"Kitap tanıtmama yazıları"

"...Bu tür şiir kitabı tanıtma yazılarının en temel özelliği, ele aldıkları kitabı ve şairi tanıtmak dışında her çeşit Hacivatlığı yapıyor olmaları. Bir kısmı besbelli ki bir dostun başka bir dostun gönlünü yapmak için akşamüzeri çalakalem yazıverdiği övgü yazıları. Bir diğer kısmı ise kitap tanıtmaktan ziyade, besbelli tanıtma yazısının yazarını tanıtmaya yönelik..."

09 Kasım 2021 11:56

K24'ün Evvel Zaman köşesinde hedefimiz, günümüzle geçmişin birbirlerinden ne kadar farklılaştıklarını, ne kadar benzeştiklerini görmemizi sağlayacak eski metinlerin hatırlanması... Bu kez evvel zamanda yakın bir tarihe gelip, 26 yıl kadar önce, Mayıs 1995'te Gösteri dergisinde yayımlanan Roni Margulies'in "kitap tanıtmama yazıları" adlı yazısını paylaşıyoruz. 

Kitap tanıtmama yazıları

“Gün ışığında aydınlanan eve genişliğince şiirler yazan Akgün’e bazı adlar da biz takalım: Elinde çekiç ve çivi ile yeni seslere tabut hazırlayanların dilindeki adı: Çakgün Çakova... Bir maç tenkidi gibi şairlerin adlarını üç-beş cümle ile art arda sıralayan karga sesliler dilindeki adı: Gakgün Gakova... İslamcı şairler üstünde at yarışlarındaki gibi “iddia” oynayanlar için adı: Hakgün Hakova... “Ecnebi” şair özentilerinin ağızlarındaki adı: Jakgün Jakova... Şiire temiz bir yürekle bakanlar için adı: Pakgün Pakova... Yağmurlu bir havada açılan şemsiyelerin renkliliği gibi kendi dışında şiirleri de sevebilen şairlerin ellerindeki adı: Şakgün Şakova... Sivas katliamını kınamak yerine “rövanş”tan söz eden kanlı dillerdeki adı: Yakgün Yakova... Şiir okurunun yüreğindeki adı: Akgün Akova...”

Akgün Akova’nın son şiir kitabı hakkında şair Sunay Akın’ın 9 Mart 1995 tarihli Cumhuriyet KitapEki’nde yazdığı tanıtma yazısı böyle bitiyor. Bu sözleri okuyanlar Akova’nın şiiri hakkında ve özellikle de son kitabı hakkında neler öğrenebilir? Yazıyı okumamış olanlar haksızlık ettiğimi düşünebilir, fakat böyle düşünenleri temin ederim ki, yazının alıntıladığım bölümlerinden önceki satırlarında da Akova’nın şiiri ve kitabı hakkında sadece şöyle bilgiler var:

“Akgün Akova hastanesinde nöroloji, psikiyatri, çocuk, ortopedi gibi bölümler vardır, ama morg yoktur. Çünkü o, şiire hayat öpücüğü vererek onu ayağa kaldırmasını çok iyi bilir.”

Bir de Akova’nın Gebze’de belediye olanaklarını kullanarak edebiyat söyleşileri düzenlenmiş olduğu anlatılmış ve Akova “belediye şairi” suçlamasına karşı savunulmuş. Ne var ki, Akova’nın ismi hakkında yapılan çeşitlemeler ve Akova hastanesindeki bölümlerin listesi okuyucuya Akova’nın şiirini tanıtmakta biraz yetersiz kalıyor.

Sunay Akın’ın kitap tanıtmama yazısını özelikle seçtiğim düşünülebilir. Düşünülmesin diye örnekleri çoğaltayım. Yine Cumhuriyet Kitap Eki’nde (16 Şubat 1995) Hulki Aktunç’un son şiir kitabı hakkında Şükrü Erbaş’ın yazdığı tanıtma yazısına bakalım. Ne diyor Aktunç’un kitabı hakkında? Şöyle diyor:

“Kısa, kesik adımlarla yollara düşmüş bir ev bu şiir, ‘uykusu düşle çiftleşen’. Odaları terli ve kösnül, bahçesinde kediler, bacasından ay ışığı sızıyor. Bir penceresi deniz, bir penceresi dağlarla tutkun, eşiğinde sabah çırpınıyor, akşam bunalıyor. Alacakaranlığın ilmekleri arasında gezinen bir ışık bu şiir diyorum.”

Bir evin kısa ve kesik adımlarla yola düştüğüne hiç şahit olmadığım için olsa gerek, Erbaş’ın yazısını okuduğumda Aktunç’un şiiri ve son kitabı hakkında hiç bilgi sahibi olamadım.

Ali Asker Barut’un Hürriyet Gösteri dergisinde (sayı 170, Ocak 1995) Turgay Fişekçi’nin son şiir kitabı hakkındaki yazısına bir bakalım:

“Ustalarını kıskandıracak tatta kekler yapan Turgay, mutfağı başarıyla taşıyor şiire. Çikolatalı pastalar, açılmış yufkalar, muska börekleri... Çatlayan karpuzun sesini işitir gibi oluyorsunuz, arada. Turgay Fişekçi’nin yemekle ilgili dizelerini karıma okuyorum; yüzündeki ifadeye bakıyorum, günümüz mutfağıyla ilgili, zehir zemberek bir eleştiriye dönüşüyor giderek, yüzündeki gülümseme: ‘Mutfakta insanlar tedirgin, oysa en mutlu olmamız gereken yer orası! Önce damarlı domateslere alıştırıldık, salatalıkların o taze kokusu yok artık!..’ Turgay Fişekçi’nin mutfağı, alttan alta bu eleştiriyi işliyor”.

Sanırsınız ki Fişekçi bir yemek kitabı veya Türk mutfağının sosyo-ekonomik tarihçesini yazmış! Oysa hayır, kitabı ben de okudum, yemek kitabı değil! Bir iki şiirde gerçekten de mutfak imgeleri kullanılmış, fakat Barut’un yazısından ne bu imgelerin niye ve nasıl kullanıldığı, ne de kitabın geri kalanı hakkında herhangi bir şey öğrenmek mümkün değil.

Son olarak, bir de şair Engin Turgut’un Metin Cengiz ile yaptığı bir söyleşiye göz atalım. (Cumhuriyet Kitap Eki, 23 Şubat 1995) Söyleşinin başlığı, “Metin Cengiz’le şiir üzerine...” Başlık böyle olunca, söyleşinin iki eski dost arasında bir ‘cafe’ masasında yapılan sohbetten değişik olmasını bekliyor insan; Cengiz’in şiiri hakkında bir şeyler öğrenmeyi bekliyor. Cengiz’e sorulan ilk soru şöyle:

“Sevgili Metin Cengiz, mahcup kuşlar resitalinde herkes birbirine yarasını gösterir. Günahlarını yanına alan şairler de oradadır. Bereketin kokusunu beklemeye dalarız. Tavşan sürekli koşmaktadır. Bizlerse aynı mürekkep yolcusu, dinmeyen bir fırtınanın son çocuklarıyızdır... Demek istediğim şu: Bir gün çöl de köpürür, hepimiz coğrafyamıza döner miyiz?”

İkinci soru ise Cengiz’in şiirini tanımak ve anlamak açısından can alıcı bir noktayı yakalıyor:

“Hangi dizeler, hangi dizeleri sevip başka bir dizeye gidecek, bunu bilemiyorum ama, sahici dizelerle buluştuğumdan mıdır, İpek’A’nın bende bıraktığı gökyüzü tadı, kafası kızarsa bulutların ayağını kaydırır diye düşünüyorum... Artık bazı dizelerin tebdil-i kıyametle dolaşmadığını kim söyleyebilir?”

Cengiz bu soruyu yanlış anlamış olacak ki, “Bakkal Ahmet söyleyebilir” veya “Tebdil-i kıyamet ne demek, sevgili Engin?” şeklinde bir cevap vermiyor. Belki de ben yanlış anlıyorum, çünkü soru da, cevap da bana Cengiz’in şiiri hakkında hiçbir şey söylemiyor.

Uzun bir süredir Türkiye’de şiir kitapları hakkında yazılan yazıların önemli bir çoğunluğu beş aşağı on yukarı yukarıda örneklediğim türde yazılıyor. Bu tür şiir kitabı tanıtma yazılarının en temel özelliği, ele aldıkları kitabı ve şairi tanıtmak dışında her çeşit Hacivatlığı yapıyor olmaları.

Bir kısmı besbelli ki bir dostun başka bir dostun gönlünü yapmak için akşamüzeri çalakalem yazıverdiği övgü yazıları. Bu dostluk ilişkisi bazen öyle ileri gidiyor ki, örneğin Haydar Ergülen, küçük İskender’in son kitabının tanıtma yazısını “Sevgili küçük İskender” diye başlayan bir mektup şeklinde yazabiliyor. Tanıtma yazılarının övgü niteliği ağır basabilir elbet, ancak söz konusu yazılarda neyin, niye övüldüğü belli değil; maksat sadece övgü. Üstelik bu övgü genellikle öylesine yüzeysel ki, okuyucunun yazıyı yazanla kitabı yazan arasındaki karşılıklı dostluk ve çıkar ilişkisini anlayamayacağı varsayılıyor besbelli; aptal yerine konuyor yani okuyucu. Aslında Ergülen tanıtma yazısını mektup şeklinde yazarak diğerlerinden daha dürüst davranıyor; okuyucuya “Sen karışma, ben arkadaşıma mektup yazıyorum” demiş oluyor açıkça.

Bu yazıların bir diğer kısmı ise kitap tanıtmaktan ziyade, besbelli tanıtma yazısının yazarını tanıtmaya yönelik. Örneğin, yukarda alıntılanan söyleşide Metin Cengiz dayanamayıp “İlahi Engin” diyor, “soru sorarken şiir yazıyorsun. Şiir yazarken de soru soruyorsun”. Engin Turgut’un şiir yazıp yazmadığı başka mesele, ama besbelli ki söyleşinin amacı Metin Cengiz’i şiir hakkında konuşturmak değil, Engin Turgut’un soru sorarken bile ilginç kelime oyunları yapabildiğini kanıtlamak.

Şiir kitabı tanıtma yazıları ve şair söyleşilerinin bu şekilde yazılıyor olmasının, karşılıklı hatır yapmak ve yazının yazarının ilginçliğini kanıtlamak dışında nedenleri de var sanıyorum.

Birincisi tembellik. Ciddi bir kitap tanıtma yazısı şairin daha önceki kitaplarının da okunmasını, şiirinin gelişiminin izlenmesini, bu kitabın bütün içindeki yerinin incelenmesini, şiirlerin biçim ve içerik özeliklerinin yorumlanmasını gerektirir. Bu da zaman alır, düşünmeyi gerektirir, belli bir teorik birikim ister. Bir dostu veya tanıtıcının kendisini övmek için yazılan yazılar böylesi bir çaba ve çalışmanın ürünü değiller besbelli.

İkincisi, ‘80 kuşağı şairlerinin temel özeliklerinden biri (birbirlerine hitaben şiir yazıp sıradan okuyucuyla dalga geçmek) kuşkusuz bu şairlerin düzyazılarına da yansıyor. Engin Turgut “mahcup kuşlar resitalinde herkes birbirine yarasını gösterir” derken yanılıyor. Aslında bu yazılarıyla şairler birbirlerine ne kadar zeki olduklarını, birbirlerini ne kadar sevdiklerini gösteriyorlar. Önemli olan da şu: Birbirlerine gösteriyorlar, şiir okuyucusuna değil. Oysa şiir kitabı tanıtma yazıları şiir okuyucusuna yol göstermek, okuyucuyu yönlendirmek, bilgilendirmek, şiir okumaya özendirmek için yazılmalı değil midir?

Hulki Aktunç’un şiirinin odalarının “terli ve kösnül” olduğunu okuyan bir şiir okuyucusu ne düşünebilir? “Bu şiirin odaları varmış, üstelik de terli ve kösnülmüşler, aman hemen bu kitabı bulup okuyayım” mı der? Yoksa “Bu çocuklar benimle dalga geçiyor herhalde” mi der? Bence ikincisini der. Ve haklıdır.

RONİ MARGULİES

Gösteri, No. 174, Mayıs 1995