Olay Mahalli sergisi üzerine: Anlatılan kimin hikâyesi

" Olay Mahalli sergisi doğal ve kültürel tahribatın boyutları hakkında düşünmeye ve eyleme geçmeye davet ediyor bizi. Hem Germen hem de Boran kontrol teknolojilerinin söylemsel taraflarına işaret ediyorlar. Her ne kadar teknolojik iktidar bu söylemi işletmeye, sızdırmaya çalışsa da, yaşamın kontrol edilemezliğini de akıl da tutmak gerek."

15 Ocak 2022 16:38

Bugün kültürel ve ekolojik açıdan bir yıkımın içinde olduğumuzdan bahsediliyor. Yaşama ve mekâna insan merkezli bir düşüncenin penceresinden bakmanın geleceğe taşınamaz halleri, bu bakışın sorgulanması adına başka düşüncelere ve siyasetlere kapı aralasa da yıkımın boyutları karamsar bir tablonun varlığını her an hissedilir kılıyor. Sadece çevreye indirgenmiş dar bir ekolojik siyasetin çeperini genişleterek; ekolojiyi insan-çevre-mekân bağlamında, yani bütün satha yayılan bir bakışla ele aldığımızda, işin içine kenti, toplumsal katmanları ve kapitalist sömürü biçimlerini de dahil ettiğimizde, tahribatın bilançosunun dehşet verici boyutlara taşındığını görmek mümkün hale gelecektir.

Yaşama, insana ve yeryüzüne dair dile gelen her kelamın ucu negatif bir kipliğe dayanıyor böyle bir zamanda.  Korku, endişe ve güvensizlik hissi dalgalar halinde yükselip mekâna yayılıyor.  Önünü göremeyen, düşünme ve eyleme geçme kabiliyeti paralize edilmiş çaresiz, yığınsal kütlelerden ibaret bir tabloyla karşı karşıyayız.

Geçen ay Adas Sanat’ta Ahmet Ergenç küratörlüğünde açılan Olay Mahalli sergisi bu tahribatın boyutları hakkında düşünmek ve eyleme geçmek üzere kritik bir bakışa davet ediyor bizi. Sergideki bakış, yukarıda bahsi geçen kuşkuların yanı sıra biraz da kehanete dayanıyor gibi.

Misal; Murat Germen’in sergideki çalışmalarına baktığımızda bu paranoyanın ve endişenin belirgin izlerini görebiliyoruz. Tekno-militer bir göz sürekli işliyor tepemizde; biz derken sadece insan olan bize değil, doğa olarak adlandırılan her şeydeki ‘biz’in üzerindeki büyük göze işaret ediyor Germen. Teslim alınmış, her santimetrekaresi işlenmiş, denetime alınmış bir uzamın imgesine vardırıyor bizi. Algılarımız, sezgilerimiz, duyularımız ve düşüncelerimizin her yanını kalın bir kuşku tabakası sarmış durumda. Kaçışın imkânsızlığı…

Mehmet Ali Boran, tanıdık bir imgeyi ironik bir şekilde sahneye sürerek kuşkuyu pekiştiriyor. Matrix filminde başkahraman Neo’nun göbek deliğinden çıkarılan robot böcek. Göz üzerimizde değil de içimizde de olabilir mi? Kuşku, uyanık kalmaya; tereddüt etmeye davet etse de pasif kalmaya da yol açabilir ve sinizme mahkûm eder. Her şeyden kuşku duyarsak hareketsiz kalmaya razı oluruz bir yerde. Boran bu noktaya kritik bir göz açıyor: aşınmış, eskimiş bir gösterge-söyleme (her şeyimizle kontrol ediliyoruz!) dair ters bir açı yakalıyor. Bütün bu kuşkuların gerçeğe tekabül eden bir yönü varsa paranoyalarımız ne kadar gerçek? Hem Germen hem de Boran bu kontrol teknolojilerinin söylemsel taraflarına işaret ediyor böylece. Her ne kadar teknolojik iktidar bu söylemi işletmeye, sızdırmaya çalışsa da, yaşamın kontrol edilemezliğini de akıl da tutmak gerek.

Bu kuşkular aynı zamanda bir kehanetin de göstergeleri olabilir mi peki? İçimize bir şeyler yerleştirilmiş, sürekli kontrol edildiğimiz bir evrende hakikat denen şey de bir tür sentetik bir gösterene dönüşmez mi bu durumda? Belleğimizden ve duygularımızdan kopuk uzay boşluğunda yuvarlanır gibi, önümüze ne konuyorsa bunu kolektif olarak hakikat olarak kabul edip yuvarlanmaya devam ederiz. Peki o zaman nasıl masallara konu olabilecek şehirlerden, romantik bir ressamın fırçasına malzeme olacak büyülü bir manzaradan veya bakışımızı perdeye mıhlayacak sürükleyici bir macera filminden bahsedebiliriz? Bu durumda milyarlarca pikselin sonsuz berraklığında görmenin zorlaştığı, ağır bir sis tabakasının kapladığı, derin bir körlüğün içinde yüzmeye devam ederiz.

Kent ve kır ayrımının manasızlaştığı, mekânsal adaletin sağlanamadığı, bütün ilişki biçimlerinin işlevsel bir monotonluğa havale edildiği bu körlükle yol açtığı çelişkilerden biri, dünya berraklaştıkça görmenin imkânsızlaşmasıdır. Germen’in imgeleri, bizi bütün bu sanal mekânların içinde gezdirerek panoptik kontrol mekanizmalarının bir yerde bizimle beraber inşa edildiğini ima ediyor.

Sergi bize başka durumları da hatırlatıyor elbet: Olacakları önceden görebilme. Yani bir tür kehanette bulunma edimi. Sanatçıların çalışmalarına baktığımızda bu kehanet meselesinin varlığını okumak mümkün. Germen’in anlatısı bugünden geleceğe uzanıyor; Boran’ınki geçmişten bugüne. Kehanetlerin geçmiş yaşantılardan geleceğe bir projeksiyon sunma biçimi olduğunu ve ancak ‘şimdi’yi değiştirmekle olası yazgıya müdahale edilebildiğini akılda tutarsak, iki sanatçının neden ‘bugün’de buluştuğunu da anlamış oluruz. Kuşku şu an yaşadıklarımızla alakalıdır. ‘Bugün’de neyin kuşkulu olduğunu veya neyin kuşku götürmez netlikte olduğunu belirlemek geçmişi ve geleceği de belirler. Adorno’nun paranoyak karakterlere, bugüne teslim olmayan bir karakter olarak paye verdiğini unutmayalım.

O zaman adını koyalım: İki sanatçının buluştuğu yer ‘bugün’ü kurtarmak!

Epizot Hikayeler, Anadolu Parsı’nın Tedirgin Arayışları, Lütfen Dikkat, Eski Zamanlardan adlı çalışmalarında M. Ali Boran’ın geçmişten ele alıp bugüne vardırdığı imgelere bakarsak, bugünle geçmiş arasında farklı katmanlara sinmiş kültürel ve politik şiddetin soykütüğünü görmüş oluruz: Kadim anlatılara beşiklik eden bir vadinin (Emrud Vadisi) muazzam pastoralliği içinde göze çapak gibi giren plastik atıklar görüyoruz ya da tarihî bir mimari yapının doğallıkla ama hoyratça tahrip ediliş biçimini, bitmedi, soyu tükenmiş ya da tükenmek üzere olan, varlığı ve yokluğu tartışmalı, adeta bir hayalet gibi efsanesi coğrafyanın her köşesinde sinmiş vahşi bir kedinin yok oluş hikâyesi… Bu imgeler belleğin ağır katmanları içinde gezinirken söyleme indirgenmeyecek bir yere varıyor böylece Boran, kıyıcı resmi şiddetin gündelik hayatı çevreleme biçimlerine: Bu Ev Acilen Satılıktır. Doksanlı yıllarda Kürt yerleşimlerinde sistematik bir uygulamanın normal tezahürü olarak bugüne taşınan; Cizre, Nusaybin, Sur gibi alanlarda tanık olduğumuz savaş makinesinin icraatı bir ekonomi. Bu bir metafor değildir. Boşaltılan köyler, yıkılan mahalleler, sokağın ve hayatın bütün halinde olağanüstühalleştirilmesi içinde olağan bir hale dönüşen, yerini yurdunu terk etme aciliyeti. İçinde barındığınız ev her an başınıza yıkılabilir. Bu ev acilen satılıktır imgesi mekânın sembolik ve politik olarak kriminalize edilme haline götürüyor bizi.

Murat Germen ise Dipsiz-Sürreel adlı çalışmasıyla bugünden geleceğe uzanıyor. Diyarbakır Suriçi’nden bir imgeye müdahale ederek adeta bir kerteriz belirliyor ve Mehmet Ali Boran’la bugün üzerinden bir kesişim kümesi kuruyor. Boran’ın bıraktığı, acilen satılığa çıkardığı eve Germen, misal Diyarbakır Suriçi’nden gerçeküstü bir müdahalede bulunarak karşılık veriyor. Artık ruhsal ve fiziksel olarak onarılamaz mekânı, geri döndürülemez olanı sürreel bir foto-imaja dönüştürüyor. Mekân orada duruyor ama eskisinden farklı. Bir tür yaralı mekâna dönüşmüş durumda. Yabancılaşmış da denebilir hatta. İmge, bir anlamda modern mimari yaklaşımların kesin ne net tavrındaki protez yüzeyselliği ve suç ortaklığını görünür kılıyor. Sonrasında Germen, kurgusal ve sanal olarak yarattığı mekânlarda bizi bir labirentin içine sokmaya başlıyor. Artık gerçek mekânları terk etmiş durumdayız. Panoptikonun mağdurları değil, failleriyiz bir yerde. Başta da belirttiğimiz gibi, her birimiz protez bir göze sahibiz ve birbirimizi gözetleyen yeni Pan’larız. Doğal panoramik uzamın kaybolduğu yerde geleceğe böyle kâhince bir yorumla yaklaşıyor sanatçı.

Bunlara her satha yayılmış suç biçimleri olarak da bakabiliriz küratöryel yaklaşıma paralel olarak.

Hâsılı, anlatılan kimin hikâyesidir ve kim tarafından anlatılıyor bu hikâye? Son ferdinin yakın zamanda katledilişiyle Anadolu toprakları üzerine sinmiş derin suskunluğu bir parsın ağzından duyuruyor Boran. Bir uçurtmanın hafifliği, her an incecik ipinden kopup gözden kaybolabilirliliği içinde naif tebessümüyle Anadolu Pars’ı bize yarattığımız tahribatı ince ince anlatıyor.  Gökyüzünün enginliği içinde tekno-militer göze karşı kırılgan bir varlığın gözü bir hayalet gibi geziniyor üstümüzde. Kendinden değil, bizden bahsediyor.

Begüm Çalımlı’nın sergiye derinlik katan ses tasarımlarından bahsetmeden geçmek haksızlık olurdu. Sesler, uyarılar veya gürültüler mekânın birer kamp alanına dönüştüğünü anımsatıyor. Uygun adım veya itaatsiz yürümek de bir seçimdir, hangi sese kulak verip hangisine aldırış etmediğiniz önemlidir.

Olay Mahalli Sergisi 21 Ocak’a kadar Adas Sanat Merkezi’nde izlenebilir.

•