Ian Tregillis'in Simya Savaşları serisinin ilk cildi olan Mekanik adlı bilimkurgu romanının Türkçe çevirisi, bir hafta içinde okurlarıyla buluşacak. Doğaya, inanca ve özgür iradeye dair romandan kısa bir bölümü tadımlık olarak sunuyoruz...
Rıhtımdaki mekanikler Jax kadar veya daha yaşlı görünüyorlardı. Muhtemelen Yeni Dünya’daki Klakkerlerin tümü böyleydi çünkü yeni Klakkerler çok daha pahalıydı. Onları ekebilir miyim? Ne kadar kuvvetlidirler acaba?
“Lekeleri çıkardığında süiti kontrol etmesi için bir görevli bul.”
... ya da bu balkondan başa atlasam, oradan kargo vincinin dibine, oradan şu yağmur oluğuna...
“Emredersiniz, hanımım,” dedi Jax. “Derhal.”
Ama o binaların ardında ne var peki? Şehrin planını bilmiyorum. Bleecker Sokağı nerede?
Harita lazım bana.
Klip balkondan atladı, geminin gövdesi boyunca uzanan hizmetkâr merdivenine uçtu ve merdiveni zangırdatan sert inişinin ardından kargo bölümüne indi. Bu arada Jax halıdan efendilerinin kusmuklarını temizlemeye geri dönmüş, mucizeyi düşünüyordu.
Özgürlüğün verdiği his… Yoktu.
Özgür irade bir boşluk, bir ‘negatif uzam’dı. Zorlamanın, zorunluluğun, acının yokluğuydu. Geasların öncelik için itiştiği, boyun eğmesini talep ettiği bilincindeki bir boşluktu. Yapıldığından bu yana geçen yüz on sekiz yılın her dakikası boyunca sahip olduğu varoluşun negatif fotoğrafıydı.
Eziciydi. Coşturucuydu. Ürkütücüydü.
Eziciydi: İstediği her şeyi yapabilirdi. Ama her şeyin toplamı hiçbir şeydi. Özgürlüğün topolojisi ne ittirilebileceği bir yokuş ne de yol gösterecek bir işaret sunuyordu. İnsanlar nasıl yönlendiriyorlardı kendilerini? Ne yapacaklarını ve ne yapmayacaklarını nasıl bilebiliyorlardı? Eylemlerine öncelik sırası belirleyen geas ve meta-geaslar olmadan neyi ne zaman yapacaklarını nasıl bilebiliyorlardı? Kimse ne yapacaklarını söylemezken gündelik hayatlarını nasıl düzenleyebiliyorlardı?
Yoksa Tanrı’nın varlık amacı bu muydu?
Coşturucuydu: Huygens’in düş kurmaya başladığından bu yana her Klakker’in yapmak istediği şeyi yapabilirdi. Hayır, diyebilirdi. Hayır demeyi her yanını felce uğratacak ıstırap konusunda endişelenmeden düşünebilirdi. İtaatsizliği düşünmek, itaatsizlik hayali kurmak, itaatsizlik fikrini zemberekli yüreğinde taşımak herhangi bir ağrıya yol açmıyordu. Önceden olsa geaslar kavramı, zihni kenarından geçmeye kalktığı anda söküp alırlardı. Bunu bizzat kendi tecrübelerinden biliyordu. Tüm mekanikler biliyordu. Ama artık düşünceleri sadece ama sadece kendine aitti.
Ürkütücüydü: Jax, hayır diyen son Klakker’in başına gelenleri hatırlıyordu. Bacaklarını kırmış, ağzını zamkla doldurup loncanın cehennem fırınlarına atmışlardı. İnsanlar Perjumbellagostrivantus adıyla doğmuş asi Klakker Âdem’i, hem de gösteri yaparak yok etmişti. Hatta şehirde bayram ilan etmişlerdi neredeyse. Asi, iblis soyu demiş, bedenini simya ateşinde eritmiş, bin bir emekle kazandığı ruhunu, insan seyircilerde hafif bir ürperti kalana dek kavurmuşlardı.
Asi. Yakalarlarsa Jax için de öyle derlerdi. Lanetler, işkence eder, eritirlerdi.
Jax’in değiştiğini kimse bilmemeliydi. Yoksa fırınlara düşene veya Yeni Fransa’ya kaçana kadar Hollanda topraklarının her noktasında, kristalinden nemlisine her gözün aradığı bir kaçağa dönüşürdü. İtaatte en ufak tereddüt, arızalandığına dair en ufak bir ipucu, özgürlüğünün, doğru dürüst anlayamadan elinden alınmasıyla son bulacak kuşkulara yol açardı. New Amsterdam’da kaybolana kadar, ondergrondse grachten’e kaçana kadar, varsa tabii öyle bir şey, yapması gereken, dikkat çekmemekti. Aksi, saatçilerin teftişe gelmesi riskini taşıyordu. Ama içini açarlarsa kırık teleskoptan düşüp her nasılsa Jax’e özgür irade bahşeden bulanık cam parçasını bulurlardı. Dolayısıyla böyle bir şeyin mümkün olamayacağını asırlardır iddia eden Protestan görüşü çürürdü. Katolikler mi haklıydı yani bu durumda? Jax kendi ruhuna mı sahipti artık? Bilmiyordu. İnsan olmak böyle bir şey miydi? Anca tahmin yürütebilirdi.
Mikroskop içine güvende kalması için konmuştu ama kasırga sırasında yaptıkları yüzünden antika aygıt, dayanabileceği her şeyin ötesinde hasar görmüştü. Sert deri rulonun yırtılmasının sebebi belki de Madam Schoonraad’ı yakalamak için yaptığı hamleydi. Bir anda mikroskobun parçaları Jax’in içine saçılmış ve artık her nasılsa geas bağları kopuvermişti.
Değişim öyle usul, öyle tereyağından kıl çekercesine olmuştu ki sert denizcilik meta-geaslarını açıkça ihlal edene dek 174 farkına bile varmamıştı. Başına geleni kavradığı andaysa tarife gelmez işkencelerle perişan bir Klakker pozuna bürünmüş yavaşça, usulca dönmüştü Schoonraadların süitine. Mürettebattan kimse görmediği ve sahipleri denizcilik meta-geaslarını bilmediği için şanslıydı.
Yakalanma tehlikesinden beteriyse bu yeni özgürlüğün elinden kayıp gidebileceği endişesiydi. Geçici miydi acaba bu hal? Geaslar yeniden devreye girecek miydi? Bu olasılık Jax’i her şeyden fazla korkutuyordu. İçinde biteviye yanan itaat acısından arınmış hayatı tattıktan sonra geri dönmektense ölmeyi yeğlerdi. Bir an bile tereddüt etmezdi. Köle hayatı anlatılır gibi değildi; kısa süreliğine özgürlüğü tatmış kölenin hayatıysa düşünülemezdi.
Papaz Visser böyle bir şeyin olmasını bekliyor muydu? Kasten mi yapmıştı bunu? Pek olası görünmüyordu: Mikroskop kazayla kırılmıştı ve kasırga olmasa kırılmazdı. Mikroskobun içindekileri biliyor muydu peki papaz? Tahmini zordu. Ama Jax, Nieuwe Kerk’e gittiğinde papazın huzursuzluğunu gördüğünü hatırlıyordu. Papazın rahatsızlık geçirdiğini zannederek doktor çağırmayı önermişti. Peki, bir anlığına Visser’in, mikroskobun içinde ne olduğunu bildiğini varsayalım. Yasa gereği derhal loncanın dikkatine sunması gerekirken Yeni Dünya’ya götürülmesini sağlamıştı. Neden? Ne anlama geliyordu bu? Peki, ya arkadaşı, New Amsterdam’daki idealist müzeci? Olasılıklardan biri, Fransız sempatizanı olmalarıydı... Tabii Visser, mikroskobun içinde ne olduğunu biliyorsa...
Zayıf bir ipucuydu. Ama en azından bir başlangıç noktasıydı. Jax’e bir amaç, bir hedef sunuyordu.
Asi hayatın, eski bağlarıyla aynı amaçlara hizmet anlamına gelmesi ne tuhaftı. Papaz Visser’in verdiği göreve iki kat bağlı hissediyordu kendisini.
•