"Kaya, ilk başta birinde Fransa’daki deneyimini, diğerinde Fransa siyasal hayatını anlatacağı iki ayrı kitap yazmayı düşünmüş. İyi ki vazgeçmiş ve bunun yerine Fransız istisnasının hem ülke yönetimi hem de sokak siyaseti boyutlarını bir arada işleyen, elimizdeki çift başlıklı kitap çıkmış ortaya. Üstelik Türkiye’nin tanınmış simalarına dair anekdotlarla da kitap iyice renklenmiş."
27 Ocak 2022 13:00
Yurtdışında okumak dendiğinde Fransa’nın, daha doğrusu Paris’in özel bir konumu var. Bu özel konumun nedenleri arasında Paris’in kökleri Ortaçağa uzanan, çokuluslu bir üniversite geleneğini sürdürmesi, Aydınlanmanın orada başlaması, Osmanlı dahil Batı dışı modernleşme hareketlerinin eğitim için ilk yöneldiği adres olması, zengin bir kültür ve sanat yaşamı, siyasi sığınmacıların oraya yönelmesi ve sokak siyaseti bakımından hep kendine özgü bir çizgiyi izlemesi sayılabilir. Bu sonuncusu, en azından 1871’deki Paris Komünü deneyimini, 1968’deki öğrenci hareketlerini ve günümüzdeki sarı yelekliler gibi hareketleri birbirine bağlayan bir çizgi. Paris sokaklarında, ülke yönetimi düzeyindekinden çok daha renkli ve hareketli, daha kapsayıcı, daha yaratıcı, daha tepkili, daha hayatın içinde, daha insana yakın bir siyasal yaşam sürer. Yine de sokaktaki siyasetin ülke yönetiminden kopuk olduğu düşünülemez, sokak en azından yöneticilerin sınırlarını belirler. Bunun bir sonucu, Fransa’da aynı kategorideki ülkelerden farklı olarak kapitalizmin standart özelliklerinin 1980’lere dek tam yerleşememiş olmasıdır. Bu kısaca Fransız istisnasıdır.
1969-1977 arasında Paris’te siyaset bilimi alanında doktora yapan A. Raşit Kaya, öğrenciliği döneminde söz konusu hareketli siyasi ortamı yakından tanımış ve ilk yılından itibaren etkin bir şekilde ona dahil olmuş bir isim. Kaya bir yandan Paris’in günlük siyasi yaşamına katılırken, diğer yandan da Fransa’nın yönetim hayatını, ekonomi ve siyaset kurumlarının özgün niteliklerini yakından gözlemleyerek inceleme fırsatı bulmuş. Bir anlamda Fransız istisnasının son yıllarına yerinde tanık olmuş. Profesör A. Raşit Kaya’nın Fransa’da Okumak, Fransa’yı Okumak kitabı geçtiğimiz aylarda Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Yazar, ilk başta birinde Fransa’daki deneyimini, diğerinde Fransa siyasal hayatını anlatacağı iki ayrı kitap yazmayı düşünmüş. İyi ki vazgeçmiş ve bunun yerine Fransız istisnasının hem ülke yönetimi hem de sokak siyaseti boyutlarını bir arada işleyen, elimizdeki çift başlıklı kitap çıkmış ortaya. Üstelik Kaya’nın Türkiye’nin tanınmış simalarına dair anekdotlarıyla da kitap iyice renklenmiş. Kitap, bazılarında yazarın anılarının, bazılarında da Fransa siyasetine dair tahlillerinin anlatıldığı bölümlerden oluşuyor. Böylece okur da bir Kaya’nın anılarına, bir dönemin Fransa’sına odaklanıyor.
A. Raşit Kaya anlatımına Fransa’ya gidişiyle giriş yapıyor. Daha Paris’e adımını atar atmaz, yeni geldiği bu ülkeyi günlük yaşamda tanımakla kalmayıp, derinlemesine anlamak istediğini şu sözlerle belirtiyor:
“Fransa’da okurken çok yalnız olmayacak ve fazla yabancılık çekmeyecektim ama ‘Fransa’yı okumak’ büyük ölçüde kendi başıma üstlenip, sürdürmem gereken bir serüven olacaktı. Kuşkusuz, okunup, özümlenip aktarılması gereken çok şey vardı. Doğal olarak ilk ve temel sorunum yaşayacağım ortamın tanınmasıydı. Bunu yeterince ve gereğince başarmak için önce içine girdiğim ortamın geçmişini, bulunduğumuz noktaya nasıl ve neden gelindiğini de bilmek gerekirdi. 5. Fransa Cumhuriyeti’ndeydik ama buraya niçin, nereden ve nasıl varılmıştı? Öncesinde ne vardı; örneğin 4. Cumhuriyet’e ne olmuştu? Ayak bastığım Fransa’da beni nelerin beklediğini anlayabilmek için önce bunların öğrenilmesi gerekiyordu.” (s. 16)
Anılardan bahsetmeyi biraz erteleyip ilk önce “Modern Fransa’da siyasal yaşam nasıl anlatılabilir?” sorusunu soran Kaya, kitabının ilk bölümünü “Fransa’yı okumaya” ayırıyor. Kaya’nın anlatımına göre, savaş sonrasının siyasal hayatında en belirleyici unsurlardan biri, direnişteki rolünün sağladığı prestije dayanan Fransız Komünist Partisi (PCF) olur. 1980’lere kadar hayli yüksek bir oy desteğini korumayı başaran PCF, liberal ekonomik dönüşümlere karşı toplumsal tepkilerin dile getirilmesini sağlar. PCF savaşın bitmesinin hemen ardından, kısa bir dönem için iktidarda yer alır. Ne var ki, Soğuk Savaş başlayınca ABD yardımlarının önkoşulu olarak komünistler siyasette geri plana itilir ve bir daha ancak 1980’lerde kısa bir süre iktidar ortağı olur. Geniş bir toplumsal desteğe sahip bir komünist partinin varlığı, siyasal sistemde liberalleşmeye doğru olan güçlü yönelimin yolunu zorlaştırır.
Bu sayede kısaca “Fransa’da kapitalizmin geç gelişmesi” diye tanımlayabileceğimiz Fransız istisnası, neo-liberalizmin tüm dünyayı sardığı yakın zamanlara kadar varlığını sürdürebilmiştir. Tabii Fransız istisnası burada başlamamıştır; yazar Fransa’da kapitalizmin gelişmesinin özgünlüklerini şöyle aktarıyor:
“Gelişim süreci içinde, Fransa sömürgeci/emperyalist yayılmanın dünyadaki en önemli aktörlerinden birisi olmuştur. Ayrıca, Napolyon döneminde Avrupa’nın bir başından, öteki ucundaki Moskova’ya kadar ‘at koşturmuştur’. Buna karşın, sanayileşme süreci, yarıştığı diğer güçlerden daha geç ve farklı olmuş; ulaşabildiği düzey ise yetersiz kalmıştır. (…) Fransız kapitalizminin kendisine özgü ve oldukça geç gelişimi Fransa’da sınıflar arası siyasal/toplumsal mücadelelerin biçimlenişini etkilemiş, hatta belirlemiştir.” (s. 19, 20)
20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Fransa’da kapitalizmin tekerine takılan en büyük taşlardan biri, Fransız Komünist Partisi’dir. Bir bakıma PCF’nin Fransız istisnasının bekçisi olduğunu söyleyebiliriz. Tabii o da zamanın koşullarına uyum sağlamak zorundadır. Örneğin Marx ve Engels’in komünizm aşamasına geçişten önce bir geçiş süreci olarak öngördüğü “proletarya diktatörlüğü” düşüncesi hâlâ geçerli midir? 1975’teki parti kongresinin temel sorunu bu olmakla birlikte, bambaşka bir konu partiyi bölünmenin eşiğine getirir:
“Paris yakınlarında, Seine Nehri üzerinde görkemli tesislerde toplanan kongreyi ben de Yürüyüşdergisinin Avrupa temsilcisi olarak iki gün boyunca uluslararası basına ayrılan yerde izledim. Kongreye olağanüstü bir basın ilgisi vardı. (…) Beklentileri, proletarya diktatörlüğü konusuna sıra geldiğinde yoğun ve ilginç tartışmaların olmasıydı. Partiden kopmalar olacağı, hatta bölünebileceği düşünülüyordu. (…)
Delegelerin esas tartıştıkları ve görüşlerin bölündüğü konu, eşcinsellere karşı partinin iktidara geldiğinde takınacağı tutum idi.” (s. 85)
Aynı yıllarda sosyalist ve komünist partilerin ittifak çabası sonucunda ortaya çıkan Ortak Hükümet Programı büyük umutlar vaat etse de hayata geçemez. Siyasetin kazananı, solun yapamadığını yaparak birlik kuran merkez sağ olur. Mitterand’ın “pembe dalga” olarak adlandırılan ilk dönemi haricinde güçlü bir sol iktidar ortaya çıkmaz. Zaten bu dönemin de sonu neo-liberalizmin Fransa’ya hâkim olmasıyla gelir. Kaya, PCF’nin Fransız istisnasının 1980’lere kadar sürmesinde önemli payının olduğunu söylüyor ve PCF’nin gerilemesiyle neo-liberalizmin eşzamanlılığına dikkat çekiyor:
“Çok yakın zamanlara kadar Fransa siyasal yaşamının, kendisiyle aynı kategoride yer aldığı varsayılan başka gelişkin kapitalist ülkelere göre bir istisna oluşturduğu kabul edilirdi. Fransa’nın ayrıksı olduğundan söz edilmesinin başlıca nedenleri arasında ülkede güçlü, etkin bir komünist partisinin olmasının kuşkusuz önemli bir payı vardır. (…) Fransa siyasal yaşamındaki ağırlıklı konumu neo-liberal küreselleşmenin Fransa’da da egemenlik kurmasına kadar kesintisiz devam etmiştir. Neo-liberal yeni düzenin Fransa’yı normalleştirdiği iddialarının dayanakları arasında Fransız Komünist Partisi’nin eski gücünden önemli ölçüde uzaklaşmasının mutlaka özel bir payı vardır.” (s. 165)
Kendi anılarını anlattığı bölümlere baktığımızda, A. Raşit Kaya’nın Paris’te sadece öğrenci olmakla kalmayıp aynı zamanda bir siyasi aktivist de olduğunu anlıyoruz. Kaya, Paris’e gelmesinden bir süre sonra Fransa Türk Öğrenci Birliği’nin (FTÖB) yönetim kuruluna seçilir. Bu yapı, Türkiye’deki siyasi gelişmeler hakkında Fransa’da kamuoyunu bilgilendirmek için uygun bir zemindir. Ortam ise sadece üç yıl öncesinin öğrenci hareketlerinin izini taşımaktadır:
“Mayıs ‘68 olayları Fransa’da, sosyo-politik fay hatlarında biriken gerilimin patlayarak boşalmasıydı. İktidar cephesinde de, muhalefette de ‘değişinim’ (mutation) denebilecek düzeyde değişmelere, dönüşmelere neden oldu. (…) Geniş emekçi kitleler ise yaşam koşullarında artık saklanamayan olumsuz gelişmelere daha bir duyarlı hale gelerek hoşnutsuzluklarını çeşitli eylem biçimleriyle dışavurmaya başlamışlardı. Bizler de 12 Mart dönemine yönelik tepkisel etkinliklerimizi toplumsal duyarlılıkların daha belirginleştiği söz konusu ortamlarda sürdürecektik.” (s. 65)
FTÖB’nin o dönemde yürüttüğü önemli etkinliklerden biri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına karşı düzenlenen kampanyadır. Bu dernek, uluslararası kamuoyu oluşturmakta hayli etkilidir. Kampanyaya tanınmış kişiler destek olur:
“İdamlara karşı kampanyamıza kişisel olarak imza vererek destek olanlar arasında Louis Aragon, Michel Leiris, Jean-Paul Sartre, Pablo Picasso, Samuel Beckett, André Malraux, Louis Joxe, Melina Mercouri gibi isimler bulunuyordu. Picasso’nun imzasını Abidin Dino aracılığıyla sağlamıştık.” (s. 95)
Yazarın işçi hakları için mücadelede de kişisel katkısı olur. Çalışan haklarını vermeyen Blandin şirketi, işçilerin örgütlenmesini engellemek için onları farklı işyerlerinde rotasyona tabi tutar. Bu nedenle Fransa’nın en büyük sendikası CGT orada örgütlenememiştir ve buna bir prestij sorunu gözüyle bakmaktadır. Derken Blandin’de çalışan Türkiye İşçi Partili Tuncelili işçiler Kaya’dan yardım ister ve onun desteğiyle şirkette grev başlatırlar. Bunu gören diğer ülkelerden Blandin işçileri de greve katılır ve Blandin’li işçiler çok önemli kazanımlar sağlarlar. (s. 130)
A. Raşit Kaya
Kaya ve arkadaşlarının siyasi etkinliği sadece Türkiye’yle veya Türkiyeli işçilerle sınırlı kalmaz. Aynı dönemde dünyanın başka yerlerinde yaşanan siyasi baskılar da farklı ülkelerden insanları birbiriyle dayanışmaya iter. 1973’te Şili’deki darbeden kaçan ve Fransa’ya sığınan bir gruba destek vermek için dayanışma gecesi düzenlenir, Kaya da geceye katılır. Burada farklı kültürlerin farklı dayanışma ve mücadele gelenekleri olduğunu biraz da şaşırarak gözlemler:
“Ozanın dediği gibi ‘hava kurşun gibi ağırdı’. Dayanışma mesajlarımıza Şilililerin temsilcisi yanıt verdi, teşekkür etti. Mücadelenin devam edeceğini vurguladı. Sonra da kendi arkadaşlarına dönerek ‘haydi, dostlarımıza mücadele azmimizi kanıtlayalım’ diyerek sözlerini tamamladı. Bir anda ortaya gitarlar çıkarıldı, marşlar, şarkılar söylenip dans edilmeye başlandı.” (s. 111)
Gerek şarkılı türkülü olsun, gerek imza kampanyaları, haber bültenleri, sanat etkinlikleri aracılığıyla olsun, siyasi aktivizm Kaya’nın Paris yılları boyunca ülkedeki günlük yaşamın dinamik bir unsurudur. Ya sonrası? Günümüzde de başka pek çok merkez kapitalist ülkede olmayan bir siyasi aktivizm ve direniş Fransa’da devam etmektedir. Ama Kaya yeni nesil mücadeleleri eskilerle karşılaştırarak şu önemli saptamalarda bulunuyor:
“Demokratik mücadeleler içinde yer alan siyasal hareketlerin sayısı artarken, yeni toplumsal hareketler de çoğalmaktadırlar. Buna karşılık verilen, öngörülen mücadele hedefleri daralmaktadır. Çatışma alanlarının giderek zenginleşmesine karşılık, var olan düzene güçlü bir isyan, kökten bir karşı çıkış sergilenememektedir. Fransa’da geçmişte alışıldığı gibi devrimci bir dalganın hiçbir işareti yoktur.” (s. 168)
Kitabın sonunda beklenmedik bir bölüm yer alıyor; bölümün başlığı da kitabın yayıncının yazara bir uyarısı ya da ondan bir talebi gibi geliyor kulağa: “Biraz da magazin olsun!” Kitabın başka yerlerinde de tanınmış kişilerle anılarına değiniyor yazar ama en ilginçleri sona saklamış. Bu bölümde Paris’teki hayatının sırf siyasetten ve eğitimden ibaret olmadığını anlıyoruz. Bu bölüm yazarın anılarını az çok kronolojik sırayla anlattığı diğer bölümlerle pek bütünleşemiyor gerçi ama kitapta yer almasaydı kitap çok eksik kalırdı. Çünkü burada, kitabın sonuna yaklaşırken Kaya’nın kimi zaman tam da cümbüşün ortasında yer aldığını öğreniyoruz. Örneğin Çetin Altan ile Yaşar Kemal’in kavgası akılda kalacak cinsten: Yaşar Kemal, Nobel aday adaylığı çalışmaları için Paris’te bulunmaktadır. Bu kapsamda onun “Bebek” öyküsünden yola çıkılarak yapılan belgesel filmin ilk gösteriminde Çetin Altan’la birbirlerine girerler:
“Yaşar Kemal ve Çetin Altan gösterimi üstteki küçük balkondan izleyecekler ve Ercan Eyüboğlu ile ben kendilerine refakat edecektik. (…) [Belgesel filmde - MCY] Kendisini anlatmakta olan Yaşar Kemal bir yerde ‘Ben Türkiye’nin en çok tanınan, en iyi gazetecisiyim’ dedi ve Çetin Altan patladı. ‘Atma koca…’ diye bağırarak önünde oturmakta olan Yaşar Kemal’in ensesine ses çıkaran bir tokat vurdu. Ses tüm salonda sanırım çınlamıştır. Yaşar Kemal de, Çetin Altan da ayağa kalkıp bağrışmaya ve boğuşmaya başladılar. Arada kalan olarak ben de birkaç isabet aldım ama esas darbeleri Ercan yedi.” (s. 172)
Fransa’da Okumak, Fransa’yı Okumak bir yandan özel bir ülkenin özel bir döneminin siyasi ortamına dar bir tanıklığı, diğer yandan da Fransız siyasi yaşamına dair bu tanıklıkla örtüşen analizleri içeriyor. Fransa’yı anlamak için değerli bir fırsat sunuyor. Kaya’nın eğlenceli anıları da damakta hoş bir tat bırakıyor.
•