Sera: İşleri nasıl berbat ediyoruz

Önümüzdeki günlerde Koç Üniversitesi Yayınları tarafından basılacak olan Bencil Maymun adlı kitaptan bir bölümü Tadımlık olarak sunuyoruz...

09 Ocak 2021 02:29

Türümüzün yaşadığı gerileme, ölçüsüz görkemin doğal ve kaçınılmaz etkisiydi. Çöküşünün öyküsü basit ve barizdir; insanlığın neden yıkıldığını sorgulamak yerine, varlığını bu kadar uzun süre devam ettirmiş olmasına şaşırmalıyız.[1]

Düşüşümüzü hızlandıracak yeryüzü koşullarını yarattığımız yadsınamaz. İşte eylemlerimizin listesi: Dünya süratle ısınıyor; deniz suyunun asitliği artıyor ve plastikle doluyor; sınai etkinlik havayı zehirliyor; ormanların tahribatı amansızca sürüyor; çöller genişlerken çayırlar, göller küçülüyor; 10 milyar insan, geri kalan kaynaklar için 2050’ye kadar itişip kakışacak.[2] Kısacası, aşırı hava koşulları daha sık boy gösterecek; kuraklık yüzünden ekinler kuruyacak; balık yatakları çökecek; iri yabani hayvan toplulukları küçülmeye devam edecek; bunların sert çöküşünün ardından böcek sayısı azalacak; bitki türleri telef olacak ve yaşamın mikroorganizma çoğunluğu göze görünmeseler de sarsılacak.[3] Daha uzun bir zaman ölçeğinde, yükselen deniz seviyeleri yüzünden kıyı şeritleri tekrar şekillenecek.[4] Antarktika buz tabakaları parçalanıp çözüldükçe Florida ve Bangladeş dalgaların altında gözden yitecek. Gezegen çapındaki bu değişiklikleri sizler bu ölçüde algılamayacaksınız, üstelik önümüzdeki birkaç onyıl boyunca koşullarınızın aynen devam etmesi olası görünüyor. Nihayetinde servet, kapımızı çalan pek çok acil duruma karşı en güvenilir tampon. Fakat varlıklı kesim bile çocuk sahibi olmadan önce ekolojinin geleceğini düşünmeli.

Dünya’daki tahribatın öyküsü, olağanüstü zararlı birtakım şirketleri içeriyor, ancak yine de hepimiz suçluyuz ve Rift Vadisi’nden ayrıldığımız andan itibaren iklim felaketi genlerimize kazınmış durumda.[5] Bizdeki yeme ve üreme dürtüsü farelerde ya da mantarlarda da mevcut, fakat diğer organizmaların aksine, beyin gücü şeklinde kendini gösteren talihsizlik, beslenip üredikçe sayımızın giderek artmasını mümkün kıldı. Kelle sayısının çevre üzerinde yarattığı etkinin yanı sıra, modern yaşamın lüksleri gezegen çapındaki hasarı ağırlaştırıyor. Çoğu insan, krallar gibi yaşamak ister. Fırsatlar kendini gösterdikçe, yaşamı daha rahat kılmaya dönük anlaşılır bir eğilim mevcut. Bu ikramiyeler, atmosferin gaz alaşımı pahasına geliyor, karbondioksit örtüsünü kalınlaştırıyor, Güneş’ten gelen ısıyı Dünya yüzeyinde kapana kıstırıyor. Gezegeni ne kadar süre kavuracağımızı ya da ne kadar hızlı ısınacağımızı bilmek mümkün değil, ama giderek ısındığımız kesin.

Texaslı kayınbiraderim bu kanıtların hiçbirini dert etmez. Ortaçağdaki Isınma Dönemi’nden bahseder ve karbondioksit salımları ile ortalama sıcaklıklar arasındaki çarpıcı bağlantıyı yadsıyan muhtelif sapkınların yazdıklarını okuyarak teselli bulur. Bu görüşler ABD’de yaygındır. Özellikle beyaz ırktan yurttaşlar, “yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı” fikrinin vazgeçilebilir olduğuna alışık değildir. Dünyanın pek çok köşesinde, hayatta kalma mücadelesi verdiği için görünmez gazları dert edemeyen insanlar da gitgide ısınan yaz mevsimlerinin nedenini umursamaz.

Bu satırları samimi bir alçakgönüllülükle yazıyorum. Ben de uygarlığın sona ermesine katkıda bulunanlardan biriyim. Bisiklet sürmek yerine kısa mesafelere araçla gidiyorum, ülkeden ülkeye uçakla yolculuk ediyorum, doğada yok olmayan plastik kaplarda paketlenmiş Güney Amerika menşeli çilekleri satın alıyorum. Bile isteye çadırda yaşayacak kadar ileri gidemem ama kendimi savunmam gerekirse, karbon ayak izim muhtemelen çoğu komşumunkinden küçüktür. Biyolojik baba yerine üvey baba olduğumdan, gelecek nesle spermini ya da yumurta hücresini bağışlamış insanlar kadar zararımın olması için, işe gidip gelirken kömür yakan jet uçağı kullanmam gerekir.[6] Bir insanın sera gazı salımını azaltmaya yapabileceği en büyük katkı, ölmektir. Bu seçeneği bir yana bırakırsak, bebek imal etmekten kaçınmak ikinci en iyi tedbir olacaktır.

Thomas Malthus, Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme adlı kitabında insanların dizginsizce üremesinin yarattığı tehlikeyi kabul eden ilk kişiydi. Bu eser, Sanayi Devrimi’nin şafağında yayımlandı.[7] Malthus, kitlesel açlığın birkaç ayda üstel hızla artma potansiyeliyle ilgileniyordu.

İnsanlığın durumuna ilişkin bu teşhisi, 1840’lardaki İrlanda Patates Kıtlığı pekiştirmişti, gelgelelim arazi ıslahı, gübrelerin, zararlı ot ilaçlarının, zararlı böcek ilaçlarının devreye girmesi ve tarımın makineleşmesi (hepsi fosil yakıtlara dayanıyor), bizi 20. yüzyılda sahte bir güvenlik hissiyle donattı. Tıptaki ilerlemelerle birleşince, ziraat ürünlerindeki ani artış, insan nüfusunun son yüz yılda dörde katlanmasını sağladı.

Nüfus artışı ile çevresel yıkım arasındaki ilişki, kamusal söylemde hiçe sayılıyor. Politikacılar bu başlıkla hiç meşgul olmuyor. Paul R. Ehrlich’in 1968 tarihli çoksatar kitabı The Population Bomb’da [Nüfus Bombası] ortaya koyduğu kıyamet senaryosu, kamu önündeki çoğu aydının gözünde kaçıkça.[8] Çağımızın ekonomistleri, dünyanın başka köşelerinde tırmanan nüfuslardan ziyade kalkınmış ülkelerin azalan nüfusunu daha fazla dert eder. En aydın çevre aktivistleri bile sürdürülebilirlik konusundaki bildirilerinde, ayrıca kişisel davranışlarında nüfus meselesini görmezden gelir. ABD’nin 45. Başkan Yardımcısı Al Gore dört çocuk babasıydı; siyasetçi meslektaşı ve aktivist Robert F. Kennedy Jr., efsanevi ailesine altı çocukla katkı yapmıştı. 21. yüzyılda çok çocuk sahibi olmak, onur nişanı olmaktan ziyade bir çevresel terör eylemidir. Her saat 15.000 çocuk doğuyor ve yalnızca 6.000 kişi ölüyor; hesap, geleceğin lehine değil.

İnsan, Dünya’nın yaşam koşullarını etkileyen yegâne organizma değil. Biz sahneye çıkmadan çok uzun süre önce mikroorganizmalar ve bitkiler, atmosferin kimyasını değiştirdi. Bakteriler 2,3 milyar yıl önce havayı oksijen denen tehlikeli gazla doldurmaya başladığında ciddi bir değişim başlattılar. Biyolojik yaşamın ilk milyar yılında demir, sülfür ve azot “solumaktan” mutlu olan mikroorganizmalar, DNA’ya zarar veren bu epey reaktif molekül yüzünden telef oldu. Oksijen seviyeleri yükselirken, metal soluyan canlılar ve akrabaları deniz dibi çamuruna ve oksijenden mahrum başka alanlara çekildi. Yeni yaşam biçimleri evrimleşip bu olağandışı koşullardan yararlandı; gıdalardan daha fazla enerji elde etmek için oksijeni kullanmanın yolunu buldular. Günümüzde derin derin soluk alıp vermemizin sebebi budur.

Çok daha ileride, yaşam karaya ayak bastıktan sonra, bitkilerin bolluğuyla uyumlu olarak havadaki gazlar yine değişti. Karbonifer döneminin bereketli ormanlarında başkaldıran dev atkuyruğu ve kurtayağı otları, çözünmeye tabi değildi. Sıkışarak kömür damarlarını meydana getirdiler.[9] Çürümeksizin toprağa gömülme davranışı, havadan karbondioksit çekmede öyle etkiliydi ki dünya çapında soğumaya yol açtı. Kömür yakan güç santrallarından elektrik alıp ampullerden titreşerek yayılan fotonları, tarihöncesi ormanların soğurduğu dalga boyunda gönderdiğimiz her seferinde bu karbondioksiti serbest bırakıyoruz. 300 milyon yılı aşkın sürenin ardından, fosilleşmiş yeşil bitkilerden masa lambasına enerji girip çıkar. Karbonifer döneminin ardından kömür oluşumu azaldı, çünkü mantarlar, devrik ağaçları ayrıştırmada ustalaşmıştı. Çeşitli jeolojik olayların eşlik ettiği yanardağ püskürmeleriyle birlikte biyolojik çeşitliliğin kabarması, iklimi bu yola itti. Ara sıra yeryüzüne düşen göktaşları, Dünya mahkûmlarının ille keyfini kaçırıyordu. Bu süreçlere ilişkin kanıtlar, Texaslı akrabamla hemfikir olup iklim değişimini (gezegenin piştiğini kabul ederlerse tabii), sorumluluğumuzun bulunmadığı, biz insanların haricinde gelişen bir olgu sayan kişiler için cılız bir sığınaktır.

İnsanlar ve iki ayaklı öbür kuyruksuz maymunlar, galaksinin bu köşesinde toplam biyolojik zamanın ancak küçücük bir diliminde türümüze has yıkıcı yolu izlemiştir. Doğanın şeklinin değiştirilmesine yönelik eylemler 3,3 milyon yıl önce başladı. O dönemde australopitekuslar, Kenya’daki Turkana Gölü’nün kıyılarında hayvan leşlerini dilimlemek amacıyla taş aletler yapıyordu. Silahlar daha sonra üretildi. 500.000 yıl önce Güney Afrika’da başka bir insansı, taş uçlu sivri mızraklar kullanıyordu. İlk insanlar yayı ve oku 71.000 yıl önce geliştirdi.[10] Yay ve ok gibi fırlatma silahları, fazla cesur olmaya gerek kalmadan iri hayvanları öldürmemizi mümkün kıldı. Bu silahların farklı birleşimleriyle onlara eşlik eden tuzaklar ve ateş sayesinde insanlar, tüylü mamutların, mastodonların, kılıç dişli kedilerin ve kara tembel hayvanlarının sonunu getirdi. Bu esnada buz tabakaları çekilirken, hayvanları son sığınaklarına kadar takip ettik. Güney Amerika’da armadillo benzeri bir hayvan olan Glyptodon da soykırımın kurbanlarından biriydi. Yavaş hareket eden bu otçul hayvan Volkswagen Tosbağa büyüklüğündeydi; dolayısıyla etini yiyip kocaman kabuklarından sığınak olarak faydalanan avcılar için kolay bir yemdi.

Uzun yıllar boyunca biyologlar, iklim değişikliğinin bu yokoluşlardaki en önemli etmen olduğunu ileri sürdü; gelgelelim, insanların gelişi ile iri memelilerin ortadan kayboluşu arasında bağlantı olduğuna işaret eden kanıtların sayısı artıyor.[11]Bu durum, adalardaki göz kamaştırıcı kuş türleri için oldukça barizdi. Yeni Kaledonya sakinlerinden Sylviornis denen dev hindi, tarihöncesi Lapita halkının 3.500 yıl önce kanolarla adalara ulaşmasından kısa süre sonra gözden kayboldu. Dahası, İS 1300 civarında Maori halkı Yeni Zelanda’ya ulaşınca, uçamayan sayısız moa türü yeryüzünden silindi.[12] Tür yokoluşu en baştan itibaren doğada değişiklikler yapageldi, ama hiçbir hayvan, insanların yarattığı etkiye yaklaşamamıştır. Evrimimiz, dinozorları yok etmiş olan göktaşının gücüyle yaşama fevkalade bir hızla darbe indirdi. 65 milyon yıl önce Meksika Körfezi’ne düşen Chicxulub göktaşının ardından Senozoyik çağ boyunca memelilerin ortalama boyutu muntazaman arttı. Derken, yaklaşık 100.000 yıl önce iri hayvanlar gözden kaybolmaya başladı. Yokoluşlar 50.000 yıl önce hız kazandı; öyle ki günümüzde yabani hayvanların toplam kütlesi, insan öncesi dönemdeki azami değerinin altıda birine inmiştir. Bazı modellere göre evcil inek, geride kalan en iri memeli olma yolunda ilerliyor.[13]

Doğanın kırılganlığı üzerine felaket tellallığı yapan bu tahminlere şüpheyle yaklaşılması anlaşılır bir durum. Her nesilde ufku gitgide daralan beklentilerin etkisi altında kalmamak için sağlam hayal gücü gerekir. 14. yüzyıldan beri kimse moa görmedi. Dolayısıyla, bu kuşların eksikliği günümüz Yeni Zelandalılarını üzecek falan değil. Martha adı verilmiş son göçmen güvercin 1914’te memleketimdeki hayvanat bahçesinde can verdi. Bu kuşların, gökyüzünü karartacak boyuta ulaşan son toplu göçü 19. yüzyıldaydı. Hiç görmediğimiz şeyi özleyemeyiz. Yokoluşu, giderek yaklaşan bir dehşet sayıyoruz, ekosistem tahribatını ise olup bitmiş bir iş yerine, devam eden bir süreç olarak görüyoruz. Fakat yıkımın şiddeti azalmıyor. Ormansızlaşma meselesi yaygınlıkla bilinse de, tropik ormanlar Brezilya’da yılda 2,7milyon hektar, Endonezya’da 1,3 milyon hektar, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde 0,6 milyon hektar hızla ortadan kayboluyor.[14]İklim değişikliğinin doğrudan etkilerine bakacak olursak, 2016’ya gelindiğinde yeryüzündeki mercan resiflerinin üçte biri, yüksek su sıcaklığı yüzünden zarar görmüştü. Avustralya’daki Büyük Bariyer Resifi’nin yüzde 90’ından fazlası, ağarma denen süreçten etkilendi. Mercanların göz kamaştırıcı ortakyaşamındaki dinoflagellat algleri hayvan ortağını terk ettiğinde ağarma meydana gelir.[15] Resifler toparlanıp süreci atlattığında ise, en baştaki hayvanların yerini, deniz yaşamının fakirleşmiş topluluklarını destekleyen tembel mercan türleri alır. Bu, normal bir fenomen değildir.

Daha gösterişli bir ekosisteme, yani Ohio’daki bahçeme gelirsek, üçgen şekilli arazimizde ağaçların ve çiçekli makilerin ortasında bir cennet bahçesi yarattık. Eğreltiotlarıyla sarılı gölgelik alanlar, amiplerle ve su ayılarıyla dolup taşan yumuşak yosunlarla kaplıdır. Köstebekler toprağı eler; gölette balıklar yüzer; bir tavuk dörtlüsü, öğleden sonranın toz sağanaklarında sersemleyip yere kapaklanır. Yirmi yılı aşkın süredir tek gıdım böcek ilacı püskürtmeksizin bu kent vahasına baktık, ama biyolojisi hızla değişiyor. Yaz başlarında burada bulunmuş pek çok muhteşem böcek türü on yıldır bahçemize uğramıyor. Sinekkuşları, güveler ve çalı çekirgeleri gözden kayboldu; küçük beyazmelek şimdi yegâne kelebek türü; gece güveleri artık akşam fenerleri etrafında fırıl fırıl dönmüyor. Evet, bu gözlemler sırf kişisel bir öyküye dayanıyor, ancak uçan böceklerin çarpıcı kaybına işaret eden bilimsel etütlerle tam olarak örtüşüyor.[16]

İri hayvanlar da etkileniyor. Karanlık bastıktan sonra ara sıra çıktığım yürüyüşlerde, artık bahçeye daha az rakunun, keselisıçanın, kokarcanın uğradığını anlıyorum. Minik kahverengi yarasalar öyle nadirleşti ki güneş batarken bu sevimli memelilerin sırf bir çiftini görsek bayram yapıyoruz. Beyaz burun sendromu bu hayvanların bir kısmını öldürmüş olabilir; dahası bu mantardan yakayı sıyırmış olanların böcek kıtlığı yüzünden açlıktan kırılmış olması muhtemel. En bariz değişiklik, saldırgan bir kınkanatlı yüzünden ağaçların seyrelmesiyle geldi. Zümrüt dişbudak kurdu adlı bu böceğin larvaları, bölgedeki tüm ak dişbudak ağaçlarını öldürdü. Kent çeperlerinin dışında da durum daha iyi değil. Çiftlik alanlarının etrafındaki akarsular, algler yüzünden tıkanıyor. Ekin kenarına ağ ören örümcekler gözden kayboldu. Çayırmantarları bile artık bir acayipliğe dönüştü. Etrafımızdaki doğa dikiş yerlerinden sökülüyor.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği yani IUCN tarafından derlenen Nesli Tükenme Tehlikesi Altındaki Türler İçin Kırmızı Liste’de canlı türleri, yokoluşa yakınlıklarına göre sıralanır. Yeterli veri toplanabilmişse bu türler, “Asgari Endişe”den “Kritik Tehlike”ye uzanan kategorilere atanır. Soyu tükenmiş türler için geçerli iki kategori vardır: yaban ortamda soyu tükenenler (mesela Hawaii kargası) ile soyu tükenmiş olanlar (göçmen güvercinler). IUCN Kırmızı Listesi, Homo sapiens’i “Asgari Endişe” kategorisine alıp şu gerekçeyi sunar: “Asgari Endişe kategorisine alınan canlı türleri geniş alana yayılmıştır, uyum- ludur, sayısı şu an artmaktadır ve nüfusta genel azalmaya yol açacak hiçbir büyük tehlike bulunmaz.”[17] Gerçekten öyle mi?

Zayıf ihtimal ama, ısınmayı kontrol altında tutmanın yollarını geliştirdiğimiz takdirde, nüfus tırmanmayı sürdürecektir, ancak mesken tutacağımız dünyanın biyolojik çeşitliliği törpülenecektir. İri hayvanlar yaban hayatta ortadan kaybolacak. Kendimizi hem insan kalabalığı içinde bulacağız hem de doğada yalnız kalacağız. IUCN’nin tehlike altındaki ve kritik tehlike altındaki türler listesinden rastgele örnekler seçersek bunu açıkça görürüz: Resiflerde yaşayan Napoleon balığının nesli, mızrakla, patlayıcılarla ve siyanürle avlanma yüzünden tehlike altına girdi; hidroelektrik barajlar, çevre kirliliği ve ödül avcıları yüzünden bayağı testerebalığı kritik tehlike altında; doğu uzun gagalı dikenlikarıncayiyeni, Yeni Gine’de gözden kayboluyor, yaşam alanını maden şirketleri yok ediyor; büyük çekiçbaşlı köpekbalığının nesli de tehlikede, çünkü köpekbalığı yüzgeci çorbası için Çin piyasasına arz etmek üzere her sene bu zarif balığın tahminen 73 milyonu avlanıyor. Bu türleri korumanın yegâne yolu, yaşam alanlarını insan temasından bütünüyle uzak tutmaktır.

Bu kıyametin kökeninde, Bacon tarzı bilim yatıyor. Tıp, ziraat, mühendislik alanlarındaki ilerlemelerin nimetlerinden yararlanıyoruz. Bilim, kendisinden istediğimiz işi yaptı. Şimdi bizler kendi mahvımıza doğru ilerliyoruz. Avrupa bilimi, 17. yüzyılın keşiflerinin ardından yavaş yavaş miadını doldursaydı, sayımız bu kadar çoğalmazdı, dünya da ısınmazdı. Tekvin kitabı bizi uyarmıştı; John Milton da Kayıp Cennet’te bu öyküyü yeniden çerçevelendirir:

İnsanoğlunun ilk itaatsizliği ve yasak ağacın
Tadı ölümcül olan meyvesi dünyaya
Ölüm ve acı, hepimize keder getirdi hep,
Cennetin kaybıyla birlikte...[18]

Tanrı’nın uyarısına aldırmayan Havva, kurnaz yılanın teşvikiyle uğursuz kararını verir:

Dala uzandı, meyveyi daldan kopardı ve yedi;
Toprak yarayı hissetti ve
Doğa derin bir iç çekti,
Her şeyin bittiğini işaret etti.[19]

Havva ilk deneyciydi. Kendi ortamının sınırlarını sınayan, güzel bahçede sonsuza kadar hizmet etmekten fazlasını arayan genç bir kadındı. Milton, bilimsel devrim çağının zirvesinde yaşıyordu ve bu mecazın bizim zamanımızdaki gücünü anlayamazdı. John Snow 1854’te kolera vakalarını mikrop bulaşmış su kuyularıyla eşleştiren Soho haritasını yakmalı mıydı? Böylece Londralıların sayısı biraz budanmış olurdu. Louis Pasteur, mikrop kuramı çalışmalarından vazgeçse, belki de türlerin yokoluşu engellenebilirdi. Peki, yüzlerce yıllık batıl inançları hiçe sayıp tahıllara musallat olan hastalıklardan sorumlu mantarları tespit etmiş bitki patologlarına ne demeli? Ekinleri ziyan eden pas ve sürme hastalıklarıyla mücadeleyi mümkün kıldılar ve modern tarımın milyarlarca insanı beslemesini sağladılar.

Bilim, modern uygarlıkta öyle merkezi konumdadır ki ne doğanın incelenmesinden vazgeçeceğiz ne de süregiden tahrifinden geri adım atacağız. Masumiyetimizi kaybetmenin bize neye mal olduğu artık sır olmadığına göre, Dylon Thomas’ın tavsiye ettiği gibi ortalığı ateşe verip çılgınca haykırabilir ya da zarafetle kenara çekilme planları ta- sarlayabiliriz. Fakat, ne olursa olsun, keşiflerin korkunç bedelini kabul etmeden, bilimin saflığını savunamayız: “Çünkü bana göre senin bu ihanetinle / İnsanoğlu bir kez daha düştü.”[20]

(s. 81-88)

 

NOTLAR


[1] Bu açılış cümleleri, şu kitaptan alındı: Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, cilt IV, Bölüm 38 (New York, 1994), sayfa 119: “Genişleyip imparatorluğa dönüşen bir şehrin yükselişi, olağanüstü bir genç dâhi misali, felsefi bir aklın yansıması olarak nitelenmeyi hak ediyor. Fakat, Roma’nın çöküşü, ölçüsüz bir büyüklüğün doğal ve kaçınılmaz sonucuydu. Varsıllık, çürüme ilkesini olgunluğa eriştirdi; fetihler yapıldıkça, yıkımın nedenleri çoğaldı; zaman ya da tesadüfler yapay payandaları ortadan kaldırır kaldırmaz bu kocaman doku, kendi ağırlığının baskısına boyun eğdi. Roma’nın mahvının öyküsü basit ve barizdir; Roma İmparatorluğu’nun neden yıkıldığını merak etmek yerine, o kadar uzun süre devam etmiş olmasına şaşırmalıyız.”

Altı ciltlik bu şaheseri okumak için gereken vakti ayırabilirseniz, Gibbon’ın sesi, yaşam boyu size eşlik edecektir.

[2] Bu koşullar hakkında ilave bilgi, şu kaynaklar aracılığıyla bulunabilir: küresel ısınma: https://climate.nasa. gov; okyanusların asitlenmesi: www.whoi.edu/ocean-acidification ve http://nas-sites. org/oceanacidification/; okyanuslardaki plastik kirliliği: www. sciencemag.org/tags/plastic-pollution; hava kirliliği: www.who. int/airpollution/en; ormansızlaşma: www.worldwildlife.org/ threats/deforestation; çayırların yok olması: Karl-Heinz Erb veark., ‘Unexpectedly Large Impact of Forest Management and Grazing on Global Vegetation Biomass’, Nature, DLIII (2018), sayfa 73-6; göllerin kuruması: Kate Ravilious, ‘Many of the World’s Lakes are Vanishing and Some May be Gone Forever’, New Scientist (4 Mart 2016), şu internet sitesinde: www.newscientist. com/article/2079562 (2016); çölleşme: www.un.org/en/events/ desertificationday; toprak erozyonu: Pasquale Borrelli ve ark., ‘An Assessment of the Global Impact of 21st Century Land Use on Soil Erosion’, Nature Communications, viii/2013 (2017); nüfusla ilgili tahminler: www.un.org/development/desa/en/news/population.

[3] İklim değişikliğinin, biyoçeşitlilik konusunda yarattığı tehdide dair bir inceleme: Rachel Warren ve ark., ‘The Implications of the United Nations Paris Agreement on Climate Change for Globally Significant Biodiversity Areas’, Climatic Change, CXLVII (2018), sayfa 395-409; aşırı hava koşulları: www.ucsusa.org; kuraklıklar: S. Mukherjeee, A. Mishra ve K.E. Trenberth, ‘Climate Change and Drought: A Perspective on Drought Indices’, Current Climate Change Reports, IV (2018), sayfa 145-63; iri memelilerin yok olması: Felisa A. Smith ve ark., ‘Body Size Downgrading of  Mammals Over the Late Quaternary’, Science, CCCLX (2018), sayfa 310-13; balık yataklarının yok olması: Qi Ding ve ark., ‘Estimation of Catch Losses Resulting from Overexploitation in the Global Marine Fisheries’, Acta Oceanologica Sinica, XXXVI (2017), sayfa 37-44; böceklerin yok olması: Caspar Hallmann ve ark., ‘More than 75 percent Decline over 27 Years in Total Flying Insect Biomass in Protected Areas’, PLOS ONE, XII/10 (2017), e0185809; bitkilerin yok olması: www. stateoftheworldsplants.com; mikroorganizma kayıpları: S.D. Veresoglou, J.M. Halley ve M.C. Rillig, ‘Extinction Risk of Soil Biota’, Nature Communications, VI/8862 (2015).

[4] NASA Küresel İklim Değişikliği internet sitesi ilave bilgi sunuyor: https://climate.nasa.gov/vital-signs/sea-level; ayrıca bkz. IMBIE Team, ‘Mass Balance of the Antarctic Ice Sheet from 1992 to 2017’, Nature, DLVIII (2018), sayfa 219-22.

[5] İnsanın kökenine dair çalışmalar, modern insanın, birden fazla Homo sapiens popülasyonundan ve Afrika’dan dışarı yayılmış akraba Homo türleriyle çiftleşmelerden ortaya çıktığına işaret eden kanıtlardan ötürü karmaşıklaşmıştır. Bkz. Eleanor M.L. Scerri ve ark., ‘Did Our Species Evolve in Subdivided Populations across Africa, and Why Does it Matter?’, Trends in Ecology and Evolution, XXXIII/8 (2018), sayfa 582-94.

[6] S. Wynes ve K.A. Nicholas, ‘The Climate Mitigation Gap: Education and Government Recommendations Miss the Most Effective Individual Actions’, Environmental Research Letters, XII (2017), 074024.

[7] Thomas Malthus, An Essay on the Principle of Population [Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme, İng. çev. Sevil Zengin, İstanbul: Gece Kitaplığı, 2018] (Londra, 1798).

[8] Paul R. Ehrlich, The Population Bomb (New York, 1968). Bu kitabın yayımlanmasının ardından dünya nüfusu yarım yüzyılda ikiye katlandı. Paul Ehrlich ile aynı zamanda eşi olan, kitabın eşyazarı Anne Ehrlich 2009’da şunu yazdılar: “The Bomb kitabının belki de en büyük kusuru, gelecek konusunda haddinden fazla iyimser olmasıdır.” Bu hüküm şu denemelerinde boy gösterdi: ‘The Population Bomb Revisited’, Electronic Journal of Sustainable Development, I/3 (2009), sayfa 66.

[9] Karbondioksit seviyeleri, Eosen çağı sırasında da keskin düşüş gösterip Dünya’yı seradan buzhaneye dönüştürdü. Diatomdenen deniz organizmaları, Eosen okyanuslarında çoğaldı. Bu organizmalar, atmosferin dönüşümünden kısmen sorumludur. Bkz. David Lazarus ve ark., ‘Cenozoic Planktonic Marine Diatom Diversity and Correlation to Climate Change’, PLOS ONE,

IX/1 (2014), e84857. Cam kabuklu bu mikroorganizmalar, karbondioksit soğurup oksijen salar, böylece karadaki yağmur ormanları gibi gezegeni hem soğutmaya hem de oksijenle doldurmaya katkıda bulunurlar.

[10] Kesip biçmeye yarayan ilk aletler: Sonia Harmand ve ark., ‘3.3-million- year-old Stone Tools from Lomekwi 3, West Turkana, Kenya’, Nature, DXXI (2015), sayfa 310-15; saplı avlanma aletleri: Jayne Wilkins ve ark., ‘Evidence for Early Hafted Hunting Technology’, Science, CCCXXXVIII (2012), sayfa 942- 6; ok ve yay: Kyle S. Brown ve ark., ‘An Early and Enduring Advanced Technology Originating 71,000 Years Ago in South Africa’, Nature, CDXCI (2012), sayfa 590-93.

[11] Frédérik Saltré ve ark., ‘Climate Change Not to Blame for Late Quaternary Megafauna Extinctions in Australia’, Nature Communications, VII (2017), 10511.

[12] R.P. Duncan, A.G. Boyer ve T.M. Blackburn, ‘Magnitude and Variation of Prehistoric Bird Extinctions in the Pacific’, Proceedings of the National Academy of Sciences, CX (2013), sayfa 6436-41; Morten E. Allentoft ve ark., ‘Extinct New Zealand Megafauna Were Not in Decline before Human Colonization’, Proceedings of the National Academy of Sciences, CXI (2014), sayfa 4922-7.

[13] Smith ve ark., ‘Body Size Downgrading of Mammals’, sayfa 310- 13.

[14] Nancy L. Harris ve ark., ‘Using Spatial Statistics to Identify Emerging Hot Spots of Forest Loss’, Environmental Research Letters, XII (2017), 024012.

[15] Quirin Schiermeier, ‘Great Barrier Reef Saw Huge Losses from 2016 Heatwave’, Nature, DLVI (2018), sayfa 281-2; TerryP. Hughes ve ark., ‘Global Warming Transforms Coral Reef Assemblages’, Nature, DLVI (2018), sayfa 492-6.

[16] Hallmann ve ark., ‘More than 75 per cent decline over 27 years’.

[17] IUCN’nin [Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği] hazırladığı Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Liste’sine Homo sapiens’in alınması şu internet sitesinde: www.iucnredlist.org/details/136584/0.

[18] Kayıp Cennet (Kitap I), sayfa 9.

[19] Kayıp Cennet (Kitap IX), sayfa 191.

[20] Shakespeare, William. V. Henry. Çev. Hamit Çalışkan. Perde II, Sahne 2. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, sayfa 31.

 

GİRİŞ RESMİ:


Amazon ormanlarının Bolivya sınırları içinde kalan bir kesiminde tarım için yapılan ormansızlaştırma faaliyetinin done ile çekilmiş fotoğrafı.