Feminist sanat eleştirisini tablolar üzerinden okumak

"Horatiusların Yemini, açılış tablosudur kitabın. Üç erkek kardeş meydanda kılıçlarını havaya, babalarına doğru atarken, onların kadınları ve çocukları yok gibidirler köşeye çekilmiş eziklikleriyle. Tablolar arası uzun yolculukta gördüklerimiz, 'erkeksi kuvvet ile kadınsı zayıflığın' tuvale yansımalarıdır."

23 Aralık 2020 20:06

Türkçe okurunun adına yabancı olmadığı Linda Nochlin, dünyanın bildiği “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” başlıklı ‘manifesto’ yazısına bilmediklerimizi de ekleyerek, Kadınlar, Sanat ve İktidar (YKY, Eylül 2020) adlı bizdeki ilk kitabıyla, başkalarının da yürüyebilmesi için kendi açtığı yolu tabloların aydınlığıyla genişletiyor. Antik dönemlerden bu yana toplumsal yaşamın dizayn edilmesinde kurucu ataerkil yapı, sonrasında ucu Eflatun’a varan öjenik bir dünyayı da tasarlamıştır elbette. Erkek egemen söylemin biçimlendirip dayattığı toplumsal yaşam biçimlerine ‘kadın’ vurgulu başkaldırı olarak feminist söylem için bir ‘tarih’ belirlemenin güçlüğü, belki de olanaksızlığı ortada. Bu uzun süreçte, feminist söyleme tarihsel aşamalar belirlendiğinde adı bir sıçrama noktasında bilineceklerden biri kuşkusuz, yakın zamanda (29 Ekim 2017) dünyaya veda eden, başka devrimler gibi feminizmin de “çeşitli entelektüel ya da akademik disiplinlerin, entelektüel ve ideolojik temelleriyle yüzleşme” gerçeğini dillendiren çağdaş feminist sanat tarihçisi Linda Nochlin’dir.

Kadınlar, Sanat ve İktidar yedi ayrı deneme ile “Giriş” yazısından oluşmuş bir kitap. Yazarının “okur en yakın tarihî çalışmalarla, bugünün kaygılarına en yakın duran metinlerle okumaya başlayabilsin” düşüncesiyle, yazılar bir tür “tersine kronoloji” ile yeniden eskiye doğru dizilmiş kitapta. Böyle olunca da, Türkçe okurunun vaktiyle haberdar olduğu (Ahu Antmen, Sanat /Cinsiyet: Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, İletişim Yayınları, 2008) en eski tarihli olan “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” başlıklı yazı kitabın sonunda yer almış. Kitaba adını veren yazı da başlangıç yazısı olmuş. Kitabın ilk ve son yazıları tıpkı kapakları gibi kuşatmış kitabı. Öyle ki, “Giriş” ve bu iki yazı sorunun özünü derli toplu biçimde kavratıyor okuruna.

Feminist sanat bağlamında şimdiye dek kült metin Kendine Ait Bir Oda (Virginia Woolf) öncesi ve sonrası için çoklukla edebiyat metinlerini okuyanları bu yeni kitapta bir sanat sürprizi bekliyor diyebilirim. Edebiyat metinlerinden oldukça az söz eden Nochlin, iktidarı sarsan ideolojik okumalarını tabloların tanıklığıyla sürdürüyor. Edebiyat çalışmalarını gerekirse evinde kendi başına yapabilecek kadının resim için ev dışına çıkmasının zorunluluğu ve zorluğu kitapta gündeme getirilen öncelikli sorun. Bu demektir ki, Kadınlar, Sanat ve İktidar adlı kitap okurlarından resim ilgisi ve bilgisi istiyor. Bunun böyle olmasının nedeni, Nochlin’in edebiyat metni incelercesine çözümlediği onca tablodan her birinin toplumsal belleğin yansımaları oluşudur. Tıpkı bir gün yaşlanıp çirkinleşeceğinden korkan Dorian’ın kendi yerine yaşlanmasını istediği resmine yaşarken yaptıklarıyla çirkinleşen portresi gibi (Dorian Gray’in Portresi, Oscar Wilde)…

Elli yıllık manifesto

Kitaptaki “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” başlıklı yazı, vaktiyle okuyanlarının bildiği üzere, geçmişi oldukça eskiyken 1960’lardaki hareketlenmesiyle kuramdan uygulamaya geçip doğrudan ‘kadın’ sorunlarını gündeme getiren feminist hareketin kadınların güzel sanat alanlarında var olamayışlarını sorgulayan bir yazıdır. Bu yazı egemenlerin ortamında feminist sanata bir yer açmak yerine, sanattaki kurumsal durumunu pekiştirmiş egemen yapıyı yerinden ederek sanatın tarihinin yeniden yazılması gerektiğine dair sert bir uyarıdır açıkçası. Nochlin yazısında sanatın erkek egemen kurgulu tarihine feminist/eleştirel gözle bakarken, iktidar biçimlerine dikkat çekerek buradaki otoritenin yalnızca kadına hükmeden erkek gücü olmadığını, “Michelangelo veya Rembrant, Delacroix veya Cezanne, Picasso veya Matisse, hatta daha yakın dönemde de Kooning veya Warhol ayarında kadın sanatçı yoktur, ama aynı zamanda bunlara eşdeğer siyahi Amerikalı sanatçı da yoktur” belirlemesiyle açıklamıştı. Açık seçik bir ayrım/kayırma söz konusu iken, “kadınların ya da siyahilerin maruz kaldığı kahredici eşitsizlikleri göz önünde bulundurduğumuzda, pek çoğunun beyaz erkekler için ayrılmış özel sahalar olan bilim, politika veya sanatlarda düpedüz üstün başarı elde etmiş olması mucize” sayılmalıdır yine de.

Nochlin, kendisinin cevapladığı “Hiç büyük kadın sanatçı çıkmamıştır, çünkü büyük olmak kadınların kapasitelerini aşar” cümlesiyle eleştirel bakışının özünü belirlemiştir denebilir, çünkü sözünü ettiği yargının arka planında kadını edilginleştiren bir güç vardır. Bu güç Ursula K. Le Guin’in erkek yazarın haksızlığına uğramış yazar kadını anlattığı, “Yok Olan Büyükanneler” (Sözcüklerdir Bütün Derdim) yazısındaki “Erkek normdur. Kadın ise dışında bırakıldığı normun istisnasıdır” cümleleriyle edebiyatta somutlaşmıştır. Nochlin’e göre de “kadınlar ve kadınların sanatlar ve başka benzer alanlardaki durumları, egemen erkek iktidar seçkinlerinin gözlerinden değerlendirilecek bir sorun değildir”. Dolayısıyla kadın için sanat ‘bireysel yetenek’ ile sınırlı olmayıp kadının toplumsal yaşamda yer bulmasıyla ilgili olduğundan, bu durumun tarihsel süreci izlenmelidir.

Nochlin sanatçı erkeklerin hemen her dönem ve mekânda uygun çalışma koşulları olmasına karşılık, kadınların sanatçı olmak yanında evlilik, bebek bakıcılığı, temizlikçilik türü işleri yapmak durumunda kaldıklarını belirtirken, sanatçılık uğrunda evliliği reddedip toplumdışı bir yaşamı göze alabilen Rosa Bonheur adlı ressam kadından özellikle söz eder. Kadınlar resim atölyelerinde ressam erkekler için çıplak model olarak kullanılırken, Avrupa sanat çevrelerinde ressam kadınlara çıplak –erkek ya da kadın– modelle çalışma olanağı verilmeyişini eleştiren Nochlin, kadınları günlük/sıradan resimlere yönelten bu durumun büyük sanata giden yolu tıkamasından yakınır. Sanatçı erkekler bir yanda sanat çalışmalarını sürdürüp aynı zamanda kişisel yaşamlarında özgür kalma haklarını kullanırken, kadınlara evlilik ya da sanat/kariyer seçeneklerinden birinin dayatılması onlara özgür sanat yolunu tıkamıştır.

Kadının sanat ya da başka bir alandaki kariyerinin onun “geleneklerden kopmasını” gerektirdiğine özellikle vurgu yapan Nochlin, bu nedenle direnmeyi önererek elli yıl önceki yazısını noktalıyor:

“Önemli olan, kadınların mazeretler ileri sürmeden veya vasatlığa düşmeden kendi tarihlerinin ve mevcut durumlarının gerçeklikleriyle yüzleşebilmeleridir. Dezavantajlı olmak gerçekten de bir mazeret olabilir ama entelektüel bir pozisyon değildir.”

Elli yıl sonraki bunca kazanımlara karşın yine de böyledir bu ne yazık ki!

Tablolara yansıyan kadın edilgenliği

Kitaba adını veren “Kadınlar, Sanat ve İktidar” başlıklı yazı 1979’daki bir sunumda ilk kez ilgilileriyle buluşmuş olsa da, yazarının gözünde bu yazı “tamamlanmış bir çalışma olarak değil, süregiden ve açık uçlu bir proje olarak” bilinmelidir. Dikkatli bir okuma, “kadınlar, sanat ve iktidar arasındaki bağları 18. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan bir grup görsel imge üzerinden inceleyeceği” anlaşılan, tarihsel bakımdan ilk olan bu manifesto yazısının bir tür açılımı tablolarla görselleştirdiğini görebilir. 1971’deki o çıkış yazısının kuramsallığının seyreltilmiş biçimi olan bu yazı, kitaptaki diğer yazıların kalkış noktası sayılmalıdır aynı zamanda.

Nochlin sanat ortamında “ideolojik bakımdan iktidarın nasıl işlediği” konusuna odaklanırken, yapmak istediğinin “toplumsal cinsiyet farklılıklarıyla ilişkili iktidara dair çeşitli söylemleri çözme çabası” olduğunu vurgular yazısının başında. Tablolar arası uzun yolculukta gördüklerimiz, “erkeksi kuvvet ile kadınsı zayıflığın” tuvale yansımalarıdır belki de. Bu durumda, bir dayatmayla kadının payına düşürülmüş “uyumlu olma” psikolojisinin yarattığı, “görsel sanatlarda arzulayan erkek bakışının nesnesi olarak kadının kabulü o denli evrenseldir ki, bir kadının bu olguyu sorgulaması veya buna dikkat çekmesi küçümsenmeye davetiye çıkarmak anlamı taşır” yargısının tartışılması gerekir elbette. Kitapta, Rose Macaulay’ın romanıyla Gabriel Rosetti’nin bir tablosundan yola çıkılarak yazılmış, “düşmüş kadın” sorununu irdeleyen yazıyla, “19. Yüzyıl Sanatında Erotisizm ve Kadın İmgelemi” başlıklı yazının ilgilileri için soruna farklı pencereler açtığını da söylemeliyim.

Horatiusların Yemini (Jacques-Louis David) açılış tablosudur kitabın. Üç erkek kardeş meydanda kılıçlarını havaya, babalarına doğru atarken, onların kadınları ve çocukları yok gibidirler köşeye çekilmiş eziklikleriyle. Yalnızca bu bile “Kadın üzerindeki patriyarkal söylem çoğu kez kendini doğal olan, hatta aslında mantıklı olan maskeyle perdeler” anlayışının yerleşmesindeki ön kabulleri anlatabilir. Oysa Nochlin başka pek çok tablonun, bu bağlamdaki yerini tarihsel belleği diri tutan yorumlarıyla gündeme getirir: Sardanapalus’un Ölümü (Delacroix), Operada Maskeli Balo (Edouard Manet), Sanatçının Modeli (Jean-Leon Gerome), İki Anne (Giovanni Segantini), Buğday Başağı Toplayanlar (Jean-François Millet), Aynadaki Venüs (Diego Valesquez), Sütanne ve Julie (Berthe Morisot) vb. 

Yolu açanlar ile bugün yolda yürüyenler

Manifesto niteliğindeki yazıdan bugünlere gelinmişken nerede okuduğumu ve kime ait olduğunu unuttuğum, “hızlı yürümek istiyorsanız yalnız başına yürümelisiniz, ancak uzun yürümek istiyorsanız başkalarıyla birlikte yürümeniz gerekir” cümlesini anımsadım. Linda Nochlin’in söz yerindeyse tabloların tanıklığıyla gösterdiği kadının kenarda bırakılmışlığına, hiç olmazsa Doris Lessing’in kitabına da adını vermiş “On Dokuz Numaralı Oda” öyküsünü eklemek isterim. Sadece birkaç yıllık bir zaman öncesinde roman incelemesini okuduğum akademisyen erkeğin yazısında ‘romanın bayan karakterleri’ değerlendirmesiyle karşılaştığımda, alınan yol ile ‘arpa boyu’ ölçeğini yan yana getirdim. Neyse ki bu yazıyı yazdığım günlerde (2020 sonları), Feminizm (İletişim Yayınları) adlı, ilgililerinin el atında tutacağı, zengin içerikli bir kitap yayımlandı.

Bugün nerede olduğumuz ya da olunduğu, sanat ortamında yeni tartışmaların konusudur. Rosa Bonheur bugünlerin ressam kadını olsaydı, “işimi daha kolay yapıyorum” gerekçesiyle erkek pantolonu giyerek dışarıda dolaşmaya gerek görmezdi. Vaktiyle “kadın sanatçıların neredeyse istisnasız tamamı ya sanatçı babaların kızları ya da genellikle daha sonraki dönemlerde, yani 19. ve 20. yüzyıllarda, kendilerinden daha güçlü ya da baskın bir erkek sanatçıyla yakın kişisel bağları olmuş kişiler” olabilir, ancak bugün için böyle olduğu söylenemez herhalde. Sanatçı babaların kızları yine sanat yolunu seçiyor çok zaman, fakat sanatçı kadınların istikbal uğruna sanatçı erkelerle evlenmek durumunda kaldıklarına pek tanık olmuyoruz. Bu, kadınların kendi ayakları üzerinde durmayı başardıklarını gösterdiği gibi, otoritesine sığınılacak sanatçı erkek kalmadığına da yorulabilir.

Liste uzatılabilir ancak yakın zamanlarda Delirtilen Kadınlar - İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kadın Deliliği (Gönül Bakay, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019) kitabını edinenler okuma listelerine yeni bir kitap ekleyebilir. “Giriş” yazsının hemen başlarında “Feminist sanat tarihi arıza çıkarmak, sorgulamak, ataerkil yuvalanmaların tepesini attırmak için var” diyen Linda Nochlin’in Kadınlar, Sanat ve İktidar kitabı, egemenlerin tepesini attıracak bu sanatsal mücadelenin tarihine eklenmek isteyenler için iyi bir kitap.

 

GİRİŞ RESMİ

Jacques-Louis David, Le Serment des Horaces (Horatiusların Yemini), 1784.
Tuval üzerine yağlı boya, 330 × 425 cm (Louvre)