Faşizmin gölgesinde şairane eylemler ve müphem bir anlatı: Uzak Yıldız

"Uzak Yıldız, Bolaño’nun edebiyat serüveninin usta isimlerinden beslenmiş, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir romandır. Bolaño’nun yaşamından izler taşır. Şili tarihini, faşizmi, sürgün edilmiş Latin Amerikalıları anlatırken, Bolaño aynı zamanda kendi kuşağının kayboluşunu anlatır."

26 Kasım 2020 17:30

Roberto Bolaño Avrupa’da bulaşıkçılık, bekçilik, tezgâhtarlık işlerinde çalışan Latin Amerikalı bir şair iken, 40 yaşında, kalan 10 senelik ömründe düzyazıya ağırlık vermiştir. Yayımlanan romanları sonrasında dünya edebiyatına damga vuran Latin Amerikalı yazarlarla birlikte anılmaya başlanmıştır. Roman sanatına genç sayılmayacak bir yaşta ve erken ölümü sebebiyle çok kısa zaman ayırmasına rağmen romanlarının etkisi katlanarak artmaya devam etmektedir.

Roberto Bolaño’nun eserleri kurgu ile gerçekliğin iç içe geçtiği, aynı zamanda arayış, kayboluş, darbe, baskıcı rejim, sürgün, şiddet, yoksulluk, suç, edebiyat-suç ilişkisi, kaybolan kuşaklar gibi belli başlı izlekleri olan, deneyselliği ön planda eserlerdir. Kendine özgü mizahıyla, yer yer kara komedisiyle sinematografik bir kurmaca dünyası vardır.

1996’da yayımlanan romanı Uzak Yıldız, Amerika’da Nazi Edebiyatı adlı romanından filizlenmiş, üstünkörü anlatılan Ramírez Hoffman’ın hikâyesinin genişletilerek bir başka kitaba dönüşmüş hali. Tıpkı Vahşi Hafiyeler’de Tılsım romanının çekirdeğinin yer alması gibi. Bolaño yazdığı eserlerinde yer alan küçük parçacıkları derinlemesine, özgün şekilde genişleterek tekrar yazıyordu.

Uzak Yıldız da Bolaño’nun edebiyat serüveninin usta isimlerinden beslenmiş, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir romandır. Diğer eserlerinde gördüğümüz gibi Bolaño’nun yaşamından izler taşır. Bolaño Şili tarihini, faşizmi, sürgün edilmiş Latin Amerikalıları anlatırken, aynı zamanda kendi kuşağının kayboluşunu anlatır.

Romanda hemen hemen her eserinde olduğu gibi şairleri acımasızca eleştirmiş, edebiyat serüvenindeki ustalarına selam göndermiştir. Roman Polanski’nin, Perec’in hiç “e” harfi kullanmadan yazdığı Kayboluş romanının, William Beckford’un korku edebiyatının ilk örneklerinden olan Vathek romanının, Nazi subayı tarafından katledilen Bruno Schulz’un öykülerinin anılması dahil, romanda hiçbir şey tesadüfi değil, tam anlamıyla kurmacaya hükmediştir; her şeyiyle mükemmel bir birlikteliktir.

Roberto Bolaño, Allende yönetimine katılmak için gittiği Şili’de Pinochet darbesinin gerçekleşmesiyle birlikte direniş göstermiş ve tutuklanmıştır – son yıllarda bu bilginin doğruluğu tartışılmış, Bolaño’nun Meksika’dan hiç ayrılmadığı, utancını gizlemek için bir oyun oynadığı da yazılmıştır. Uzak Yıldız romanı tam da bu atmosferin içinde; başta Şili olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde ve Avrupa’da geçer.

Pinochet darbesi ve sürgün hikâyeleri

“Başkanlık Sarayı La Moneda kuşatılmış, uçaklarla bombalanıyordu. Allende başkanlık sarayında, beraberindeki korumalarıyla birlikte teslim ol çağrılarını reddetti. Halkına radyodan son kez seslenip ‘Ülkemizde faşizm saatlerdir işbaşında. Tarih onları yargılayacaktır! Yaşasın Şili! Çok yaşa halkım! Yaşasın işçiler!’ dedikten sonra öldürüldü ya da intihar etti.”

Roman Salvador Allende yönetimindeki Şili’de, tam da Allende’nin ölümünde olduğu gibi –intihar mı, cinayet mi?– müphem bir ifadeyle başlar:

“Carlos Wieder’i ilk kez 1971’de ya da belki 1972’de, Salvador Allende Şili devlet başkanı olduğunda görmüştüm.” (s. 15)

Ve bu sislere bürünmüş, muğlak durumlar romanın başından sonuna kadar devam eder. Bir sürü hikâye anlatır Bolaño, bir sürü olay yaşanır, tüm yaşananların yaşanmamış olabileceği ihtimali de sürekli hatırlatılır okura.

Allende yönetimindeki Şili’de başına geleceklerden habersiz, 17-23 yaş arasındaki gençler Stein’in şiir atölyesine giderler. Anlatıcının deyimiyle:

“Sadece şiirden değil, aynı zamanda siyasetten, seyahatlerden (ki ilerde başımıza neler geleceğini hiçbirimiz hayal bile edemezdik), resimden, mimariden, fotoğraftan, devrimden ve silahlı mücadeleden de söz ederdik.” (s. 15)

Carlos Wieder’i ya da darbeden önceki adıyla Alberto Ruiz-Tagle’yi ilk kez şiir atölyesinde görür anlatıcı. Oldukça mütevazı, yaşça büyük, kızların sevgilisi, kötü şiirler yazan, alaylı, gizemli bir kişilik. Ta ki Pinochet darbesi gerçekleşene kadar… Darbeden sonra farklı bir adla, uçağıyla semaya şiir yazan bir pilot, işkenceci, sözde sanatçı. Anlatıcı dahil, şiir atölyesinde herkesin âşık olduğu Garmendia Kardeşler’i katleden bir seri katil. Ama tüm eylemleri soru işaretleri bırakan, “belki”si olan biri.

Pinochet darbesinden sonra Carlos Wieder her geçen gün halkın gözünde büyüleyici bir insana dönüşüp semalara Latince sarsıcı dizeler yazarken anlatıcı hapisteydi, yakın arkadaşı Bibiano ayakkabıcıda tezgâhtar olarak çalışıyordu. Anlatıcının neredeyse bütün arkadaşları kaybolmuş, kadın şairlerin ise hepsi ölmüştü.

Evinde annesinin kuzini Kızıl Ordu generali Çerniyakovski’nin fotoğrafı bulunan atölyenin sahibi Stein darbeden sonra ortadan kaybolmuş, daha sonra Nikaragua’da, Angola’da, Paraguay’da, Kolombiya’da direnişten direnişe, çatışmadan çatışmaya katılmış, ölümlerden dönmüştür.

Stein’in büyük dostu ve rakibi, bir diğer şiir atölyesine sahip isim Soto da ortadan kaybolmuş, daha sonra tıpkı Stein gibi Avrupa’da sürgünde olduğu anlaşılmış. Ekonomik durumu gittikçe düzeliyormuş. Bir kitap çıkarmış, üniversitede ders vermeye başlamış. Tekrar Şili’ye dönmek konusunda hiçbir beklentisi yokmuş. Bir gün, bir konferansa katılmak üzere gittiği tren istasyonunda yolunu kaybetmiş. Nasıl olduğunu anlamadan, girdiği salonda neo-Nazi gençlerin bir kadını öldüresiye tekmelediğini görmüş. Hayatı boyunca “kayıtsızlığı” ve “zekâsı” sebebiyle şairler tarafından sevilmeyen Soto hayatın onun adına karar verdiğini anlayıp gençlerle çarpışmaya başlamış. Gençler onu bıçaklayıp kaçmış.

Soto’dan ve Stein’den oldukça genç, kolsuz Lorenzo Şili’de doğmuş. Elektrik direklerine tırmanma merakı yüzünden kollarını kaybetmiş. Oldukça dezavantajlı bu durum yetmezmiş gibi, anlatıcının aktarımıyla “her türlü dezavantajı çaresizliğe dönüştüren Pinochet’in Şili’sinde” yetişmiş. Çok ağır aşağılanmalara maruz kalmış. Başarısız intihar girişimi onun için dönüm noktası olmuş. Bin bir zorluktan sonra Avrupa’ya göç edip büyük bir sanatçı olmuş. Anlatıcının dediği gibi: “Bütün bu şartlar altında sanatçı olması garip değil; başka ne olabilirdi ki?” Bolaño çoğu romanında yaptığı gibi, bu romanında da ana hikâyeye çok güçlü, parça parça hikâyeler ekleyerek ilerler.

Şili’de 17 yıllık askerî diktatörlük döneminde 40 bin kişi gözaltına alınmış, 28 bin kişiye işkence yapılmış ve bin kişiden fazlası da öldürülmüştür. Aynı dönemde sürgüne gönderilen Şilililerin sayısı yaklaşık 200 bin kadardır. Tıpkı Uzak Yıldız’daki anlatıcı Bibiano, Stein ve Soto gibi.

Sıradanlaşan kötülük ve Latin Amerika’da Nazi edebiyatı

Roman ara hikâyelerden sonra tekrar ana hikâyeye döner. Wieder kariyerinin zirvesindeyken aldığı davetle başkentte gösteri yapmaktadır. Şu dizeleri yazar gökyüzüne:

“Ölüm dostluktur, ölüm Şili’dir, ölüm sorumluluktur, ölüm aşktır ve ölüm gelişmedir, ölüm inanç birliğidir, ölüm temizliktir, ölüm diriliştir.” (s. 88-89)

Ne var ki yazdığı dizelerin hiçbiri doğru düzgün okunmaz çünkü hava koşulları çok kötüdür. Herkesin ilgisi başka şeylere dağılır ama Wieder gösterisini sunmaya devam eder. Anlatıcının arkadaşının dediği gibi, “Wieder Şili şiirinde devrim yapar” ama bunu atölyede, dergiler, eserler aracılığıyla yapmaz. Şiddete dayanan şiir söylemini semaya yazarak, uygulayarak gerçekleştirir. Eylemleri beraberinde birçok belirsizliği getirmeye devam eder. Wieder daha sonra kurbanlarının fotoğraflarının yer aldığı bir sergi açar. Çoğu kadın olan kurbanların organları kopmuş, parçalanmıştır, korkunç fotoğraflardır bunlar. Daha da kötüsü, fotoğraflar çekildiği anda çoğu yaşıyordur.

Baskıcı yönetim kendisinden önceki edebiyata, sanata karşı çıkar; kendi eylemlerine, işlediği insanlık suçlarına, hukuksuzluğuna, döktüğü kanlara uygun ortamı yaratmak, kılıfına uydurmak için kendi sanatını, propagandasını üretir. Nazilerin “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı”, Mussolini’nin sözlerini yeniden yazdırdığı “Giovinezza Marşı” gibi. Wieder de faşist yönetime, döneme ayak uyduran isimlerden biridir. Darbe öncesi ve darbe sonrası Wieder’in değişimi, edebiyatın bazı dönemlerde nasıl bir bataklığa düştüğünü, bir gün içerisinde kalemlerin nasıl cuntaya ayak uydurduğunu, aynı zamanda Bolaño’nun şiir ve suç başlığı üzerinden edebiyata bakış açısını görmemiz açısından önemlidir.

Özellikle darbeyle yakın ilişkisi olan bir ülkede yaşamamız sebebiyle Latin Amerika ülkeleriyle Türkiye’de yaşanan darbelere baktığımızda, sebep-sonuç ilişkisiyle, etkileriyle, birbirinden hayli uzakta olmasına rağmen çok benzer süreçlerin yaşandığını görüyoruz. Bu benzerlik sebebiyle, özellikle 12 Eylül’ü yaşayan kuşağın hissî olarak da esere yakınlık duyması muhtemel.

Burada Uzak Yıldız’ın neden bir 12 Eylül romanına, çalkantılı Türkiye siyasetine benzetildiğini daha iyi anlamak için Nurdan Gürbilek’in 12 Eylül için yazdıklarına bakabiliriz. İsimler ve coğrafya dışında ülkelerin darbe tarihinin birçok ortak özelliği vardır:

“Ama cuntanın o dönemde kimler tarafından, nasıl desteklendiğini bugün kimse hatırlamak istemiyor. Sermaye sahiplerinin, kanaat önderlerinin, üniversite yöneticilerinin, köşe yazarlarının ‘hızır gibi yetişen Mehmetçik’e’ nasıl selam durduklarını, 12 Eylül’ü toplumun çatışmalı taraflarını uzlaştıran bir ‘barış harekâtı’ olarak nasıl sevinçle karşıladıklarını, hasta Türk demokrasisini ayağa kaldırmak için istemeye istemeye yönetime el koyan fedakâr Türk ordusu masalını nasıl dolaşıma soktuklarını hatırlamak istemiyor. (…) O yıllarda köşe yazarları darbenin Türkiye ekonomisi için önemli bir fırsat olduğunu açık açık yazdılar.” (Sessizin Payı, s. 28-29)

“Ama bir ülkede kötülük hâkim olabiliyorsa eğer, bu cani ruhlu insanların sayısı arttığı için değil, kötülük sıradanlaştığı içindir.” (s. 34)

“Kötülük ne kadar çok insanla paylaşılırsa, sorumluluğun o kadar azaldığını fark etmemiş olamazlar. Rüzgâr değiştiği anda, aynı ürkütücü normallikte, bu kez başka yüce idealler uğruna, başka klişelerle kurulmuş cümleler eşliğinde, başka insanların canını yakmayacaklarına nasıl inanırız?” (s. 35)

Wieder’in bu korkutucu ve sarsıcı eylemleri aynı zamanda Latin Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı korkunçluğu gösterir. Naziler İkinci Dünya Savaşı sonrası Latin Amerika ülkelerine kaçmış, Şili’de ‘Colonia Dignidad’ adlı bir komün kurmuşlardır. Daha sonra ortaya çıkan belgelerde Pinochet yönetiminin de Nazilerden destek aldığı ispatlanmıştır. Colonia Dignidad adlı komünde Paul Schäfer önderliğinde Naziler çocuk istismarı, insan kaçırma, işkence, silah kaçakçılığı gibi suçlar işlemiştir. Nazi Almanyası’nda yaptıkları akıl almaz eylemleri Latin Amerika’da da gerçekleştirmişlerdir. Wieder’in şiirleri gökyüzüne Nazilerin hava kuvvet birimi Luftwaffe’nin en gelişmiş uçağıyla yazdığını gören Deli Norberto İkinci Dünya Savaşı’nın geri döndüğünü söyler, “Üçüncüsü diyenler yanılıyor; bu ikincisi, geri geldi” der. Norberto haklıdır, Latin Amerika’da Nazi edebiyatı başlamıştır.

Bibiano’nun araştırmasına göre ismi “yeniden, baştan, tekrar tekrar, karşı, deccal, çürütme, caydırma, karşı suçlama, canavarlık, sapkınlık, ihbar, sadist eğilimleri tahrik eden bir nesneyi düşünerek zevk alma ve insanın bundan istediği bütün sonuçları çıkarabileceği koç ve koç burcu” (s. 51-52-53) anlamlarına gelen Wieder sergiden sonra Şili’yi terk eder. Buna rağmen hakkında olumlu-olumsuz yorumlar devam eder. Şili’de bulunduğu vakit bile varlığı yokluğu belli olmayan Wieder yıllar geçtikçe, anlatıcının deyimiyle “mitsel bir figür”haline gelir.

Bibiano’nun yazdığı kitap büyük tirajlara ulaşır. Kitabın konusu, içeriği bir Bolaño eseri gibidir. Ana figürü ise Wieder’dir. Wieder’in adının geçtiği yer parlamaktadır, gölgesi bile büyük yankı uyandırmaktadır. Wieder’i savunan silah arkadaşlarından biri onu şöyle tanımlar:

“Dünyaya bir volkanın tepesinden bakar gibi bakardı, bayım, hepinize çok uzaktan bakardı, aynı zamanda kendisine de çok uzaktan bakardı ve herkes açıksözlülüğüm için kusura bakmayın, ona sefil böcekler gibi gelirdi; o öyle biriydi; onun tarih kitabında doğa edilgen değildir, tam aksine, hareket eder ve bizi kırbaçlar, gene de biz, zavallı cahiller, bu darbeleri talihsizliğimize ya da kadere bağlarız.” (s. 115)

Garmendia Kardeşler’in katledilmesinin davası açıldığında ortaya çıkan ev hizmetçisinin anlattıkları da dikkat çekicidir. Hizmetçinin anlattıkları hem kendi tarihi hem Şili’nin tarihi hem de terörün tarihidir. Wieder’den birçok kişiymiş gibi bahsederken, Garmendia Kardeşler’i çok silik, ilgisiz figürlere benzetir. Hatırlarsak eğer, romanın ilk bölümünde Pinochet darbesi gerçekleştiğinde de Garmendia Kardeşler hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyor, kitap okumaya devam ediyorlardı. Hizmetçinin anlattıkları Şili’nin devridaim eden darbeler tarihini anımsatır, Wieder bu darbeler tarihinin her döneminde ortaya çıkıp renk değişen figürleri, Garmendia Kardeşler ise etkisiz, çaresiz Şili halkını… Davadan sonuç çıkmaz. Şili Wieder’i unutur çünkü Şili’nin Wieder’den çok daha önemli sorunları vardır artık.

Siyam ikizleri: arayış ve kayboluş

Bir gün Şilili bir detektif çıkar karşısına anlatıcının. Tıpkı Soto, Stein gibi darbe sonrası savrulmuş bir hayatı vardır. Wieder’in yerini bulmak için anlatıcıya yüklü para teklif eder. Anlatıcı ilk başlarda tedirgin, çekingen olmasına rağmen, gördüğü rüya sonrası fikri tamamen değişir.

Wieder ile anlatıcı aynı gemidedir rüyada. Gemi batar, Wieder ile anlatıcıyı dalgalar birbirinden uzaklaştırırken anlatıcı farkına varır Wieder ile aynı gemide olduğunun. Wieder geminin batması için elinden geleni yapmıştır. Anlatıcı ise bunu engellemek için hiçbir şey yapmamıştır. Gemi Şili midir? Darbe günü Garmendia ailesinin evine giden anlatıcının arkadaşları kaybolur, tutuklanır, direnirken o hayatının en mutlu gününü geçirmişti. Anlatıcı yaşananlara seyirci kaldığı için pişman mıdır yoksa?

Şilili detektifin getirdiği dergilerden iz süren anlatıcı Wieder’i bulur. Detektif daha sonra anlatıcıyı Wieder’i tespit etmesi bir bara götürür. Anlatıcı Wieder’i gördüğünde onun hakkındaki tüm yargıları belirsiz olur. Hüzünlü olduğunu, çaresiz olduğunu, sert olduğunu düşünür. Daha sonra bu düşüncelerinin tersini düşünür. Ne söylerse söylesin, söylediklerinden hemen vazgeçer. Ayrıca Wieder’i gördüğünde Nazi subayı tarafından katledilen Bruno Schulz’un kitabını okumaktadır. Detektife Wieder’i tespit ettiğini söyledikten sonra, detektif işini bitirmek için Wieder’in yanına gideceği zaman anlatıcı Wieder’e acır. Onu öldürmemesini ister, kimseye artık zarar vermediğini, onu öldürmenin hiçbir yararı olmayacağını söyler. Detektif geri adım atmaz, gider işini halleder ve gelir. Ancak öldürdüğüne dair bir şey söylemez. Wieder’in öldüğü anlatıcı tarafından sezdirilir, “Her zaman olduğu gibi zor oldu” der detektif. O andan itibaren anlatıcı kendini boşluğa düşmüş, çaresiz, hüzünlü hisseder. Detektifi yolcu etmesiyle birlikte hikâye sonlanır.

Anlatıcı Wieder’e neden acıdı, neden öldürülmesini istemedi? Wieder’i barda uzun yıllar sonra gördüğünde yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

“Bir an için –o an ölüyorum sandım– kendimi neredeyse ona yapışmış, ürkütücü bir siyam ikizi gibi omzunun üstünden şimdi açtığı kitaba bakarken gördüm; öylesine yakındım ki fark etmemesi imkânsızdı.” (s. 146)

Baştan beri kendisi hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz anlatıcı bu noktadan itibaren kurban mı katil mi; baştan beri anlattığı Wieder’in hikâyesi kendi hikâyesi mi yoksa? Neden Wieder’e onca kötülüğüne rağmen acıdı; yoksa bu korkunç mitik figür anlatıcıya çok sıradan bir kişilik olarak mı göründü; ya da anlatıcı darbeden geçen uzun zaman sonra Wieder’in cezalandırılmasının geciken bir adalet olduğunu mu düşündü? Wieder yaptığı korkunç eylemlerle bir katilken, anlatıcı da eylemsizliği, sessizliği sebebiyle kendini katil olarak mı görüyordu?

Roberto Bolaño apaçık gerçeklerden bahsederken, bu gerçekliği kesinlikten uzak, belirsizliğin gölgesinde, soru işaretleri içinde bırakıp ikilik yaratmakta. Bolaño’nun eserlerinin etkisi gerçekliği gözler önüne sererken roman sanatını ihmal etmemesinden kaynaklanıyor. Hemen hemen her eseri birbiriyle yakın akraba olsa bile, belli başlı izlekleri olsa bile, bunları her seferinde, tekrara düşmeden oldukça özgün bir şekilde yapıtlarına yansıtmayı başarıyor. Uzak Yıldız da tıpkı 2666, Vahşi Hafiyeler, Tılsım romanları gibi Bolaño’nun kısacık yaşamına sığdırdığı ama kuşaklar boyu etkisi sürecek bir başyapıt.

•