Yoldan Çıkmış Simalar biraz da, başta Apaçi Ayhan olmak üzere, hayatına kendi fon müziğiyle girenlere ödenen bir vefa borcu...
23 Şubat 2017 13:56
Tanıştığımız yıl konusunda mutabakata varmış değiliz. 2003-2004 yılları arasında birkaç kere caz festivalleri için 'uzman' görüşüne başvurmak üzere yaptığımız telefon görüşmeleriyle başlamıştı. Orası kesin. "Murat Beşer'le mi görüşüyorum" diye başlayan ilk konuşma 'abi' ve 'Çağlayancım' hitaplarıyla sona ermiş sonrası müzikle ilgili noktalarda denk gelmek şeklinde cereyan etmişti. Caz festivallerinde, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi etrafında, Taksim'de veya Kadıköy'de canlı müziğin olduğu barlarda dinleyiciler arasında ama çokça DJ kabininde denk geliyorduk. 2005'in sonlarına doğru dönemin Dinar Bandosu'yla sahneye çıkmaya başlamıştım. BabaZula'dan Murat Ertel'in yönlendirmesiyle başlamıştı bu macera. İki enstrüman çalmayan adam olarak, sürekli müzikle ilgili ortamlarda denk gelip hasbihâl ediyorduk. En basit sohbette bile zihninin arşiv sistemi gibi çalıştığına şahit oluyorduk her seferinde. Gün gelip Dinar Bandosu'nun ilk albümü 'Saykodelikdeşik' yayımlandığında Peyote'nin teras katında kutlama masası kurmuştuk. Albüm afişini imzalıyorduk; trilyonluk sözleşmelere imza atan futbolcular misali... Yanımızda Murat Beşer. Albüme bakıp, isim listesinde adımı görünce "sen ne yaptın stüdyoda" diye sormuştu. "Hiçbir şey, sadece dans ettim" dediğimde, "bak Happy Mondays'in dansçısı Bez bile stüdyoda marakas çalmıştır. Sen müzik tarihinde ilk olabilirsin, stüdyoda da dans eden," demişti. Belki yanlış, belki doğru... Rock tarihi efsanelerle dolu, ancak bilgi Murat Beşer'den geliyorsa, kendime övünme payı çıkarmam için yeterince sebebim var diye düşünmüştüm. Akabinde laf lafı açmış ve her bahiste bir bilgiyle gelmişti Murat Beşer. İngiliz rock müziğinden bugün birçoklarının adını hatırlamadığı -hatta hiç öğrenmediği- müzik gruplarının ilk kayıtlarından nasıl dağıldıklarına kadar her şeyi anlatmıştı bize sakin sakin. Dinar Bandosu’nun ilk klibinde de rol almıştı. Kenarda tavla oynayan adamdı Murat Beşer! Klibin tam ortasında, ama bir o kadar kenarda, sahneye büyük etkisi olan, fakat birçoklarının hemen göremediği. Bar açanı da, müzik direktörlüğü yapanı da, prodüktörü, tonmayster’i, müzik yazarı da Murat Beşer’e sorar, danışır, sığınır… Türkiye'de müzisyen olmayıp müzik dünyasının bu kadar içinde olan ikinci insan, yok denecek kadar az...
Benim, Murat Ertel'in "ittirmesiyle" Dinar Bandosu'nda sahneye çıkmama benzer biçimde, yine Murat Ertel'in emrivakisiyle müzik yazılarına başlamış Murat Beşer. Onlarca yılı geride bıraktıkları dostluklarında işin müzik yazarlığına geçiş kısmını "Onlar evde müzik yaparlardı ben de dinleyip müzikleri hakkında yorum yapardım. Sonra Ertel, bana müzik hakkında yazmam gerektiği telkininde bulundu. Ardından birkaç tatlı emrivakiyle bu işin içine soktu" diye anlatır. İlk emrivaki, 1984'te gerçekleşir. Muratların Ertel olanı, Beşer olanını arayıp, dönemin Güneş Gençlik Gazetesi'nde hazırlanacak Heavy Metal sayfası için efradını cami ağyarını mâni bir yazı yazmasını ister ve telefonu kapatır. Sabaha hazır olacağını bildiği için yapar bunu. Bilenler bilir; Murat Beşer'i ne zaman arayıp bir grup, müzisyen veya albümle ilgili bir şeyler isteseniz ya birkaç saat içinde yazıyı hazır eder gönderir, ya da arşivinden hazine değerinde bir fotoğraf ile yazıyı göndererek hayat kurtarır. Hikâyenin müzik yazarlığı kısmı böyle başlar ve çeşitli internet mecraları, dergiler derken Cumhuriyet Gazetesi'ne kadar ulaşır…
Müzik yazarlığı kadar, gece hayatından sorumlu müsteşar kimliğiyle de çıkar karşımıza yıllardır. ‘Eskiler ama altın gibi kıymetliler’ mealinden şarkıları çalar kabin(e)den. Çeken bilir, insanın doğrularını ve kişiliğini en zorlayan sektörlerin başında gelir eğlence dünyası. Gece hayatında, bir kulüpte profesyonel olarak müzik işi yapmak, bazen doğru bildiklerini değil bizzat yanlış olduğuna inandıklarını yapmana sebep olur sözleriyle “bu iş pavyonculuk" diye özetler Beşer. Sistemin kurallarının yıllar önce konduğunun farkında olduğu için böyle söyler. “Bir gün geliyor, ahlâksızca bulduğun şeyi yaparken görürsün kendini” diyor. Mümkün olduğunca bu ahlâksızlıklardan uzak durması, neyin ne olduğunu bilmesinden. Kimsenin aktör olmayıp herkesin figüran olduğu bir dünyanın en kahraman Rıdvanlarından.
Şans eseri Murat Beşer'in evini, evdeki plak arşivini gördüğünde insan, neyi nasıl bulduğunu merak eder... Cevabı verelim, elbette buluyor. Tık diye! Yaklaşık on bin plak, evin muhtelif odalarında kendi içinde tasniflerle sıralanmıştır. Hepsinin yeri ayrı! O yüzden, kitapta kaleme aldığı portrelerde bahsi geçen bir albüm olursa "bu plağın birinci baskısı bende de var" sözleriyle arşivin yıllar içinde oluştuğunun işaretini veriyor. O, binlerce plak içinden biri; en özeli… Beşer’in damarına ilk zehri, Deep Purple'ın “Black Night” şarkısının yerli baskı 45'liği zerk etmiş. "Bir kere nesne olarak çok ilgimi çekmişti. Onun içinden nasıl bir ses çıkacağını merak etmiştim," diyor o plağı aldığı günü anlatırken. Bugün binlerce plaktan oluşan arşivin ilk nesnesine 'zehir' dememiz boşuna değil. Plak dinleyenler bilir. Sonu yok... Deyim yerindeyse bir hastalık. Kasetten, CD’den çok farklı. Beşer'in de altını çizeceği üzere MP3 ve benzeri formatları saymıyorsunuz bile. Şöyle açıklıyor Beşer, plak tutkusunu: "Size daha başka görünmeyi beceren bir format. Bir plak size aynı zamanda kitap tadı da verebilir. Sayfalarını çevirir, ne var ne yok okuyabilirsiniz. Birçoğunun içinden özel posterler çıkar. Birçoğunun kapağını döneminin sanatçıları tasarlamışlardır. Plağı dinleyip kapağını okurken çok ciddi bir müzik kültürü edinirsiniz." Ama asıl büyünün o çıtırtı olduğunu şöyle aktarır: "Plak dinlemenin zehri, o çıtırtılarla kana karışır. O çıtırtıların da müziğe dâhil olduğunu beyninize nakşedersiniz. O an itibariyle hiçbir zaman kurtulamayacağınız bir bağımlılık haline gelir." Haksız da değil. Hele dönemin müziklerini düşününce, gerçekten çıtırtı da müziğe dâhildir. Örneğin King Crimson gibi derin ve sessiz pasajları olan müzikler yapan toplulukların albümlerinin daha sonraki CD baskılarını, kimilerinin yadırgaması biraz da bundandır. Bu hissi "Eski grupların CD'lerini dinlediğimizde, hiç çıtırtı duymadığımız için acaba yeniden mi kaydetmişler, diye düşünmüştük. Çıtırtısız olmuyordu artık müzik. Belki de tutkumuzu derinleştiren şey o çıtırtının romantizmiymiş" sözleriyle özetliyor Beşer. Tıpkı yoldan çıkan diğer simalar gibi, her plak içindeki müzikle değerli Beşer için. Bir plağı sadece popüler olduğu için, birinci baskı olduğu için, kenara koyayım yarın kıymetlenir gibi ticarî amaçlarla asla almamış. "Buna ve bunu yapanlara gıcığım ayrıca" diye özetliyor durumu. Arşivindeki her plak içindeki müzik sevildiği için orada!
Plaktan bu kadar uzun uzadıya söz etmemiz boşuna değil. Yoldan Çıkmış Simalar'daki portreler, 1960'lardan bugüne kadar deyim yerindeyse 'underground' müzik camiasının en saykodelik figürlerinin portreleri olduğu kadar, "plak meftunu" isimler de. Kimisi bu uğurda servetini harcamış, kimisi bu sayede servet sahibi olmuş. Beşer de bunların yakından tanığı. İstisnasız herkesi bu yola sokan birileri olur. Hep en yakınlardan... Murat Beşer'in "elinde plak" gördüğü ilk kişi, kitabın da ilk portresi Apaçi Ayhan. Mahallenin en şık abilerinden. Deyim yerindeyse başöğretmen. Apaçi Ayhan'ın kardeşi Fersan, Murat Beşer'in hem mahalle hem sınıf arkadaşı olunca, kader ağlarını örmekte gecikmemiş. Apaçi Ayhan'ın gençlik günlerini "elinde plaklarla eve gelip, odasında müzik dinleyen, uzun saçlı abimiz" diyerek hatırlıyor Beşer. Her şey onunla başlıyor Murat Beşer için. Müzik tutkusu da, kitaptaki portreler de. Önce Apaçi Ayhan'ın pikapta dinlediği müzikleri portatif kayıt cihazıyla kasede aktararak başlar Murat Beşer'in müzikal yolculuğu. Sonra yine Apaçi Ayhan'ın "yancısı" olarak girilen meclisler ve kazanılan parayla alınan plaklar, yazılan yazılar derken bütün hayatını müzik üzerine şekillendirir. Farkına varmadan müzik bağımlısı olmuş. Kim bilir belki de o yüzden dönemin Tatbikî Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nda dekoratif resim okuyup, ardından Mimar Sinan'da Adnan Çoker'in atölyesinde resim dersleri alsa da müzikte bulur aradığını. Dokuz yıl sürer akademi macerası. Biraz, daha o yıllarda dönemin büyük gazete ve dergilerinde müzik yazıları yazmaya başladığı için biraz da tesadüf ettiği kimi olaylar sebebiyle "resim dünyasından soğur" 1992 yılında "tamamen müzik üzerinden ilerlemek üzere” hareket eder. Hayatını müzik üzerine yazarak kazanır Beşer. Madem ki müzik yazarı olacağım, şunun da hakkını vereyim diyerek bas gitar ve caz teorisi dersleri alır. Meselenin basit bir 'albümü dinledim, işte bu da yazısı,' olmadığını bildiğinden, dinlediği müziğe hakim olmak, hatta partisyon okuyabilecek kadar müziği bilmek ve elbette yazı yazabilmek gerektiğinin bilinciyle hareket ediyor Beşer. Başından beri... Ona vakanüvis demeleri boşuna değil. Kitabında adını andığı Beyazıt Meydanı, Narmanlı Han, Taksim Meydanı, İMÇ artık ya yerinde yok ya da kitaptaki muhteviyatından çok uzak bir halde. Dönemin ilişkilerine bu mekânların şekil verdiğini özellikle belirtiyor Murat Beşer. Kim kiminle, hangi duvarda yan yana tezgâh açmış, kim kimden hangi plağı nereden almış gride kalan hayatın önemli ilmekleri olmuş onun için. Kitabındaki insanları hep o ilişkiler üzerinden tarif ediyor. Kendisi hiç tezgâh açmasa da, plak satılan her tezgâha her dükkana girmenin coşkusuyla.
90'larda sürekli ve düzenli yazmaya başlaması aslında bir dönemin tezahürü. Her gün yeni bir "pop star"ın arz-ı endam ettiği, iyisinden kötüsüne birbirinden kalabalık mekânların yer aldığı, verimliliğin had safhada olduğu yıllar. Yerli gruplar da, konsere gelen yabancı gruplar da azımsanmayacak seviyede... Tabii bu bereketlilik beraberinde bir yozluk da getirmiş, 80'lerin ikinci yarısında gerçekleşen Özal liberalizmi ve sahte bireyselleşmenin getirdiği kimlik arayışı kendini müzik kültüründe de hissettirmişti. Beşer Bunun en önemli tanıklarından. O bolluğun bereketin altında yatan ruhsal sefalet ve zavallılığın da... Zira kitabında kaleme aldığı isimlerin çoğu en büyük darbeyi yine o yıllarda yemişti. Fakat, asıl darbe 2000’lerde geldi. Beşer'in de dediği gibi; "kitaptaki kuşak için kar kıyamet bir kış oldu 2000'ler". Yoldan çıkanların nesillerinin tükendiği bir dönem...
Bu kitabı biraz da o yüzden yazar Murat Beşer. Başta Apaçi Ayhan olmak üzere, hayatına kendi fon müziğiyle girenlere ödenen bir vefa borcu. Bundan sonrası yeni kitaplarını beklemekten ibaret; yoldan çıkmış diğer simaların hikâyesi ve müziğin başrolde olduğu romanını...