“Yeni elektrik” üzerine birkaç kitap

“Alan Turing, bu alandaki insanbiçimciliğe dikkat çekmişti. Evet, merkezî sinir sistemindeki sinirlerin davranışını elektrik modelleriyle taklit etmek mümkündü ama, analoji bu şekilde kurulmamalıydı: 'Arabalarda tekerlek kullanmaya devam etmek yerine bacakları olan araba yapmak için uğraşıp didinmeye benzer bu,' diyordu.”

 

Aslında anlaşılmazlığa yönelik endişe ağır basmasaydı, “otomasyon ve yaratıcılık” bu dosya için daha uygun bir isim olurdu. Nedenini açıklayayım; Yapay Zekâ dendiğinde aslında birbirleriyle az çok ilişkili üç farklı şeyden birini kastediyoruz. Bunlardan birincisi, otomasyon ve sibernetik: Başta elektronik aygıtlar olmak üzere çok çeşitli düzeneklerin otonom çalışmalarını sağlayan, “akıllı telefon” tamlamasındaki gibi bir akla sahip cihazların üretilmesini hedefleyen algoritmaların, yazılımların ve uygulamaların tamamı. Ki eskiden, çok eskiden bu tür uygulamalar “sibernetik” başlığı altında toplanırdı. (Terimlerin de modaları var.) Evet, iPhone’umdaki Siri bir yapay zekâ uygulaması, ve evet, üretim otomasyonu da öyle.

Kabul etmek gerekir ki Yapay Zekâ eskiden kullanılan ve terkedilen sibernetik ile hâlâ kullanılan otomasyon kelimelerine göre çok daha şık, çok daha insanbiçimci bir terim. Aslında bu gruptaki pek çok uygulama için en doğru seçim de değil. Bu terimi sürekli sağdan soldan duyuyor oluşumuz ise, henüz otomasyon teknolojilerinin tam olarak oturmamış olmaları, dönüşümün halen devam etmesi yüzünden. Başarılı bir teknoloji, görünmezleşir – tıpkı bugün elektrikten sadece kesildiği zaman söz etmemiz gibi. İlk kuşak YZ uzmanlarından John McCarthy, bu alandaki ilerlemelerin görmezden gelinmesinden yakınmış, “YZ çalışır çalışmaz artık kimsenin ona YZ demediğinden” dem vurmuştu. Nitekim geçmişte yapay zekâ spekülasyonu olarak görülen, imkânsız olduğu düşünülen pek çok uygulama, bugün gündelik hayatımızın bir parçası… 

İkinci olarak, özel yapay zekâ: İnsan zihnini ve davranışını taklit ve simüle eden bütün algoritma ve uygulamalar da yapay zekâ başlığı altında toplanıyor. Günümüzde YZ dendiğinde anlaşılan şey: Gündelik hayatta kullanageldiğimiz akıllı cihazlardan aşina olduğumuz üzere, bilinçsiz, kör bir zekâ gayet mümkün bir şeydir, gerçek bir akıldan –elbette ki bilinçten de– yoksun olan “akıllı cihazlarımız” belirli ölçüler ve sınırlar içinde pekâlâ akıllı davranabiliyor. Bizi rahatlıkla altedebilen bir satranç programının başka herhangi bir konuda herhangi bir yeteneği yok – olması da gerekmiyor.

Yapay Zekânın bir başka yönü de, insan zihninin nasıl çalıştığını, bilincin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya, modellemeye çalışmak diye tarif edilebilir. Bu da bizi üçüncü konuya getiriyor: YZ dendiğinde Genel Yapay Zekâ kastediliyor olabilir – daha net bir ayrım için biz ona Yapay Bilinç de diyebiliriz: İnsan benzeri bilinçli ve zeki yaratıkların (mesela robotların) yaratılıp yaratılamayacağına dair spekülasyon ve çalışmalar... YZ’nın en ‘janjanlı’, en ütopik kısmı bu, aynı zamanda en eskisi… Modern çağın simyası olarak da tanımlanan bu ütopik yapay zekâ, ilginç bir bileşimin ürünü: Bir yandan düşünsel kökeni Descartes’a kadar uzatılabilecek bir anlayışa, insanın bir bilgi-işlem makinesi olarak tarifine dayanıyor, bir yandan da kadim inanışlara, mitlere ve antik uygarlıklara –  golem efsanesiyle, hermetik geleneği miras alan Ortaçağın altın ve insan (hatta üstün insan) yaratma tutkusuyla iç içe...  

Yapay Zekâ dendiğinde bu üçünden hangisinin kastedildiğini bilmek önemli. Gelgelelim, üçünü birbirinden tamamen ayırabilmek de her zaman o kadar kolay değil! (Yapay Genel Zekâya ulaşıldığı andan itibaren akıllı makinelerin büyük bir hızla insanüstü bir zekâya sahip olacaklarını öngören Yapay Süper Zekâ apayrı bir konu; onu cümlelerin spekülatif kurgusundan, metnin bilimkurgulaşmasından hemen ayırt etmek mümkün.)

Yapay Zekânın öncüsü Alan Turing aynı zamanda Benim Gibi Makineler’in alternatif dünyasındaki baş karakterlerden biri. Yapay bilincin yaratılabileceğine –hem de 20. yüzyıl bitmeden!– gönülden inanan Turing, insanbiçimciliğe dikkat çekmişti. Evet, merkezî sinir sistemindeki sinirlerin davranışını elektrik modelleriyle taklit etmek mümkündü ama, analoji bu şekilde kurulmamalıydı: “Arabalarda tekerlek kullanmaya devam etmek yerine bacakları olan araba yapmak için uğraşıp didinmeye benzer bu,” diyordu.

İşte Kurzweil, Elon Musk, Harari ve benzeri YZ spekülatörlerinin yıllardır bacakları olan bir araba hayali içindeler. Sadece onlar mı, 1950’lerden sonraki nörobilim, zaten insan beyninin bilgisayar olarak tarifi üzerine kuruluydu.

YZ ve derin öğrenme uzmanı Andrew Ng basitçe şu nefis tanımı vermişti Yapay Zekâ için: Yeni elektrik. 19. yüzyılın sonlarında elektrik var olan endüstrileri dönüştürmüş ve bütün gündelik hayatı baştan sona değiştirmişti, şimdi YZ aynı şeyi yapacak, yeni sektörler ve endüstriler yaratarak. Bir sorun çıkmadıkça varlığının farkına bile varmadığınız, onsuz yapamayacağınız bir teknoloji. Üstelik tıpkı elektrik gibi, daha önceden öngörülmemiş pek çok yeni uygulama alanı ortaya çıkarıyor. Tabii otomasyon sürecinde pek çok iş yok oluyor, işlerin ve mesleklerin tanımı değişiyor.                                                         

Yapay zekâyı bu iki uç nokta arasında düşünebiliriz: Yeni elektrik ve Yapay Bilinç. Birincisi çoktan geldi, gündelik hayatımızın içine yerleşti, mekânlara yayıldı, gittikçe otomatikleşen bir ortamda, otonom cihazları kullanarak yaşıyoruz artık. İkincisinin gerçekleşmesine ise daha çok var, hatta hayal ettiğimiz şekilde gerçekleşebilecek mi, o da belli değil.

Aslında yapay bilinç (yani spekülatif yapay zekâ) otomasyona dayalı dev endüstrilerin bir reklam panosu işlevini görüyor; kimi zaman imrendirici, kimi zaman ürkütücü.

Türkçeye çevrilerek bu ay Fol tarafından yayımlanan, Erik J. Larson’un 2021 tarihli Yapay Zekâ Miti adlı kitabı, “Bilgisayarlar Neden Bizim Gibi Düşünemez” alt başlığını taşıyor. Yapay Zekâyı ‘teknolojik kitsch’ diye nitelendiren Larson, süper yapay zekâ, tekillik, makine öğrenimi, büyük veri vb. konular üzerinden yapay zekâ spekülasyonlarına adeta savaş açıyor. Larson, bunları ilk söyleyen kişi değil. 1950’lerden bu yana bir tarafta kısa bir süre içinde insan benzeri bilinç sahibi makinelerin mümkün olduğunu söyleyenler vardı hep, karşılarında da bu savları kıyasıya eleştirenler. Çok benzer şeyleri ben de farklı bir şekilde 1992’de (Ay Çöreği) ve 2019’da (Teknopolis) yazmış ve yayımlamıştım.

Son derece kapsamlı, kolay anlaşılır ve akıcı olmasına rağmen, kendinden öncekiler gibi Yapay Zekâ Miti de rüzgârı tersine çeviremeyecek. Okurlarını ikna edeceği kesin, ama her yere sızan, en eski, en bildik şeyleri temel alan, her gün değişik şekillerde sürekli tekrarlanan bir mitle savaşmak zordur. Hele bu mit, şimdilerde olduğu gibi her yeni teknolojik yenilikle anbean meşrulaştırılıyorsa... 

Öte yandan bütün öteki mitler gibi, YZ miti de sayısız konuda bize ayna tutar, kullanışlı bir araç sunar. “Yapay zekâ’ya dair her öngörümüzün, her tasavvurumuzun her birimiz için kendimizle ve dünyayla kurmakta olduğumuz ilişkinin bir aynası olması kaçınılmaz,” diyor Ali İhsan Özeren “Yapay Zekâ Şiire İhtiyaç Duyar mı?” başlıklı yazısında:

“Bu elbette şu demek, bugün yapay zekâya dair söylediğimiz her şey, aslında daha çok her birimizin kendimize ve kendimiz dışındaki her şeye ilişkin olarak söylediğimiz sözlerden başka bir şey değildir."

Özeren’in söylediklerine Ian McEwan Benim Gibi Makinelerde kurgusal bir örnek veriyor. Yapay zekâ mitini olduğu şekliyle kabul eden roman, aslında yapay zekâdan çok şiir, aşk ve insan doğasına dair…

Yapay bilinç dediğimiz şeyin bir mit olması, bu konuda aslında bir arpa boyu bile yol alınmamış oluşu, yapay zekânın ve otomasyonun hayatlarımızı baştan sona dönüştürmeyeceği anlamına gelmez.

Emre Tansu Keten'in yazdığı gibi algoritmaların haber üretebildiğini, Bach –ya da Beethoven– gibi beste yapabildiklerini, metinlerden bilinmeyen yazarları saptayabildiklerini biliyoruz. Yaratıcılığın otomasyonu pekâlâ mümkün: Bach’vari beste yapmak için bir algoritmanın bilince ihtiyacı da yok. Tamam, buradaki yaratıcılığın gerçekte yaratıcılık olup olmadığı tartışılabilir, sonsuz çeşitlemelerin yaratıcılık sayılmaması gerektiği iddia edilebilir, ama beste yapan, hastalara teşhis koyan, dava dosyalarını tarayarak karşı tarafın açıklarını bulan, haber yazan... yazılımlar ya da makineler –ister yaratıcı sayılsınlar isterse sayılmasınlar– beyaz yakalı insanların “yaratıcı” işlerini ellerinden alacaklardır.

“Yaratıcı” olarak nitelediğimiz işlerin önemli bir kısmı mekanize edilebilir, simüle edilebilir. Bilgisayarlar 60 yıldır haiku yazmıyorlar mı? Norbert Wiener daha 1950’de “biz herhangi bir şeyi açık ve anlaşılır bir şekilde yapabiliyorsak, aynı şeyi makinelere de yaptırabiliriz” dememiş miydi?

Yapay Zekâ ve Kapitalizmin Geleceği: İnsandışı Bir Güç de birkaç ay önce Türkçeye çevrildi ve İletişim Yayınları tarafından basıldı. Nick Dyer-Witheford, Atle Mikkola Kjøsen ve James Steinhoff’un birlikte kaleme aldıkları kitap, daha çok otomasyonun, robotikleşmenin yol açacağı istihdam problemlerine ve yeni teknolojilerin sınıf mücadelesini değiştirme potansiyeline odaklanıyor.

Bir de, Lizzie O’Shea’nın Geleceğin Tarihleri adlı kitabı var. Yapay zekânın ve dijital teknolojilerin gökten zembille inmediğini, bu sürecin bir tarihi olduğunu gösteren ve “Demokratik bir gelecek için kullanılabilir bir geçmişe ihtiyacımız var” diyen O’Shea’ya göre teknolojiyi anlamanın anahtarı gelecekte değil, geçmişte…

Mit her yanı sardıkça, yapay zekânın şişirilmiş bir balon olduğunu düşünenler, iPhone’ların niçin hâlâ Çin ya da Hindistan’da ucuz emek kullanılarak üretildiğini soranlar da çıkabilir. Sorunun cevabı net: Otomasyon bir balon değil, makineler iPhone’ları Asya’daki işçilerden daha ucuza mal ettiği an dönüşüm gerçekleşecek. 

Bu konuya K24’te daha sonra da döneceğiz…

 

GİRİŞ RESMİ:

Bilgi-işlemin ve yapay zekanın öncüsü Alan Turing'in robot versiyonu. Doğal dili anlayabilen animatronik robot, 2015'te kamuya tanıtılmıştı...