Ne kitapsız ne fuarsız

TÜYAP 38. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'na katılan bağımsız yayıncılara bu seneki fuar deneyimlerini sorduk; artısıyla eksisiyle...

14 Kasım 2019 13:00

Bu yıl 2-10 Kasım 2019 tarihleri arasında yapılan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nın katılımcıları arasında, çok sayıda olmasa bile, bağımsız yayınevleri de vardı. Bu yayınevlerinden Alef, Aras, Lîs, Monokl ve Siren'in yöneticilerinin K24 için kaleme aldıkları fuar değerlendirmelerini okurken, muhtemelen siz de bizim gibi kitaba ve okura daha çok odaklanmış, katılımı ve yerleşimi daha âdil kılmış, etkinliklerinin çeşitlilik ve nitelik çıtasını yükseltmiş bir fuarı hayal ederken bulacaksınız kendinizi.

 

Fuarda bulunma sebebimiz tek tek okur bulmak

TÜYAP’ın düzenlediği İstanbul Kitap Fuarı'na en son 2012 yılında dokuz metrekarelik bir standı iki yayıneviyle paylaşarak katılmıştık. O bölgede bir demografik değişim olduğunu gözlemliyor, merkeze yakın semtlerde oturan kültür kitaplarıyla ilgili okurun fuara gelmediğini düşünüyorduk. Yine de fuara katılmama yönünde bir kararımız yoktu ama pek çok engelleyici sebep vardı. Alan kirası bunlardan sadece biri, ama en önemlisiydi.

Bu yıl Türkiye Yayıncılar Birliği TÜYAP'a “butik” yayınevlerinin fuara katılması için birtakım cazip önerilerde bulunmasını tavsiye etmiş.

Bugün sayıları epey azalmış olan kitap dükkânlarının vitrinlerinden yeni yayınları, yayıncıların yapıp ettiklerini izlemek çok zor. Kapsayıcılık artık hiç kimse, hiçbir medya için mümkün değil. Yani bir zamanlar Ankara’daki Dost Kitabevi'nin vitrinine bakarak ya da İstanbul’da Tepebaşı’nın Tüyap’ına uğrayarak Türkiye’deki yayıncılık faaliyeti hakkında bir miktar fikir edinebiliyordunuz. Bugünün dünyasında bir bakış atmak yeterli değil, yayın sektörünün bizzat içinde yaşayanlar bile sadece kendi alanlarının ve biraz da o alanın çevresinin farkındalar.

Buradan hareketle, yılda bir kez bile olsa bir okur kitlesinin karşısına çıkmak gerekli. Fuar organizatörlerinin okurla yayıncıyı bir araya getirmeyi amaçladığı bir ortamda bulunmayı tabii ki isteriz ama bunu olanaklı ve anlamlı kılmasını da bekleriz.

Bu yıl bize tahsis edilen 4. salonda dokuz metrekarelik bir alanı fotoğraf ve sanat kuramı kitapları yayımlayan Espas’la paylaştık. 

Yedi yıl öncekinden farklı olarak artık şunu bilerek gittik Beylikdüzü’ne: Türkiye’de yayın sektörünün onlarca sorunu var ve bu sorunlar en iyi TÜYAP’ta görünür hâle geliyor. Ne bu sorunları fuarın düzenleyicisi olan TÜYAP’la ilişkilendirmek doğrudur ne de şirketin piyasa koşullarının dışında davranmasını beklemek. Beylikdüzü’ndeki salonlarda düzenlenen etkinliğin kendi sorunlarıyla yayın sektörünün sorunlarını ayırmak gerekli. 

Bizim bulunduğumuz salonda bir verim tespitinde bulunmak ne kadar gerçekçi olabilir? Bilmiyoruz. Üçüncü salonda olsaydık birtakım stand kulelerinin arkasında görünmez olabilirdik, imza kuyrukları okurların bizim standın önünden geçmesine engel olabilirdi vs. İkinci salonda olsaydık, uğultu, ışıklar ve çocuk yayınevlerine komşu olmak başka sorunlara yol açabilirdi. 

Bizim fuarda asıl bulunma sebebimiz tek tek okur bulmak. Çok güvendiğimiz kitaplarımız var ve bunlar dağıtım sorunları ve gerçek mağazaların azalması yüzünden okurlarına ulaşamıyor. Editörlükte ve çeviride iyiyiz, bir kitabın iyi bir Türkçe ve yayıncı zanaatıyla okura ulaşması için harcanması gereken vakti ve emeği kendimiz belirlediğimiz için kitaplarımızı büyük bir özgüvenle tanıtabiliriz. 

Okurla doğrudan temas kurmanın bir diğer iyi sonucu da kitaplarımızın pek çoğunu okumuş okurlarla karşılaşmak. Onların eleştirilerini de orada dinlemek bizim için yol gösterici oluyor. Böyle temel hedefler açısından bu yılki katılımımız iyi geçti. 

Ve tabii yayın sektöründeki gelişmeleri izlemek için en iyi gözlem noktası da orası. Bu yoldaki bilgiler sizin bir yol tayininde bulunmanız için önemli olabilir. Yayın sektörü her birkaç yıllık dönemde bir değişim geçiriyor. Bu değişimleri –mümkünse erken– fark etmek işinizi nasıl sürdüreceğinizi belirliyor. Bundan on yıl kadar önce fuarda geniş alanları kaplayan pek çok yayınevinin bugün ortada olmamasının ardında yatan önemli bir sebep budur: değişimi fark etmemek, fark edince kabullenmemek, buna göre yeni bir konum almayı reddetmek. Çarpıklık o dokuz günlük etkinliğin kendisinde midir, yoksa sizin içinde bulunduğunuz üretim koşullarında mıdır? Bunu tespit etmek zor. En iyisi orada bulunup gözlemlemeye çalışmak. Kendinize yakıştıracağınız, onunla dönüşmekten ve onu dönüştürmekten mutluluk duyacağınız bir iş arayışı hiç bitmez. Son okurla buluşmak bu yolda çok önemli uğraklardandır. (Sinan Kılıç / Alef Yayınevi)

 

İktisadî olarak, en hafif tabirle “durgun” bir fuar

İstanbul Kitap Fuarı’nın, artık uzun yıllardır aynı mekânda yapıldığına, TÜYAP’ın buradan taşınmaya niyeti olmadığına, şehir merkezi denebilecek yerlerde de benzer geniş bir fuar alanı olmadığına göre, artık şikâyet etmenin yersiz olduğu, ama hem biz yayıncıların hem de ziyaretçilerin şikâyet etmeden duramadığı en temel sorunu uzaklık şüphesiz. Bu sorunun türlü sonuçları var ve bunların hiçbirine değinmeden, bu uzaklığın herkes için önemli bir dert olduğunu, ancak ne yazık ki bu derdin aşılmaz göründüğünü söylemekle yetineyim.   

Fuar üzerine konuşurken, memleketteki ekonomik krizin, biz yayıncılar için kitap üretmek, okurlar için de kitap satın almak anlamında büyük bir yükü beraberinde getirdiğinden söz etmemek imkânsız. Son günlerde, ekonomik durumla ilgili “algı oluşturma”nın yasal takibata tabi tutulacağına dair haberler okuyoruz, ancak durum ortada, ortada olan hiç de iç açıcı değil ve hepimiz kendimizi, daha en kötü günleri görmediğimiz kaygısıyla tedbirli davranmak zorunda hissederken, kitaba para harcamanın halkın büyük bölümü için büyük bir lüks ve tahayyül dışı olduğunu hatırdan çıkarmamız mümkün değil –hele ki memleketçe ne kadar az okuduğumuz hesaba katılırsa.

Bu yıl pek çok yayıncının ortak görüşü, iktisadî olarak, en hafif tabirle “durgun” bir fuar yaşadığımızdı. Buna karşın fuar her yıl gittikçe büyüyor ve yeni salonlar ziyarete açılıyor. Bu genişleme ziyaretçi kitlesinin salonlar arasında dağılmasına neden oluyor ve insanların fuarın tümünü uzam olarak idrak etmesini imkânsız hâle getiriyor. Büyük yayınevleri neredeyse her salonda büyük standlar açarak okuru bir şekilde “yakalıyor” ve bu durumu fırsata çevirmeyi biliyor, ancak mütevazı kaynaklara sahip yayıncı için bu vaziyet, pek çok okurun kendi standını görmeden fuardan ayrılması, ya da adı çok duyulan, bilinen, binlerce başlığa sahip büyük yayınevleri dışında kalan yayıncıların kitaplarından satın alabilmek için daha az para harcayabilmesi anlamına geliyor. Bu soruna, internetten kitap satışı yapan sitelerin ve özellikle o alanda tekel hâline gelmiş olan piyasa aktörünün, indirimler konusunda yayınevinin boğazını sıkarken okuru alıştırdığı “kampanyalı” oranlar nedeniyle okurun yüzde 25 indirimle tatmin olmayıp daha fazlasını ister hâle gelmesini de ekleyebilirim. Ne kadar zor şartlarda kitap yayımlayabildiğimizi göz önünde bulundurmayan, emeğimizi de, üretimimizi de değersizleştiren böylesi vahşi bir ortamın yaratılmasında bu ve benzeri pek çok etken önemli rol oynuyor ve aslında fuarlar bu sorunların görünür olduğu bir agora hâlini alıyor.

Sözünü ettiğim bütün sorunlara ilaveten, standların pahalılığı da önemli bir mesele elbette. Görünürlüğümüzü, okurla birebir teması, yayıncılarla fikir alışverişi imkânını sağlaması gibi olumlu pek çok yönü var fuarın. Bunlar olmasaydı, bizim çapımızda bir yayınevinin fuara katılması bu koşullarda maddî olarak rasyonel bir karar olmazdı; muhtemelen pek çok meslektaşımız da bizimle aynı durumdadır. TÜYAP ticarî bir kuruluş şüphesiz, nihayetinde kâr etmek zorunda ve yakından biliyorum ki kitap fuarı söz konusu olduğunda son derece iyi niyetli davranıyorlar. Ancak onların marka bilinirliğini sağlayan en önemli etkinliğin de kitap fuarı olduğunu tahmin ediyorum ve özellikle fuara katılan yayıncı çeşitliliğinin artırılması ve küçük yayınevlerinin korunması konusunda daha çok şey yapabilecekleri inancındayım. Bu arada, özellikle son seçimden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de, nihayetinde oturmuş, kurumsallaşmış bir kültür alanı olan ve İstanbul’la özdeşleşen bu fuara, hem okura hem yayınevlerine, dolayısıyla hem de fuarı düzenleyen TÜYAP’a yönelik türlü desteklerle katkı sağlamasını talep etmemizin doğru olacağı açık. Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu fuar ziyaretinde bu yönde işaretler verdi. Onun sözlerinin altının nasıl doldurulabileceğini birlikte tartışabilmek anlamlı olurdu. (Rober Koptaş / Aras Yayıncılık)

 

Her halükârda bizim için çok önemli bir vitrin

Lîs Yayınları olarak 38. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nın sonuna geldiğimiz bu günde, Kürtçe dilinde yayıncılık yapmanın zorluğu ve Kürtçe okuyan okurumuza ulaşmanın vehameti her ne kadar bizi zorlasa da geçen seneye oranla yayınevimize olan ilginin gözle görülür şekilde artış göstermesinden mutluluk duyduğumuzu belirtmek isteriz.

Yayınevimizin Diyarbakır merkezli olması sebebiyle İstanbul’daki okuyucularımızla Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı gibi prestijli ve profesyonel bir organizasyonda buluşmak bizim için çok önemli bir etkinlik. Evet ekonomik kriz, Kürtçe kitap basımı ve Kürt okuyucuya erişim yönünden bir nebze bizi bir araya getiren fuarlar çok önemli. Fakat malum ekonomik kriz yanında kağıt fiyatlarının bir yılda büyük bir artış göstermesi ve Kürtçe kitap okuyan sayısının homojen olarak dağılmadığı ülkemizde, İstanbul gibi bir metropolde Beylikdüzü'nün uzaklığı ve ekonomik buhran bizi de çok etkiledi.

Fakat bir diğer gerçek şu ki Uluslararası TÜYAP Kitap Fuarı her halükârda bizim için çok önemli bir vitrin.Bu vesileyle emeği geçen tüm profesyonellerine ve emekçi TÜYAP çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimizle. Seneye görüşmek dileğiyle. (Şerif Yaşar / Lîs Yayınevi)

  

İndirimler açısından memnuniyetsizlik hâkimdi

Geçen sene fuara katılmamıştık ama önceki yıllarda TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı'na katılmıştık. Fuarın bu sene hayli kötü geçtiğini söylemek adil olacaktır. Ekonomik kriz yayıncılıkta olduğu gibi fuarcılıkta da kendisini derinden hissettiriyor. 

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı'nın şehrin uzağında oluşu gerçeğine, bu sene ekonomik kriz ve bir ölçüde giriş ücretlerinin artırılması eklendi diyebiliriz. Butik, bağımsız yayıncılar için işlerin daha da zorlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Fuarların bu dönemde maliyetler döngüsü ve akışı açısından rahatlatıcı bir etmen olarak öne çıkması gerekir ama yaşanan bu değildi maalesef.

Monokl bakımından indirimlerimizin okurlarda memnuniyet yarattığını ifade edebilirim. Kitap okuru internet kampanyalarındaki indirimlerden daha düşük indirimleri anlamakta zorlanıyor ve belirli bir kızgınlık, kırgınlık oluşuyor. Fuarda da bu açıdan genel bir memnuniyetsizlik hâkimdi. 

Genel ekonomik tablo düzelmedikçe yayıncılarda ve okurlarda bir rahatlama olacağını söylemek çok zor. Bütün bunlara rağmen fuarlar butik yayıncıların okurlarla buluşmaları ve kendilerini ifade etmeleri için önemli mecralar. Bu gerçeği de teslim etmek lâzım. (Volkan Çelebi / Monokl Yayınları)

 

Nihai hedef olan okura dönmek gerek

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’na on yıldır katılıyoruz. İlk başvurduğumuz sene bize önerilen yeri uygun bulmadığımız için katılmamıştık. TÜYAP’ın fuara uzun yıllardır katılan ve birden fazla fuara giden yayıncılara yönelik bir önceliği var; bu gizli bir şey değil; ilk başvurduğumuzda ve bize önerilen geri plandaki küçük yeri beğenmediğimiz için diğer alternatifleri sorguladığımızda yeni bir yayınevinin dilediği yeri edinmesinin mümkün olmayacağını, yer seçimi önceliğinin yirmi yıllık yayıncılarda olduğunu öğrenmiştik; bu durum, kimi istisnalar haricinde halen böyle. Sonraki sene bizden daha kıdemli yayıncıların ilgisini çekmeyen bir yer açılmış olsa gerek ki fuara girebildik, o gün bugündür de aynı yerde, on iki metrekarelik bir alan işgal etmeyi sürdürüyoruz. İlk yıllarımızda stand tasarımı için aylar öncesinden kafa yormaya başlardık; senelerce fuara özel bir gazete tasarladık, fuara özel ayraçlar yaptırdık, rozetler dağıttık. Son iki yıldır, biraz da fuarın kimyasının giderek değiştiğini gözlemlediğimiz ve bundan hoşlanmadığımız için sadece kitaplarımızla Beylikdüzü’ne gidiyoruz. Okurumuzu sadece ve sadece kitaplarımızla karşılıyoruz.

Bugün Türkiye’de pek çok yayınevi var; fuar da yayın sektörünün bir aynası aslında; yani “Nerede o eski Tepebaşı günleri!” serzenişinin nostalji harici bir amaca hizmet etmesi mümkün değil. O aynada gördüğümüz şey ne kadar hoşumuza gidiyor ve nasıl değişebilir, onu beraberce irdelememiz lâzım. Biz yayıncılar olarak kendi eleştirilerimizi yöneltsek de okurları düşünmemiz, fuarın okura nasıl hizmet ettiğini sorgulamamız lazım. Ucuza kitap satın alınabilecek pek çok platform mevcut; bu nedenle fuarı bir cazibe alanı olarak tasarlamamız; gelecek okuru AVM ile panayır arası bir ortama değil, bir kültür platformuna davet edebilmemiz lâzım. Burada herkesin tahayyülü farklı elbette; herkesin amacı ya da hedefleri de farklı ama biz, her şey bir yana, keyifle ve efektif bir biçimde gezebileceğimiz, ıskaladığımız kitapları görebileceğimiz, etkinlik çıtasını ünlü imzasından daha yükseğe çekebilmiş bir fuarın özlemini çekiyoruz. Kişisel özlemlerimiz bir yana, uluslararası standartlar göz önünde bulundurulduğunda, fuardaki çocuk yayıncılarının çocukların rahatlıkla ve güven içinde gezebilecekleri ayrı bir salona alınması gerektiğini, büyük yayınevlerinin her salonda alan alarak sürekli genişlemesindense belli yerlerde konuşlanmasının ve fuara giremeyen bağımsız yayınevlerine yer açılmasının daha âdil, daha zengin, daha doyurucu bir deneyime zemin hazırlayacağını düşünüyoruz. Bu yıl kitap haricinde eşya satışının arttığını kaygıyla gözlemledik; t-shirt, poster, bardak, telefon kılıfı ve benzer nesnelerin satışı, fuarın kitap odağına zarar verecek bir eğilim ve buna dair bir sınırlama, denetim getirilmesi şart. Fuarı güzelleştirmemiz gerek, bu açık; bu güzellik de ancak kitaba odaklı, içerik olarak zengin, yerleşim olarak âdil bir yaklaşım ile mümkün. Önceliği yirmi yıllık yayıncılardan alıp nihai hedef olan okura dönmek, okuru düşünmek gerek. Fuar alanını kakofoniden kurtarıp kitap ekseninde yapılandırmak, kültürel çeşitliliği artırmak ve katılan yayıncı sayısı kadar katılmayan yayıncı olduğu gerçeğini irdelemek, eleştirilere kulak vermek gerek.

2019 TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı, önceki yıllarla kıyaslandığında biraz sönük başladı diyebiliriz. Bu sene öne çıkan belli bir kitap, belli bir yazar ya da bir olay yoktu; birkaç senedir bu durum böyle aslında. Biz kendi adımıza çok güzel vakit geçirdik; her yıl gelen okurlarımızla kaynaştık, seneden seneye buluştuğumuz meslektaşlarımızla bir araya geldik, özlediğimiz simaları gördük, sayısız soru cevapladık, ziyaretçilerle sohbet ettik. Bizim bu sene en çok talep gören kitaplarımız, son aylarda çıkan kitaplarımızdı: Begüm Kovulmaz’ın çevirisiyle yayımladığımız, Colson Whitehead’den Nickel Çocukları; Seda Ersavcı’nın çevirisiyle yayımladığımız, Valeria Luiselli’nin son romanı Kayıp Çocuk Arşivi ve Betül Cevahircioğlu çevirisiyle yayımladığımız, Camille Bordas’tan Birlikte Yaşamanın Yolları. Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülleri alan yazarları, bu bağlamda yılın yayınevi olan Avesta’yı ve bu yılın onur yazarı Adnan Özyalçıner’i alkışladığımız, ara sıra soluklanmak için sanat fuarına kaçtığımız, pek çok işin arasında freelance çalışma deneyimlerinin tartışıldığı bir panele gitmeyi başarabildiğimiz ve her şeye rağmen okuma listelerimizi kabartan harika kitaplar bulup başucumuza yığdığımız bir fuardı bizim için, sadece yakınmış olmayalım. Fuar genel anlamda daha iyi, daha kapsayıcı, daha güzel olabilir, daha çok kitap okurunu kendine çekebilir, orası kesin ama bazen tek bir okurun gözündeki ışık, tek bir okurun elindeki yaratıcı kitap listesi, yıl boyunca masa başında geçirilmiş yalnız saatlerin telafisi oluyor; sanırım olumsuzluklara rağmen fuara ısrarla katılma nedenimiz bu. Umudu taze tutan da bu. (Sanem Sirer / Siren Yayınları)