John Berger: “ısrarcı bir umut”…

"90 yıllık uzun ve üretken bir yaşam sürdü dört yıl önce yitirdiğimiz John Berger. Roman, şiir, deneme, sanat eleştirisi ve portreler yazdı. Her ne yazarsa yazsın, sanatı ve yazını insanı sağaltan, onun direncini artıran bir edim olarak gördü. Var olanı resmetmek/anlatmak, ona göre umudu teşvik etmekti. Sanat, her şeyden önce bir ‘direniş’ti."

03 Ocak 2021 15:36

John Berger’siz dördüncü yeni yıla girdik. İngiliz sanat eleştirmeni, ressam ve yazar John Berger, 2 Ocak 2017’de aramızdan ayrılmıştı. Ölüm haberi geldiği gün defterime tek cümlelik bir not düşmüşüm: “John Berger öldü, şimdi umudu kim taşıyacak?” Bazı yazarlara, sanatçılara böyle bir görev yüklüyoruz. Adları direnmenin, vicdanın ve umudun yanına yazılıyor; var oluşları bu kavramları besliyor. Aramızda yaşarken hiç değilse dünyanın ağrısına tahammül etmemizi kolaylaştırıyorlar. Bir gün ölüverdiklerinde yeryüzünde daha yalnız ve daha savunmasız kaldığımızı düşünüyoruz. Kimi gün -dünya karanlığını iyice hissettirdiğinde, olup biten karşısındaki suskunluğu görünce şöyle diyorum kendi kendime: Şimdi, John Berger olacaktı!..

John Berger’a böylesine güven duyuşumuz boşuna değil kuşkusuz. O, her ne kadar bir hikâye anlatıcısı olduğunu söylese de son 50 yılın en önemli hak savunucularından biriydi. İsrail ablukası altındaki Filistin halkının yanında duruyor; Ramallah’ta İsrail kurşunuyla vurulan bir çocuğun acısına, annesinin yasına tanıklık ediyor ve bu vahşeti uygar dünyanın yüzüne çarpabiliyordu. Dünyanın her neresinde olursa olsun, yurdundan edilmiş insanların, emeği sömürülen işçilerin, askeri darbeler sonrası işkenceye uğrayan mazlumların sesini duyururken buluyorduk onu. Kapitalizmin en hırçın düşmanlarından biriydi. Her fırsatta hücum ediyordu sömürü düzenine. Uyanık bir vicdandı Berger; insanı, yaşamı ve özgürlüğü korkusuzca savunuyordu. 1972’de aldığı Booker Ödülü’nün yarısını Kara Panterler’e bağışlayıp yarısını göçmen işçiler üzerine gerçekleştirdiği bir projeye harcaması, belleklerde tazeliğini yitirmedi.

Berger tüm yapıtlarında yaşamı ve insanı yüceltti. Resim yaparken de bir resmi, fotoğrafı ya da heykeli yorumlarken de aslında bir hikâyenin peşindeydi. Dokunduğu her şeyden, baktığı her yerden bir hikâye çıkarıyordu. Oğlu Yves’e yazdığı mektuplardan birinde, arkadaşı ressam Sven Blomberg’ten söz ederken, “Onun için resim yapma edimi doğayı öpme edimiydi. Ama öpüşmekte olduğu gibi belki de Doğa onu öpüyordu – dilini boğazına sokarak.” demişti. Bu sözü biz de rahatlıkla Berger için yineleyebiliriz: Onun için yazmak, yaşamı öpme edimiydi. Ve belki de yaşam, onu öpüyordu… Şimdi ve buradaydı Berger. Hoşbeş’in bir yerinde şöyle demişti:

“Ütopyalar şimdiden nefret eder. Umudun yerine Dogma koyarlar. Dogmalar taşa kazınmıştır; hâlbuki umutlar mum alevi gibi kırpışır.”

Her ne yazarsa yazsın, yaşamın kalbine kulağını dayıyor ve oradan yazıyor gibiydi. Doğal, içten ve riyasız; umudu mum alevi gibi kırpıştırarak…

90 yıllık uzun ve üretken bir yaşam sürdü John Berger.  Savaşlara, yıkımlara, göçlere tanıklık etti. Resmi erken denilebilecek bir yaşta bıraktı. Roman, şiir, deneme, sanat eleştirisi ve portreler yazdı. Her ne yazarsa yazsın, sanatı ve yazını insanı sağaltan, onun direncini artıran bir edim olarak gördü. Var olanı resmetmek/anlatmak, ona göre umudu teşvik etmekti. Sanat, her şeyden önce bir ‘direniş’ti.  Ve bu direniş eylemi, bize gösterilen, kabul etmemiz istenen dünyayı / söylemi sadece reddetmek değil, onun geçersizliğini ilan etmekti. “Cehennem” demişti Berger, “içeriden geçersiz ilan edildiğinde, cehennemliği son bulur.”

Bir sanatçının nerede durduğunu biraz da düşünsel dostlukları belirler. John Berger’in deneme ve portrelerinde, onun zihin haritasında yer eden ilginç isimler buluruz. Sanat tarihçisi Frederick Antel, filozof Ernst Fischer, Walter Benjamin, G. G. Marquez, Roland Barthes, James Joyce, Nâzım Hikmet, Abidin Dino… Ve Manzaralar yapıtında Rosa’ya Armağanyazısıyla andığı Polonya asıllı büyük devrimci Rosa Luxemburg… Nâzım’ın şiiri hakkında en çarpıcı yorumlardan birinin Berger’a ait olması da bana şaşırtıcı gelmiştir. Şöyle diyordu bir denemesinde:

“Nâzım’ın şiirlerini ilk keşfettiğimde beni en çok çarpan şiirlerin yarattığı enginlik duygusuydu; o zamana kadar okumuş olduklarımın hepsinden daha geniş bir alanı kapsıyorlardı. Bu alanı tasvir etmiyor, onu kat ediyor, dağları aşıyordu şiirler. Aynı zamanda eyleme dairdiler. (…) İşte o zaman Nâzım’ın şiirinin benzersiz ve zorunlu stratejisine ilişkin bir şeyi kavradım: sürekli olarak kendi tutsaklığını aşmak zorundaydı! Tutuklular hemen her yerde Büyük Firar’ı hayal ederler; Nâzım’ın şiirindeyse buna rastlanmaz. Onun şiiri, başından beri cezaevini dünya haritasında küçük bir nokta olarak belirtir.  (…) Nâzım’ın şiiri, sivri ucu hapishane hücresine saplanmış bir pergel gibi kimi zaman mahrem kimi zaman geniş çaplı ve küresel daireler çizer.”

John Berger, resim çizerken hikâye anlattığı gibi, bir hikâye anlatmaya durduğunda da resim çiziyordu. Hiçbir yapmacıklığa, süslemeye, abartıya yer yoktur onun anlatımında. Sözcükleri, renkler kadar kıvamında seçilmiş, yeni, taze ve özgündür. John Berger’in denemelerini ya da sanat yazılarını okurken –çoğu bir hikâye ile başlar ya da biter– kendinizi öyle bir doğallığın içinde bulursunuz ki, anlatıcıyla bir yerde karşılaşmış, onu tanıyor olabileceğinizi düşünürsünüz. Aslında öyledir; uzun yıllar bir köyde yaşayan Berger, komşularıyla inek sağar, hayvanların doğumuna yardım eder; sonra bakmışsınız köylü komşusuyla oturmuş kahve içiyordur. Sanatçı kibrinden eser yoktur üzerinde. Yazmak, profesyonel bir uğraş değil, (“Yazmayı asla bir meslek olarak düşünmedim.”)  yaşamın bir uzantısı olmuştur onun için.

John Berger’in yokluğunda geçen dört yılda dünyanın kederi hafiflemedi. Adaletsizlik daha da arttı, göçmenler sınır kapılarında beklemeye, denizlerde boğulmaya devam etti. Daha çok çocuk aç kaldı, daha çok kadın öldürüldü. Daha çok insan düşüncelerinden dolayı hapsedildi ve dünyanın bir avuç zengini, yoksul halkları sömürmekten vazgeçmedi. Bir yazısında, “Bugün tüketiciler kasaya ödeme yaptıkları yerle tanımlanıyor, yaşadıkları ve öldükleri yerle değil.” demişti. Küresel sömürü odakları, insanları her gün biraz daha artan hızla isimsiz, dilsiz ve yurtsuz yığınlara dönüştürürken ve dünya –onun metaforuyla– büyük bir hapishaneye dönüşmüşken hayal etmek ve yaşamak için bir parça teselliyi yine Berger gibi riyasız kalemlerde arıyoruz. “Israrcı bir umut’tan söz etmişti o. Tıpkı şarkılar gibi kitaplar da ısrarla ileriye uzanır; Berger’ın kitapları… Her biri umut ve iyimserlik yaşatmak için okurunu bekliyor.

 

Not:


Bu yazıda John Berger’in tamamı Metis Yayınları’ndan çıkan; Portreler, Manzaralar, O Ana Adanmış,  Sanatla Direniş, Kıymetini Bil Herşeyin, Fotokopiler, Hoşbeş, Top Sende (Yves Berger ile birlikte) adlı yapıtlarından yararlanılmıştır.