Hatırayı uyandırmak

Okuru kendi yerelliğinin ve şahsiyetinin kodlarını çözümlemeye çağıran bir çağdaş romancı olarak Patrick Modiano emek ve sabır talep ediyor

28 Şubat 2019 11:30

2014’te Nobel alan Patrick Modiano (d. 1945), 1970’lerden itibaren memleketi Fransa’da oldukça popüler bir yazar olmasına rağmen, ülkesinin haricinde nispeten hakkında az yazılan, az tercüme edilen ve az okunan bir romancı. Nobel’den sonra diğer dillere çevrilen eserlerinin sayısı artsa da, bu az ilgi hâli çok da değişmiş görünmüyor. Yazarın Nobel sonrası ilk eseri Souvenirs Dormants (Uyuyan Hatıralar) 2017 yılında Gallimard tarafından yayımlandı. Bu yazıda henüz Türkçeye çevrilmemiş bu romandan yola çıkarak hem Modiano’nun edebiyatının özgünlüğünü işaretlemeye ve hem de onun bu az okunurluğunu “küresel roman” bağlamında değerlendirmeye çalışacağım. 

Uyuyan Hatıralar’da anlatıcı, pek çok başka Modiano metnini anımsatır şekilde, gençliğini, yani elli yıl öncesini, 1960’ların ortalarını hatırlama gayretindedir. “Ebeveynleri ortada yok; babası kendi işleriyle meşgul, annesi Pigalle Tiyatrosu’nda bir piyeste oynarken” (s. 10) en büyük işi Paris sokaklarını arşınlamak olan, 20 yaşında, içine kapalı bir genç adam, okuluna ilgisiz bir üniversite öğrencisidir karşımızdaki. Yalnızdır ve sık sık biz okurlara, o yıllarda nasıl boğazına kadar kaçma hissiyle dolu olduğunu söyler. Ama yine de insanların yanına ilişmekten, onları incelemekten ve dinlemekten, haklarında notlar almaktan geri durmaz. Bu şekliyle anlatının merceğinin, doğrudan bu genç adamın ve onun hâletiruhiyesinin değil, hatırlanan başkalarının üzerinde olduğunu görürüz. Bu başkaları, gençlik yıllarında tanıştığı, bir süre zaman geçirdiği, bazılarıyla sonradan yeniden karşılaştığı ama nihayetinde hayatından on yıllarca önce çıkıp gitmiş kadınlardır. Onlarla geçirdiği kısıtlı zamanı, çokça bir gözlemci konumunda, en ince ayrıntıya dikkat ederek anımsamaya çalışır ve aktarır.    

Aslında yüz yüze hiç konuşma fırsatı bulamadığı babasının bir dostunun kızı, bir şubat ayını aynı evde geçirdiği annesinin arkadaşı Mireille Ourousov, hep aynı kafede aynı masada otururken gördüğü ve bir gizem ilimleri (sciences occultes) kitapçısında tanıştığı bakışları hülyalı Geneviève Dalame, Geneviève aracılığıyla tanıştığı “bir tür gizli gruba” üye olduğunu anladığı Madeleine Péraud, Péraud’nun onu ve Geneviève’i birkaç kez evine götürdüğü Madame Hubersen ve kazayla birini öldüren (en azından kazayla olduğunu iddia eden), olayın örtülmesinde yardım ettiği ve okura ismini vermek istemediği bir başka kadın.

Bu altı kadına dair anlatılanların sırası bariz bir mantığa dayanmaz, onları birbirine bağlayan bir nedensellik hattı yoktur. Kronolojik bir sıra dahi yoktur. “Hatırlayan anlatıcı” bunları sadece belli yakınlıklarla birbirine iliştirir. Bazen biriyle diğeri sayesinde tanışsa da, anımsananlar büyük ölçüde birbirlerinden bağımsız dururlar. Hatırlayışın içindeki karşılaşmaların önemi, anlatıcının zihni için onu elli yıl öncesine götüren birer kazı imkânı açmasıdır. Tüm bu dinamiğin zemininde anlatıcıyı harekete geçiren, nereye varacağı belirsiz, neden edinildiği kolay anlaşılamayan bir arzu var gibi görünür. Bu arzunun ittirmesiyle, hafıza inatla yol bulmaya çalışır, buldukça (yani hatırladıkça) yeni kapılar açılır, bambaşka ayrıntılar ortaya çıkar. Lakin hiçbir zaman görüntü netleşmez; hatırlanan kadınlar birer hayalettir sanki, hatırlanan mekânlar ve vakalar –yarı rüyadaymışçasına– bir sis perdesinin arkasında kalmaya devam eder.

Souvenirs Dormants için bahsettiğim bu özelliklerin Modiano okurlarını şaşırttığını sanmıyorum, zira o meşhur klişe, “sanki hep aynı romanı yazıyor” klişesi Modiano için başka yazarlara kıyasla fazlasıyla açıklayıcıdır. Yazarın bugün artık sayısı 30’u aşmış eserlerinin pek çoğu biçim, üslup ve içerik bakımından birbirini andırır: Ana mekânı çoğunlukla Paris olan, bu kentte veya yakın çevresinde flanör-vari dolaşan ve hatırlayan –çoğunluğu erkek– anlatıcıların ağzından metinler okuruz.[1] Bu anlatıcı-kahramanlar çok zaman dış görünüş açısından da birbirini andıran[2] tanınmamış (belki de vasat) yazarlar ya da yazma heveslileridir. “Bugün”den konuşan hatırlayıcı bizi gençlik senelerine, 1950’li yılların sonuna ve 1960’lara, götürür ve anlatı bu yıllardan çıkıp anlatıcının ailesinin hayatında önemli yeri olan II. Dünya Savaşı günlerine referanslarla genişler. Bir yandan Almanlarca işgal edilmiş Paris’in, öte yandan ise Cezayir Savaşı’nın etkisinde ülkenin 60’lı yıllardaki ruh yoran siyasî ortamının aksinin metinlere düştüğünü görürüz. Anlatıcı bu anımsama çabasında sürgit bir soruşturma hâlinde geçmişe dair örtüleri kaldırma peşindedir. Bunu yaparken karşımıza bazen metnin merkezinde bazen marjında olmak üzere hep aynı motifler ve karakterler çıkar: İşgal sırasında Gestapo’ya yardım etmiş işbirlikçi bir Yahudi baba figürü, sık seyahat eden aktris anne ve onunla geçmiş çocukluk, yatılı okul, pasif, sessiz, ketum bir anlatıcı, şaşırtıcı ayrıntılarıyla sokak sokak anlatılan Paris vs. Tüm bunlar büyük ölçüde keskin bir başlangıcı, bir düğümü ve akışın çözülmesiyle varılan bir sonu olmayan anlatılar içinde devinirler.

Bu anlatıcı/motif/dönem ortaklıkları toplamına aşina olduktan sonra Modiano’nun romanlarını yazarın otobiyografisinden parçalar olarak düşünmek işten değildir. Öyle ki sanki her yeni Modiano metni yazarın otobiyografisinin tamamlayan bir yapboz parçasıdır. Yazarla anlatıcının kurgulanmış apaçık benzerliği tüm bu metinlerin anlatıcılarının bizzat Modiano olduğunu düşündürür. Souvenirs Dormants’da anlatıcı Modiano ile yaşıt bir yazardır örneğin. Hayat öyküsündeki kırılmalar Modiano’nunkiyle paraleldir. Romanın başında söz ettiği baba ve anne yazarın anne babasını hatırlatmaktadır. Yazarın babası II. Dünya Savaşı’nda işgalcilerle işbirliği yaparak hayatta kalmış bir Yahudi’dir. Bu işbirlikçi baba figürünün çeşitlemeleri bazen eserlerin merkezinde bazense bir arkaplan unsuru olarak Modiano’nun yapıtlarının çoğunda bulunur. Hatırlamak arzusu bir saplantıysa, bu baba figürü saplantının odağıdır onun edebiyatında. Böylelikle, bütün bu romanların II. Dünya Savaşı’nda Almanlara çalışarak affedilmez bir suç işlemiş baba ile buhran içinde geçirilmiş çocukluk ve gençliğin ağrısıyla hesaplaşmak için yazıldığı düşünülebilir.

Böylece özelde Souvenirs Dormants’ın, genelde Modiano edebiyatının üzerinde sürgit bir soru asılı kalır: Okuduğumuz gerçekten bizzat Patrick Modiano’nun hatıraları mıdır, yoksa bir kurmaca metin midir? Karşımızdaki bir anı kitabı mıdır, yoksa bir roman mıdır? Anlatıcı yazarın ta kendisi, anlatılan yazarın bizzat yaşadıkları mıdır? Böylelikle yazarla anlatıcı arasındaki mesafenin azaldığını, iki konumun birbirine karışıp, bulanıklaştığını görürüz; Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinde olduğu gibi Modiano metinlerinin pek çoğunda da anlatıcı ve yazar arasında ayrım yapmak zor hâle gelir.[3] Tam da burada hem Modiano hem okur için bir oyun alanı açılır. Okur bir biyografiyi tamamlamak şehvetine her an kapılabilir, okuma zevkini buradan üretip her yeni Modiano metnini yukarıda da söylediğim gibi bir yapboz parçası olarak algılamayı tercih edebilir (ya da algılama tuzağına düşebilir). Yazar ise bu şehvetin farkında, bu şehvetle oynamanın imkânlarını kullanacağı bir alana hükmeder.

Şimdi buraya kadar taşıdığım soruyu daha açık sorayım: Hepsi birbirini andıran ve Souvenirs Dormants’ın son halkası olduğu bu metinlerin “kurucu arzu”su nedir? Hatırlama şehvetinden ve baba ve geçmişle hesaplaşma vurgusundan bahsettim. Lakin Modiano metinlerin en az bunlar kadar belirleyici bir özelliği daha vardır: hatırlama çabasının trajikliği. Cooke “Modiano hafıza ve geçmiş tarafından ama aynı zamanda hafızasızlık tarafından ele geçirilmiş gibidir” derken haksız değildir[4] Hakikaten, tüm netliğiyle hatırlama arzusuna karışan eksik hatırlama bir rüya havası yaratmaktadır Modiano’da. Eksiksizlik talebi, trajik belirsizlikle atbaşı gitmektedir. Neticede, bir araftadır anlatıcı. Hatırlamak arzusuyla dopdoludur ama hiçbir zaman tam hatırlayamayacaktır. Bu arzuyla geçmişe doğru yönelir, bin bir ayrıntının peşinde koşar, ama neredeyse bir unutma hastalığıyla maluldür. Meyer-Bolzinger’in tabiriyle “böylece hem soruşturma ve hem hafıza kaybı (amnezi) yaratıcı süreçler, yazma metaforları olarak”[5] işlerler Modiano’un metinlerinde. Hatırlarken sanki geçmişin karanlığında sıkışıp kalmış esrarengiz (ya da kendi hayatı için radikal önemde) bazı olayları çözeceğini düşünürüz, ama hiçbir şey çözülmez.

Bu noktada bir parantez açmalı: Modiano’da “hatırlama tutkusu”na eşlik eden soruşturma havası aslında, pek çok eleştirmenin belirttiği gibi yer yer polisiyenin imkânlarını kullanan bir tavırdan beslenir. Hatta öyle ki Warehime, Modiano’nun anlatıcısının bir “dedektif-flanör” olduğunu söyler.[6] Bu polisiyenin temel mekânı tahmin edilebileceği gibi hafızadır. Bugünde bulunan izler hep o uzak geçmişe dairdir yani anlatıcı hafızanın izlerini “bugün”de takip etmektedir. Ama yukarıda da söylediğim gibi apaçık “çözümsüz” polisiyelerdir bunlar.[7] Tıpkı keskin bir hatırlamayla unutkanlığın bir arada yaşarlığı gibi bir polisiye efekti ile bu efektin yarattığı merakın sonuçsuzluğu bir arada yürür. 

O zaman indirgeme pahasına söyleyeyim: Tüm bu resme bakıldığında bir saplantı etrafında örgütlenmiş bir edebiyat ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu edebiyat bir yanıyla sürekli babaya ve anneye dönüyor. Gençliğin bunalımını, kaçışlarının içinde büyüdüğü yaşamı hatırlarken, hiç durmadan “hatırayı uyandırırken”, oradan her seferinde babanın suçlarına, annenin yokluğuna dönmek metinlere içsel bir yolculuk havası veriyor. Böylelikle bir yandan hesaplaşma bir yandan bir tür matem arayışı edasını içinde taşıyor. Ama öte yandan metinlerdeki oyun-rüya havası ile soruşturmanın sonuçsuzluğu bu hesaplaşma ve matem noktasına her yaklaşmamızda bizi dürtüp uyandırıyor; hatıra ile rüya, yazar ile anlatıcı arasında açılmış bir arafta bırakıyor.

Aslında Modiano’yu ün kazandığı 70’lerden itibaren Fransa edebiyat sahnesinde ilginç kılan bir özelliği var: Tutuculuğu! Kendisi her zaman “klasik nesir” yazdığını iddia etmiş ve Yeni Roman’ın ve Fransız Teorisi’nin altın çağında bu “seksi” yeniliklerden uzak durmuş.[8] Metinlerin üslubuna baktığımızda bu klasik nesir saptamasının bir nebze de olsa açıklayıcı olduğunu görüyoruz ama yukarıda anlatmaya çalıştığım “araf” hâline buradan bir izah bulmak imkânsız. Hatıranın rüyaya galebe çalamadığı, hesaplaşmanın ve matemin bir türlü gerçekleşmediği, dedektifin bir türlü “katili bulamadığı” bir anlatı yapısı Modiano’nun iddiasının tam aksine bir tür postmodern oyunsuluğu hatırlatıyor.

Ama bu “oyun” hâlini çağdaş küresel romanın “oyun” tavrıyla karıştırmamak gerek. Bir kere, Modiano’da okur refleksini umursamayan bir romancıyla karşı karşıyayız. Modiano metinlerinde açılan bu oyun alanı, bir “oyun için oyun” alanı değil kesinlikle. Tam tersine kolay tatminin önüne bariyer koyan bir tercihin ifadesi. Anlatıcıyla beraber, biz okurlarını da trajik bir konumda beklemek durumunda bırakıp, “son”un keyfini, rahatlamasını ya da matemini yaşamamıza izin vermiyor ve böylelikle bizi hem kendinin hem memleketinin geçmişine doğru mahrem ve zorlu bir yolculuğun tutsağı kılıyor. Tim Parks’ın ifadesiyle “kendi kültüründeki insanların doğrudan yaşantısına bağlanmaktan çok, dünya karışımında batmadan yüzebilecek bir şey yaratmanın yolunu öğrenmek için eğitim gören yazarlar”[9] çağında çok da kolay talep görecek bir tavır olmasa gerek bu.

Bunun bir tarafında da, yazdığının küresel bir izlerçevre tarafından takip edilip edilmeyeceğini hesaplamayan, ona göre metinlerini eğip bükmeyen bir yazarlık tavrının olduğunu söyleyebiliriz.  Bugün küresel romanın merkezi giderek daha çok metnin başka dillerde özellikle İngilizcede nasıl tınlayacağını hesap eden, yerelin hakikatini söylerken nasıl algılanacağını fazlasıyla umursayan (dolayısıyla yerelin hakikatini aracısız anlatmayı dert etmeyen, onu çekici kılmanın yok ettiklerini umursamayan), çeviri kolaylığı sağlayan bir dil ve üslup arayan metinler ve yazarlardan oluşuyor.  Oysa Modiano içinden çıktığı memlekete ve onun yakın tarihine çözülmez şekilde bağlı, onun yükünden kaçmayan, onu küresel piyasanın talepleri doğrultusunda estetize etmeyi aramayan bir yazar. Modalara göre şekillenmemiş, onu edebiyatçı kılan kök sorudan vazgeçmemiş, edebiyatı şahsi arayışının mekânı kılmış bir muharrir. Okurun gerçekliğine, talebine göre şekillenmek bir yana, onlarca kitap boyu süren ısrarında, okuru kendi dünyasına kabul ederken müzakere etmeyen bir tavrın hâkimiyeti var.

Sözün özü, küresel romanın merkez dinamiğine karşı kürek çekmenin bu “Nobel’e rağmen az okunurluğun” önemli bir nedeni olduğu kanaatindeyim. Bu dinamiğin taleplerine göre şekillenmemiş, nevi şahsına münhasır, okuru kendi yerelliğinin ve şahsiyetinin kodlarını çözümlemeye çağıran bir çağdaş romancı olarak Modiano emek ve sabır talep ediyor.


[1] Bilebildiğim kadarıyla Modiano’nun I. Tekilden anlatılmayan tek eseri Une Jeunesse (1981). Bu romanın Türkçesi mevcut: Bir Gençlik. Çev: İsmet Birkan. Can Yayınları, 2014 (ilk baskı: 1997).

[2] Tipik Modiano anlatıcısı: “Uzun boylu, esmer, çekingen ve hafif sakar”. Akane Kawakami. A Self-Conscious Art: Patrick Modiano’s Postmodern Fictions. Liverpool University Press, 2009: s. 7.

[3] Proust ve Modiano’nun anlatıcılarının incelikli bir anlatıbilimsel karşılaştırması için bkz. Kawakami ss. 8-11.

[4] Dervila Cooke. Presents Pasts: Patrick Modiano’s (Auto)Biographical Fictions. Amsterdam: Rodopi, 2005: s. 17.

[5] Dominique Meyer-Bolzinger. “Investigation et remémoration : l’inabouti de l’enquête chez Patrick Modiano”. Reggiani, Christelle; Magné, Bernard. Écrire l’énigme. Paris: Presses Universitaires de Paris Sorbonne, 2007: ss.231-239.

[6] Marja Warehime. “Paris and the Autobiography of a Flâneur: Patrick Modiano and Annie Ernaux.” French Forum C. 25 No: 1 (Ocak 2000): s. 108.

[7] Modiano’unun bir romanı hakkında kitapyurdu.com’dan bana keyif veren bir okur yorumunu paylaşmak isterim: “Anlatımını çok beğendim, sonuna kadar bir gizem varmış beklentisi yaratıyor ancak sonu öyle olmadı maalesef.”

[8] Kawakami s. 2.

[9] Tim Parks. Ben Buradan Okuyorum. Çev. Roza Hakmen. İstanbul: Metis Kitap: s. 89.