Nobel Edebiyat Ödülü’ne dokunmak

“Ve Onlar, yeni sahip oldukları ustalıklarıyla, yeryüzündeki yaşamı iyiye götürmüş olanlar.” Şimdi Nobel Edebiyat Ödülü’ne dair bilgi kırıntıları arasında kısa bir yolculuğa çıkmak için uygun zaman...

08 Ekim 2015 18:00

“Doğduğu şehrin melankolik ruhunu ararken kültürlerin birleşimi ve çatışmasına dair yeni semboller keşfetmiş” olan Orhan Pamuk’un 2006 yılında ismini yazdırdığı Nobel Edebiyat ödüllü yazarlar listesine bu sene Svetlana Aleksiyeviç ismi ekleniyor. Şimdi hem tebrikleri sunmak, hem de yeni ufuklara açılmadan önce, ödüle dair bilgi kırıntıları arasında kısa bir yolculuğa çıkmak için uygun zaman.

1833-1896 yılları arasında yaşamış olan Alfred Nobel beş dalda paylaştırılan Nobel ödülünün “bir parçasının edebiyat alanında, ideal yöndeki en seçkin eseri meydana getiren kişiye” teslim edilmesini vasiyet etmiştir. Bu sözcük seçiminin yeterince açık olmadığı İsveç Akademisi tarafından da kabul edilmektedir. Dönemsel olarak bu cümleye getirilen yorumlar değişmiş, farklı anlayışlardaki edebiyatçıların birbirine eklemlenmesi sonucunda Nobel’e has o özel nitelik ortaya çıkmıştır. Başlangıç zamanlarında ideali arayanlarla bugün ideal yöndeki çabayı sürdürenler seçici kurullar tarafından değerlendirilmiş ve Nobel köprüsünde buluşturulmuşlardır. Jose Saramago ile Rabindranath Tagore’u, İsveç akademisi üyesi Knut Ahnlund’un istifasına yol açan tartışmalı isim Elfriede Jelinek ile Yasunari Kawabata’yı bir araya getiren bu büyülü taltif standartı, böylelikle edebiyattaki çeşitliliği ortaya seren eklektik bir seçki işlevi de üstlenmiştir.

Alfred Nobel, dinamiti icat eden kişi olarak tanınsa da bununla yetinmemiş 350 farklı patente imza atmış, Nobelyum elementine soyadını vermiş, silah üreticiliğiyle ticari başarıya da ulaşmıştır. 1888 yılında kardeşi Ludvig vefat etmiş, fakat ölüm ilanı yanlışlıkla “ölüm satıcısı öldü. Önceye göre daha hızlı şekilde daha fazla insan öldürmenin yolunu bulmuş olan Dr. Alfred Nobel dün öldü.” cümleleriyle yayımlanmıştır. Farklı bir miras bırakmak istediğine karar veren Alfred Nobel 1895 yılında ailesinin ve çevresinin bilgisi olmaksızın, servetiyle kimya, edebiyat, fizik, barış ve fizyoloji/tıp alanında ödüller sunmak istediğini vasiyet etmiştir. Bu amaçla Nobel vakfı kurulmuş ve 2014 yılına dek 889 kişiye Nobel ödülü teslim edilmiş, 111 ismin edebiyat alanında, ideal yöndeki seçkin eserlere imza attığı İsveç Akademisi tarafından tasdik edilmiş ve bir mükâfatlandırma fenomeni doğmuştur.

1901 yılında İlk Nobel Edebiyat Ödülünün Fransız şair Sully Prudhomme’a takdim edilmesi uygun görülmüşse de, kamuoyu karara tepki göstermiştir. Okuyucuları dönemin ünlü sîmâsı Leo Tolstoy’a esas kazananın kendisi olduğunu ifade eden mektuplar göndermiş, 42 kişilik bir entelektüel topluluk ise durumu protesto ederek seçimin değiştirilmesini talep etmiştir. Kont Leo Tolstoy’un Nobel madalyasına sahip olamaması, büyük değerlerin haksızlığa maruz kaldığı söylentileriyle, ödüle ilişkin komplo teorilerini de ateşlemiştir. Bu itiraz ve eleştiri kültürü kronikleşerek, internet iddialarıyla birlikte Nobel geleneğinin parçası haline gelmiştir. Böylece Nobel Edebiyat Ödülü, kazananları kadar kazanmayanlarıyla da ünlenmiştir.

Türkiye’de Yaşar Kemal’in ödüle ulaşamamış olması, geçmiş kuşakların ortak bir hayal kırıklığı olarak tarihimize kaydolmuştur. Anton Çehov’un, Jorge Luis Borges’in, Afrika’nın belirleyici yazarlarından Chinua Achebe’nin, 20. yüzyıl edebiyatının en dönüştürücü isimlerinden sayılan James Joyce’un Nobel geleneğinden uzak kılınması haksızlık olarak görülmüş, bunun gibi nice örneğin dışarıda kalmaları tepki çekmiştir. 1957 yılında Albert Camus’nün, tek oyla üstünlük sağladığı Nikos Kazancakis hakkında “benden yüz kat daha fazla haketti” ifadesini kullanması saygı uyandırmış, İsveç Akademisi sekreterinin 1930 tarihli ödülün Isak Dinesen’e verilmememesinin hata olduğunu belirten açıklaması ile 1967 yılında dönemin önemli yazarı Graham Greene’nin kısa listeden çıkamaması gibi azizlikler ise, bu yazarların eserleriyle beslenen okurlara ödüller konusunda ihtiyatlı olmayı öğretmiştir.

Kayıtsızlık politikasıyla kendini güncel siyasi sahnenin dışında tutan Hermann Hesse Nazi Almanya’sı tarafından sansürlenmiştir. Knut Hamsun ise memleketi Norveç’in bağımsızlığından vazgeçerek Nazi rejimine teslim olması gerektiğini savunmuştur. Açlık ve Dünya Nimeti kitaplarıyla bilinen yazar bununla da yetinmemiş, Nobel madalyasını propaganda bakanı Joseph Goebbels’e hediye olarak sunmuştur. Bu derece farklı duruşlarına rağmen bu iki ismi, vatansız Ivan Bunin ile Nobel sahibi ilk Amerikalı yazar Sinclair Lewis’in yanına yerleştirmek Nobel sayesinde mümkün olmuştur. 2012 yılının kazananı Çinli Mo Yan sansür bir zorunluluktur tezini savunurken, 2009 yılının kazananı Herta Müller, Nobel komitesi tarafından “efsânevî halk hikâyelerini, tarihi ve çağdaş olanı halüsinasyonvâri gerçekçilikle kaynaştırdığı” gerekçesiyle seçilen, İri Memeler Ve Geniş Kalçalar, Kızıl Darı Tarlaları eserlerinin yaratıcısının gerçekte ödülü hak etmediğini söylemekte sakınca görmemiştir. Mo Yan’ın ismi açıklandığında ağlamak istediğini anlatan Herta Müller, seçimi bir felaket olarak adlandırmakla yetinmemiş, bu ödüllendirmenin “Demokrasi ve insan hakları için çalışan herkesin yüzüne bir tokat” çarptığını belirtmiştir. Herta Müller’in seçilmesi ise, bilinmeyen bir isim olması sebebiyle Amerikan entelijansiyası tarafından eleştirilmiş, ödülün Avrupa merkezli karakteriyle ilgili tartışmayı yeniden diriltmiştir.  

Nobel Barış Ödülüne 16 kadın, Nobel Edebiyat Ödülüne ise ilki 1906 yılında Selma Lagerlof, 2013 yılında Kanadalı “çağdaş kısa öykü ustası” Alice Munro olmak üzere 14 kadın sahip olmuştur. Ödülü alanların yaş ortalaması 2014 itibariyle 65 olarak hesaplanmıştır. En genç kişi, 1907 yılında 42 yaşındayken bu pâyeye uygun görülen Rudyard Kipling, en yaşlı isim ise 2007 yılının kazananı Doris Lessing’tir. Lessing, Nobel silsilesine 88 yaşında “parçalanmış bir medeniyeti, kuşkuculuk, ateş ve vizyon sahibi kuvvetle tetkike tabi tutup, kadın deneyimini destansılaştırarak” dâhil olmuştur. Yedi yıl boyunca hiç kimseye uygun görülmeyen ödül, ki bu yıllar çoğunlukla iki dünya savaşına denk gelmektedirler, dört sefer iki kişi arasında paylaştırılmıştır. Boris Pasternak Sovyetler Birliği’nin baskısı nedeniyle, Jean Paul Sartre ise tüm ödülleri reddetmeyi prensip haline getirdiği için ödülü geri çevirmişlerdir. 114 yıllık tarihinde Türkçe yazan tek bir yazarın kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü İngiliz dilinde yazan 27 yazar, Fransız dilinde yazan 14 yazar, Almanca yazan 13 yazar ve İspanyolca yazan 11 yazar kazanmıştır.

1953 yılında İngiliz devlet adamı Winston Churchill “tarihsel ve biyografik tasvir kadar, yüceltilen insanlık değerlerini savunmaktaki parlak belâgatı nedeniyle” ödüle sahip olmuştur. Genellikle yaşam boyu çabanın sonucunda elde edildiği kabul edilen Nobel hâlesi, yalnızca dokuz kez belirli bir eser ile ilişkilendirilerek takdim edilmiştir. Bunların arasında Ernest Hemingway ile Yaşlı Adam ve Deniz, Thomas Mann ile Buddenbrooklar değinmeleri de bulunmaktadır. Dünya tarihinin derinliklerinden taşan edebiyat magmasının Akademi’deki otoriteler tarafından kalıba dökülmesini altın parlaklığıyla ışıldatan Nobel madalyası, heykeltıraş Erik Lindberg tarafından tasarlanmıştır. Defne ağacı altında, hülyalara dalmış biçimde, ilham perisinin şarkısını dinleyerek yazı yazan genç adam figürüyle sembolize edilen yazın yaşantısı, madalyanın üzerine kazınmış olan latince “inventas vitam juvat excoluisse per artes” cümlesiyle desteklenmektedir. “Ve Onlar, yeni sahip oldukları ustalıklarıyla, yeryüzündeki yaşamı iyiye götürmüş olanlar”. Milattan önce 70 yılında doğmuş olan büyük ozan Vergilius’un 9896 dizelik Aeneis yapıtının altıncı kitabından alınmış olan bu cümle, yazıldığı günden bugüne zamanın koridorlarında fısıltılarla dolanmakta, Nobel madalyasına sahip olsun ya da olmasın, Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık tarihindeki törenlere katılsın ya da katılmasın, samimiyetle çabalayan her yazar namzetinin ulaşmak isteyeceği bir ülküyü işaret etmektedir.