Io: Bir başkaldırı ve aydınlanma trajedisi

23. İstanbul Tiyatro Festivali'ni Şahika Tekand kendi yazıp yönettiği "Io" oyunuyla açtı

14 Kasım 2019 13:00

Bravo. Şahika Tekand gene muhteşem bir metinle, usta bir sahnelemeyle karşımızda. “Şimşeklerine gerek yok Zeus, yalanların yetiyor gerçekleri yakmaya.” Zeus’a başkaldırıyor bir kadın, tek başına, meydan okuyor.

Şahika Tekand bu sefer Io rolünde. Bugüne kadar mitolojiden tragedya sahnesine hiç taşınmamış bir kahramanla buluşturuyor bizi. Zeus’un göz diktiği, baştan çıkarttığı, sonra da aşağılanıp ülkesinden sürgün edilen nehir perisi, tapınak rahibesi Io’nun geri dönüş hikâyesini izliyoruz. Ama ne geri dönüş! İftiraya uğramış, haksız yere mahkûm edilmiş, toplumun ikiyüzlü utanç damgası omuzlarına yüklenmiş, kaybedecek bir şeyi kalmayan bu kahraman, insanlığa sarsıcı bir mesaj getiriyor. Korku ve yalan imparatorluğu sona erecek, bilin ki şimdi asıl Zeus korkuyor. Zeus’un hükmü yok artık, totaliter tanrıyı tahtından indiriyoruz, taht sallanıyor, yalanlara son veriyoruz.

Bu başkaldırı, aynı zamanda bir yeniden aydınlanma çağrısı. Tahmin edebileceğiniz gibi, toplum mesajı kabul etmek istemiyor, toplum sinmiş, korku içinde, hazır değil, susturulmuş. Koro direniyor önce Io’ya, dehşet dolu ret ve inkâr ünlemleri duyuyoruz, onu dışlıyorlar: Kim bu durulmayan, yabancı, meczup kadın? Kim?!

Yabancı seslere izin verilmez burada. Buraya gelmen yasak. Yasak. Io lanetlenmiş, kimse onu dinlemek istemiyor. “Biz insanız, lanetlerden korkarız.” Böylece başlıyor trajik çatışma. Düzen bütün güçlerini seferber ediyor Io’ya karşı.

Önce düzenin bekçileri, Kratos ve Bia çıkıyor karşısına. Kratos iktidar simgesi, tahtın koruyucusu. Bia güç ve şiddet simgesi. Zeus’a biat etmişler, düzenin araçları olmuşlar, iktidarı savunuyorlar. İffetsiz kadın, diye suçluyorlar Io’yu; kirli arzularınla, ölçüsüz kadın taşkınlığınla toplumu zehirlemeye, ayaklandırmaya çalışıyorsun, git buradan, yoksa…

Bu tanıdık tehdide kulak asmıyor Io: Artık susmayacağım! Koro, toplum, dehşet içinde. Kendilerinden bile korkuyorlar. “Ya susamazsam bir daha?”

En çok bu soruyu sevdim Şahika Tekand’ın oyununda. Bu kadar uzun sustuktan sonra, bir kez kapılırsa gerçeğin ve adaletin çağrısına, suskunluğunu bir kez bozarsa, bir daha susamam diye korkan bir toplum var karşımızda. Korkuya yenilmişler. Io’ya şaşırıyorlar: “Neden korkmuyor? Neden korkmuyor?”

Bir de bu soruyu sevdim. Io diretiyor: Asıl Zeus korksun şimdi. Çünkü Zeus’un nasıl iktidardan devrileceğine dair bir kehanetle dönmüştür Io memleketine. İnsanları kurtaracak bir kehanet. Ama zavallı insanlık, kurtulmak istiyor mudur, hazır mıdır özgürleşmeye? En büyük korku, özgürlük korkusu değil midir? Yana yakıla da özleriz özgürlüğü bir yandan.

Bu çelişki üzerine kurmuş Şahika Tekand yazdığı bu modern, şaşırtıcı tragedyayı. Io’nun canhıraş mücadelesinden etkilenen koroda bir susmama özlemi ve tereddüt hissedilir olunca, iktidar daha büyük, daha da önemli bir gücünü salar Io’nun üzerine. Hilekâr, ince politika adamı, diplomasi ustası tanrı Hermes çıkagelir. Olimpos’un mesajcısı, tanrıların elçisi, kılıktan kılığa girebilen, devlet sırlarının taşıyıcısı, kurnaz Hermes.

Bir gizli istihbarat şefi gibi dikilir Io’nun karşısına. Onu korkutup tehdit etmek kadar, ikna etmeye de yöneliktir yaklaşımı, ilk önce.

Ama Io diretir, geçit vermez. Onun mücadelesi kendisi için değildir, insanlık için direnmektedir. Artık büyük sırrını açıklayacaktır. En büyük kozunu oynar. Prometeus’a bel bağlamıştır, onun kehanetidir beraberinde getirdiği.

Prometeus, tanrıların katı Olimpos’tan ateşi çalıp insanlara getiren Titan, ateşle birlikte insanlığa aydınlanmayı, alfabeyi, dili, aklı kazandıran kahraman. Ceza olarak bir kayaya çivilenmiş, bir kartalın her gün ciğerini didiklediği korkunç bir işkenceye mahkûm olmuştur. Özgür müdür şimdi? Zeus’un iktidarını o mu devirecektir? Zeus insanlara hesap verecektir artık. Böylesine büyük bir dönüşümün habercisi gibi gelir Io. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardır? Hermes ve Kratos neden gülerler bu habere? Mücadele iyice kızışır.

Otoriterlik ve demokrasi arasında mücadele

Bütün bu seslerin ve karşı seslerin yükselen çatışması olarak kurmuş Şahika Tekand oyunu. Stüdyo oyuncuları kontrpuan yapısını, çok sesli ritmi güzel yakalamışlar.

Ahenk, vezin ve ses perdeleri halinde ilerliyor oyun. Bir ses inşası. Söylenenleri anlamadan bile, sadece seslerin mimarisinden hikâyeyi takip etmek mümkün neredeyse. Ritim mükemmel. Sadece konuşanları aydınlatan dinamik ışık düzeniyle birlikte, karanlık-aydınlık tezatını kullanan sahnelemenin görselliğini çok beğendim.

Yeşil su perisi kostümüyle Io, karaltı gibi koro, siyahlar giyinmiş iktidar temsilcileri. Esat Tekand’ın son otuz yılda tiyatro dünyamızı aydınlatan görsel ustalığı bu teknik ekibin de özüne işlemiş, ne mutlu ki.

Koreografide aynı gücü ve dinamizmi tam bulamadım, daha durağan geldi bana. Oyuncuların hepsi çok iyiler, fakat mahsus stilize edilmiş beden dillerini yer yer biraz daha esnetebilmelerini, sahneyi biraz daha geniş ve derinlikli kullanabilmelerini isterdim. Gene de başarılı bir ekip çalışması.

Şahika Tekand, rolünü üstlendiği kahramana yakışır bir güçle taşıyor oyunu. Olağanüstü bir performans. Yazdığı metni ilk defa söylüyormuş gibi canlı ve diri tutabilen bir ustalığı var. Onu ve ekibini sahnede görmeyi ne kadar özlemişim meğer. Bir başka Tiyatro Festivali’nin de açılışını aynı salonda, UniqHall’da, Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken oyunuyla yapmışlardı. Çok başarılı bir uyarlamaydı. Şahika Tekand, hep söylerim, sahnede ve metinde Beckett’in öz be öz ruh akrabasıdır. Modernist tiyatronun önemli bir öncüsüdür benim için.

Bu sefer, uzun süredir çalıştığı, giderek mükemmelleştirdiği mitolojik dizinin, “Prometead” dizisinin yeni bir bölümüyle izliyoruz Şahika’yı. Onun “On Adımda Unutmak” ya da “Anti-Prometeus” oyununu izlemiş olanlar bilirler, deneysel bir şölen ve avangard tiyatronun hâlâ yaşadığının kanıtı diye yazmıştım o oyun için, sanıyorum 2010 yılıydı.

Şahika Tekand Prometead projesini Almanya’dan Japonya’ya kadar taşıdı, bütün dünyada sahneledi, Yunanistan’da epey zaman geçirdi, Terzopoulos ile verimli ortak projeler üretti. Şimdi, 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışını yaptığı “Io” oyunuyla bu projeyi bir adım daha ileriye götürüyor. Günümüzün en can alıcı çatışmasını, otoriterlik ve demokrasi arasındaki mücadeleyi, bir kez daha mitolojik bir yorumla ele almış.

“Karanlık Korkusu” oyununda modernist soyut tarzıyla bu konuyu zaten çok ustalıkla işlemişti. Akraba temaları, iki ayrı tarzda yürütmek onun sanatçılığında önemli bir gel-git akışı bence. Ana tema farklı yüzleriyle çıkıyor karşımıza: Aydınlanma hakkını, aydınlanma gücünü tekrar elde etmek. Sadece bu sefer duygu da, gereksinim de, mesaj da büsbütün daha acil. Bu aciliyet, yani bıçağın kemiğe dayandığı gerçeği, “Io” oyununda çok çarpıcı şekilde, adeta bir şok gibi beliriyor sahnede.

Değişimin habercisi

Io’nun güvendiği dağlara kar yağıyor. Hermes’in neden bu kadar keyifle sırıttığını anlıyoruz. Prometeus, o büyük aydınlatıcı, artık unutulmuştur. “Unutmak mutluluk verir” diyor düzenin bekçileri. Prometeus kimseye umut olamaz artık diyorlar. Kendilerinden çok eminler. Io vazgeçmiyor düşünden, direnişinden. Bunun üzerine iktidar da son kozunu sürüyor ortaya: Prometeus çıkıyor sahneye. O artık düzenin tutsağıdır. Davasından vazgeçmiştir. “Bu nasıl bir kader” diye Io çırpınır, “kader aklın olmadığı yerde vardır” cevabını verir Prometeus.

Toplum aklını tanrılara, liderlere teslim etmiştir artık. Prometeus yenilgisini itiraf eder: “Ben tanrılara değil, insanoğluna yenildim.” Evet, iktidar değil halktır onu düş kırıklığına ve yenilgiye uğratan. Aydınlanmayı istemiyorlar artık, sadece korkuyorlar, “hatırlamayı unuttular” der Prometeus. İtaatten bir an için vazgeçse insanlar, sen Zeus, yok olursun, diye haykırır.

Ama halk itaatten vazgeçecek midir? Hafıza yenilmiş midir? Aydınlanma yerine, yeryüzünün çatlamasıyla mı, dünyanın, iklimin, bildiğimiz her iyiliğin yok olmasıyla mı karşı karşıyayız? Sisifos artık kayasını taşımayacak mıdır, Poseidon bile denizleri kurtaramayacak mıdır?

Bir ölüm kalım savaşıdır bu artık. Io çaresizlikle Hades’e yakarır sonunda. Sanki o da yenilgiyi kabullenecek gibidir. Ama son bir güçle, ölümün bile korkutamayacağı bir umut ışığını yakalamaya çalışır. Onun bir cümlesinin ortasında, cümle tamamlanmadan, “ama” sözcüğüyle biter oyun.

Korodan bir titreme, bir iç geçirme, bir şok nefesi duyarız, sonra karanlık ve perde. Ve ardından bol alkış tabii. Tiyatronun bir zaferini daha kutlama şansımızı kullanıyoruz böylece.

Tragedyanın dramatik yapısıyla, düşüncelerin çatıştığı ideolojik boyutu birleştiren, entelektüel gücü olan, tezli bir oyun bu. Yer yer didaktik olma tehlikesini içerse de ele aldığı sorunun önemi ve sahnelemedeki yalınlık, oyunu diri tutuyor.

Şahika Tekand’ı ve Stüdyo Oyuncuları’nı kutlarken, sahnede önümüze dikilen o son mücadeleyi hatırlıyoruz. Bir yandan da dizinin bitmediğini, yakında yeni bir projeyle buluşacağımızı hissediyoruz. Çünkü “Io” oyunu iki kamp arasındaki kıyasıya mücadelenin en kritik noktasında, tam dengede, muğlak bitiyor. Sonuç ne olacak? Hangi taraf kazanacak? Gelecek nasıl şekillenecek? Bilmiyoruz. Bu biraz da bize, koroya bağlı değil mi?

Hemen değişim olmayacak belki, ama bütün değişimleri başlatan o yürek kuvvetiyle çıkıyoruz salondan.

Değişim habercisinin bir kadın oluşuna da şaşırmıyoruz elbette. İster sahnede, ister yönetmen koltuğunda, fabrikada ya da evde, nerede olurlarsa olsunlar, kadınlar olmadan değişim olmayacağını biliyoruz.

Bu aydınlanma tragedyası, bir yanıyla da aydınlanamayış acısı, bizim tragedyamız, bizlerin, şimdi, burada, şu anda ve devam ediyor. İyi yapıldığında tiyatro böylesine güçlü bir sanat, nefessiz bırakıyor insanı, eline bir ayna verip gönderiyor evine.

Bravo.


“Io” oyunu Festival kapsamında 30 Kasım’da tekrar sahnelenecek. Yeni sezonda Stüdyo Oyuncuları gösterilerini sürdürecekler.