“Kâh düşünüyorum, kâh varım”: Monsieur Valéry vakası

Descartes nasıl bütün bir Batı metafiziğini tek cümlede kuruyorsa, Valéry de tek cümlede çökertmenin yolunu gösteriyordu: Kâh düşünüyorum, kâh varım

20 Eylül 2018 13:14

“Monsieur Teste neden imkânsızdır? –Ruhudur bu soru onun. Monsieur Teste’e dönüştürür muhatabını.” Paul Valéry, Monsieur Teste[1]

Valéry Variété’de yer alan, “Cerrahlara Hitabe”de şöyle diyordu: “Şu şekilde özetleyebileceğim bir beyandan bütün bir felsefe çıkarılabilir: Kâh düşünüyorum, kâh varım [Tantôt je pense et tantôt je suis].” Descartes’ın aylarca, sayfalarca düşünerek ulaştığı ama sonunda maksim hâline gelen “Düşünüyorum, öyleyse varım” (“Je pense, donc je suis”) sözünü bükerek. Mealen “düşünmek illâ var olmak değil ya da var olmak illâ düşünmek değil” diyordu Valéry. Hatta şöyle de yorumlanabilir: “Düşünürken yokum, varken düşünmüyorum.” Descartes nasıl bütün bir Batı metafiziğini tek cümlede kuruyorsa, Valéry de tek cümlede çökertmenin yolunu gösteriyordu.

Neydi o metafizik? Parmenides’te ortaya çıkan Olmak (Einai)-Düşünmek (Noein) aynılığı, Platon’da tesis edilen Hakiki Varlık (Idea)-Zihinsel Bilme (Noesis) özdeşliği, Descartes’ta mutlaklaşan Düşünüyorum (Cogito)-Varım (Sum) formülü, Hegel’de Minerva uçuşuna geçen Akli (Vernünftig)=Gerçek (Wirklich) diyalektiği... Hülasa, düşünme, akıl, zihin, bilen zihin hep varlığın temelidir demek oluyor Batı metafiziği. İlk olarak Nietzsche, ben ya da ego değil, “O düşünüyor” (“Es denkt”) diyerek kökten bir eleştiri getirmişti düşünen ben (cogito) üstüne kurulu varlık metafiziğine. Ama bu durumda benden, kendi varlığımdan ziyade düşünce “kendi kendinde” (auto katauto”) idea gibi bir otonomi kazanıyor, yani ben değil, düşünce beni düşünüyor, dolayısıyla ben olmasam da düşünce var, düşünce benim içimden geçiyor, bana iştirak ediyor; yani problemi tersine çevirmenin bir tür Platoncu idealizme çıkma tehlikesi var hâlâ. Oysa Valéry, cerrahlara yaptığı konuşmada, semptom okuru olan Nietzschevari bir filozof-doktor kesilip, aynı hamlede neşteriyle hem özdeşliği ikiye yarıyor hem de yarığa dikiş atıyor, zarını Pascal gibi tam araya atıyor, paradoksun iki ucunu birden vuruyor (“Kâh düşünüyorum, kâh varım”): Varolmak “öyleyse/sonuç olarak” (“donc”) değil “bazen” (“tantôt”) düşünmede temellenir, düşünmek de “bazen” (“tantôt”) varolmada temellenir diyor, yani düşündüğümde illâ var oluyor değilim, varolduğumda illâ düşünüyor değilim ama yine de “bazen” öyle, “bazen” böyle.

Monsieur Teste, Paul Valéry, Çeviri: Ayberk Erkay, Everest YayınlarıMalûm, Descartes’ın sözünden düşünce ekmeği devşiren çoktur. Sözgelimi Camus’nün Başkaldıran İnsan’daki yaratıcı formülasyonu: “Başkaldırıyorum, öyleyse varız.” (“Je me révolte, donc nous sommes.”) Düşünmede yalnız, bir başına (“solitaire”) varlığını kesinleyen insanın, başkaldırıda ortaklığını, birlikteliğini (“solidaire”) kesinlediğini söylüyor Camus. Bu maksimin politik anlamda kıymeti harbiyesine diyecek yok, ancak Camus’nün “varız,” yani “biz” demesi varolma yüklemini ontolojik olarak –belki de bilerek– yanlış konumlandırmasına dayanıyor, çünkü Descartes’ın da ortaya koyduğu üzere varolmak ancak “ben”e yüklenebilir, tekildir, devredilemez, başkalarının varlığı her zaman kuşku nesnesi olabilir. (Peki, [var]olmak Descartes’ın tesis ettiği gibi bir yüklem midir? Bu da Heidegger’in ontolojinin sıfır noktasına indiği, metafiziği “parçalayan” büyük sorusu.)

Başka bir filozof-romancı İhsan Oktay Anar da Puslu Kıtalar Atlası’nda Descartes’ın düşüncesini yeniden hayal ediyor: “Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.” Anar düşünce ve düşü tersindirerek problemi iki yönlü kursa da argümanında eksik bir sonuç var, çünkü en sonunda kendisinin de “düşünen adam”ı düşlediğini hesaba katmıyor. Argümanını şöyle toparlayabiliriz: Düşündüğünü düşlüyorum, öyleyse var; düşünen/varolan beni düşlüyor, öyleyse varım. Yani iki düşünme de büsbütün bir düş olabilir. Chuang Tzu’nun kelebek meselindeki gibi kimin kimi düşlediğinden hiçbir zaman emin olamam, dolayısıyla iki taraf da düşünse de aslında kendileri düş olabilir, ki Descartes’ın yanıltıcı “kötü cin” argümanına istinaden de kendi içinde sonsuz kıvrılan “düş” varlık için bir öncül olamaz.

Gelgelelim Descartes’ın Meditasyonlar’ındaki gibi düşünmek tam da varolanlardan ve varolduğumdan mutlak olarak kuşkulanmaya götürüyorsa beni, yani dünyayı ve beni yokluyorsa/hiçliyorsa, düşünmek aynı zamanda bir yokluk/hiçlik deneyimidir. Düşünen ben öncelikle “varım” değil, “yokum”/“yoklar” der. O hâlde düşünmenin yoklayıcılığında iki formül ortaya çıkıyor: 1) Düşünüyorum, belki de yoklar 2) Düşünüyorum, belki de yokum. Şimdi de bendeniz (je moi(ns)-même) Descartes’tan gerilerek ve Valéry’den sıçrayarak, düşünmenin yoklamasına istinaden bahisleri yükseltiyorum: Ben hep düşünürsem, belki de– onlar hiç olmaz/ben hiç olmam. (Si je pense toujours, peut-être – on ne sera jamais/je ne serai jamais.)

“Bir insan ne yapabilir” diye soruyordu Valéry’nin Monsieur Teste’i. Onun en önemli sorusu bu. İnsanın zihinsel olarak sonsuz şekillenebilirliğine, plastisitesine inanan biri olarak insanın kapasitesini, potansiyellerini sonuna kadar araştırmayı kafaya takmıştı Teste. Yaşlı Valéry’nin “Kâh düşünüyorum, kâh varım” sözünü de düşününce, Monsieur Teste’in ya da genç Valéry’nin “Bir insan ne yapabilir” sorusuna şu cevap verilebilir: Bir insan düşünerek yok olabilir/yok edebilir... Düşünmek varlığı iki anlamıyla “yoklamak”tır belki de –bazen.

Blanchot da Monsieur Teste’ten hareketle bahisleri yükseltir ve “Bir eser ne yapabilir” diye onun sorusunu edebiyatın potansiyeller alanında yeniden formüle eder; ona göre “kendi içinde kendi hiçliğinin tohumunu taşıyan” bu eser “hiçliğin şahitliği”yle varolmaya devam edecektir. Monsieur Teste hem bir eser hem de insan biçimli bir soru olarak 1896 yılında doğmuştu, ki yazarın yokluğunu eserin varlığını ilan eden Barthes, Monsieur Teste’ten bir karakter olarak değil, neredeyse gerçekten yaşamış bir düşünür olarak söz eder. Valéry 1945’te fiilen yok oldu ama Teste (eser-insan) bugün de burada kâh var, kâh düşünüyor. Demek ki düşünen yok olsa da, düşünmesi yoklayarak var olmaya devam ediyor…

 

 

[1] Monsieur Teste’in Türkçe çevirisi Haziran 2016’da Ayberk Erkay çevirisiyle Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Çeviriyi çıkar çıkmaz okumuştum ve o gün bugündür kitaptan cümleler ara ara aklımda dolanıp duruyor, ne hikmetse Testevari bir düşünceyle beni “yoklaması” da ancak kitabı okuduktan iki yıl sonra oldu. Kitapta ek olarak vaktiyle Tercüme Dergisi’nde 1953’te yayımlanan Tanpınar’ın “Monsieur Teste Mukkademesi” tercümesiyle beraber Blanchot’nun “Valéry ve Faust” yazısı da yer alıyor.