Yeşil Gece’de saklı polemik: Reşat Nuri'nin gözünden bir Ahmet Mithat Efendi portresi

“Yeşil Gece edebiyat tarihi açısından ilginç bir karşılaşmayı roman kurgusuna dahil ediyor. 'Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa' metninin müellifi, başkarakterin dönüşümünü hızlandıran bir role sahip. Başlangıçta bir kurtarıcı, sonrasındaysa inkisarın kaynağına dönüşen bu kişi romanda adı geçmeyen, ancak karakterde yarattığı etkiyle romanın seyrini değiştiren Ahmet Mithat Efendi.”

17 Mart 2022 14:55

Reşat Nuri Güntekin’in 1928 yılında yayımladığı Yeşil Gece romanı,[1] tezli bir roman olmasının ötesinde başkarakter Şahin Bey dolayımında varoluşçu bir gerilim ve tartışma hattı içerir. Yeşil Gece, Reşat Nuri Güntekin’in kanonik tezli romanları arasında çokça tartışmaya açılmış olsa da, bir büyüme ve erginleşme hikâyesi olarak ele alınabilecek başkarakterin softalıktan ateizme, aynı zamanda çocukluktan yetişkinliğe geçişini içeren bu katman, kabaca yapılmış bir milli roman tasnifine sığmayacak içeriğe sahiptir. İdealist bir öğretmenin köylüye ulusal ve milli değerleri aşılamasını odağına alan asıl anlatıda bir çatallanma yaratan bu katman, Şahin Bey’in softaca bir yaşamdan materyalist dünya görüşüne ve inançsızlığa doğru seyreden değişimini de bildungsroman çatısıyla sunar. Medresede yetişmiş, babasının yeşil sancak idealleriyle büyümüş Ali Şahin, çevresindeki softaların riyakârlığı üzerinden inançlarını, babasının ölümünden sonra ahiret fikrini ve Allah’ın varlığını sorgulamış, en nihayetinde nesil yetiştirme idealini kuşanan ateist bir öğretmen olarak Sarıova köyüne gitmeye gönüllü olmuştur.

Ali Şahin’in “bir padişah selâmı, üç beş liralık bir ihsan için Allah’ı da, Peygamber’i de tereddütsüz satarlardı” (s. 23) dediği, sonradan Abdülhamit’in casusları olduklarını öğrendiği menfaatperest, müfsit kişiler ve “yeşil ordunun zalim ve korkan başkumandanı” (s. 24) olarak nitelediği Halife-i Resulullah, onun inanca ve inanan kimselere yönelik şüphesine kaynaklık etmedirler. Öte yandan ilk etapta insanların din ve inanç pratiklerine aykırı yaşadığı yönünde bir fikirle başlayan bu “tenkit humması”, zamanla inancın özüne dair bir sorgulamaya evrilmektedir. Arkadaşlarının ve medresedeki hocalarının ikiyüzlülüğünü fark etmesiyle yaşadığı ilk inkisar eleştirel bakabilmenin, kendisine babası dahil olmak üzere tüm otoriter figürlerin vazettiği değerleri sorgulamanın, dolayısıyla erginleşme sürecinin de tetikleyicisi olmaktadır. Hayal kırıklıklarının istisnai durumlardan ve birkaç insanın hatasından ibaret olmadığını düşünen karakter, babasının ölümünün ardından yaşadığı ölümden sonraki hayata dair krizi de inanç pratikleri çerçevesinde anlamlandırmakta zorlanınca, inancın özünü ve kendisini kuşatan inanç temelli idealleri sorgulamaya başlamaktadır. Gündelik hayatın nümayişlerinden kendisini soyutlayıp medresenin taş odasında inzivaya çekilerek tümüyle yaşadığı inanç krizi üzerine düşünen karakter, fantazmagorik cennet tasvirlerine, distopik cehennem konseptine de istihzayla yaklaşmakta, o âna dek inançlarını ve ideallerini taşıyan metafizik mana temelinin tümden sarsıldığını fark etmektedir. Bu katman Ali Şahin’in büyüme sürecine dair bir anlatı sürekliliği sunarken, aynı zamanda Ali Şahin’in dönüşümünü gündelik deneyim ve gözlemleriyle gerekçelendirmektedir. Ali Şahin’in en başından inkılabın ülkülerine uygun bir karakter olarak yaratılmayıp böyle bir dönüşüm yaşadıktan sonra Cumhuriyet idealleriyle uyumlu biri haline gelmesi de bu bağlamda dikkate değerdir. Öznel deneyimin, maruz kalınan riyakârlıkların inancın esaslarına dair kuşkuyu ve son kertede inkârı içeren ateşli bir sorgulamanın başlatıcısı olmasıysa karakterin dönüşümüne meşruiyet kazandırmakta ve bu dönüşümün aniden, birdenbire olmadığını vurgulamaktadır. Öte yandan bu değişim hem inanç ve iman esaslarının altını oyduğu hem de gerçekdışı görünme tehdidi içerdiği için karakterin uzun soluklu bir kuşku evresi yaşaması, roman kurgusunu güçlendirmektedir. İlk etapta bir vehim, kuruntu gibi algıladığı bu düşünceler zamanla güçlenerek hakikat formuna büründüğü için, Ali Şahin imandan inkâra geçiş sürecini yavaşlatmak ve belki de durdurmak maksadıyla şüphelerini giderecek bir kanaat önderi arayışına girmektedir.

Hayatının bu noktasına dek “yeşil ordunun kumandanları hükmünde gördüğü müderrisleri”nden (s. 23) hak ve hakikate dair tek bir kelime duyabilmek için yanıp tutuşan ve artık beyhude uğraştığını fark eden Ali Şahin, son çare olarak maddiyyuna ve onların ürettiği argümanlara sert bir dille yanıt veren müellifin Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa adlı eserini okur. Sorularına ve vehimlerine cevap bulmak ve itikadını tazelemek maksadıyla “Allah’a isyan eden birtakım zındıklar” (s. 27) olan maddiyyunlara bu metinle cevap veren müellifin kitabını okuyan Ali Şahin’in duygularını anlatıcı şu cümlelerle aktarır:

“Şahin Efendi, ruhun da vücutla beraber sönüp gittiğini iddia eden bu adamlara hakîm muharririn verdiği sert, şiddetli cevapları okurken şevkinden ağlıyor, içinde, sönmeye başlayan itikat ateşinin yeniden parladığını hissediyordu. Fakat ne çare ki bu ateş de hızını birkaç günden fazla muhafaza edemiyordu.” (s. 28)

Düşünceleri saman alevi gibi hızla alevlenip sönen Ali Şahin, imanını kurtarmak için son çare bu metni kaleme alan müellifin peşine düşer. Romanda farklı bir odak yaratan ve karakterin büyüme hikâyesinin de dönüm noktalarından birine tekabül eden bu arayış, maddiyyuna karşı yazdığı hiddetli yazılarla tanınan müellifin roman karakteri olarak metne dahil olmasıyla yeni bir tartışmanın başlatıcısı olur. Metinde adı geçmese de bu müellif, zamanında Dağarcık’ta yayımladığı telif ve çeviri yazılardan ötürü “muzır neşriyat” yapmakla yargılanmış ve Yeni Osmanlılarla Rodos’a sürgüne gönderilmiş Ahmet Mithat Efendi’dir. Dağarcık mecmuasında yazdığı yazılardan ötürü materyalist olmakla suçlanan Ahmet Mithat Efendi, maddiyyun ehli olmadığını ispat etme çabasına girişerek 1892 yılında Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa adlı metni kaleme almıştır. Romanın sunduğu maddi göstergelerle Ahmet Mithat Efendi olduğunu anladığımız roman kişisi, Ali Şahin için maddiyyunun ağına düşmesine mâni olabilecek bir kurtarıcı olarak hayal edilir.[2] Ali Şahin’in inanç ve inançsızlık ikileminde kaldığı, tam anlamıyla eşikte hissettiği bu anda roman kişisi olarak Ahmet Mithat Efendi’nin romana dahli elbette bir tesadüften ibaret görülemez. Nitekim maddiyyun olmakla itham edilirken kısa süre sonra maddiyyunlara karşı en sert cevapları üreten Ahmet Mithat Efendi’nin romana tam bu noktada dahli, Ali Şahin’le Ahmet Mithat Efendi’nin tam tersi istikamette yaşadıkları dönüşümün kesiştiği bir düzlem yaratmaktadır. Roman Ahmet Mithat Efendi’nin Dağarcık serüvenine ve fikirlerin dönüşümüne herhangi bir referans vermeden kurgulansa da, Ahmet Mithat Efendi’nin kişiliğine ve yaşantısına dair kanaat, Ali Şahin’in deneyimi aracılığıyla açıkça sunulmaktadır.

Reşat Nuri Güntekin

İlk vapurla müellifin yaşadığı Beykoz’a giden Ali Şahin, tüm bu sorularına cevap bulmak için heyecanla yanıp tutuşurken tahayyül edilen deneyimin gerçekte neye tekabül ettiği anlatıcı aracılığıyla şu cümlelerle aktarılır:

“Yarım saat sonra dediği gibi kahveye geldi. Fakat evvela bir balıkçı ile uzun uzadıya bir palamut pazarlığına girişti. Sonra çarşıdan marangoz kıyafetli bir adam çağırtarak bir araba tekerleği meselesi konuştu. Nihayet sıra Şahin Efendi’ye geldi. Genç softa, büyük bir heyecan ile derdini anlatmaya başladı. Sesi titriyor, gözleri yaşarıyordu. Büyük hakîm, belki ona bir teselli sözü söyleyecekti. Fakat ne çare ki o esnada Efendi Hazretleri’nin yanına kibar kıyafetli iki ihtiyar bey geldi. Biraz sonra da onları üniformalı bir paşa ile gecelik entarisinin üstüne kocaman bir Mevlevi sikkesi giymiş kara sakallı bir derviş takip etti. Kır kahvesinin kırıktaş masası etrafında havai bir sohbet başladı. Havadan, sudan, bir hafta evvelki fırtınadan sonra Boğaz’a giren balık sürülerinden, o yaz Kanlıca gazinosunda çalgı çalan Tatyos’tan uzun uzun bahsedildi.” (s. 28-29)

Müellifin kahveye kendisini beklemesi için yönlendirdiği Ali Şahin’i tamamen unutup gündelik işlerine dalması, söz konusu işleri yaparkenki iştahı, karakterin yaşadığı ontolojik buhranla kontrast içeren bir yüzeyselliğe sahiptir. Anlatıcının ifadesiyle “Efendi Hazretleri’nin gamsız, laubali kahkahaları softanın kalbini parçalıyordu.” (s. 29) Öte yandan yanındakilerle hafif ve çapkın meselelere girdiği, “ayıp kelimelerle hikâyeler anlatmaya” (s. 29) başladığı anda Ali Şahin’in hayranlık duyduğu bu müellifin yazdıklarıyla yaşantısı arasındaki uçurum, kendisi için aşikâr hale gelmektedir. Tüm bu meşgalelerden sonra müellifin kendisini bekleyen, kendisinden medet uman Ali Şahin’e verdiği laubali cevaplarsa Ali Şahin ve müellif arasındaki mesafeyi kapanmaz hale getirmektedir:

“Şahin Hoca ağlamamak için kendini sıkarak:
Efendi Hazretleri, diyordu, ben yanıyorum… Şüphe ateşi beni deli edecek…. Sizden gayri kimse beni bu dertten halâs edemez. Beni ikna ediniz. Ruhun ebedî olduğunu bana ispat ediniz.
[…]
Molla oğlum, dedi, senin başka işin kalmadı mı? Bunlar derin bahislerdir…. Sana, bana benzemez nice mütefekkirler bu umman içinde boğulup gitmişlerdir. Bu meseleleri halletmek değil, fakat lâyıkiyle kavramak için derin malûmata ihtiyaç vardır… Hele sen şimdilik ilim dağarcığını da ihmal etme. Eğer o pek hoş olmazsa yersin, içersin. Bu meselelerle gönül rahatlığıyla meşgul olursun. Yahut daha iyi olmazsın. Her ne ise… Böyle işte oğlum…” (s. 30)

Diyalogun devamında “Mide memnun olursa dimağ da memnun olur, zihne nikbinlik, kalbe başka bir küşayiş gelir…” (s. 30) ifadelerine başvuran müellif, Ali Şahin’i şoka uğratmakta, “maddiyyun gibi” söyleyen bu adamın kendisiyle ilgili şüpheye düşürmektedir ve Ali Şahin yaşadığı tereddütleri ve şaşkınlığı müellife de açıkça söylemektedir. Müellifse bu tepkileri hiç önemsemeden maddiyyunun beğendiği tek fikrin mide ve ruh münasebetinden ibaret olduğunu dile getirmekte, Ali Şahin’e ruh halini ve yaşadığı bu gerilimleri dikkate almadan gönül rahatlığıyla yiyip içmeyi, gününü gün etmeyi tavsiye etmektedir. Ali Şahin’in medet umarak ayağına kadar geldiği, saatlerce kendisiyle görüşmeyi beklediği müellifin lakaydane tavırlarından sonra itikadı güçlenmek bir yana, “uzun bir can çekişmeden sonra yağı tükenmiş bir kandilin alevi gibi” tamamen sönüp gitmektedir.

İtikat ve inkâr arasında gidip gelirken yazarla konuştuktan sonra inancını tümüyle kaybeden, kendisini “çaresiz bir hükme razı olan, yorgun bir teslimiyetle öleceği saati bekleyen bir idam mahkûmuna” (s. 32) benzeten Ali Şahin, tahayyül ettiğinin çok dışında bir deneyimle karşı karşıya kalmaktadır. Ali Şahin’in ulvi bir değer atfettiği, kendisi için halâsın tek umudu olarak gördüğü müellif, esasen Ali Şahin’in inanç ve maneviyatla bağlarını bozan riyakâr softalardan farklı bir yerde durmamaktadır. Rejimle işbirliği içinde, etliye sütlüye dokunmadan kendi menfaatini gözeten softalar gibi halka sunduklarıyla yaşadıkları arasında bir ortaklık olmayan müellifin metnin maddi unsurlarıyla tastamam Ahmet Mithat Efendi’yi imlemesi de bu bağlamda dikkate değerdir. Pragmatist, felsefi derinlikten yoksun, üzerine yazdıklarını içselleştirmektense onları kendi gücünü tahkim etmenin bir kaynağına dönüştüren bu yazar portresi, Ahmet Mithat Efendi’nin ne şekilde alımlandığının ipuçlarını sunmaktadır. Öte yandan Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa metninde sunduğu kadarıyla maddiyyun karşıtı fikirlerin ateşli bir savunucusu yazar, gündelik deneyiminde maddiyyunun prensiplerini benimsemekte, insanın fikirleri uğruna hayatını zorlaştırmasını beyhude bir çabadan ibaret görmektedir. Roman karakteri olarak karşımıza çıkan yazarın söz konusu çelişkisel tutumu Ahmet Mithat Efendi’nin kişisel serüveniyle paralel okunabilecek bir kapsama da sahiptir. Dağarcık’ta maddiyyunu savunduğu gerekçesiyle kovuşturmaya uğrayan yazar, kısa bir süre sonra Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa metnini kaleme almıştır. Öte yandan yazarın Dağarcık’ta yayımladığı telif yazılarda da maddiyyun prensipleriyle Kuran ve İslam’ın esaslarını buluşturan, son kertede otorite ve statükoyla karşı karşıya geleceği herhangi bir adım atmayan Ahmet Mithat, düşünsel alanda bir risk almamakla birlikte, söz konusu fikirlerinin felsefi mülahazasını yapmaktan da uzak durmaktadır. Uyuşmazlıklardan teşekkül eden bir sentez yaratma kolaycılığıyla hareket eden Ahmet Mithat Efendi, romanda şiddetle karşı çıkılan softaların bir prototipini sunmaktadır. Ali Şahin, softaların ikiyüzlü hayatlarını, düşünmekten ve itiraz etmekten kaçınan kolaycı, pragmatist yaşam tarzlarını görünce yaşadığı inkisarın çok daha şiddetli bir formunu yazarla karşılaştıktan sonra deneyimlemiş, hayatına yön verecek kararı da bu deneyimin akabinde vermiştir.

Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece’de kurguladığı bu sahneyle neyi amaçladığı tartışma konusu olmakla birlikte, yazarın maddiyyun tartışmalarının ötesinde rejiminin müttefikleriyle hesaplaşmaya girdiği açıkça söylenebilir. Politik angajmana göre yön değiştirenlerin, dini menfaatlerine alet edenlerin hedef haline getirildiği romanda Ahmet Mithat Efendi’nin de riyakâr bir roman karakteri olarak rol alması bu anlamda dikkate değerdir. 1876 Mayıs ayında salıverilen, Eylül 1876’da tahta çıkmasıyla her fırsatta Abdülhamit’e bağlılığını göstermeyi vazife addeden, kalemini hizmetine vererek rejime bağlılığını ilan eden Ahmet Mithat Efendi, romanda işbirlikçi vasfıyla vücut bulmaktadır. Öte yandan başlarda Ali Şahin için tereddütleri gidermenin en güvenilir kaynağı olarak tahayyül edilen bu yazarın karşılaşma ânında kişiliği ve fikirleriyle yarattığı hayal kırıklığının detaylı sunumu, Ahmet Mithat Efendi’yi açık bir hedef haline getirmektedir. Eserleriyle karakteri, savunduğu fikirlerle gündelik hayattaki riyakâr tutumları arasındaki kontrast bu karşılaşma sahnesiyle ifşa edilmekte ve Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa metnini kaleme alan müellifin sunduğunun ve sanıldığının aksine nasıl biri olduğu tartışmaya açılmaktadır. Öte yandan Ahmet Mithat Efendi nezdinde bu ifşaatın yazar adı verilmeden, metnin sakladığı ipuçlarıyla sunulması da dikkate değerdir. Tıpkı değişime tümüyle kapalı softaların metinde tek tip vatan düşmanı şeklinde kurgulanmaları gibi, burada da hesaplaşmanın tek muhatabının Ahmet Mithat Efendi olmadığı açıktır.

 

NOTLAR: 


[1] Reşat Nuri Güntekin, Yeşil Gece, İnkılap Kitabevi, 2017.

[2] Ahmet Mithat Efendi, kitabına “maddiyyûn” için “hikmet-i garibe erbabı” ifadesini kullanarak başlamakta, argümanlarınıysa maddiyyun taraftarlarına yönelik ithamlarla sunmaktadır. “Heyet-i içtimaiye-i beşeriye”yi “bir köpek sürüsüne” dönüştürdüğünü varsayarak marazileştirdiği bu düşüncenin özellikle aile hayatı ve kutsal değerler üzerindeki yıkıcı etkisine odaklanan yazar esasında “Ben onların iddia ettiğinin aksine neyim?” sorusuna cevap üreteceği bir savunma metni kaleme almıştır. Detaylı bilgi için bkz. Ahmet Mithat Efendi, Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyyeye Müdafaa, Çağrı Yayınları, 2014.