Edebiyatçıların toplumsal rolleri çeşit çeşit olmuştur, olacaktır. Kim kendi tanım ve görev yüklemesinin kuşatıcı olmasını talep edebilir? En fazla: paylaşılır, önerilir...
05 Kasım 2015 14:00
1. Yazma-Okuma:
Kan dökümü içeren kötü olaylar yazma-okuma süreçlerimi aksatamaz, çünkü doğanın/hayatın temelde çatışma/savaş olduğunu belirten Heraklit’i silkeleyici bulurum. Her önemli eksiyi yazıp/işleyip artıya yol açma yanlısıyım.
2. Kurum bakışı (kuruma, kurum içi, kurumdan): PEN
“Dünyanın bin türlü hali var.” Vahşet de içeren bin türlü hal üzerine, 1921’de (önerimle 13,806,211,921 –ya da kısaca 11921 yılında) 1001. hal olarak PEN kuruldu, yola çıktı, yol oldu: Dünya yazarlarının tanışma, tartışma/sohbet ve dayanışma kurumu. İfade Özgürlüğü ve Dünya Barışı amacıyla gelişen küresel bir federasyon. Oluşmasına katkıda bulunmayı önemsediğim Demokratik Dünya Federasyonu yönünde zengin bir katkı alanı. (Bkz: www.pen-international.org)
Türkiye’nin yazarlarından kimileri bu uluslararası oluşumun dışında kalmadı: 1950’de Halide Edib Adıvar’ın öncülüğünde kurulan PEN Türkiye Merkezi 1980 darbesi üzerine kapandı, 1988’de Aziz Nesin,Yaşar Kemal, Sennur Sezer ve Zeynep Oral gibi değerlerin öncülüğünde hayata döndürüldü.
2010’da Tokyo’da seçildikten sonra Uluslararası Yönetim Kurulu’nda görev yaparken PEN’in etkileri ile geliştirilmesi gereği ve çabalarına daha içeriden tanık oldum, elimden geleni yaptım.
3. Öznel bakış (özne bakışı):
Nesnel bakma iddiası ne ölçüde bu iddiaya uygun adımlarla desteklenebilir? Öznellik nedense küçümsenen bir nitelik olageldi. Oysa insanın bilgisayardan temel farklarından biri öznellik değil mi? “İade-i itibar” vakti. Öte yandan, bir öznenin nesnellikle ilişkileri ne kadar kapsamlı ve zengin ise öznelliği de o derece zengindir.
İskeletimiz nesneden ibaret olacak, öznesiz. Nesnesiz bir öznellik ise ancak bazı inançlar açısından bir varsayım, kanımca.
Nesnellik iddiam olmaksızın, pek çok nesne, özne ve süreçten beslenip yoğurmaya çalışan bir özne olarak, düşünce paylaşayım:
Binyıllardır, kan akmayan bir gün olmuş mu gezegenimizde? Edebiyat ister istemez biraz da bu sancılar ve vahşet ile üretilegelmiştir.
El yordamıyla fil tanımına varmaya çalışırız, belki her zaman. Titiz isek: caymadan, çok da emin olmadan. Gerçek hayatta ne toplum var, ne birey, ne de edebiyatçı. Bunlar ihtiyatlı kullanırsak yararlı olabilecek birer kategori, o kadar.
Edebiyatçıların toplumsal rolleri çeşit çeşit olmuştur, olacaktır. Kim kendi tanım ve görev yüklemesinin kuşatıcı olmasını talep edebilir? En fazla: paylaşılır, önerilir. Her insan kendinden sorumlu –mu? Karmaşık etkileşimler ağında, öyle varsaymak daha yararlı. Bu noktada, yetişkinlik ya da reşit olmak söz konusu, ister istemez.
4. Reşit olmak ya da olmamak
Belki dereceleri var. Yaklaşımım şöyle:
“Gerçekten” reşit olmanın şartlarından biri, doğaüstü bir yaratıcı irade varsayımınının disiplin de sağlayan rahatlatıcılığına kapılmak yerine belirsizlikle dolu yaşamayı göğüslemek, içe sindirebilmek. Özü: tanrıcılık değil, doğacılık.
Bir başkası, ölümü ciddiye almak. Ölüm ölen açısından can ve bilinç bakımından sondur. Bunu kabul zor. Nitekim ölüm duyurularımızda ateistlerimiz (yeğlediğim terimle: doğacılarımız) bile sevilip sayılan kişiyi ‘sonsuzluğa uğurlamaktan’ söz edebiliyor. Ölümün son olduğunu kabullenmek her anımızı daha yoğun değerlendirmeye yol açabilir.
5. Hayat denen etkileşim:
Kim kimi, neyi, ne yönde, nasıl etkiliyor? Etkilerimizle varız. Etkilenimlerimizle. Zaman ve enerjimizi olumlu bulduğumuz yönde kullanmak ahlaki bir yükümlülük. “Bana ne?!” diyen ise kendisine (de) her şey yapılabileceğini kabul etmiş olur.
Kan bulamayan yarasaya kan vermekten kaçınan yarasa, ertesi gece kan bulamamışsa kan desteği alamaz, dışlanırmış. Dayanışma ve adalet eğilimleri bir türün devamı için gerekli öğeler arasında.
Görece yoğunlaşan çatışma dönemlerinde kayıtsızlık teslimiyettir. Kime? Daha güçlü olana ya da öyle olduğu varsayılana.
Teslimiyet –ister varsayılan doğaüstü bir güce ya da var olan dünyevi bir güce olsun, isterse bir dogmaya- özerklik ve reşit olma ideali ile çelişir.
Çatışma, genel olarak savaş, yalnız bedenler arası kan dökümüyle değil, büyük ölçüde psikolojiktir aynı zamanda. Yani bilinç düzeyinde. Bilgi, görüş ve öneri paylaşımı her mücadelenin parçasıdır. Twitter aktivizmi de önemlidir.
6. Hangi soru?
“Bir edebiyatçı ne yapmalı?” sorusu benimsediğim soru yolunda değil. “İnsan olarak insanlığın/dünyanın durumu ve geleceği için ne yapmalıyım?” Bu soruyu yeğlerim.
Kendi adıma, önemli bulduğum olaylarla ilgili “vak’anüvis” gibi yazdığımı söyleyebilirim. Suskun yazarların verimli olmalarını dilerim. Her insan her an sorumludur. Kendini ister edebiyatçı olarak nitelesin, ister başka kategoride. İsterse zihnini her türlü nitelemeden ırak tutsun.
7. Fark
Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin… Her biri hayata katkıda bulundu, yalnız yazılarıyla değil, doğrudan görüş, eleştiri ve önerileriyle. Diyojen ile Nasreddin Hoca ise ilk performans sanatçıları arasında, kanımca.
Geçmiştekilerle günümüzdekiler arasında temelde fark yok, kanımca. Çeşitlilik hep vardı, var ve olacaktır. Günümüzde araçlar daha çeşitli. Daha kısa sürede daha çok etki ile baş etme çabasındayız. Buna karşılık daha çok etki fırsatımız var. Daha çok sorumluluğumuz.
Kendini sorumlu saymayan, kimseden yardım ya da sorumlu davranış beklemesin.
8. Katkılar katkılara yol açsın.
Dünya Uygarlaşma Projesi (Earth Civilization Project) bu dilekle yola çıktı, gezegenden çeşitli canların bu önerime omuz vermesiyle, iki yıl önce. Kökleri yaygın, derin. Daha iyi bir dünya için. “Ama nasıl bir dünya?” sorusu bağlamında.
9. Niçin +13,806,212,015 yılı?
Yeğlediğim varsayıma göre, Doğa ile bu evren kısmen örtüşen şeyler. Doğanın kaos da içeren yaratıcılığı bu evrene yol açmış. Doğa için doğaüstü bir yaratıcı kavramına gerek yok.
Bilime göre, Evren (ki başka evrenler olasılığı karşısında bu-evren deme yanlısıyım) 13.8 milyar yaşında. Kozmik zaman. Bu bilgiyi evrim gerçeği bilgisiyle birleştirsek? Uzak atalarımızın ön-insan olarak ayrışması yaklaşık 6 milyon yıl önce olmuş. Yaklaşık 25 insan türünden biri olan ve gezegene yayılmayı başaran tek tür Homo sapiens ise yaklaşık 200,000 yıllık bir geçmişe sahip. Son buzul çağı yaklaşık 10 bin yıl önce bitmiş, tarım başlamış. Göbeklitepe mimari kalıntıları 12 bin yıllık. Bugün yaygın olan 2015 sayısı ile buluşalım, 15 ekleyip. Sonuç: 13,806,212,015. Öncesini bilmediğimiz için artı işareti koymak iyi olur: +13,806,212,015.
Kısaca 12015 diyebiliriz.
Doğacı tarih anlayışı, bilim verileri ve insan emeğine saygı bende böyle bir hamleye yol açtı. Değerlendirmenize en iyi dileklerimle sunarım.