Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek

“Alabuga’da Ölmek’in Marina’sının bir yanıyla tepeden tırnağa gerçek, bir yanıyla da bir roman kahramanı olduğunu unutmadan romanı düşünmek gerek. Duygusal coşkusu yüksek bu metin, okuruna yeryüzünden trajedisiyle geçmiş bir şairi döneminin koşulları içinde anlatırken, ona yaklaşma biçimi, dili, anlatımı, üslubuyla yazarını da örtük biçimde romana dahil eder.”

15 Aralık 2022 21:30

“Kavuşma değil de veda, birleşme değil de kopmaydı hayatımda sevdiğim her şey.” (s. 44)

Sınır tutmaz, ölçütleri aşan örneklerle artık daha sık karşılaşıyor olsak da, edebi türler söz konusu olduğunda en beylik sınıflama kurgu/kurgu dışı olarak yapılmakta, temel türler ve alt türler oradan saçaklanmakta. Bizde iyi örneklerine çok az rastlanan biyografiler kurgudışı alanın önemli türlerinden; otobiyografilerle birlikte tarihin bir anlamda yeniden yazımını da içerirler. Biyografi ve otobiyografilere kurgu dışı metinler demektense, yaşantıdan kaynaklanan metinler demeyi tercih etim hep.

Biliyoruz ki bütün metinler bir kurgunun içinden yükselirler. Yaşantı kaynaklı olmaları bu türleri gerçeğe bağlar hem de sıkı sıkı; ama hangi gerçeğe? Olgusal doğrular, türün daimi tartışma alanında yer alsa da, aynı kişiyi konu edinen farklı biyografiler okuduğumuzda bambaşka yaşamöyküleriyle karşılaşmamız mümkün. Yazarın bakış açısı, eledikleri, içe dahil ettikleri, dil ve anlatıma, kurguya, biçime ilişkin seçimleri aynı yaşamın aktarımında farklar yaratır. Biyografilerde yazarın gölgesinin kuvvetle hissedilmesi kimi zaman metnin hakikilik-sahicilik duygusunu örseleyip okuru inandırıcılıktan uzaklaştırır. Biyografik romanların alımlanması bu açıdan biraz daha esneklik taşır.

Tam bir melezlik örneği olan bu türde yaşamöyküsüne ilişkin seçilen olaylar, olaylar arası bağlar, bunlara ilişkin kimi zaman spekülatif yorumlar, yazarın metne kattıkları, yapıtında bilerek ihmal ettikleriyle metin elbette onu kurgulayanın izlerini doğrudan ya da dolaylı olarak taşır. Yazar kişisini kendi bakışıyla yeniden inşa eder; anlattığı hem o gerçek kişidir hem değil. Hatırada, hafızada, tarihte olan biten şimdiki zamanda yeniden, yazarın düşü ve düşüncesiyle vücut bulur. Aradaki boşluklar, dışarıda bırakılan fazlalıklarla sürekli konuşur. Bir süre sonra bu konuşmaya okur da dahil olur. Bu duhul başka bir inşanın başlangıç zaman-mekânı olur. Okurla birlikte yaşamöyküsünün dokunması, yeniden yaratım süreci başka bir yoldan devam eder.

Kısa bir süre önce bitirdiğim, etkisi hâlâ devam eden, zihnimi meşgul eden Vénus Khoury-Ghata’nın biyografik romanı Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek [1] yalnızca şairi yeniden düşünmek için değil, türe dair de sorularımı gözden geçirmek için bir olanak oldu. Üç şairin, üç kadının baş başa verdiği esrik, öforik bir okuma deneyimiydi bu metinle hemhal oluş.

Dilimize çevrilebildiği kadar şiiriyle tanıdığım Tsvetayeva [2] ile daha yakın karşılaşmam şiirlerinden önce poetik bir metin-yaşam analizi diyebileceğim Tırnak İçinde Ölüm [3] ile olmuştu. Svetlana Boym, “yazarın/şairin ölümü” mitini tersyüz eder bu yapıtında. Şairin yaşamı ve metinleri arasındaki bağlar, ağlar, örgülerle metaforik ölümünden gerçek ölümüne, şiirle ertelediği –ya da yürüdüğü de denebilir– intiharına uzanan yolun topografyasını çıkarır. Psikolojik olan kadar kültürel, tarihsel, metinsel izleri takip ederek şairi gizlendiği yerden çıkarıp ona başka bir görünürlük verir Boym. Burada ağır ve serin bir anlama çabası söz konusudur. Alabuga’da Ölmek’in yazarı ise ölüme doğru bu yaşam yürüyüşünü son derece kuvvetli bir ateşin içinden geçirerek yapar. Buz yanığı. Dondurarak yakan. Ancak iki yazarın da yaptığı başka türlerde, yöntemlerle de olsa, olan biten gerçeklerden köklense de Tsvetayeva’ya başkaca bir görünürlük kazandırmalarıdır.

Anlatmak, bir yaşamdan anlatı kurmak özyaşamöyküleri, mektuplar, günlükler dahil kimliğin yeniden kurulması, kurgulanması anlamlarını taşır. Alabuga’da Ölmek’in Marina’sının bir yanıyla tepeden tırnağa gerçek, bir yanıyla da bir roman kahramanı olduğunu unutmadan romanı düşünmek gerek. Duygusal coşkusu yüksek bu metin okuruna yeryüzünden trajedisiyle geçmiş bir şairi döneminin koşulları içinde anlatısının nesnesi kılarken, ona yaklaşma biçimi, dili, anlatımı, üslubuyla yazarını da örtük biçimde romana dahil eder. Anlatı için sen dilinin seçilmiş olması ilk elden zaten bunu işaret eder. Yazar yanıtsız kalacağını baştan bildiği kimi sorularını bazen öfkeli, bazen anlayışsız bir tonda metne boca eder. Yazar ve nesnesi arasında mesafe aşımı kendini hissettirir. Yazar bir roman kahramanı yaratırken aynı zamanda bir şairin bir şairle huzursuz, tedirgin dostluğunu, yarenliğini de kurma derdindedir. Tsvetayeva’nın onu yanıtsız bırakacağı yerlerde o yanıtları okurdan bekler. Marina’ya seslenişteki “sen”, okura da dönüktür bir yanıyla. Sen’e sesleniş nedeniyle yazar-anlatıcının ben’i ile de sürekli bir aradayızdır. Metne böyle yaklaştığımızda yapıtı kadın yazını içinden de düşünmemizi zorunlu kılan iki şair karşılaşmasına tanıklık ederiz:

“Kadın kendini yazmalıdır. Kadınlar hakkında yazmalıdır ve yazıya kadını geri getirmelidir. Çünkü kadınlar bedenlerinden nasıl şiddetle kovuldularsa yazıdan da aynı şiddetle dışlandılar – aynı nedenlerle, aynı yasalarla ve aynı ölümcül amaçlarla. Kadının kendini metin içine koyması gerekmektedir – aynı dünyanın içine ve tarihin içine koyması gerektiği gibi.” Hélène Cixious (çev. Ayşe Lahur Kırtunç)[4]


Marina Tsvetayeva'nın portresi. Aida Lisenkova-Hanemaayer, 2005.

Yeryüzünde bir yer arayışı ve eksik temsil. Aradaki sonsuzmuş hissi uyandıran mesafenin kapatılması için yazmak. Tsvetayeva’nın hayatını şiirle, mektuplar, güncelerle kurması ne kader ne rastlantı. Ben demenin, yıka yaka kendini yıkıntıdan, külden tekrar tekrar yapmanın bir yoludur bu onun için. Şiirlerin yanı sıra kimisi hayatında yer bulmuşların –hem de tutkuyla– kayıtsızlıkları, umursamazlıkları ya da dönemin acımasız rüzgârlarıyla kaybolmuş mektupları duyulma, görülme, anlaşılma arzusu kadar kendini yazarak ve yazarken yeniden hayata geri çağırma uluması, mırıltısı, firakı olarak da duyulabilir. Üç çocukla –biri suçluluğundan hiç kurtulamadığı, yasını nasıl tutacağını bilemediği, bıraktığı yetimhanede açlıktan ölmüş olan kızı, diğeri baş edemediği sorumluluklarını erkenden üzerine geçirdiği, bunun küskünlüğünü ona bir ceza gibi hissettireni ve baş edilmez hoyratlığıyla ruhunda ve bedeninde binlerce kâğıt kesiği hissi yaratan oğlu Mur ile– gündelik yaşamın somut, keskin sorunlarıyla, uzaklarda sürgünde bir eş, rejim baskısı, yoksulluk, yoksunluk ve zorunlu göçmenlikle mücadele, istediğince sevilmemiş olmanın onulmaz kederi. Çok sevmeler, hep sevmeler, aşklar icat etmeler; ama hiç sevdiği gibi sevilmemeler dağı. Eşit entelektüel güce sahip, şiirsel bir deha olmasına rağmen çağdaşlarınca küçümsenmeler, yaranın gözüne tutkuyla bakmaya meyyal dizginsiz ruhun savruluşları, hezeyanları, dünyada bir yer bulamamışlığın melankolik isyanı, rejimden aşklarına, onu küçümseyen edebiyatın sözde dostlarına kibirli diklenişi ölüme duyduğu örtük bir özlemin perdeleriydi belki. Bu yersiz yurtsuz, yaban ruh büyülediği kadar rahatsızlık verip korkutuyordu da çağdaşlarını. Somut koşulları belli bir hayat bu varoluş bilgisiyle başka türlü yaşanabilir miydi? Her yanıt bir spekülasyon.


Vénus Khoury-Ghata

Yaşamına yeniden nefes üfleyen Khroury-Ghata, Marina’nın yanı sıra yazara ilişkin düşünmenin kapısını da açık bırakmış bu anlatısında. Anlatıcının sen seslenişi, seçilen olaylar, bunların dizilişi, metne çekilen alıntılar, okuru ikircimli bir ara bölgede huzursuz bırakmayı amaçlamış gibi. Bu rahatsızlık hissi ilk anda hoşnutsuzluk yaratsa da, okurun nesnesiyle mesafelenmesini olanaklı kılıyor.

Acıklı bir dramın madunu tarafından kıskıvrak yakalanmaya ramak kalmışken trajik bir öznenin vakur tutumuyla ayıltıyor yazar sizi. Olduğu gibiliğin içinden kusurları, hatta kimileyin acımasızca vurgulayarak. Son karar ânına dek çözülmeyen biri var karşınızda. Sizi de duygu aşırılığı ile çözmek istemiyor yazar. O bıçak sırtı yerde tutuyor. Uzun uzadıya pekâlâ kurulabilecek bir anlatıyı kıpkısa tutuyor. Açık, net, sert, gerçekçi. Bedenden ruha Tsvetayeva’daki yaşam suyu ile bir daha dolması imkânsız o yarık, o boşluk başka türlü bu denli etkili gösterilebilir miydi? Tanrısal bakış ve uzaklık-yabancılık üreten üçüncü tekil sesleniş yerine sen dilinin seçilişi. Seni sana anlatırken yeni bir sen kurma. Sencil bir sarmaşmadaki anlayış, yaranın gözüne bakmak için o tuhaf, Maira’nınki kadar yabansı bir duyuşu gereksinecektir. Yazar o sesi ve dili bulmuş: “Hak edilmiş bir ölüm, çağına karşı gelmek senin iflahını kesti.” (s. 105)

 

NOTLAR: 


[1] Vénus Khoury-Ghata, Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek, çev. Ayşenaz Cengiz, İstanbul, YKY, 2022.

[2] Marina Tsvetayeva, Rusya’dan Sonra, çev. Günay Çetao Kızılırmak, İstanbul, 160. Kilometre Yayınları, 2019.

[3] Svetlana Boym, Tırnak İçinde Ölüm, çev. Emine Ayhan, İstanbul, Metis Yayınları, 2010.

[4] Bkz. Kırtunç, A. L., İğnem İpliğim Diktiğim Kimliğim, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İzmir, 2000.