“Tiyatrocular kitap okumuyor”

Mitos Boyut’un sahibi T. Yılmaz Öğüt: 650 başlık var ama ancak 50 bin kitap satıyoruz. İşin aslı şu, tiyatrocular kitap okumuyor. Bizim yayınlarımız artık daha çok öğrencilere dönük, çünkü onlar okuyor...

07 Nisan 2016 14:10

Mitos Boyut Yayınları Türkiye yayıncılık dünyasında çok ilginç bir boşluğu dolduruyor. Yalnızca tiyatro kitapları, çoğunlukla da tiyatro oyunları basıyorlar; buna rağmen nadiren yayın yapan, yeni ya da küçük bir yayınevi değil Mitos. 700’ü aşkın başlıkla, 500 metrekarelik bir depoyla ve 21 yıllık geçmişiyle tam bir yayıncılık vakası... Tiyatro dünyası için ise türünün tek örneği; bu anlamda neredeyse kutsal bir noktada. Peki, Mitos Boyut 21 yıldır nasıl ayakta kalabildi? Ne gibi zorluklar yaşıyorlar? Yeni nesil, yerli tiyatro metinleri hakkında ne düşünüyorlar? Devletin tiyatroya ve yayıncılığa verdiği desteği nasıl buluyorlar? Tüm bu soruları yayınevinin sahibi T. Yılmaz Öğüt’e yönelttik.

Mitos Boyut yayınlarının kurulma hikâyesinden başlayalım önce. Samsun’da yaşayan bir inşaat mühendisiyken nasıl oldu da böyle bir yayınevi kurma kararı aldınız?

Orada yaşarken tiyatroyu da takip ediyordum, ama asıl sinema takipçisiydim. Samsun’da Sinematek kurduk. Orada her hafta İstanbul’daki Sinematek’teki filmleri gösteriyorduk. Tiyatrolar da gelirdi, onlarla irtibatta olurduk. Dolaylı bir ilgimiz vardı tiyatroyla yani. 1986’da Samsun’a kitap fuarına gelen Cumhuriyet Gazetesi Kitap Kulübü’nden Mustafa Demirkanlı ile tanıştım. Ona yayınevi kurmak istediğimi ve Samsun’da işlerim tamamen sona erince İstanbul’a taşınacağımı söyledim. Anlaştık ve ikimiz o tarihte Boyut Yayınevi’ni kurduk. Önceleri Demirkanlı İstanbul’da işi tek başına yürüttü.

Ama sanıyorum o tarihlerde tiyatro kitapları basmıyordunuz henüz...

Hayır. O tarihlerde daha çok gazetecilerin kitapları, öykü ve anı kitapları basıldı. Başlangıçta çok az kitap bastık. Sonra ben 1990 başında İstanbul’a taşındım ve yayınevini birlikte yürütmeye başladık. O sırada Tiyatro Tiyatro dergisini çıkarmaya başladık. Tiyatrolarda ücretsiz dağıtıyorduk. Dergicilik ve yayıncılığı bir arada götürmek çok zor işti ama... Dergi çıkacak diye tüm yayınevinde hayat duruyordu adeta. Sonunda dergiyi bırakmak zorunda kaldım. Ona Mustafa Demirkanlı devam etti. Yayınevi bende kaldı.

Yalnızca tiyatro kitapları basmaya nasıl başladınız?

Sonra sonra, öykü-roman seçmek çok zor gelmeye başladı. Dedik ki, bunu bir şeyle kısıtlayalım. Benim tiyatrocu eş dostum çok vardı. Onların da desteğini alırız diye düşündük ve yayıncılığımızı sadece tiyatroyla kısıtlamaya karar verdik.

Kaç başlık yayınladınız şu ana kadar?

730 kitap basmışız. 650 civarı satışta. Bazılarının telifleri bitmiş, yeniden basmadık. Satışta olanların 150’ye yakını da kuram kitabı.

Kaç yılda bastınız bu kitapları?

95’ten bu yana. 21 yıl...

Kaçar kopya basıyorsunuz her seferinde?

1000 kopya. Eskiden 2000 kopya basıyorduk. 2001 krizinden sonra mecburen 1000’e indirdik. O krizde birçok kitap geri döndü, satışlar azaldı.

Ne kadar sürede tükeniyor bu kitaplar?

8 ila 10 senede tükeniyor. Ama 20 sene önce bastığım kitap da var elimde.

Epey büyük olmalı deponuz.

Evet, 500 metrekare. Büyük yayınevlerinin bile böyle deposu yoktur.

Peki, maddi olarak nasıl yürütüyorsunuz işleri?

Kendi kendini döndürüyor sadece. Ama bunca yatırımdan sonra kendi kendine dönüyor tabii.

Yatırımların karşılığını aldınız mı peki?

Yok canım. Karşılıklar depoda duruyor. Ben 80 yaşındayım. Burada iki kişiyiz biz, her şeyi ben yapıyorum. Ben de istemez miyim yanımda bir sekreter olsun, yükü üzerimden alsın. Ama yok yani! Kurtaramıyoruz. Kiralar, maaşlar, sigortalar, vergiler... Anca denk geliyor.

Yılda toplam kaç kitap satıyorsunuz?

650 başlık var ama ancak 50 bin kitap satıyoruz. Öte yandan bakıyorsunuz bir roman bir haftada 100 bin satabiliyor. İşin aslı şu, tiyatrocular kitap okumuyor. Bizim yayınlarımız artık daha çok öğrencilere dönük, çünkü onlar okuyor. Başta böyle planlamamıştık. Klasikler, antik oyunlar, eğitime dönük kuramsal kitaplar... Böyle şeylere dönüyoruz.

Telif ödemeleri gider kalemlerinizin içinde yok mu?

Genellikle yerli yazarlar telif almıyorlar bizden. Üstelik para da vermek isteyen oluyor. Çünkü kimse basmıyor, yalnızca biz varız. 80’ler, 90’larda Can Yayınları, Adam Yayınları, YKY oyun basardı. Artık çok nadir basıyorlar.

Niçin daha az ilgi gösteriyorlar?

2001 krizinden sonra satışlar çok düştü. Onların da ilgisi düştü tabii.

Yalnızca çok satacaklarını düşündükleri tiyatro kitaplarını basıyorlar, öyle mi?

Evet. Onlar Moliére basarlar, Nâzım Hikmet basarlar. Ama tiyatroya özveriyle yaklaşan yalnızca biziz Türkiye’de.

Peki, çoksatan kitaplarınız var mı?

Konservatuara hazırlanan öğrenciler için benim hazırlamış olduğum beş cilt halindeki “100 Monolog” kitaplarımız var. Onun altıncı baskısını yaptık. Bizim yayınevinin de çoksatarı benim yani! Klasik kitaplar çok satarlar; diyelim Tartüf, Ibsen’ler, antik tragedyalar... İş Bankası Kültür Yayınları da Hasan Âli Yücel dizisinden basıyor bunların bazılarını, ama bizimkiler yepyeni tercümeler oluyor. Baştan sanırım tiyatro öğrencileri bunları okuyarak başlıyorlar. Bunlar iyi gidiyor. Sonra öğrenci de kitap okumayı bırakıyor zaten.

Mitos Boyut’u öğrenciler ayakta tutuyor diyebiliriz o zaman?

Tabii ki.

Sıradan okur neden tiyatro oyunları okusun?

Oyunu normal okur okumaz, tiyatroyla özel olarak ilgilenenler okur. Fakat Türkiye’de hiç olmayan bir alışkanlık bu. Ben de çok kitap okuyan biriydim, ama tiyatro oyunu okumazdım. Gittiğinizde görürsünüz, dünyada fuayelerde oyunun afişini, plağını, metnini satarlar. İnsanlar da alışkanlık olarak oyuna gitmeden önce oyunun metnini okurlar. Bizde tam tersidir. “Gideceksem okumam” anlayışı var. Hem de sıradan okurda değil, tiyatroyla ilgilenenlerde var bu. Oysa tiyatroya gitmeden önce metin irdelenmeli, okunmalı. Bu iş böyle olmalı.

Peki, yalnızca Türkiye’de olmayan bir alışkanlık mı bu? Dünyada da tiyatro kitapları kıyasla çok az satmaz mı?

Tabii öyledir. Telif alırken, önemli kitaplar için “1000 basacağız” diyoruz, kimse itiraz etmiyor. Çünkü ortalama olarak durum bu. Orada da az basılıyor. Tabii İngilizceden bahsetmiyorum. İtalya’ya bak, Yunanistan’a bak, durum çok farklı değil. Ama elbette bizde daha az.

O zaman bu bizi “‘oynanmak’ için yazılmış tiyatro metinlerinin okunmasının ne kadar yerinde olduğu” tartışmasına getiriyor. Evrensel bir mesele bu ve söyledikleriniz de bunu destekler nitelikte. Sizce bu kitapların sektörün dolaşımına girememesi mi okunmama nedeni, yoksa gerçekten tiyatro metnini okumanın doğasına dair kuşkuları mı var insanların?

Bu noktada tanıtım önemli. Yayıncılara rol düşüyor. Kitabevleri, dergiler, gazeteler... Bizden pek bahseden olmaz. Zar zor gireriz. Tanıdık olacak, yazarları tanıyacaksın. Reklam vereceksiniz. Bu iş böyle yürüyor. 21 yıllık yayınevi tarihimizde bir kez reklam verebildik biz bir kitap ekine. O da 500. kitap için, yarım sayfa Cumhuriyet Kitap Eki’ne verdik reklam. Sadece o.

T. Yılmaz Öğüt

Yerlilere telif ödemeyip yabancılara ödüyorsanız, bu durumda yerli kitap basmak sizin için daha masrafsız duruyor. Bugüne dek bastığınız kitaplarda yerli-yabancı dengesi nedir?

Biraz oynayabilir ama ortalama olarak yüzde 50’ye yüzde 50 diyebiliriz. Bir ara bu dengeyi tutturmayı gözettik, ama artık gözetemiyoruz; pek yerli kalmadı basabileceğimiz.

Bastıklarınız arasında epeyce genç, yerli yazarlar var, değil mi?

100’den fazla genç yazar kazandırmışızdır.

Türkiye tiyatrosunun yeni dönem metin yazarlığı dalgasında önemli bir rol oynadınız diyebilir miyiz sizce?

Birçok yazarın ilk kitabı bizde yazıldı, şimdi hepsi tanınmış büyük yazar oldular. Mesela Behiç Ak, Coşkun Irmak, Hasan Erkek, Zeynep Kaçar... Son zamanlarda Ali Cüneyd Kılcıoğlu var; aklıma gelmeyen çok isim var. Biz bir de Balkan yazarlarını çok bastık. Profesyonel diye bir oyun var Devlet Tiyatrosu’nda Duşan Kovaçeviç’in. Onu da ilk biz bastık örneğin.

Nasıl bastınız, nasıl keşfettiniz peki Profesyonel’i?

Onu bize rahmetli Başar Sabuncu getirmişti. Fransızcadan çevirmişti. Beğendik, basacaktık. Sonra “Sırpçadan çevirelim” dedik. Kovaçeviç’ten bastığımız şeyler sonrasında hep Devlet Tiyatroları’nda oynandı.

Siz Türkiye’de tiyatrolara bu anlamda bir noktada bir seçki sunduğunuzu düşünüyor musunuz?

Rejisörler bizi takip ediyor, evet. Şehir Tiyatrosu’nda oynandı daha çok oyunlarımız. Devlet Tiyatrosu’nda sadece birkaç oyunumuz oynanmıştır. Almir İmsireviç’in Eğer Bu Bir Film Olsaydı’sı  mesela. Onu da ilk biz basmıştık. O da Balkan.

Neden Balkanlara özellikle ilgi duyuyorsunuz?

Çünkü Balkanların yazarları bize yakın geliyor. İnsanımız seviyor. Savaşın sıkıntılarını anlatıyorlar genellikle, o sıkıntı halini bence bizim insanımız yakın buluyor kendine. Seviliyor, aranıyor Balkan yazarları.

Peki, okurların tiyatro metinlerine olan ilgisinde dönemsel bir değişiklik oldu mu?

Belki ufak tefek, ama büyük değişikliklerden söz edemeyiz.

Şu an üretim yapan yerli yazarlarımızı nasıl buluyorsunuz?

“Türkiye’de yerli yazar yok” denip durur. Ben hiç öyle düşünmüyorum. 100’den fazla yerli yazarı kazandırdık dedim az önce. Şu anda bir duraksama var gibi geliyor bana. Ama ben 20 senelik sürece bakarsam çok ciddi bir gelişme kaydedildiğini görüyorum.

Duraksama ne zamandan bu yana var?

Son 5-6 senedir bir duraksama var bence. Biz her sene yarışma yapıyoruz, oyun yarışması. 170 başvuru oldu evvelki sene. Her sene 100’den fazla başvuru alıyoruz. Bu çok fazla bir rakam. Jüriler seçimin gittikçe daha zor olduğunu düşünüyor. Eskiden daha çok kişi ödüle layık görülüyordu. Şimdi ilgi arttı ama kalite artmadı o nispette.

Yeni özel tiyatrolar var, yeni yazarlarımız var bu beğeni sınavlarını ekseriyetle geçmiş olan. Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu özel tiyatroların çok iyi bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de hiç bu kadar bol tiyatro yapılmamış bugüne kadar. Kendi yazıp kendi oynayan yeni tiyatrolar var. Onların metinleri bize hiç gelmedi, ben de değerlendirme yaparken o anlamda onlar hakkında bir şey söyleyemiyorum. Ben genelde bize gelen metinlerden söz ediyorum.

Beğendiğiniz isimler kimler yeni nesilden?

Ebru Nihan Celkan var mesela ilk aklıma gelen. Çok iyi bir yazar. Ama ben hepsine gidemiyorum, mümkün değil. Yine de şunu söylemem lazım, ben alternatif tiyatroları çok önemsiyorum. Yeni bir seyirci kitlesi yetiştiriyorlar, önemli işler yapıyorlar. Çok konservatuar, çok okul var. Bunlardan mezun olanlar ne yapacak? Bir şekilde hayata tutunacaklar. Kendi kendine bir araya geliyorlar. Üstelik hiçbirinin reklamı yok. Haksız rekabet de var. DT ve ŞT 3-5 YTL’ye oyun oynuyor, özel tiyatrolar 40 TL’ye. Yine de vazgeçmiyorlar.

Devlet desteğine geliyor biraz da konu burada. Özel tiyatrolara devlet desteğini yetersiz buluyorsunuz anladığım kadarıyla?

Özel tiyatrolara devlet ödeneği çok yetersiz. Son senelerde iyice bozuldu bu iş. Anadolu’daki tiyatrolara vermeye başladılar. İyi bildiğimiz, iyi seyircisi olan tiyatrolara vermemeye başladılar. Değişik bir para dağıtma sistemleri var. Son 3-4 senedir değişti bu.

AKP’nin tiyatro politikaları özel tiyatroları sıkıntıya soktu diyebiliriz yani?

Evet tabii. Oysa dünyada öyle mi? Dünyada tiyatrolar mahalli yönetimlerin paralarıyla yaşıyor. Bizde herkes kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor, bu da handikaplar getiriyor tabii. Bakalım ne kadar gidecek bu…

Peki yayıncılık, özellikle butik yayıncılık için devlet desteğini yeterli buluyor musunuz?

Ben destek almıyorum hiç.

Kütüphaneler kitap alıyor mu mesela sizden?

Hemen hemen hiç. 90’lı yıllarda alıyorlardı. 15-20 bin kitap alırlardı bizden. Bizi biraz da onlar çeviriyordu. 2001 krizinden sonra almaz oldular iyice. Geçen sene bizden çok daha az kitap aldılar. Başvuruyoruz, kitap gönderiyoruz, ilgilenmiyorlar.

Siz bu alanda teksiniz, sizden almayıp kimden almayı tercih edebilirler ki?

O kısmını ben bilemem. Açıkça görülüyor; tiyatroya, kitaba bakış açıları farklı.

Alanda tek olmanız hep avantaj sağlamıyordur elbette. Nedir dezavantajları?

Baskı altında kalıyoruz. Yazanlar ünlü olsun olmasın, bize geliyor. Karşılamak mümkün değil. Hatır gönül oluyor. Basıyorsun. Kırılıyorlar. O açıdan sıkıntı çekiyoruz. “Onunkini bastın benimkini basmadın” kavgası oluyor. Çok yaşıyoruz bunları. Bizi devlet dairesi gibi görüyorlar. “Madem burası tiyatro kitapları basıyor, benim oyunum çok güzel bir oyun olduğu için buradan basılacak” anlayışı hâkim. Kıramıyoruz da.

Avantajı nedir tek olmanın?

Mesela bizden telif almazlar. Güngör Dilmen ve Turgut Özakman dışında kimseye para vermedik. Gönül işi yaptığımızı biliyorlar. Çevirmenler bile almıyor para. Başka türlü dönmezdi zaten. Bir de tabii duyulan bir saygı var. Bu güzel bir şey. Sonuçta biz olmasak nereden yayınlanacaktı bütün bunlar?

Peki, sizi en çok zorlayan meseleler neler?

Satış meselesi. Satamıyoruz. Bir de yeni bir bela var başımızda; internet. Kitaplarımızı tarayıp, fotoğraflarını çekip internette paylaşıyorlar. Öğrenciler de ne yapsın, orası bedava diye oradan alıyor. Bir bağlantı adresi bulduk, 800 kitabımızı tek tıkla indirebiliyorsunuz bilgisayarınıza. Facebook grupları, e-posta grupları var. Satışlarımızı azaltıyor bu da bizim. Sonuçta kitlemiz öğrenciler. Ya da fotokopi de yapabiliyorlar. En büyük rakibimiz fotokopiciler! Buradan da sınıflarında asla fotokopi ya da çıktı kabul etmeyen hocalara çok teşekkür ederim!

Korsana düştünüz mü hiç?

Ah keşke düşsek! Daha önce de yapmıştım bu espriyi. Keşke korsana düşebilecek kadar çok satabilsek. Sonuçta biz tiyatroyla ilgilenen, ama tiyatro ile ilgilenirken aynı zamanda tiyatro metinleri okumaya meraklı, ama bunu da internet üzerinden, kaçak versiyonlardan değil basılı kitap ile yapmak isteyen çok küçük bir kitle için kitap basıyoruz. Bu iş ne olacak, dijital telif hakları ne olacak, hiç bilmiyoruz.

Kitaplarınıza ulaşamadığı için elektronik ortamdaki kopyalarını tercih eden insanlar yok mudur? Bu durumda e-kitap bir çözüm olabilir mi?

Bugün Erzurum’dan bir kitabımızı internet sitesinden sipariş etseniz yarın kitabınız elinizde. Bunun hiç bahane olabileceğini sanmıyorum.

Kitabevlerine istediğiniz kadar girdiğinizi düşünüyor musunuz?

Hayır. D&R’a yeni başladık, daha iyi oldu. Ama satmıyor, sirkülasyonu az; bu yüzden almak istemiyor kitapçılar. Dost’a mesela, her kitaptan 50 tane yollardık, artık 10 tane istiyorlar.

Türkiye’de kaç tiyatro profesyoneli var; yazar, oyuncu, yönetmen, dekorcu, çevirmen... Bu insanların onda biri her kitabınızdan alsa siz muhtemelen çoktan kâra geçerdiniz, öyle değil mi?

Okumuyorlar, bu çok net. Maalesef.

 

Fotoğraflar: Sinem Babul