir kitabın her okuru ile arasında biricik bir ilişki var, tek bir okur onun iyiliği ya da kötülüğü hakkında karar veremez. Kimsenin sözü kanun değil, bilakis başka başka fikirler duymak çok kıymetli.
İlk kitabınız “Seslenen Kitap” olarak yayınlanmıştı. Kitapların seslendirilmesi edebiyat ve yayıncılık camiası için bugün temel bir gereklilik noktasında duruyor. Bazen Bahar için de böyle bir proje düşünüyor musunuz?
Okuma konusunda engelleri olanlar için sesli kitaplar işlevsel bir yöntem. Bu şekilde kitapları dinleyen ve bundan memnun olan insanlar tanıyorum. Ama bana sorarsanız bir kitabı dinlemek okur ile kitap arasındaki sessiz dünyaya müdahale eden bir şey. Birilerine hitap edebilir ama ben özellikle kurmaca bir eseri dinlemektense sessizlik içinde okumayı, karakterlerin kafamın içindeki seslerini duymayı tercih ederim. Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz’i Seslenen Kitap için okumuştum, fena da olmadı ama aynını Bazen Bahar için yapmak şimdilik içimden gelmiyor. Böyle bir projeye karar verirsem şayet, bu sefer bu işin eğitimini almış oyuncu bir arkadaşımdan rica ederim ve bir daha böyle bir işe girişmem sanırım.
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ve Bazen Bahar ile genç yazar adaylarının karşısında iyi bir örnek olarak duruyorsunuz... Onlara ne önerirsiniz?
Çok okumalarını. Çok ama çok. Hem yazmanın tek sırrı bu olduğu için. Hem de bizi sadece okumak kurtaracağı için.
Son olarak... Öykü mü, hikâye mi?
Edebi türün adı “öykü”. Murat Gülsoy’dan öyle öğrendim.