"Yazarların perspektifiyle yüzlerini yan yana getirdiğimizde ilginç kesişmeler ortaya çıkıyor. Hakan Günday, Murat Özyaşar örneğin, yazdıklarına bakıldığında hüzünlü portreleri. Yiğit Bener ile Serra Yılmaz’ın mavi fışkıran bakışlarıyla kaleme aldıkları arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir? Niyazi Zorlu’nun, Defne Sandalcı’nın, Franko Buskas’ın, Mehmet Said Aydın’ın dış görünüşleriyle kurguları arasındaki ilişkiden bahsedebilir miyiz?"
30 Haziran 2022 10:30
“Türlü türlü yollardan gider insan. Kim ki bu yolları izler ve karşılaştırır, kuşların kanadında, yumurta kabuklarında, bulutlarda ve karda, kristallerde ve kaya oluşumlarında, buz tutmuş sularda, dağların içinde ve dışında, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda, göğün ışıklarında, aşınmış ve işlenmiş kömür ya da camda, mıknatısın etrafındaki demir tozlarında ve tesadüflerin tuhaf bağlantısında, kısacası her yerde gördüğümüz ve büyük bir şifreli yazıya ait gibi görünen olağanüstü figürler oluştuğunu görür. Bu figürlerde, doğanın mucizevi dilini çözecek anahtarı, hatta bu yazının gramerini sezer. Ancak sezgi somut bir biçim almayı reddeder ve şifreyi tam anlamıyla çözecek anahtar olmaya razı olmaz.”
Novalis, Sais Çırakları, Almancadan çeviren: Mehmet Barış Albayrak,
Notos Kitap, İstanbul 2015, s. 15
Edirnekapı Mezarlığı’nın gece ve gündüz iki ayrı cemaati olduğunu bilir misiniz? Gündüzleri sözüm ona öteki dünyaya gidenlerin arkasındakiler gelir, dua ederler, ağlarlar, mezar kazarlar ve giderler. Geceleriyse şehrin kıyıya vuranları çıkagelir. Mezarlardakileri kendi aralarında paylaşır, onlarla konuşur, yer içer, dertleşirler. Hakkı verilmemiş yazarlardan Metin Kaçan’ın Edirnekapı’daki son istirahat mekânının gönüllü bekçisi Fethi hem gündüz hem de gece o civarlardadır. Onu aramanıza gerek yoktur. O sizi bulur ve hiç durmadan konuşmaya başlar. Sanki Metin Kaçan tarafından görevlendirilmiş gibi mezarlığın ziyaretçilerine yakınlaşır. Ne koparacağını bilen gözlerle sizi süzdükten sonra konuşmaya başlar. Onu dinlersiniz, çünkü güzel konuşur. O kadar güzel konuşur ki, ona para vermek içinizden gelir.
Çağdaş Türk edebiyatında “yeraltı” temasını, İstanbul fotoğrafları ve yazarlarla ele alan bir kitap hakkındaki yazıya Fethi ile başlamam yadırganmamalı. Çünkü Phillipe Dupuich ile Timour Muhidine’in imzalarını taşıyan Yeraltı İstanbul kitabı gerçekten sıradışı bir kitap olduğu için alışılmışın dışında bir bakış açısını hak ediyor. Neden mi? Fransa’da Türk edebiyatının yeraltından görünüşü için kitap yayınlamak tam bir donkişotluk örneğidir. Kimin, neden, hangi koşullarda böylesine özel, böylesine orkide çiçeği temasına ilgi duyacağını bilmeden, belki de böyle bir düşünceye bile girmeden İstanbul’un yeraltına yazarların, şairlerin gözüyle girmeye çalışan bu kitap sayfaları çevrildikçe anlamlanan, okudukça, baktıkça anlam kazanan bir bütünlüğe sahip. İlginç olan, Parisli bir yayınevinin, Reunion adasına âşık bir fotoğrafçının, frankofon yayıncıların, bize özgülüğe, lanetliliğimize Fransız kalmadan bakarak tanıklık etmeleri.
Kolay mı İstanbul’a bakmak? Kolay mı yeraltına girmek? Çok katmanlı bir metropolü yazarların, şairlerin, edebiyatçıların gözüyle keşfetmeye çalışan bu kitabın samimiyeti yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Kalitesi birbirinden farklı kent fotoğraflarıyla yapılan girişin ardından gelen yazar fotoğraflarıyla kitap kendi yoluna çıkmış oluyor. Fotoğraflara açıklayıcı metinlerin değil de yazarların kitaplarından alınmış parçaların eşlik etmesi iyi bir fikir.
Yazarların perspektifiyle yüzlerini yan yana getirdiğimizde ilginç kesişmeler ortaya çıkıyor. Hakan Günday, Murat Özyaşar örneğin, yazdıklarına bakıldığında hüzünlü portreleri. Yiğit Bener ile Serra Yılmaz’ın mavi fışkıran bakışlarıyla kaleme aldıkları arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir? Niyazi Zorlu’nun, Defne Sandalcı’nın, Franko Buskas’ın, Mehmet Said Aydın’ın dış görünüşleriyle kurguları arasındaki ilişkiden bahsedebilir miyiz? Metin Üstündağ’ın elindeki sarı inşaat baretli tam figür fotoğrafı bir yana, kitabın kapağındaki Isahag Uygar Eskiciyan imgesi yeraltı temasıyla yakın bir ilişki içinde. Aklım tadı damağımda kalan Zift’e gidiyor ister istemez.
İmge ile yazı arasındaki ilişkiyi irdeleyen bu güzel kitap Novalis’in yolunda ilerleyen güzel bir başlangıç. Devamının gelmesi, İstanbul’un lağımlarına inilmesi dileğiyle.
•
GİRİŞ RESMİ: