Hüseyin Ferhad: Yurt, vatan, ülke; göz kamaştırıcı, revnaklı, bir o kadar kağşak kavramlardır. Şairin yurdu elbette dilidir, dilinin konup göçtüğü coğrafyadır
31 Ekim 2019 10:30
Hüseyin Ferhad’ın son yayımlanan şiir kitabı Nihayet Bir Cümledir İnsan ile ilgili konuştuk. Ferhad ile konuşunca söz ister istemez, Asya’ya, yalnızlığa, yolda olmaya da uzandı…
‘Son’dan başlayalım istiyorum. Nihayet Bir Cümledir İnsan yeni yayımlandı. Bu kitabın sonundaki Zeyl’lerden bahsediyorum. Yoksa şairler bir ‘son duygusu’ ile yazmaz zaten! Yapıtın genelinde var bu, ama ben iki Zeyl’de de aynı şeyi hissettim. Kaynaklarınızdan yine vazgeçmiyorsunuz. Şark’tan ve Asya’dan. Son bölümdeki metinleri iki türlü okudum. Birini Hüseyin Ferhad’ın hayal coğrafyası, diğerini ise beslendiği kaynakları, nasıl yazdığını saklamadan anlatan bir ‘şairin itirafları’ olarak.
Zeyl’ler art zamanlı metinlerdir. Vaktiyle dergilerlerde, Kitap-lık’ta, Aries’te yayımlanan yol notları. Uzun, uzak yol notları! 80’lerde, bir şiirimde “anladım ki ülkem bu topraklardan ibaret değil” dediğimde, arkadaşlarımın nasıl suratı asılmıştı anlatamam. Haklılardı da. Çünkü yurt algımız, tarih algımız hep Cumhuriyet ve Anadolu bileşenine indirgenmiştir. İtiraf değil, hayır, bu bilinç darlığına, bu siyasî dayatmaya aksine bir itirazdır benimkisi.
Şairin yurdu yoktur herhâlde. Siz coğrafyanızı sürekli yanınızda mı taşıyorsunuz?
Yurt, vatan, ülke; göz kamaştırıcı, revnaklı, bir o kadar kağşak kavramlardır. Şairin yurdu elbette dilidir, dilinin konup göçtüğü coğrafyadır. İpek Yolu’dur, Altın Hilâl’dir. Türkçe, Asya’nın Ön’üne ayağ üşüren halkların ortak dilidir. Yüzünüzü Asya’nın Uzak’ına döndüğünüzde Sanskritçe, Hintçe, Çince dikelir karşınıza. Ancak kıyı diller, hatta lehçeler çok önemlidir. Şiirin sahici yurtları onlardır belki de.
Kitaptaki bazı metinlerde (“Çölün Taşrası Medine’dir”, “Agra”, “Exodos”) uzun zaman önce yayımlanan Cennet Diye Bir Yer’deki (1997) anlatıları okuyormuşum gibi hissettim. Sonra o kitabı açıp rastgele bir metin seçtim kendime ve Hüseyin Ferhad’dan uzun bir şiir okuyormuşum gibi geldi. Sizin şiirlerinizde hep bir ‘hikâye’, ‘anlatı’ var. Şiir, elbette her şeyden beslenmek zorunda. Metinlerarasılık bağlamında ise anlatılarınız ile bilhassa uzun şiirlerinizin benzer dertler ile yazıldığını düşünüyorum. Bu iki türün de Ferhad’da yan yana aktığını. Birbirine sürekli alüvyonlar akıttığını, gelgitler taşıdığını. ‘Kalemşorluğunuz’da, serüveninizde benzer anlatılara devam etmeyi düşünüyor musunuz?
“Çölün Taşrası Medine’dir” enikonu bir bildiridir. 1998’de, İstanbul’da, “İstanbul Dışında Yazmak” konulu panelde sunduğum bildiri. ‘Kalemşor’ hoş bir sözcüktür. Hoş ve güzel! Bizler, hiç değilse ‘78 Kuşağı, askerî darbelere karşın şiirin hakkını veren, ne’liğini, şeceresini kovuşturan bir kuşağız. Verili kültüre, poetik algıya şerh düşmüş ‘kalem efendileri’. İmlediğin geçişler, yazınsal komşuluklar Murathan Mungan’da da var, Şükrü Erbaş’ta, Salih Bolat’ta da. Kaçınmak mümkünsüz belki de.
Önceki bazı kitap adlarında [Söyle Gölgen de Gitsin (1993), Beni de Ezberine Al (2007)], şiirlerde ve dizelerde olduğu gibi bu kitapta da ‘kesinlik bildiren’, emir kipi ile biten şiir adları var. “Milat Diye Bir Şey Yoktur”, “Git Onun Kellesini Getir”, “Kurtların Tanrısı Yine Bir Kurttur” (ki, kitabınızdaki ikinci bölüme verdiğiniz başlık), “Çölün Taşrası Medine’dir”... Bu örneği dizelerle daha da çoğaltmak mümkün. Aslında Nihayet Bir Cümledir İnsan deyişi de, yukarıda örneklendirdiğim benzetmeye yakın. Hayat, müphemdir, evet; şairin yaptığı (yapmaya çalıştığı) ise bir anlamda bu müphemliğe çeki düzen vermek midir?
Bilirsin, Dünya Bir Gölgeliktir Fethi Naci’nin anılar kitabıdır. Adı, Hisarlı Ahmet’in bir türküsünden alıntıdır. Geçen yıl o türkü benim de yüreğime musallat oldu. Nitekim Nihayet Bir Cümledir İnsan’ın ilk şiiri “Karanfil” bu düşsel arkadaşlığın, yol arkadaşlığının ürünüdür. Şair nihayet bir yol adamıdır. Yolda olmak kaderidir onun. İbni Haldun’un bütün yazılarının özeti iki sözcüktür: “Coğrafya kaderdir.” Bu; senin için de geçerlidir, Haydar Ergülen ya da Selim Temo için de. Yine bilirsin, “Belirsizlikler” Edip Cansever’in en güzel şiirlerindendir. Tinsel evrenini, hayat algısını görünür kılar.
Kaldı ki, yek başına bir anlamı olmadığı hâlde, ‘gibi’, zarf (belirteç) ve edat (ilgeç) olarak, daha çok edat olarak sıkça kullanılan sözcüklerdendir. ‘Gibi’yi hiç kullanmamaya çalıştım bir dönem. Sonuç, elde var sıfır. Çünkü her şey ama her şey ‘gibi’ydi. Asl’olan kurmaca, ‘yapıntı’ hayattı. İlhan Berk haklıdır: “Şimdi bu geceyi, bu yıldızları fevkalade buluyorsunuz ama/ Bu hiç de kolay olmadı// “En başta, başı boş atlar gibiydi nehirler/ Bu şiire girmeden önce”
Gottfried Benn “Homeros’tan Goethe’ye 1 saat çeker, Goethe’den günümüze kadarsa 24 saat,” der bir yazısında. Son şiirlerinizden sayısız örnek vermek de mümkün, sizdeki ‘zamanlarasılığı’ düşünürsek. Daha da uzatmadan, Attâr’dan bu yana size göre geçen zamanın şeceresini sayısal olarak verebilir misiniz? ‘Aritmetikten, simyadan ikmale kalanları’ da hesaptan düşmeyip!
Deniz Çobanları, Ve Yürüdük Gecenin Ateşleri İçinden erken kitaplardı. Düşlediğim grotesk, yabanıl dünyaya ışık üşürmekten uzaktılar. Turgut Uyar’ın Divan’ını tekrar okudum, Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nı, Hilmi Yavuz’un Doğu Şiirleri’ni. Hayır, daha bir eskilere, uzaklara çağırıyordu harf cinlerim beni. Daha ilksel, ilkel bir töze. Gittim de. “Azer”, “Koncay”, “Elif”; ardım sıra geldiler.
Eşzamanlı bir kaygı da büyümeye başladı içimde. Yek başına kalma, kaale alınmama korkusu. Gerçi ne çağıma, çağdaş sorunlara kayıtsızdım, ne sokağa, Soğuğa Açılan Kapı’ya. Bu ilgim bilinsin için de, onlardan remizler, replikler iliştirdim şiirlerime.
Açık ya da örtük birçok anıştırma var şiirlerinizde. Okurunuz olmak da zor.
Bir Nâzım Hikmet’in “sol mememin altındaki cevahir”ini, Attilâ İlhan’ın “Sen Beyaz Bir Kadınsın”ını, İlhan Berk’in “Ne zaman seni düşünsem/ bir ceylan su içmeye iner”ini, bir Gülten Akın’ın “Ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya”sını, İsmet Özel’in “Mataramda tuzlu su”yunu, bir Haydar Ergülen’in “kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi”ni bilmeyen bir şiir okuru zaten ‘okur’ değildir. Merak eden, şairlerin bu tür dizelere, şiirlere açık ya da örtük anıştırmalarını, göndermelerini araştırır, sorgular, o başka bir konu.
Etki, etkilenme?
Etki bir tercihtir. Fark etmedir, seçmedir. Dile, şiirsel birikime, anonim belleğe nüfuz etmedir. Metinlerarasılık kaçınılmazdır. Şarttır! Bilmenin, teyid etmenin, ululamanın bir gereği. Gelenek, folklor, ç/alıntı etiği çok tartışıldı bir dönem. İlhan Berk’le Ülkü Tamer’in restleşmeleri hatırlardadır. Ölümsüzlük Ardında Gılgamış dolayısıyla Özdemir İnce’yle Enis Batur’un restleşmeleri de. Asl’olan şiirdir, şiire ulaşmaktır, şiirin ne’liğine ışık düşürmektir. Gerisi laf-u güzaf.
2004 yılında sizinle yapılan bir söyleşide (Şubat 2004, Kitap-lık) nasıl yazdığınız sorusu üzerine, kareli defter ve kurşun kalemin mutlaka olduğunu söylemiştiniz. Şu son on beş yılda birçok şey değişti elbette. İnsanın kalbinde, ülkesinde, her yerde. Yazma ritüellerinden bahsedebilecek bir dönemde miyiz, bilmiyorum. Ama sonuçta bu ‘ritüeller’in de metne dâhil olduğunu düşünenlerdenim. Yıllar önce geniş bir soruşturma yapmaya çalışmıştım. Oradan hareketle Hüseyin Ferhad’ın yazarken olmazsa olmazları var mıdır? Nereye yazar? Nerede yazar? Tütün, alkol gibi uyarıcılara ihtiyacı var mıdır? Kalem mutlaka gerekli midir? Dolmakalem mi, kurşunkalem mi? Yoksa bir ‘yazı makinesi’ yeter mi? Geceleri mi daha rahat olur? Sabahları mı?
“Behçet Necatigil –Nereye mi yazardı dizelerini/ Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı. İlaç kutularının üstüne yazardı. Kâğıt peçetelere yazardı. Plastikten oyuncakların üstüne yazardı. Tırnaklarının üstüne yazardı,” der Cemal Süreya. Bu; çoğu şair için geçerli. Çünkü hayat hepimizi uçuruma itmeye hazır. Acımasız, hoyrat.
Bir ‘zaman’ daha! Deneme kitabınız Şark Belleği’nde (Mayıs 2016, YKY) “İkinci Menzil” başlıklı bir denemeniz vardı; İkinci Yeni’den bahsediyordunuz. Nihayet Bir Cümledir İnsan’da da “Ankara, İlk Menzil” adlı bir şiiriniz var. Bir ‘üçüncü menzil’ daha var mı?
Ankara, Hüseyin Ferhad’ın ilk menzilidir. Tabiî Garip’in, İkinci Yeni’nin de. ‘Menzil’ etkili, akıl çelici bir sözcük. Refik Durbaş’ta gördümdü ilk. Daha doğrusu, ondan sonra pıtraklandı yüreğimde. Ama dediğin anlamda bir ilişki var mıdır, bir şey diyemem. Çünkü her menzil ilk menzil değil midir bir şair için? Benim için, senin için.
Sahi, Kybele su dökmez mi sürgün oğullarının ardından?
Sürgünlük bir ‘durum’dur, gönüllü ya da zorunlu sürgün olma hâli. Yazgı da denilebilir. Keza “suç”tur şiir, “güzel suç”tur. Şair, doğası gereği “güzel suçlar işlemeye” yazgılıdır. Yargılanır, cezalandırılır, Ankara’nın dışına atılır. Afyon’a, Adana’ya. Fransa’ya, Almanya’ya. Kybele anadır, Ankara’dır, yeminli muhaliflerin, şairlerin dişi tanrısı. Kulağına hep fısıldar, fısıldamıştır sürgün oğullarının: “Git kendi krallığını kur.”