Hani hepimiz resim yapıp, şarkı söyleyip dans edebiliyorduk?

Doğada Oyun ve Sanat Kampları’nda sanatçı ve sanat eğitmenleri Yasemin Erdin Tavukçu, Yeşim Tezgören ve Zeynep Cin çocukların oynayarak, çizerek, şarkı söyleyerek, dans ederek, bitkilere dokunarak, ağaçlara sarılarak doğaya, kendi doğalarına yakınlaşmalarına vesile oluyorlar. Pandemi sebebiyle ara verdikleri kamplarının muhteviyatını ve çocukların kendilerine sağlanan özgür ifade alanlarıyla nasıl da sağlıklı yetişkinliklere adım atabileceklerini konuştuk. 

28 Temmuz 2020 21:37

Her şey eskisi gibi olsaydı şu anda Türkiye’nin güneyinde bir yerde börtü böceğin arasında kimi küçükler kendi içlerindeki cevherlerle doğadakileri kavuşturmanın mutluluğunu tadıyor olacaklardı... Doğada Oyun ve Sanat Kampları’nda sanatçı ve sanat eğitmenleri Yasemin Erdin Tavukçu, Yeşim Tezgören ve Zeynep Cin çocukların oynayarak, çizerek, şarkı söyleyerek, dans ederek, bitkilere dokunarak, ağaçlara sarılarak doğaya, kendi doğalarına yakınlaşmalarına vesile oluyorlar. Pandemi sebebiyle ara verdikleri kamplarının muhteviyatını ve çocukların kendilerine sağlanan özgür ifade alanlarıyla nasıl da sağlıklı yetişkinliklere adım atabileceklerini konuştuk. 

Bu üçlüden biri ve aynı zamanda bu üçlüye ulaşma vesilem can arkadaşım Yeşim Tezgören. Yeşim’in “Yeşim’in Müzik Odası” ve Yasemin Erdin ve Zeynep Cin’in “Çizgi Çocuk Atölyesi” sekiz senedir birlikte farklı doğa mekânlarında çocuklar için Doğada Oyun ve Sanat Kampları düzenliyorlar. Deneyimleme şansım olmadı ama duyduğum ve uzaktan takip ettiğim kadarıyla bu kamplarda çocuklar “şeylerle” onlara –bize de–dayatılan ilişkilenme hallerinin ve içine tıkıştırıldıkları kalıpların ötesinde tanışma şansına sahiplerdi ve ben de ayrıntıları merak ediyordum. Kısmet, covid-19 sebebiyle başladıklarından bu yana ilk defa kamp yapamadıkları günlereymiş. Biz de Demirköy, Bodrum, Datça ve İstanbul arasında online hat kurup kamplarda –veya mesleklerini, sanatlarını icra ederken- neyi, nasıl, neye göre yaptıklarını, gayelerini, süreçte kendilerini nasıl beslediklerini konuştuk. Önce kendilerini kendilerinden bir duyalım.


Zeynep Cin, Yasemin Erdin Tavukçu, Yeşim Tezgören

Zeynep Cin:
“Doğayla iç içe bir çocukluk geçirdim. Çizim yapmak, farklı malzemelerle bir şeyler kurgulamak benim için hayal etmenin bir parçasıydı. Bu, sonrasında benim için hayatımın önemli bir parçası, kendimi ifade ettiğim bir alana dönüştü; ilk lisansımı mühendislik üzerine tamamladıktan sonra ikinci lisansımı resim öğretmenliği üzerine tamamladım. Eğitim hayatım boyunca gönüllü sanat eğitmenliği yaptım. Aynı bölümde yüksek lisans eğitimi aldım. Sonrasında sosyal sorumluluk projelerinde yer alarak okul öncesi ve birinci kademe öğrencileriyle plastik sanatlar atölyesi çalışmaları yapmayı sürdürdüm. Sanatsal çalışmalarıma çeşitli enstelasyon ve video çalışmaları üreterek devam ediyorum. 216 Düşünce ve Üretim Alanı’nda birlikte projeler ürettiğimiz arkadaşım Yasemin’le 2011 Eylül ayından beri Çizgi Çocuk Atölyesi çatısı altında çocuklarla çalışmalar yürütüyoruz.”

Yeşim Tezgören:
“Müzikle ilişkim çok küçük yaşta, apartmanımıza taşınan bir müzik öğretmeni sayesinde başladı. Böylece direkt müziğin içine dalmış oldum. İlkokulda konservatuvara girmeyi denemiştim ama olmamıştı. Daha sonra lisede yarı zamanlı okudum. Üniversitede müzik öğretmenliği eğitimim boyunca çalarak, ders vererek sürekli çalıştım. Konservatuvardaki eğitim adı üstünde konservatifti. Sonuçta oradaki eğitmenler de kendilerine dayatılmış sistemi çocuklara öğretmeye çalışıyorlar. Türkiye’de okul öncesi döneme ait sanat eğitmeni yetiştiren bir kurum yok. Bunun sonucunda da sanat eğitmenleri çocuklara yönelik sanatsal eğitimde görsel veya işitsel eğitimi hep kendi çabalarıyla vermeye çalışıyorlar. Ben de mezun olduktan sonra okul öncesi çocuklarla çalışmaya başlayınca bu dayatmacı ve kapalı eğitimin başka bir yerinden tutmam gerektiğine karar verdim ve onun üzerine çalışmaya başladım.”

Yasemin Erdin Tavukçu:
“Benim yolculuğum resim yaparak başladı. Mimar Sinan’ın resim bölümünü bitirdim. Çeşitli sergiler açtım, 216 Düşünce ve Üretim Alanı’nda sanatçı arkadaşlarımla birlikte projeler ürettim. (Zeynep’le buluşma zamanımız da buna denk düşer.) Kızımın hayatıma girmesiyle halihazırda dertlendiğim eğitim sistemiyle ilgili bir sorunsal da devreye girmiş oldu. Kızıma, zamanında keşke ben de gidebilseydim dediğim Montessori eğitimi veren bir okul ararken bunu bizim kurabileceğimizi fark ettik. Bir veli inisiyatifi olarak Küçük Kara Balık Çocuk Evi’ni kurduk. Onunla beraber hayatımda başka bir sayfa daha açıldı; bu tip eğitim sistemleriyle ilgilenirken resim eğitimiyle ilgili birçok şeyi tekrar düşünme fırsatı buldum. Örneğin üniversiteye hazırlanan gençlere ders verdiğim dönemlerde keşke bu çocuklarla 17-18’inden önce karşılaşsaydım, diye düşünürdüm. Böylece inandıkları veya katı bir şekilde baktıkları şeylere daha yumuşak yaklaşabilme şansları artardı.”

Sanat eğitiminde alternatif arayışlar

Çocukları kimlere emanet ettiğimize dair biraz fikir sahibi olduktan sonra kendi kurdukları ve çatısı altında uzundur çalışmalarını yürüttükleri oluşumlara bir kafa uzatalım: Yeşim'in Müzik Odası, küçük bir müzik atölyesi, aynı zamanda Yeşim’in çalışma ortamı. Yeşim İstanbul, Kalamış'taki evinin müzik odasında başladığı bütünsel sanat farkındalığı ve pratiği alanlarındaki çalışmalarına, üretmeye 2014 yılından beri Datça’daki ortamında devam ediyor. Çizgi Çocuk Atölyesi ise Yasemin ve Zeynep’in “çocuklara da açık atölye” fikriyle İstanbul’da 2011’de kurduğu yaratıcı resim ve heykel atölyesi. Sanat eğitiminde alternatif yaklaşımlar geliştirmek ve uygulamak üzerine çalışıyorlar. Yasemin’in 2017’de Bordum’a taşınmasıyla atölyenin bir ayağı Bodrum’a atılmış olmuş. Her ikisi de hem kişisel üretimlerine hem de eğitim vermeye bu atölyelerde devam ediyorlar. Ayrı şehirlerde yaşamalarına rağmen birlikte üretmeye devam ediyorlar. Bu sohbetin çıkış noktası ve bu üçlünün kesişme noktası ise bu iki farklı çatının bir araya geldiği disiplinler arası, merkezinde çocukların olduğu bir pratik olan Doğada Oyun ve Sanat Kampları. Fikrin temellerinin nasıl atıldığına kulak verelim.

Yasemin:
“Montessori, Emilia Reggio veya Waldorf, bunların hepsi odağında çocuk olan ve çocuklarla, belirli bir çerçevesi olan ama çocuğun kendi özgür seçimlerini yapabileceği alanlarda çalışan sistemler. Biz de Çizgi Çocuk Atölyesi’nde benzer bir yol izlemiştik. Çocuklar atölyeye gelirken gerçek bir heykel-resim atölyesine yani bizim atölyemize geliyorlardı. Onlara kullanabilecekleri çeşitli malzemeler sunarak ve kendi özgür seçimlerini yapmalarına izin veriyorduk. İstanbul’da bu çalışmalarımız devam ederken koptuğumuz doğayla ihtiyaç duyduğumuz bir şekilde nasıl temas kurarız diye düşünmeye başladık. Yeşim de bu sürece dahil oldu. Bu sefer de disiplinler arası nasıl ilerleriz diye düşünmeye başladık. Sonuçta resim ve müzik hayatta, doğada zaten bir aradalar. Biz de bütün bunları birlikte işleyebileceğimiz atölye çalışmaları yapmaya başladık.”

Zeynep:
“Yeşim’le resim ve müzik atölyesini bir araya getirdiğimiz ilk çalışmamızı 2013 yılında İstanbul’daki atölyemizde yapmıştık. Sonra kamplara da taşıdığımız bu çalışmayı 2014 yılında Arter’in Bahane projesi içinde gerçekleştirdik. Resim ve müziğin birbiriyle etkileşim içinde olduğu ifade imkânlarına yoğunlaştığımız bir çalışma oldu. Buradan yola çıkarak içinde işitsel ve görsel algı arasındaki ilişkilerin görünür -ya da duyulur- olduğu ve birbirini nasıl bütünlediğine dair keşifler barındıran; çocukların resmi ve müziği kendilerini özgürce ifade etme aracı olarak kullandıkları yeni bir dil arayışına imkân sunan birçok çalışma yaptık. Kamplarımızın özelinde bakarsak, Yeşim’in yetkin olduğu alan olarak müzik ve bizim uzmanlığımız olan görsel sanatların bir araya geldiği çalışmalarla bir deryanın içine daldığımızı, daima özgün ve deneysel çalışmaların peşinde olduğumuzu söyleyebilirim.”

Doğada Oyun ve Sanat Kampları bugüne kadar; yaz ayları veya sömestr tatillerinde; yaşları üç ila on üç-on dört arasında değişen çocuklarla; her biri yaklaşık birer hafta olacak şekilde; Türkiye’nin Fethiye, Datça (Muğla), Daday (Kastamonu), Fındıklı (Rize) gibi farklı yerlerindeki çeşitli doğayla yakın temastaki ortamlarında düzenlenmiş. Yeşim’den bu kamplarda çocukların görsel ve işitsel dünyalarını birbirine kavuşturma, birbiriyle ilişkilendirme pratiklerini ilk duyduğumdan beri acaba orada ne işler çeviriyorlar diye hep merak ediyordum. Biraz detay alalım şimdi.

Yeşim:
“Bebekken kullandığımız ses ve vücut dili dil yeteneğinin gelişmesiyle sözel ama oldukça kısıtlı bir ifade biçimine dönüşüyor. Çocuklarda bu geçiş döneminde kendilerini ifade etmekte zorlandıkça hırçınlaşma, içe kapanma veya anlam veremediğimiz başka davranış biçimlerini görmeye başlıyoruz. Doğada Oyun ve Sanat Kamplarında çıkış noktamız çocuklarla birlikte kendilerini en rahat ifade edebilecekleri yolların arayışını yapmak. Doğal akışlarını yaşayan çocuklar bu işi çok rahat yapabilirken okulla birlikte aslında özünden uzak çalışmalar yapıyorlar. Kamplarda işte bu ihtiyacını duydukları özgür üretim sürecini yaşayabiliyorlar. Örneğin, gündelik hayatlarında rahatlıkla ulaşabilecekleri ve ses üretebilecekleri malzemeleri kullanarak kendi çalgılarımızı üretiyoruz. Sesin nasıl oluştuğunu, elimizdeki malzemelerden nasıl farklı sesler elde edebileceğimizi -burada fizik kurallarına da dalıyoruz- araştırıp denemeler yapıyoruz. Sonrasında renklerin ve şekillerin işin içine girdiği grafik notasyon uygulamalarında şekiller ve renklerle seslerin ilişkisine bakıyoruz. Her çocuk kendi eserini yazıyor, çiziyor, hep beraber seslendiriyor hatta isteyenler hareketle de ifade edebiliyorlar. İşte bu çalışma müzikle olan ilişkilerini doğrudan etkiliyor. Müziğin formal olarak enstrüman çalmak dışında da bir ifade biçimi olabileceğini görüyorlar.

Atölye yürütücülüğünü üç eğitmen aynı anda yapıyoruz. Böylece her çocukla ilgisi doğrultusunda bire bir ilgilenme şansımız oluyor. Her yıl farklı bir atölye üst başlığımız oluyor. Programı oluştururken kilit kavramları oyun ve sohbetlerin içine gizleyen, didaktik olmayan bir yöntemimiz var. Yıl boyunca program üzerinde konuşa tartışa ilerliyoruz. Bu şekilde hazırladığımız bir program çalışmalar sırasında çocukların ilgi ve ihtiyaçlarına göre çok rahat eğilip bükülebiliyor, bu yönlenmelere cevap verebilmek bizi de canlı tutan ve heyecanlandıran bir sistem.” 

Zeynep:
Yeşim’in de belirttiği gibi sanat çalışmaları, özellikle erken çocukluk döneminde çocuklara sağlıklı duygular ve zekâyı geliştirmek için pek çok yol sunuyor. Sanatsal öğrenme çocuklarda taklit ederek değil, kendi özgün işlerini yaratarak, çizerek, boyayarak veya heykelini yaparak gerçekleşiyor. Tüm çocuklar yaratıcı, biz çocuklarda var olan yaratıcılığı ortaya çıkarmak üzere davrandığımızda çocuklar bunu tüm hayatlarına taşıyorlar. Çalışmalarımızda onların istek ve eylemini kırmadan “sen yaratıcısın” mesajını vererek rehberlik ediyoruz. Çocuklar, başarı veya başarısızlık endişesi olmadan, kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan bulduklarında, çeşitli malzeme ve yöntemleri keşfetmeye başladıklarında, yaratıcılıklarını da özgürce ortaya koyuyorlar. Yaptığımız atölyeleri bir ifade alanı genişletme, alan yaratma pratiği olarak düşünebiliriz.

Üçümüz de bizi heyecanlandıran, hayatımıza kattığımız her şeyi paylaşma ihtiyacı içinde olan insanlarız. Bu bağlamda kamplar, her türlü birikimimizi ve ilgi alanımızı aktarabildiğimiz bir kanal oldu bizim için. Kamplarda çocuklarla birlikte doğayı, kendi içinde inceleyerek, onunla bağ kurarak; işin içine sanatın bütün dallarının girdiği; ayrıca bilimin, felsefenin ve sanat eleştirisinin de içinde kendine yer bulduğu yaratıcı çalışmalar deneyimliyoruz. Çocuklar bir yandan ağaçlara sarılıp gövdelerindeki akışı dinlerken hayaller kurup dans edebiliyor, bir yandan yaprak yapılarını çizerek inceleyebiliyor, bir yandan da henüz tanıştığı yaprakların kimyası ile görsel sanatları birleştirip bir ekoprint çalışması yapabiliyor. Aslında ağaçları, yaprakları inceleyerek doğayla katmanlı bir tanışıklık yaşıyorlar. Bu çalışmalar mevcut eğitim sistemi içinde ayrıştırılmış birçok dalın aslında yaşamın içinde birbiriyle ilişkilendiğini deneyimleyen çocuklara bizim hayal bile edemeyeceğimiz çok başka kapılar açıyor. Buna tanıklık etmek de yaratıcı çalışmalara emek veren sanatçıların ve sanat eğitmenlerinin ayrıcalığı diye düşünüyorum. Ayrıca kamplarımıza dışarıdan veya dans, drama gibi başka disiplinlerden katılarak katkı sağlayan birçok sanatçı, sanat eğitmeni arkadaşlarımız da oluyor."

Sanatçı ve sanat eğitmenleri olarak Yasemin, Yeşim ve Zeynep sanat dallarının birbirinden ayrıştırılarak öğretilmesi haline alternatif olarak çocukları doğaya bakmaya davet ediyorlar. Çocukların merak ve keşif güdülerini gıdıklayarak kendi kendilerine öğrenme süreçlerinde bir çeşit kolaylaştırıcılık yapıyorlar.

Yasemin:
“Doğada sesi, görüntüyü, formu birbirinden ayırmazsınız. Kendiliğinden bir birliktelikleri vardır. Bu bütünü okullarda resim, müzik, heykel vb. diyerek, birbirinden ayırarak çalışıyoruz. Dolayısıyla kamplarda çocuklara göstermek istediğimiz, her şeyin ne kadar da birlikte ve iç içe oluşuyla ilgili. Örneğin, bir resimdeki ritmi fark edecekleri veya renklerin nasıl sese dönüşebileceğini deneyimleyebilecekleri; müziği sadece notalarla değil çeşitli işaretlerle, resimsel elemanlarla kaydedebilecekleri, iki alanın sürekli birbirine geçiştiği çalışmalar yapıyoruz. O zaman da her şey birbiriyle bütünleşiyor.”

Yeşim:
“Ritim genellikle müzikle bağdaştırılan bir şey. Oysa biz çocuklara yaprak yapısındaki ritmik ilerleyişden, çiçek yapılarının bir ritim içinde olduğuna ve hatta kendi bedenlerindeki ritimlere kadar her şeyde ve her yerde bir ritim olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Mesela daha önce hiç kulak vermedikleri kalp atışlarını fark edince çok etkileniyorlar.”

"Özgür eğitim"

Sağlıklı bir toplumun vazgeçilmezlerinden biri sağlıklı çocukluklar... Ama “özgür eğitim” deyince hâlâ ütopik bir eğitim sisteminden bahsediyor gibiyiz. Olsun, inatla iyi olanı inşa etmeye devam edelim. Böyle böyle, tuğla üstüne tuğla...

Yasemin:
“Özgür eğitim derken yaptığımız şey çocukların serbestçe üretebilecekleri bir alanı düzenleyip onlarla paylaşmak. Kamplarda onlara belirli temalar veriyoruz ama onlar onun üzerinden kendi istedikleri gibi ilerliyorlar. Diyelim ki ritmi ve dokuları konuştuk. Bununla ilgili müzik ya da resim yapacaklarında, öğrendikleriyle üretmek  istediklerine dair özgür bir alan sunuyoruz. Teknik olarak bir sorun yaşadıklarında, takıldıkları bir yer olduğunda devreye girip anlatıyoruz. O zaman kapıları açık olmuş oluyor zaten. Sorunu olmayan çocuk o bilgileri de almak istemiyor. Aç olmayan birine yemek yedirmeye benzer bu hal. Önce o açlığı yaratıp sonra ihtiyacı neyse onu aktarmak gerekiyor.”

Yeşim:
“Müzik her yerde var mıdır?, müziği kim bulmuş? sorularıyla karşılaştığımda, okul öncesi çocuklarla bütünsel çalışmalar yapmam gerektiğine karar vermiştim. Var olan düzende anne babalar da –maruz kaldıkları eğitim nedeniyle– çocuklarını sanat çalışmalarına yönlendirirken neye yeteneği olduğunu araştırarak işe başlıyorlar. Halbuki yetenekten ziyade çocukların ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda bir yönlendirme yapılabilir. Hem yetişkinlerin hem de çocukların öğrenme sürecinde merak, sürecin keyifli ve anlamlı geçmesi için olmazsa olmaz bir gereklilik.”

Zeynep:
“Biz onlara sıkıştıkları yerde teknikler, yöntemler konusunda destek oluyoruz. Kendisi keşfederken kolaylaştırıcılık yapıyoruz diyebilirim. Ama 'Bu böyle yapılır hadi bizi taklit et,' demiyoruz. Daha çok üzerinde durduğumuz şey pratik yaptıkça o konuda ilerlediklerini onlara göstermek. Ayrıca pratik yaparak bir konu üzerine yoğunlaşabilme, sabretme yetenekleri ve sonunda da özgüvenleri gelişiyor. Bunlar hayatta onlara birçok konuda katkı sağlıyor. Hem de bunu da son derece keyif alarak, eğlenerek yapıyorlar.”

Yasemin:
“Çocuklar, yetişkinlerin şeylerle kurduğu ilişkiyi taklit ettiğinde bu yaratıcı bir sürece dönüşebilir. Ama “Aynen bunun bire bir aynısını yapacaksın,” dediğinde işler biraz karışmaya başlıyor. O zaman başarısızlık duygusuna kapılabiliyorlar ve başka bir şey deneyememe, kendinden bir şey katamama noktasına geliyorlar.”

Kendimi o yaşlarda hatırlamaya çalışarak çocukların kendi aralarındaki etkileşimlerinin nasıl olduğunu soruyorum. Özellikle ilkokula başladıktan sonra bir çeşit içe kaçma dönemine girilebiliyor çünkü. Bu kamplardaki deneyimlerden ise buram buram sağlıklı özgüven kokuları geliyor.

Yeşim:
“Çocuklar arasındaki etkileşim biraz bizim rahatlığımızla da ilgili. Sanki bu kampa bizim teklifimizle katılmışlar gibi değil kendileri bu kampı seçip gelmişler gibi davrandığımız için çocukların hali çok akışında oluyor. Bir toplulukta kardeşlerin hep beraber büyüdükleri fikrinden yola çıkarak, çalışmalarda yaş grubu ayrımı yapmıyoruz. Bu sayede küçük yaş grubunun çılgın, özgün, kendini sınırlandırmayan üretimi büyük yaş grubunun da dikkatini çekiyor. Çünkü kısa bir zaman önce kendilerinin nasıl olduklarını hatırlıyorlar. Hal böyle olunca çocukların birbirleriyle etkileşimlerini gözlemlemek çok etkileyici. Kardeşi olmayan çocukların içindeki kardeşlik duygularını, şehrin kısıtlanmış ortamının dışında doğa içinde hep beraber geçirilen o özgün zamanı ve her grubun kendine özgü dinamiğini gözlemlemek çok kıymetli kazanımlar. Bir de gittiğimiz yerlerde o bölgede yaşayan çocukları da kampa dahil ettiğimiz oluyor. Fındıklı’da, kamp yaptığımız köyde büyümüş, orada yaşayan ve oranın doğasına hakim bir çocuk dahil olmuştu. O süreç de şehirden gelen çocukları çok farklı etkilemişti.”

Yasemin:
“Çocuklar atölyelerde beraber üretip kaynaştıktan sonra atölye dışında, doğada kendi aralarında başka bir etkileşime giriyorlar. Bu da onları aslında çok geliştiriyor. Mesela bir kampta bir grup çocuk kendi şarkılarından oluşan bir albüm çıkarmaya karar verdi. Kampın son gününde, birlikte yaptığımız çalgılarla her şeyi kendi kendilerine organize ederek sıkı bir şovla bize albümlerini çalıp söylediler. Ayrıca ailelerden sıklıkla “Çocuğum bu kampa geldikten sonra yapamadığı şeyleri yapabilmeye başladı, kendine güveni yerine geldi,” gibi geri bildirimler alıyoruz.

Bir de yetenek-yeteneksiz çok dertlendiğimiz bir konu. Yetişkinlerin çocuklarına –hatta kendilerine de– yetenekli ve yeteneksiz diyerek herhangi bir şeyi sadece denemeyi bile engelledikleri sert bir yapı var. Bunu nasıl kırabiliriz diye çokça yazdık, çizdik hatta bununla ilgili animasyon bile yaptık. Ben kamplarda da ya da atölye çalışmalarımda kendini yeteneksiz kabul eden ebeveynlere 'yeteneğinizi ne zaman kaybettiniz,' veya 'beste yapamayacağınıza ne zaman inandınız,' diye soruyorum. Sonuçta bütün çocuklar çiziyordu, hepimiz şarkı söylüyorduk, dans ediyorduk ama bir yerden sonra bunu artık yapamayacağımıza inandık.”

 

Gelelim bu sene kampların yapılmama sebebine. Yöneticilerimizin takip etmekte zorlandığımız -ama zorlanmaya da alıştığımız- tedbir politikaları bir kenarda dursun bizler kendi tedbirlerimizi almaya terk edildik ya yani, Doğada Oyun ve Sanat Kampları da bu bağlamda yapılmıyor işte. Kendi ifadeleriyle; kamplarda temas etme üzerine kurulu bir programları var ve dolayısıyla covid-19 önlemlerinden ötürü yapmama kararı almışlar... Üretmekten keyif alan ve hem birbirleriyle hem de çocuklarla etkileşim halinde olmayı seven, önemseyen bu yetişkinler de birer covid-19 mağduru. Pandeminin gündelik ve sosyal hayatlarına etkilerini, genel hissiyatlarını ve öngörülerini sordum.

Zeynep:
Açıkçası sağlık önlemleri kapsamında birçok alanda engellenmiş olmanın verdiği karmaşık hisler içindeyim. Bir yandan da bugüne kadar özdeşleştiğim ve içselleştirdiğim yapıların neye dönüşeceğinin merakı içindeyim. İlk şoku atlattığımı düşünüyorum, değişime direnmeden, yeniye evrilmeye hazırım; yeniden yapılanma sürecinin heyecanı daha baskın bu sıralar. Öncelikle en kısa zamanda atölyemizde çocuklarla çalışmalarımıza geri dönmek istiyorum, çok özledim. Şimdi çok önemsediğimiz özgür üretim ortamını, çocuklara müdahale etmeden ve yaratıcı bir şekilde bu yeni yapıya nasıl adapte edebileceğimize kafa yoruyoruz.

Yasemin:
“Rutin akışımdan, bildiğim, güvendiğim gerçeklikten ayrıştığım ve standart özgürlüklerimi kaybettiğim bir dönem yaşıyorum, yaşıyoruz. Yeterince donup, üzülüp, korkup, yasımı tuttuktan sonra… aslında bu döneme ait çalışmalar yapmak için ben de oldukça heyecanlıyım. Heyecanım da, daha önceki gerçekliğim içinde olmazlarımın esnediği bu dönemde, ulaşamadığımız farklı şehir ve hatta ülkelerdeki pek çok çocuk ve eğitimci ile çalışma fırsatı bulacağımız için.”

Yeşim:
“Geleni olduğu gibi kabul etmeye alışığım ve iyi de olsa kötü de, yeni olandan yana heyecan ve merak duyuyorum. İlk defa tüm dünyanın aynı anda etkilendiği, akışımızı tamamıyla etkileyen ve belirsizliklerle dolu bir zaman yaşıyoruz. Benim için de bu evrilmenin heyecan verici tarafı yeni yöntemler geliştirmek olacak. Mesleğim konusunda taşıdığım amatör ruh canlı ve zinde kalmamı sağlıyor.”   

 

Şehir içinde, şehrin sosyokültürel olanaklarından mahrum bir şekilde kapalı kalmak sanırım hepimizde yaşadığımız alanları, mekânları sorgulama halini dürtmüştür. Beni bir şeyler zaten dürtüyordu ve bunun devinimi içindeydim. Pandemi gözlüklerimdeki kiri temizledi diyeyim, daha net görüyorum şu aralar. Ben onlara Demirköy’den uzanırken üçüne de bulundukları yerdeki hallerini, akışlarını sordum. Yeşim’i ve ailesini altı sene önce Datça’ya gönderdiğimiz Kızıltoprak’taki evlerinin bahçesindeki mini kutlamayı dün gibi hatırlıyorum, hey gidi...

Yeşim:
“Buraya yerleştikten sonra, mıyır mıyır eğile kalka dokuna her gün yaptığım uzun yürüyüşler, her dönem beni ayrı şaşırtan çeşitlilikteki floraya ve biraz da mikrokozmosa bakmak sanatsal algımı çok değiştirdi. Tüm bunları kamp programımıza da taşıdık tabii. Öncesinde çalışıp gideceğimiz bölgelerin florasını çalışmalara dahil ediyoruz. Hatta büyüteçlerimizle o dünyanın içine dalıp kaybolmayı huy edindik. Dokuz yaşında bir oğlumuz var. Onun adına, mutlu olmayı bilsin, toprağa dokunmaktan, çamura batmaktan, börtü böcekten çekinmesin ve kollarını açıp dilediğince koşabilsin gibi dertlerimiz var sadece.”

Zeynep:
İstanbul’la olan bağım, kamplarda geçirdiğim vakitlerde, Yeşim’i, Yasemin’i ziyaret ettiğim zaman dilimleri içinde esnemeye başladı. Bir ayağım Datça’da diyebilirim. Hâlâ İstanbul’da olmanın bana kattığı şeyler, burada yapabileceklerim ağır basıyor. Şimdilik ikili bir hayat kurgusuna yakın hissediyorum. Ama terazi ne zaman eşitlenir, yoksa birden bir taraf ağır mı basar bilemiyorum. E tabii küçük yer deyince çözülmesi gereken bir de ekonomik sorunsallar var.”  

Yasemin:
Başlarda kızımızın doğa ile ilişki kurabilmesini sağlamak motivasyonuyla başladığım doğada yaz kampları, yıllar geçtikçe eşimin ve benim bu ilişkiyi derinleştirmemize, şehirdeki evimize dönmeyi daha az istememize yol açtı. 2017’de, ortaokul çağına giren kızımızı da alışmış olduğu kentlilikten tamamen koparmayan ama doya doya doğada olabileceğimiz bizce en iyi alternatif olan Bodrum’a taşındık. Güzel bir geçiş süreci olduğunu düşünüyorum. Bir süre sonra daha da doğada olabileceğimiz bir adım daha atarız belki.”

Çekirdek Sanat Evi’ne gittiğimde sanırım yedi-sekiz yaşlarındaydım. Çok kısa bir zaman için bile orada bir şeyler yapmış olmak, stüdyolarda çalınanlara ve kaydedilenlere tanıklık etmenin şu an bendeki olumlu izlerini hissederim. Veyahut Erkan Oğur’un bir radyo programında (Açık Radyo, 2006 ya 2007’ydi) söylediği gibi her evde bir enstrüman çalınıyor olsa dünya bambaşka bir yer olurdu deyişine bir göz kırpayım. Sona yaklaşırken lafı getirmek istediğim yer, şayet çocukluğumuzda böyle bir kampa gidebilmiş olsaydık neler olurdu ya da olmazdı veya dünyanın tüm çocuklarına bu imkânı sunabilsek neler neler olur kim bilir... Özgürlükçü dokunuşlar bir çocuğun dünyasında çok önemli yerlere değebilir ve değmelidir de. O yüzden daha nice nice Doğada Oyun ve Sanat Kampları’na diyorum!