Sabahattin Ali’nin harfleri

Geçtiğimiz günlerde A’dan Z’ye Sabahattin Ali, bazı değişikliklerle ikinci baskısını yaptı. İlk baskısı 2009’da yapılan bu kitap, Sabahattin Ali hakkındaki en kapsamlı çalışma niteliğine sahip

Kendisini “edebiyat arkeologu” olarak tanımlayan Sevengül Sönmez’in eşine az rastlanır bir editörlük geçmişi var. Kitaplarını yayına hazırladığı, üzerine çalıştığı yazarlar yan yana getirildiğinde modern Türkçe edebiyatın “seçilmiş” ama panoromik bir fotoğrafını çıkarmak mümkün hâle geliyor: Sait Faik, Yakup Kadri, Sabahattin Ali, Melih Cevdet Anday, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Memet Fuat, İlhan Berk, Rıfat Ilgaz... Yayına hazırladığı, editörlüğünü yaptığı yazarlar bir yana yazılarının konu çeşitliği de dikkat çekici. Polisiyeden şiire, yayıncılık tarihinden İstanbul’un ailelerine hayli farklı konuda yazıları ve kitapları var.

Sevengül her ne kadar pek çok yazar ya da konu hakkında çalışma yapsa da, sanırım, en başta Sabahattin Ali hakkındaki kitaplarıyla tanınıyor. Hem yayına hazırladığı mektupları hem romanlarının edisyon kritikleri hem de yazar üzerine eleştirel metinlerden yaptığı seçki bir yana, A’dan Z’ye Sabahattin Ali kitabı nedeniyle akla öncelikle Sabahattin Ali’yle birlikte gelmesi şaşırtıcı değil.

A'dan Z'ye Sabahattin Ali, Sevengül Sönmez, Yapı Kredi YayınlarıGeçtiğimiz günlerde A’dan Z’ye Sabahattin Ali, bazı değişikliklerle ikinci baskısını yaptı. İlk baskısı 2009’da yapılan bu kitap, Sabahattin Ali hakkındaki en kapsamlı çalışma niteliğine sahip. Ayrıca, sayıları son yıllarda bir hayli artan Sabahattin Ali kitaplarının öncüsü konumunda. Son 15 yılda Sabahattin Ali “dar çevrede tanınan” bir yazar olmaktan çıkıp popüler bir yazar haline geldi. Pek çok farklı belirleyicinin dâhil olduğu bu sürece, sanırım, Sevengül’ün çalışmaları da belli bir oranda katkı sağladı. Bu yüzden de onun kitabını, diğer Sabahattin Ali üzerine çalışmalardan, yani belli bir tarihten sonraki kitaplardan ayırmak ve tarihsel bağlamına oturtmak gerekiyor.

Kitabın yeniden yayımlanması nedeniyle Sevengül’le uzunca sohbet ettik, ona kitap hakkında merak ettiklerimi sordum. Her zaman olduğu gibi “uzun sorular”ım vardı. Her ne kadar Sevengül, bir cevabında “Soruna uzun bir yanıt vermiş oldum” dese de, mesele üzerine daha fazla konuşmak da mümkündü. Zaten göreceğiniz gibi, bazı yerlerde benim sorum cevaptan daha uzun kaldı. (Bunu, benim konuşkanlığımdan daha çok meselenin ilgi çekiciliği açısından yorumlama eğilimindeyim.) Söyleşide kitabın içeriğiyle ilgili cevaplar bir yana, Kürk Mantolu Madonna hakkında söylenenleri -kendi adıma- hayli önemli buluyorum. Belki de Sevengül gibi bir Sabahattin Ali “uzmanı”nı bulmuşken Kürk Mantolu Madonna’nın popülerleşme süreci üzerine daha uzun konuşmak gerekiyordu. Umarım bunu da başka bir vesileyle gerçekleştirme imkânı bulabiliriz.

A’den Z’ye Sabahattin Ali’nin hem ilk hem de ikinci baskısına yazdığın önsözde çalışmanın bazı ayrıntılarını açıklıyorsun ama Sabahattin Ali çalışmaya niçin başladığını söylememişsin. Önsözde belirttiğin gibi Kürk Mantolu Madonna’nın rüzgârının ardından “Niçin Sabahattin Ali çalışmaya karar verdin?” diye sormak gereksiz ama senin çalışmaların bu rüzgârın öncesine tarihleniyor. Bu yüzden sormakta bir beis görmüyorum: Ne oldu da Sabahattin Ali çalışmaya karar verdin?

Sabahattin Ali özellikle öykülerini sevdiğim bir yazardı. Ancak bu denli büyük bir çalışmaya profesyonel bir iş olarak başladım. 2002 sonlarında Yapı Kredi Yayınları Sabahattin Ali arşivinin düzenlenmesi işini önerdi ve ben kendimi Filiz Ali’nin evinde buldum. Arşiv, Prof. Dr. Nüket Esen’in çalışmalarıyla ana hatları belli olacak şekilde tasnif edilmişti. Ben tasnif edilmiş evrakı açarak çalışmaya başladım. Çalışmanın henüz başlarındayken böylesi bir arşivden çok şey yapılabileceğini fark ettiğimi söylemeliyim. Sabahattin Ali’den geriye kalanlar; mektuplar, müsveddeler, mahkeme belgeleri, kimlikler ve özellikle de fotoğraflar 1940’ların Türkiye’sini anlamak ve anlatmak için çok kıymetli bilgiler barındırıyordu. Eleştirel basımlar, mektup kitapları ve sergiler bu çalışmanın doğal sonucu olarak ortaya çıktı. Çalışma devam ettikçe de A’dan Z’ye Sabahattin Ali kitabını yazmak kaçınılmaz oldu.

A’den Z’ye biçiminde yazılmış kitaplar bir dönem hayli tercih edilmişti. Sait Faik’le, Nâzım Hikmet’le, Abidin Dino’yla ilgili A’dan Z’ye’ler yazıldı—ki Sait Faik’i de sen yazmıştın. Hatta Kitap-lık dergisi A’dan Z’ye formatında yazılmış kitap ekleri vermişti. Ancak sonrasında bu “biçim”e rağbet edilmedi. Kitabın ikinci baskısında, bazı değişiklikler yapmana rağmen, biçimi değiştirmemişsin. Bu noktada birkaç soru beliriyor. İlki niçin konvansiyonel biyografi tarzını değil de, bu biçimi tercih ettin? İkincisi, bu biçimin biyografi yazarken sağladığı kolaylıklar ve zorluklar neler?

A’dan Z’ye dizisi başka yazarları da içeren kapsamlı bir diziydi ama bahsettiğin kitaplar dışında devamı gelmedi. Derginin eki olarak verilenlerin genişletilerek yayımlanması da düşünülmüştü ama o da olmadı. Ben bana verilen siparişi yerine getirdim. O yüzden de başlangıçtan beri bu biçimde çalıştım, başka tür bir biyografi düşünmedim. Ama belki de artık düşünmem gerekiyor.

Biçime rağbet mi edilmedi yoksa bu biçimde yazacak birileri mi bulunamadı bilmiyorum doğrusu. Ama diziye iki kitap yazmış biri olarak söylemeliyim ki, sistematik bir çalışma sağlaması açısından alfabetik olan bu yöntemi sevdim. Ben de Sabahattin Ali’nin hayatını alfabetik olarak bölümleyip anlatmaya çalıştım.

Okurun ihtiyacı açısından alfabetik sıralamanın kimi sorunları var elbette. Olaylar tarih sırasından çıkıyor ve farklı sayfalara yayılıyor. Bu zaman zaman tekrara da yol açıyor. Bu nedenle kitabın başındaki zamandizininde Sabahattin Ali’nin hayatındaki önemli olayları kronolojik sıraladım. Herhangi bir maddenin Sabahattin Ali’nin hayatında hangi döneme ya da yıla denk geldiğini hatırlamak isteyen okur buraya bakabilir.

Ayrıca kitabın daha kullanışlı olması için diğer kitaplarda olmayan bir şey yaptım. Maddelerin sonuna ilgili maddelerin birlikte okunabilmesi için diğer maddeleri bkz. notuyla ekledim. Örneğin Sabahattin Ali’nin arkadaşlarını anlatırken eğer onlarla Ankara’da birlikte bir şey yapmışsa “Ankara” maddesine bakmalarını, ölümünü okuyanların “Ölümünün Soruşturulması” maddesini de okumalarını tavsiye ettim. Bu yöntemle alfabetik dizilimi, tematik bir biçimde okuma olanağı yaratarak okur için bir kolaylık yaratmaya çalıştım.

Bütün bu iyi yanlarına rağmen alfabetik başlıkların sınırlayıcı olduğu durumlar da var elbette. Kimi ayrıntılar, madde olamayacak kadar küçük göründüğü için başlık yapmak istesem de onları ilgili bir maddenin altına yerleştirmem gerekti.

Yeni baskıya yazdığın önsözde birtakım değişiklikler yaptığını söylemiş ama bunun ayrıntılarına çok girmemişsin. Bu değişikliklerden biraz söz eder misin?

Öncelikle kitabın anlatımında tercih ettiğim dili -senin ısrarlı uyarınla- değiştirdiğimi söyleyeyim. Büyük bir değişiklik değil ama bu hâliyle daha okunur oldu.

Maddelerdeki değişikliklere ve eklere gelince…

Sabahattin Ali hakkında 2009’dan bu yana yapılan çalışmaların ve yabancı dillere çevrilen eserlerin, film, tiyatro ve belgesellerin genişletilmiş listelerini ilgili maddelere ekledim. Sabahattin Ali adını taşıyan cadde ve sokaklar, Sabahattin Ali büst ve heykelleri, Sabahattin Ali Edebiyat Okulu gibi yeni maddeler de geçen yılların kitaba katkısı oldu.

Bunun dışında, yeni belgeler ve yeni fotoğraflar da var kitabın bu baskısında. Devlet Arşivleri’nde bulduğum Değirmen’in ve Sırça Köşk’ün yasaklanma belgeleri, Kürk Mantolu Madonna’nın elyazısı müsveddeleri sanırım en ilginç olanları.


Sabahattin AliKitabın maddelerine bakıldığında birtakım farklı tercihler dikkat çekiyor. Böyle bir kitapta isimler, mekânlar, olaylar, yayınlar... hakkında bir madde bulmak beklendik ama sen bunun yanı sıra “Eviçi Yaşamı”, “Güzel Giyinmesi”, “Uyurgezerlik” gibi maddeler de eklemişsin. Bu maddeler, Sabahattin Ali’nin yazar kimliği dışındaki özelliklerini öne çıkarma amacı mı taşıyor?

Çalışmaya başlarken büyük bir çerçeve çizmek istedim ve söylediğin gibi ana başlıklar belirledim: Olaylar, şehirler, kişiler… Ancak bunların dışında kalan ve Sabahattin Ali’yi yakından tanımamızı sağlayan özelliklerin de kitapta olması gerektiğini düşünerek kimi özel başlıklar da açtım. Örneğin “Baba Sabahattin Ali” maddesini tam da böyle bir ihtiyaçla yazdım. “Güzel Giyinmesi” maddesi de biraz ayrıntı olmasına rağmen Sabahattin Ali için belirleyici bir özelliği anlatmak için yazdığım maddelerden oldu.

Bu tür maddelerin Sabahattin Ali’nin yazar kimliğini tamamlayan başlıklardan oluşmasına özen gösterdim. Okurun Sabahattin Ali’ye dair belki de başka hiçbir yerde göremeyeceği ya da görse de farkına varmayacağı kimi ayrıntıları görmesini istedim. Ayrıca, bu tür maddelerin alfabetik anlatımdan kaynaklanan tekrarı küçük dokunuşlarla kırarak kitabı tekdüzelikten kurtardığını düşünüyorum bir yandan da.

Kitabının öne çıkan niteliğinin, Sabahattin Ali’yi yalnızca bir yazar ya da insan olarak anlatmanın ötesine geçmesi olduğu söylenebilir. Özellikle roman gibi okunan (ya da roman niyetiyle yazılan) biyografilerde alışkın olduğumuz “yöntem”, yazarı neredeyse tek bir kişiymiş gibi anlatmak, onu çerçeveleyen tarihsel bağlamı hızlı geçiştirmek. Oysa sen yalnızca Sabahattin Ali’yle değil, onu çevreleyen tarihle de ilgileniyorsun. Hatta kitabın bazı yerleri erken Cumhuriyet’in kültür tarihinin parçası olarak okunabilir. Üstesinden gelinmesi zor bir iş bu ve takdire şayan olduğu aşikâr. Bu noktada şunu sormak istiyorum: Sabahattin Ali’nin yaşamöyküsünü kültür tarihinin parçası kılmak senin yönteminin sonucu mu, yoksa onun hayatı böyle bir biyografi yazmayı zorunlu hâle mi getiriyor?

Tarzı ne olursa olsun bir biyografide kişinin hayatının onu çevreleyen dünyayla anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Nihayetinde hiç kimse tek başına değil. Tarihsel olarak da mekânsal olarak da bir çevrenin ürünü. İyi bir biyografi bu çevreyi de anlatabilmeli. A’dan Z’ye Sabahattin Ali’yi yazmaya başladığımda, birtakım daireler çizmiştim. Şehirler bu dairelerin merkezini oluşturuyordu. Çanakkale, İstanbul, Berlin, Ankara… Sabahattin Ali bu şehirlerde yaşamıştı ve buralarda pek çok insan tanımıştı. Hem şehirleri hem kişileri anlatmak için bu daireler işime yaradı. Bu dairelere olayları ve yaşantıları ekleyince senin de söylediğin gibi Sabahattin Ali’yi anlatırken erken Cumhuriyet’in kültür dünyası ortaya çıktı. Ben de bulduklarımı maddelerin içine yedirmeye çalıştım.

Sabahattin Ali, Cumhuriyet’in ilk yıllarının en önemli figürlerinden biri. Devlet Konservatuvarı’ndaki ve Tercüme Bürosu’ndaki memuriyeti Cumhuriyet’in kültür devrimlerinin yeşertilmeye çalıştığı yıllarda çok önemli kişilerle tanışmasını ve onlarla çalışmasını sağlıyor. Dünyaca ünlü opera yönetmeni Carl Ebert başta olmak üzere Almanya’dan Ankara’ya gelen pek çok önemli kültür insanıyla ilişki içinde olması ve Cumhuriyet Türkiye’sinin kültür politikalarını birlikte şekillendirmeleri nedeniyle Sabahattin Ali’nin hayatını yazarken onu çevreleyen tarihsel ve kültürel bağlamı anlatmak gerekiyordu.

Soruna uzun bir yanıt vermiş oldum ama özetleyecek olursam, bence hiçbir biyografi öznesinin tarihsel ve kültürel bağlamı olmadan yazılamaz. Sabahattin Ali’nin hayatı da onu çevreleyen kültürel bağlam olmadan çok eksik olurdu. Bu nedenle, Sabahattin Ali’yi elimden geldiğince tarihsel bir bağlama yerleştirmeye, yaşamını, öldürülmesini ve yapıtlarını bu bağlamda değerlendirmeye çalıştım.

İkinci baskının önsözünde Kürk Mantolu Madonna’nın 80’inci baskıya ulaştığını ve bunun Sabahattin Ali’nin alımlanmasında önemli değişiklik yarattığını söylüyorsun. Bu roman bağlamında iki sorum var. İlki herkesin merak ettiği soru (ve sanırım sana daha önce de soruldu): Sence okur, niçin Kürk Mantolu Madonna’ya bu kadar ilgi gösteriyor? İkinci soru da, değiştiğini söylediğin alımlama süreciyle ilgili. Kitapta ve önsözde bu değişimden az da olsa söz etmişsin ama 1948’den bugüne Sabahattin Ali’nin alımlanmasında neler değişti?

Sabahattin Ali’nin siyasî görüşü ve öldürülmesinden sonraki süreçte yaşananların yarattığı korku 1965’e kadar eserlerinin basılamamasına yol açıyor. 1965’ten sonra ise Türkiye’de her tür politik baskıda (12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde) benzer bir durum söz konusu oluyor. Aşırı “politize edilmiş” bir tutumla yaklaşılıyor Sabahattin Ali’ye. Bu durum onun eserlerine eleştirel olarak yaklaşmayı imkânsızlaştırıyor.

2000’lere geldiğimizde Yapı Kredi Yayınları’nın Sabahattin Ali eserlerini yeniden yayımlamaya başlaması ve yeni çalışmalarla onun edebiyat ve sanat görüşlerinin belirginleşmesi, -elbette Türkiye’de çok şey değişmişti bu süreçte- onu daha geniş bir kitleye tanıttı. Eserleri üzerinde konuşulmaya ve çalışılmaya başlandı. Mektuplar, fotoğraflar, kızı Filiz Ali’nin Filiz Hiç Üzülmesin adlı kitabı da onu insan olarak tanımamızı ve sanırım kısacık yaşamını merak etmemizi sağladı.

Kürk Mantolu Madonna da bu süreçte her yıl giderek artan bir okur kitlesi kazandı. Özellikle 2013’ten bu yana Türkiye’de çok satanlar listesinde en üst sıralarda kalmaya devam etti. Sabahattin Ali ile ilgili diğer yayınlar, örneğin benim hazırladığım Canım Aliye, Ruhum Filiz adlı mektup kitabı da Türkiye’de en çok satılan mektup kitabı olma yolunda. Kitaplar birbirini besliyor. Benzer biçimde İçimizdeki Şeytan’ın da satışları sürekli artıyor.

Sabahattin Ali’nin kolay okunan bir dili var; Kürk Mantolu Madonnna’nın bu kadar çok sevilmesinde anlaşılır ve akıcı olması çok etkili. Okuyanların birbirine önermesi, bir kitapta ortaklaşmak duygusu ve elbette sosyal medyanın etkisi, romanın sürekli dolaşımda kalmasını sağladı. Okur kitlesinin ayrım yapmaksızın sevdiği bir kitaba ihtiyacı varmış sanırım. Sonunda herkesin ortaklaşabildiği bir kitap ortaya çıktı.

Okur, bu romandaki kavuşulamayan aşkı sevdi bana kalırsa. Pek çok genç kendini Maria ya da Raif yerine koydu. Ya da Maria ve Raif gibi sevmek / sevilmek istedi. Modern çağın kavuşulamayan aşk hikâyesi olarak okunuyor Maria ve Raif’in hikâyesi. Bu nedenle modern bir Leyla ile Mecnun ya da Romeo ve Juliet oldu Kürk Mantolu Madonna.

Sabahattin Ali’nin bütün eserlerine yönelik bu ilginin arkasında elbette ki YKY’nin bir yayınevi olarak elini taşın altına koyması ve yukarıda bahsettiğim çalışmalar var. Hazırladığımız sergiler Türkiye’nin pek çok şehrine götürüldü. Gerek ben gerekse Filiz Ali pek çok okulda öğretmen ve öğrencilerle buluşarak Sabahattin Ali’yi anlattık. Yakın zamanda çocuklar için Sabahattin Ali öykülerinden yaratıcı okuma atölyeleri de düzenlenmeye başlandı. Ben kişisel olarak neredeyse on yılı aşkın bir zamandır Sabahattin Ali üzerine çalışıyorum. YKY ile organize ettiğimiz o kadar çok gezi, o kadar çok toplantı yaptık ki. Türkiye’yi il il gezdim desem yalan olmaz. Yetmedi yurt dışında da sergiler, konferanslar devam etti. Sabahattin Ali’yi anlatmak için Erzurum’dan New York’a kadar dünya turu yaptım desem abartmış olmam.

Ancak bu “çoksatarlığın” ve popülerliğin Sabahattin Ali için yeni bir kimlik inşa ettiğini düşünüyorum. Ve biraz da endişeleniyorum. Onun siyasi görüşü nedeniyle görevinden alınmış, kovuşturmalara uğramış, hapis yatmış ve yurtdışına kaçmaya çalışırken öldürülmüş çok yönlü bir sanatçı olduğunun unutulması ihtimali var. Bu yeni alımlama süreci onun dünya görüşünden ve ideallerinden uzak düşerek tanınmasına yol açacak gibi görünüyor. Bu noktada da elimden geldiğince, fırsat bulduğum her yerde Sabahattin Ali’nin büyük ve önemli bir yazar olduğu kadar, sosyalist dünya görüşüne sahip, ezilenin hakkını koruyan, kendisini ve çevresindekileri susturmaya çalışan güçlerle savaşan, iyi ve adil bir dünya için mücadele eden bir aydın olduğunu, yaşarken susturulmaya, baskılarla yıldırılmaya çalışıldığını, ölümünden sonra ise eserlerinin uzun yıllar yayımlanmadığını, ölümünün de hâlâ aydınlatılmadığını anlatmaya çalışıyorum.