Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda bir çatışma alanı olarak psikanaliz

Yazarın bireyden, bireyin kendiliğinden ve özgürlüğünden yola çıkarak kurgulamayı tercih ettiği haliyle Ferit imandan (doğu) uzaklaştıkça psikanalizin (batı) ideal nesnesi/hastası haline gelir

05 Aralık 2019 12:00

Peyami Safa’nın romanlarına psikanalitik açıdan yaklaşmak mümkündür. Fakat bu yaklaşıma ne derece gerek olduğu tartışılabilir. Böylesi bir tartışmanın derdi ise psikanalitik eleştirinin olası sorunları değil, yazarın metinlerinde psikanalizin unsurlarıyla zaten doğrudan meşgul olmasıdır. Yani, Freud’dan haberdar olan ve romanlarında psikanalizin temel kavramlarına yer veren bir yazarın eserlerine psikanalitik yaklaşmak bir çeşit totoloji sayılabilir. Halbuki, yazarın psikanalizle kurduğu doğrudan ilişkiyi ve bu ilişkinin nedenini sorgulamak daha ilginç olacaktır.

Psikanalitik kuram Türk entelektüel dünyasına 1930’larda girmiştir. Eşiyle birlikte Nazilerden kaçarak Türkiye’ye gelen ve psikanalist olarak çalışmasına izin verilen Edith Weigert, İzzettin Şadan’ın analizini üstlenmiş ve ona alandaki ilk Türk olarak eğitim vermiştir. Şadan, Sigmund Freud’un çalışmalarını Türkçe’ye çevirmiş ve “Türk usulü” bir psikanalitik anlayışı tartışmaya açmıştır.[1]

Nitekim, psikanalizin açtığı yeni düşünsel alan ilgi çekmiş ve zamanla edebi metinlerde de bu ilginin etkileri görülmeye başlanmıştır. Örneğin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1954 yılında yayımlanan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde psikanaliz ile kurduğu doğrudan eleştirel ilişki öncül bir modernist hassasiyetin özgün bir ifadesi olarak oldukça dikkat çekicidir.

Tanpınar’ın metnindeki kadar açık bir şekilde olmasa da, Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) romanında da psikanaliz ile eleştirel bir etkileşim söz konusudur. Hatta psikanalitik düşünsel alan bir tartışma hattı olarak metinde merkezi konumdadır. Türkiye’nin batılılaşma sürecine dair kafa yoran Safa bu romanında psikanalizi batılılaşma/modernleşme eleştirisi için bir sahne, bir çatışma alanı olarak kullanmış ve doğu-batı karşıtlığı eksenindeki görüşlerini psikanalizin düşünsel dünyası üzerinden kurmuştur.[2]

Peyami Safa 1938’de yayımlanan Türk İnkılabına Bakışlar’da modernleşme meselesini “Hıristiyan Batı” ile “Müslüman Doğu” olarak ayırdığı “iki âlem” arasında sıkışmış bir “öz Türk düşüncesi” sorunu olarak tanımlar.[3] Yazarın dönemine göre normal sayılabilecek keskin ayrımlarını ve bahsettiği “öz Türk düşüncesi”nin ne olabileceğini yazının kısıtları nedeniyle şimdilik bir kenara bırakırsak, psikanalizin bir batı düşünce modeli olarak Matmazel Noraliya’da hedef seçilmesi metnin düşünsel özü açısından önemlidir. Safa, hemen her romanında olduğu gibi, burada da tipik temsili karakterler üzerinden “iyi doğu” - “kötü batı” ikiliği inşa etmiştir. Fakat bu sefer, Berna Moran’ın da eleştirilerinde bahsettiği, üçlü ilişki yapısını (genç kız, batılı erkek, doğulu erkek) bir miktar daha genişletmiş ve değişik karakterler aracılığıyla kendi düşüncelerine “ses” vermiştir.[4] Ayrıca, biçim ve bakış açısı olarak da değişikliğe gitmiş ve “modern genç adam” olarak kurguladığı ana karakterinin iç dünyasını “doğrudan gösteren” anlatı tekniklerine yönelmiştir. Böylece bahsi geçen değerlerin sadece toplumsal yapı, insanlar arası ilişkiler ve ahlâki ihtiyaçlar açısından değil kişinin kendisi için de hayırlı olmadığını anlatması mümkün olmuştur. Psikanalitik kuramın sunduğu imkanlar hem yazarı böyle bir olasılığa yönlendirmiş hem ona bu olasılığın peşine düşecek araçları sağlamıştır.

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun ana karakteri Ferit tıptan terk bir felsefe öğrencisidir ama yeni tercihinde de tutunabildiği söylenemez. En temel anlamıyla bir “modern adam”dır: geleneklerden sıyrılmıştır. Liberal, mantıklı ve entelektüeldir. Hekimliğin maddi, bedensel gerçekliği ile metindeki felsefe anlayışının batıcı eğilimi düşünüldüğünde yazarın ana karakteri hakkındaki yönelimi elbette bellidir. Dahası genç adam kuruntulu, takıntılı, sanrılarla boğuşan, huzursuz ve içsel krizlere eğilimli bir karakterdir. Yani, aslında kurtarılması gereken bir vaka olarak düşünülmüştür. Köhne, karanlık bir binada kiraladığı odada her biri birbirinden değişik hikayesi olan garip bir grup insanla beraber yaşamaktadır. Maddi zorluk çekmekte, yaşadığı yerin fiziksel şartları zaten sıkıntılı olan bünyesine iyi gelmemektedir. Daha sonra kız kardeşiyle birlikte yerleşmek için adada nezih bir yer tutsa da fantastik gariplikler peşini bırakmaz. Yine de, anlatı sürecindeki mekansal atmosferin değişimi karakterin içsel dönüşümüne koşut gider ve Ferit ruhani olana yakınlaştıça bir bakıma ferahlar.

Bu kısa özetten de anlaşılacağı üzere romanın ana karakteri yazarın sıklıkla kullandığı doğu-batı değerler çatışması temasını açıkça devam ettirmektedir. Önceki benzerlerine oranla karmaşık bir iç dünyaya sahip olsa da ve anlatısı biçimsel açıdan bunu desteklese de, Matmazel Noraliya’nın Ferit’i yazarın eleştirisinin vücuda gelmiş hali olarak aşırı temsiliyetin yükünü taşımaktadır. Romanın tamamında Ferit’in diğer karakterlerle olan etkileşimi doğu-batı çatışmasının çerçevesi olarak kullanılmıştır. “Batı”nın fikirleri varoluşsal krizleri tetikleyen unsurlar şeklinde verilirken “doğu”nun pratikleri bütüncül bir benlik algısını kurabilecek çareler olarak temsil edilmiştir. Bu bağlamda psikanaliz (ve farmakolojik psikiyatri) yarardan çok zararı olan batılı düşünce biçiminin bir ifadesidir.

Romanın açılışındaki etkileyici kabus sahnesi aslında yazarın psikanalizle etkileşimini ve duruşunu en başından sezdirmektedir[5]:

Ferit, Ferid, it, id, t, d, t değil, d, fonetik, fonetik ve babasının kahkahaları; sonra annesi, bir ormanın karanlığında hangi ağacın arkasına saklandığını belli etmeden, maymuna benzer bir gölgenin üfürdüğü borazan biçiminde bir sazın geniş ağzından çıkan yeşil, turuncu, daha sonra kıpkırmızı alevden bir sesle acı acı haykırıyordu. Borazan ve maymun kayboldu. Sonra ormanla beraber sesin anneliği de kaybolurken, trene benzeyen bir gölge, hiç bir makine gürültüsü çıkarmadan hızla geçiyor ve haykırış, lokomotifin bacasından kara bir duman halinde yükseliyordu. (sf. 7)

Ana karakteri bir rüya sahnesiyle tanıtmak yazarın Freudyen kuram ile ilişkisinin en açık işaretlerinden biridir. Nitekim, rüyaların analitik açıdan yorumlanmasının Freudyen psikanalizin temel yapıtaşlarından olmasına ek olarak, metindeki haliyle, rüya yorumlama pratiğinin doğu kültürlerindeki ruhani bağından kopuşunu da imler. Velhasıl, karakterin gün içerisindeki deneyimleri, babası ve annesi ile ilgili endişeleri, eskiye dayanan korkuları gibi detaylarla bezeli bu ilk kullanım Ferit’in iç dünyasının karmaşasını okura sunacak şekilde ve Freudyen yaklaşıma uygun tasarlanmıştır. Kısacası, illa arzu ediliyorsa bu rüya sahnesi psikanalitik yaklaşımla kolaylıkla okunabilir. Fakat yazarın bu kadar aleni bir şekilde ve bilerek psikanalize yönelmiş olması böylesi bir okumaya başka sorular sormak gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Aynı giriş sahnesine dönüp yeniden bakarsak, söz konusu sorulara ve asıl meseleye bir miktar daha yaklaşabiliriz, çünkü psikanalizin batılılaşma eleştirisinde bir çatışma alanı oluşunun girizgâhı da bu ilk rüyada yapılmıştır. Hatta bu girizgâh akıllıca bir dil oyunu üzerine gayet güzel bir şekilde inşa edilmiştir: “Ferit, Ferid, it, id, t, d, t değil, d, fonetik, fonetik ve babasının kahkahaları.” Rüyanın görünen içeriği ve kaynağı psikanaliz ile batılılaşma eleştirisini Ferit’in zihninde üst üste bindiren kat yerini oluşturmaktadır. Modernleşme girişimleriyle beraber dilde yapılan değişikliklerle isimlerde Arapça yazımdan Türkçe yazıma geçiş ve babasının Ferit’in zihnindeki imajı metindeki eleştirinin genel eğilimine dair ipucu verir. İlerleyen sayfalarda karakter oda kiraladığı binaya gelişini hatırlayacaktır:

Odabaşı onun adını deftere kaydederken ‘ben Ferid’i d ile yazarım’ demişti. Ferit’in babası da bu fikirde idi ve Hamid’in ‘âhir-i ömrümüzde ismimizin sonuna bir it taktılar!’ sözünü tekrarlarken kopardığı kahkahaların peşinden ‘bugünkü imlâda fonetik yok, fonetik, fonetik!’ diye bağırırdı. (sf. 19)

Ferit’in rüyasındaki huzursuz edici kahkaha baba-oğul, doğu-batı ve geçmiş-gelecek arasındaki ilişkilerin karakterin zihninde çöküşüne işaret eder. Ayrıca, görünürde basit olan fonetik bir değişimin daha sorunlu bir dönüşümün parçası olduğuna ve alttan alta yer edinmiş bir direncin varlığına da dikkat çeker. Romanda batılılaşma girişimlerine yakıştırılan “itlik” sadece nahoş bir hayvan referansı, küçültücü, değersizleştirici bir hakaret değildir. Aynı referansın izinde imgesel ve sesletimsel detaylar anlatı boyunca genişletilerek ve tekrar edilerek romanın eleştirel tutumunun düğümlerini de atmaktadır. Bu bağlamda yazar batılılaşmanın “it”liğe dönüştürdüğü “id” aracılığıyla söz oyunlarını başka bir kanaldan daha genişletmektedir.

Aynı yerden teğellemeye devam edersek isim sonlarındaki d sesinin t sesine dönüşmesine takılan rüya kurulumu rastlantısal denemeyecek şekilde en temel Freudyen unsurlardan birine dokunmaktadır: ben’in ilkel ve dürtüsel tarafı olan id. Basite indirgenmiş haliyle, benliğin hayvani tarafı olarak ifade edilen, cinselliğe, hayatta kalışa ve şiddete dair olan id -biraz da karşıtı olan süperego’nun varlığından ötürü- kontrol altında tutulması gereken taraf olarak değerlendirilir. Elbette psikanalitik kuram Freud’dan beri büyük dönüşümlerden geçmiştir. Kaldı ki, psikanalitik kuramın hiçbir kavramı mutlak iyi ya da kötüye indirgenebilecek basitlikte kurulmamıştır. Fakat özellikle id, ürünü olduğu tarihsel sürekliliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak, basitleştirilmek suretiyle kolay hedef yapılmaya oldukça uygundur. Bağlantılı olduğu hayvani (bedensel) alan batının kültürel oluşumunda her zaman varolmuştur ve bu ismi almadan önce de dini anlatılarda kişinin ruhani ya da aşkın olana yolculuğunda düşmanı olarak yorumlanmıştır.

Kısacası, Peyami Safa romanıyla ileri sürdüğü batı eleştirisinde batının vakti zamanında kendi kendine zaten dert edindiği ve dönem dönem (Orta Çağ, Romantizm vb.) farklı şekillerde yeniden kurcaladığı bir meseleye değinmektedir. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda, diğer Safa romanlarında olduğu gibi, gayet temel bir beden-ruh karşıtlığı bulunmaktadır. Ferit ruhani ve ilahi olandan uzaklaşıp sorularının cevaplarını materyal ve bedensel olanda aradığı için yolunu kaybetmiştir. Halbuki, duyularla algılanamayacak olan, bilinmesi değil teslim olunması gereken aşkın gerçekler vardır. Bu doğrultuda kurulan çatışmaların en ilginç örneklerinden biri Ferit’in geçirdiği panik atak esnasında ilaç aldığına şahit olan yaşlı adamla arasındaki diyalogdur:

İhtiyarla göz göze geldiler. Onun artık bir şey söylemek istediği muhakkaktı. Ferit dinlemeye hazır olduğunu sezdiren gevşek bir duruşla bekledi. İhtiyar bir tespih tutan elini ona doğru uzatarak: - Ben de sana bir şey diyeyim de baba sözüdür, unutma, dedi, ne zaman ki sıkıntıdasın, bu hapları yutacağın yerde, derin bir nefes al, içinden tut nefesini, yüreğinden bir kere, ama yüreğinden, sözüme dikkat et, yüreğinden, yüreğinden anladın mı, yüreğinden bir kere ‘Allahım’ deyiver, sonra nefesini birden koyuver. Anladın mı? (sf. 66)

Aslında ortada bir diyalog yoktur. Daha çok yolunu şaşırmış genç bir ana karaktere çok yollardan geçtiği tahmin edilen bilge bir yan karakterin müdahalesi söz konusudur. Kısacık bir an için bile olsa Ferit’in hayatına bir “baba” figürü olarak giren bu yaşlı adam ve onun “baba sözü” tam da başka bir “baba sözü”nün, öz babasının sözünün aksidir. Ferit şaşkınlıkla rahatladığını hissettiği telkinden sonra yine babasını hatırlayacaktır: “Allaha inananların hepsi, bilâistisna, ahmaktırlar. Bunların arasında bulunduğu söylenen dâhiler, bilgisizliğin mazeretinden de mahrum oldukları için büsbütün ahmaktırlar” (68). Akılcı ve entelektüel kişinin düşünsel aktivitenin doğal bir sonucu olarak imandan uzaklaşacağı fikri, Voltaire ve Anatole France gibi batılı “imansız”ların aklına gelmesiye Ferit’in halihazırda buhranlı zihnini daha da bulandırır.

Ferit’in buhranlarının ve benlik karmaşasının altından hep aynı neden çıkar. Karakter marazlı bir anne ve babanın marazlı oğludur. Daha doğrusu o kendisini öyle görmektedir. Arkadaşı Muhtar’ın muhabbetinden kurtulabilmek için sarf ettiği sözler benlik algısındaki arızaların annesi ve babasıyla ilişkisini vurgular: 

tembel, hiç bir şeye yaramaz ve ömrünün yarısı Avrupa’da hâriciye memurluklarında geçmiş, ayyaş, zampara, Hedonist, ciddiyetin yalnız hayvanlara yakıştığına inandığı için dünyanın bütün dramlarına kahkahayı basan ve bunun için “Gülener” soyadını alan bir baba ile, yarı sanatkâr, yarı deli, erkek düşkünü, veremli ve veremden iki yetişkin kızını kaybetmiş, ayyaş, kokainman, Paris’te okuduğu için kültürlü, genç yaşında ölmüş bir ananın dêsencharte, dêmesuêr, desorientê, dêracinê, dêgenere bir oğluyum. (sf. 62)

Bu tanımlamanın Ferit’in görüşlerini içeriyor olmasının ayrımını yapmak önemlidir, çünkü vurgu Peyami Safa’nın bahsi geçen türden bir karakter yaratmış olmasında değil, yarattığı karakterin benlik bunalımlarında kendini öyle görmesindedir. Asıl marazlı olan Ferit’in düşünsel süreci, düşünüş biçimi ve sonuçta vardığı hastalıklı algıdır. Onun durumu akılcılığın, batı felesefesi ve biliminin (bu bağlamda özellikle psikiyatri/psikanaliz) bireysellik boyutunda geldiği noktanın sonucudur ve bu yüzden Ferit kötü adam değil kurtarılacak vakadır. Velhasıl, bir önceki sahnedeki yaşlı adam Ferit’in derdinin ne olduğunu bilmez. Ona yardımcı olması için bilmesi de gerekmemektedir, çünkü onun sunduğu çare bilgiye dayalı bir çare değildir. İmanın iyileştirici gücü için gerekli olan tek şey sorgulamadan teslim olmaktır.

Peyami Safa Ferit’i bir aşılamamış Oedipal kompleks vakası olarak kurgulamıştır. Zaten babayla (ve anneyle) kurulan ilişki psikanalitik kuramın en bilinen meselelerinden biridir ve iddialarının doğası gereği, hedef gösterilmeye id kavramından bile daha müsaittir. Hesaplaşılmayan babaları yaratan psikanaliz olmayabilir, ama anlaşılan o ki, batıcılığın yarattığı babalar psikanalizlik oğullar yetiştirmektedir. Ortadan kaybolduğu için hesaplaşılamamış (batı/psikanalitik) babanın yerine yaşlı adamda ifade bulan iyiliğe doğru nasihat verici (doğu/geleneksel) başka bir baba figürünün varlığı şu ana kadar incelediğimiz izlek düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı değildir. Yaşlı adamın alternatif olduğu kurguda asıl ilginç olan sahnenin kuruluşu, daha doğrusu ilaçlara (batı/akıl) karşıt olarak konulan telkin (doğu/ruh) yönteminin iletilmesindeki “yürek” referansının tekrarıdır. Bu tekrar önemli olanın vurgusu mudur? Öyleyse biraz fazla kaçmamış mıdır? Fazla değilse neden kulağa bu kadar garip gelmektedir? Ya da, aslında, burada ortaya dökülen neyin, kimin aşırı telafisidir? 

Peyami Safa roman boyunca kullandığı bu keskin karşıtlıklarla zayıf bir maddeciliğin karşısına fantastiğe kayan bir mistisizm koyar. Bu denklemde aşk şehvete, düşünsel sorgulamalar aklın dehlizlerinde kayboluşa, benliğe dair arayışlar ise ilaçlara muhtaç hastalıklı bir içsel dünyaya dönüşür. Ferit’in kendisi, babası, annesi ve sevdiği kadın ile ilişkileri hep marazlıdır. Yazarın bireyden, bireyin kendiliğinden ve özgürlüğünden yola çıkarak kurgulamayı tercih ettiği haliyle Ferit imandan (doğu) uzaklaştıkça psikanalizin (batı) ideal nesnesi/hastası haline gelir. Bu noktada Berna Moran’ın romana dair eleştirisini hatırlamak iyi olacaktır: Peyami Safa’nın sanatçılığı ideolojisinin kurbanı olmuştur.[6]

Ferit bir Faust mudur?

Peyami Safa’nın kurguladığı haliyle batının düşünsel yapısını ifade eden tıp, felsefe ve psikanaliz oryantasyonu ve bu oryantasyona karşıt giden mistik deneyimleri ile Ferit’in anlatısı batı tarihindeki kalp/ruh/iman - beden/akıl/bilgi ikiliği meselelerini yinelemektedir. Cennette bulunan ve iyiliğin ve kötülüğün bilgisinin meyvesini taşıyan ağaçla başlayan yasaklı bilgi hikayesi bahsi geçen karşıtlıklar üzerine kuruludur ve tematik açıdan Safa’nın romanındaki görüşlerle benzeştir. Orta Çağ’da batılı dindarlar insanın idrakının sınırlarına ve ilahi olanın kıymetine inanırlardı. Onun yolunda aklın ve sorgulamanın yeri yoktu. Aksine erişilmezliğini kabul etmek ve tevazu ile teslim olmak gerekmekteydi. Verili sınırları zorlamak ve bahşedilmemiş olanın peşine düşmek şeytana uymak ve iman yolundan çıkmak demekti.

Batının hıristiyanlık öğretileriyle bire bir örtüşmüyor gibi görünse de Ferit’in hikayesi yasaklı bilgi anlatılarının modern dönem uzantılarından farklı değildir. Karakteri psikanalizin ideal hastası haline getiren sorgulamaları ile bedene hastalık ve cinsellik doğrultusundaki yaklaşımı modern aklın, bilimin ve bilginin vardığı sınırlarda insanın düşüşünün temsilleridir. Ayrıca Peyami Safa Matmazel Noraliya’da doğu-batı karşıtlığını kurarken Ferit’in batılı değerlerinin karşısına tasavvufu ve mistisizmi koyar. Fakat bu ilahi seçenek dünyadaki hemen her mistik inancın paylaştığı niteliklere sahip olduğundan görünürdeki doğu-batı karşıtlığı aslında pek de doğu-batı karşıtlığı değildir. Benzer telkinler, huşu ve teslimiyet pratikleri, nefs’in sınavları ve ilahi olana giden yolun ışığı batının iman ve inanç ekseninde de önemli bir yer tutmaktadır. Yani, işin özünde, bu sözde doğu-batı çatışması uzamsal-kültürel değil, ama belki zamansal-kültürel bir meseledir.

Batının düşünsel izleğinden devam edersek: Ferit aslında bir Faust mudur? Elbette Matmazel Noraliya’nın ana karakteri şeytanla karşılaşıp bir anlaşma yaparak ruhunu satmaz. Fakat bilgiyle kurduğu ilişki sonrası dönüştüğü hal ile kaybettiği cennet ve huzura kavuşabilmesi için ona öngörülen yol Faustyen çizgiden çok uzağa düşmemektedir. Nitekim, Faust anlatısından türeyen Faustyen anlatılarda temel unsurlar ima yoluyla da olsa mevcuttur.[7]

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu tam anlamıyla Faustyen bir anlatı olmasa da, dolandığı düşünsel alan ondan izler taşımaktadır ve Ferit bir çeşit Faust figürü olarak düşünülebilir. Ne de olsa romanın değerler dünyasında yolunu kaybederek kendi cehennemini yaratmıştır ve kurtuluşunun ruhani bir bilgi türünde olduğunu kavraması gerekmektedir. Yani, Ferit de Faust gibi onu aşan sıkışmışlığında imana gelmelidir.

Ferit’in Faust’la isim/ses yakınlığına belki tesadüftür desek dahi, iki karakterin arasında önemli bir Faustyen bağ daha bulunmaktadır. Ferit isminin ardına takılanın dışında başka bir “it” tarafından daha takip edilmektedir. Delirmekten korkan karakterin peşindeki bu ürkütücü ve tehditkâr kara köpek eskiden beri yatkın olduğu halüsinasyonudur. Böylece romanın ilk sayfalarında başlayan -it, id, it katmanları üst üste eklemlenmeye devam eder. Eklenen bu son katman oldukça ilginç çağırışımları da beraberinde getirmektedir: Goethe’nin Faust’unda Mephistopheles Faust’a önce siyah bir köpeğin sûretinde görünür. Faust ve Ferit arasındaki bu “şeytani” paralellik Peyami Safa’nın tasavvur ettiği batı kavramını ilginç bir kanattan beslemekte ve Ferit’in yoldan çıkmışlığının sembollerini gayet anlamlı bir şekilde batının imge dünyasından çekmektedir. Böylece romanın daha ilk sayfalarıyla beraber imgelerin ve kavramların üst üste bindiği bir anlamlar ağı kurulmaktadır. Merkezinde romanın ana karakteri olan bu anlamlar ağının hatları yakın okumalarla bağlandığında modernin -it’i, psikanalizin id’i ve şeytanın it’i Ferit’in zihninde ve ruhunda bir’leşmektedir.

Yazar bu kadar detayın peşine düşmüş müdür sorusu biraz kaygan bir soru ve edebiyat eleştirisinde niyet okumaya denk düşen bir yanılgı riskini (intentional fallacy) beraberinde getiriyor. Yine de Peyami Safa’nın bahsi geçen metinlerden haberdar olduğunu ve entelektüel formasyonunun böylesi çok katmanlı göndermeleri mümkün kıldığını düşünürsek belli başlı seçimlerinin bilinçli olduğunu kabul edebilir ve böylece ilk soruya geri dönebiliriz: yazarın psikanalitik kuramı doğu-batı karşıtlığında bir çatışma alanı olarak kurgulaması Peyami Safa edebiyatı ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu hakkında ne söylemektedir?

19. yüzyılda temelleri atılan psikanalitik kuramın Safa’nın yazdığı dönemlerde Türkiye bağlamında yeni ve taze bir alan olduğunu ve dönemine göre oldukça cesur iddialarda bulunduğunu düşünürsek kurgusal bir metin için ilgi çekici malzemeler içermektedir. Ayrıca, dünya çapında 19. yüzyılla zirvesine ulaşan ve 20. yüzyılın başında Türkiye’de artçıları hissedilmeye devam edilen modernleşme dalgaları entelektüel çevrelerde halen hararetle tartışılmaktadır. Bu tarihsel çerçevenin sürekliliğinde modernlik ile birey kavramlarının doğuşu ve psikanalitik kuramın ortaya çıkışı birbirleriyle iç içe gelişmelerdir. Peyami Safa batı eleştirisini toplumsal değerler ve bireysel ahlâk üzerinden kurmuş ve tarihin farklı dönemlerinde değişik şekillerde tezahür etmiş olan ruh-beden ikiliğini modernliğin bireyciliği ile birleştirmeyi tercih etmiştir. Bunun için bireyci batıcılığın ve batılı bireylerin marazlarını ortaya dökmekte oldukça işe yarayan psikanalizi bir çatışma alanı olarak seçmiştir. Özetle, psikanalitik kuram akılcı batının marazlarını “bilimsel” olarak ifşa ederek yazarın eleştirilerine içerden malzeme sağlamaktadır. Kaldı ki, dönemin halen gelişmekte olan psikanalitik kuramı da zayıflıkları şişirilmek suretiyle kolaycı eleştiriye açık ve elverişli bir alandır.

Bitirirken...

Edward Said ve onu takip eden sömürgecilik sonrası eleştirinin oryantalizmin oluşumunu ve doğasını tanımlayışında kullandıkları yapısal model “doğu”nun “batı”yı tanımlarken oluşturduğu kurguda da kullanılabilir. “Batı” nasıl “doğu” denen yapıyı kendini gördüğü, görmek istediği imgesinin karşıtı olarak icat ettiyse ve o icadının aksinde kendini yeniden kurguladıysa, batının bu ısrarcı bakışının altında “doğu” da temel bir “batı” imgesini benzer bir süzgeçten geçirerek, kendi ihtiyaçlarına uygun olarak üretmiştir, üretmektedir. Benzer ikiliklerden beslenen “doğu”nun “batı”sı da ihtiyaçlar doğrultusunda, tüm dinamizmi ve karmaşık yapısına rağmen, en basit ve kolay harcanılabilir haline indirgenen, lazım oldukça kostümü değiştirilen bir modelden ibarettir. Oryantalizmin eşi olan bu oksidentalizmin sorunu da elbette ihtiyaca göre oluşturulan “kötü”lük temsiliyeti üzerinden yaratılan düşmanlıktır. Sonuç ise karşılıklı ideolojik körlüklerden ötürü sonu gelmeyen, uzlaşmasız, temelsiz ve kolaycı doğu-batı çatışmalarıdır.

Peyami Safa Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda, bahsi geçen türden bir oksidentalizmin etkisinde, psikanalitik kuramın imkanlarını keskin bir doğu-batı karşıtlığını yeniden üretmek için kullanmış ve bireyin karmaşık iç dünyasını keşfetme olanağını sözde kültürel bir güç savaşına kurban etmiştir. Matmazel Noraliya’ya psikanalitik açıdan yaklaşmak romana dair yeni bir şey söylemez ama romanda bir çatışma alanı olarak psikanalize daha yakından bakmak romancının dönemine ve düşünsel dünyasına dair önemli içgörüler sağlamaktadır.

 

Notlar:

[1] Kutluğhan Soyubol’un konuyla ilgili İngilizce makalesi oldukça bilgilendirici, bkz. “Turkey Psychoanalyzed, Psychoanalysis Turkified: The Case of İzzettin Şadan,” Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East 38.1 (2018): 57-72.

[2] Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun bir batılılaşma eleştirisi alanı olarak psikanaliz ile kurduğu ilişki ilginç karşılaştırma imkanları sunmaktadır. Bu yazıda kısaca değindiğim noktalar Kasım 2019’daki MESA kongresinde sunduğum karşılaştırmalı çalışmanın alt yapısını oluşturmaktadır.

[3] Peyami Safa. Türk İnkılabına Bakışlar. İstanbul: Ötüken, 2016.

[4] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1: Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a. İstanbul: İletişim, 2009, s. 237-258.

[5] Peyami Safa. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu. İstanbul: Ötüken, 2019.

[6] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1: Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a. s. 258.

[7] Yasaklı bilgi anlatısının edebiyat tarihindeki sürekliliğini daha önce yazmıştım, bkz. “Faustyen Anlatıların İzinde Ölümsüzlük Arayışı: Bir Varoluşsal Epistemoloji Modeli Olarak Edebiyat,” Pasajlar: Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 2, Edebiyat, Teori ve Eleştiri, Şubat 2019.