Evvel zaman içinde bir Boratav masalı

Türkiye’de folklor araştırmacılığının kurucusu Pertev Naili Boratav’ın yaşam öyküsünün kendisi de derlediği masallardaki olağanüstülükleri aratmayacak niteliktedir

06 Ağustos 2015 16:00

Masallar, kuşkusuz, durağanlığın, sıradanlığın ve hatta can sıkıntısının içinden insan zekâsı ve hayal gücünün nasıl bir yaratıcılık içine girebileceğini gösteren en güzel kültürel formları oluştururlar. Olağanüstülük veya olağandışılık masalların en temel belirleyici özellikleridir. Olağan olanın dışına çıkarak nerdeyse sözlü festivaller veya karnavallar olarak karşımıza çıkarlar. Bu anlamda Türkiye’de folklor araştırmacılığının kurucusu Pertev Naili Boratav’ın yaşam öyküsünün kendisi de derlediği masallardaki olağanüstülükleri aratmayacak niteliktedir. Vladimir Propp’un “kötü adamlarını,” Boratav’ın masalsı kahramanlıklarını, ve talihin bütün cilvelerini içinde barındıran bu yaşam öyküsünden bugün Türkiye folkloruna tarihsel değerine paha biçilemeyecek bir arşiv, Türkçe ve yabancı dilde yayımlanmış önemli bir Boratav külliyatı ve Boratav’ı şahsen tanıyan pek çok dostunun güzel hatıraları kaldı.

Boratav külliyatıyla “derinlemesine” tanışmam folklor doktorası yaptığım yıllara rastlar (1988-1993). Bu yıllar, folklor disiplininin uluslararası tartışmalarla yeniden yapılandığı bir dönemdi. Folklor, bağımsız bir araştırma alanı olarak, ulus- devletlerin kuruluş sürecinde millî kültüre temel bir malzeme olarak icad edildi. Önceleri, ulus- devletler, kendi içlerinde kendilerini temsil edecek masal, efsane, destan gibi pek çok folklor malzemesini derlediler, arşivlediler ve yeniden kurgulayarak belli bir millî bir folklor repertuarı oluşturdular. İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle Amerika’da başlayan karşılaştırmalı folklor çalışmalarıyla, disiplin kendi tarihçesi üzerine eleştirel bir bakış açısı geliştirmeye başladı. 1970’lere gelindiğinde, “Folklorda Yeni Bakış Açıları” (New Perspectives on Folklore) hareketiyle birlikte, disiplinin ulus- devletle olan bağı sorgulanarak, folklorun herhangi bir sınırı (millî, etnik, dinî, yerel vs.) tanımlamaktan öte, bir ilişkiler sistemine, topluluk içi veya topluluklar arası sanatsal bir iletişime işaret ettiği düşüncesi gittikçe daha çok kabul görmeye başladı. Buna göre, “millî folklore” olarak yaklaşılan her türlü folklorik malzemenin kendi “tarihsellikleri” içinde değerlendirildikleri ölçüde anlam kazanmaktaydılar.

Pertev Naili Boratav külliyatını, kendi döneminde bağımsız olarak gelişen pek çok diğer folklor araştırmasından ayrıştıran en önemli noktalardan birisi tam da budur. Boratav’ın araştırmaları ve incelemeleri folklor disiplininin kendi özeleştirisinin testinden yüzakıyla çıkarlar: Boratav yaklaşımının içeriği ve tarzı zamana direnir. Pertev Naili Boratav 1970’lerde folklor disiplininin kendi içinde geliştirdiği “icra- merkezcil” yaklaşımı esasında kendi kişisel deneyimi olarak yaşamış ve bu deneyimini bilimadamlığı kimliğiyle de örtüştürmüştür.

Masalların Boratav külliyatı içinde özel ve kıymetli bir yeri vardır. Boratav masalı tanımlarken “dinlik ve büyüklük inanışlarından ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırma iddiası olmayan, kısa bir anlatı” dese de “hayal ürünü” terimine açıklık getirir ve masalı benzer diğer türlerden ayrı bir yere koyar:

“Hayal ürünü sözünü sadece olağanüstü şeyler anlamına almamak gerekir...Masal, olağanüstü çeşidinde de gerçekçi çeşidinde de, anlattığı olayların gerçeğe uyarlık derecesi neolursa olsun, onların hayal yaratması oldukları izlenimini veren, bir anlatı türüdür. Masalı, efsaneden, hikayeden, destandan ayıran niteliklerin başında bu gelir.” (1969:80)

Sol Temayüllü Profesörler Davası ve sonrası...

Masal derlemeciliğinin Boratav’ın kariyerinin başından itibaren özel bir yeri olmuştur. Bu alanda yapmış olduğu iki önemli derleme olan Zaman Zaman İçinde (1958) ve Az Gittik, Uz Gittik (1969), Boratav’ın kendi kişisel tarihinin farklı dönemlerine ve sosyal ilişkilerine tekabül ederler. Bunların yanında derlenmiş 2500’ü aşkın masal hâlen Tarih Vakfı’nda muhafaza edilen arşivde gün ışığına çıkmayı beklemektedir. Bunlar arasından 70 masal, 2001 yılında “Boratav Arşivinden Masallar” serisinin ilk kitabı olarak Uçar Leyli adıyla Muhsine Helimoğlu Yavuz tarafından yayımlanmıştır. Bu masallarda “gerçekçi masallar’ olarak sınıflandırılabileceklerin bir kısmı sıradan yoksul kahramanların maceralarını ele alsa da bu kahramanların anlatı süreci içinde bir şekilde padişah, prens, prenses, bey, Beyoğlu, kadı gibi güç sahibi figürlerle temas kurarak zamanla sınıf atlamaları hayal edilir.

1958 yılında ilk baskısı yapılan Zaman Zaman İçinde, Boratav’ın belki de en zorlu yıllarının, 1947-1957 arası olan çalışmalarının bir ürünüdür. Bilindiği gibi bu dönem Ankara Üniversitesi DTCF’de açılan ilk Halk Bilimi kürsüsünün kapatılması ve Boratav’ın “Sol Temayüllü Profesörler Davası” adıyla bilinen ve beraatle biten bir yargılanma sürecini de kapsamaktaydı. II. Dünya Savaşı’nda yeniden alevlenen Türkçü- milliyetçi yaklaşımlar Boratav’ın folklor çalışmalarını hedef almış ve Boratav hakkında yapılan tuhaf suçlamalardan birisi de “masalların halk, ve destanların aristokrasi sınıfının mahsulü olduğunu söylemek” olmuştu.

Bu noktada belki de Boratav’ın folklorcu kimliğinin yakın dönem kültür tarihi çalışmalarında “Sol Temayüllü Profesörler” davasının gölgesinde kalması ve kendisine yapılan vurgunun genellikle siyasi tarih çerçevesinde olması üzerine birkaç söz söylemek gerekir. 1992- 1998 yılları arasında yapmış olduğumuz pek çok görüşme esnasında Boratav’ın dava konusuna geri dönmekten pek de hoşlanmadığını bizzat gözlemlemiştim. Mahkemeye sunduğu ve sonraları esprili bir şekilde “doktora tezim” olarak adlandırdığı müdafaasında söyleyeceğini söylemiş olduğunu düşünür ve sakin kişiliğinin bir sonucu olarak da davanın aktörleri hakkında herhangi bir şeytanlaştırmadan kaçınırdı. 1990’lu yıllarda dava tutanaklarının görünürlük kazanmasından memnuniyet duymakla birlikte asıl önemle üzerinde durduğu konu, 1947’de DTCF’de başlattığı ve daha sonra Fransa’da Nanterre Üniversitesi’nin Etnoloji Laboratuvarı’nda zenginleştirdiği arşivinin bir kopyasının Türkiye’ye de gönderilmesiydi. Burada belki Türkiye’deki sol hareketin folklora yaklaşımında takip ettiği muhafazakârlığın altı çizilebilir. 1930’lardan 1940’ların sonuna kadar gelişen arşivci- derlemeci ve tasnif edici folklor yaklaşımı, 1950’ler sonrası Türkiye’sinde yerini tamamen popüler kültürel formlara ve kurumlara bırakmıştır. Bu süreçte, folklor, devlet kurumlarında (haliyle de muhafazakâr sağ hareketin içinde) “milli kültür” adı altında ele alınırken, 1960’lardan itibaren yükselen sol kültürel hareket içinde “halk kültürü” olarak adlandırılıyordu. Bu dönemdeki sol hareket için folklor, köylünün, işçinin, ezilenin sesi olarak önemsenerek çoğu zaman yüksek sanata “dönüştürülecek” bir malzeme olarak görülüyordu. 1984 yılında aralarında Cemal Süreya, Demirtaş Ceyhun, Mehmet Bayrak gibi yazarların “Folklor sanata düşman mı?” tartışmaları bu bağlamda “yüksek sanat” ve “halk sanatı” arasındaki hiyerarşiyi yansıtan önemli bir örneklerdir.

Pertev Naili Boratav’ı pek çok aydının folklora yaklaşımından ayıran en önemli özelliği sadece bu konuda derinleşmiş bir araştırmacı olması değil, folklorun her türünü “dönüştürmeden” de sevmesiydi. Bektaşi ve Hoca fıkralarındaki halk kurnazlığına, tekerlemelerin sürreel mizahına büyük kıymet verir, milli folklor repertuarına giren her folklor türüne tarihsel bir merakla yaklaşırdı. “100 soruda” serisinden çıkan iki kitabı incelendiğinde milli folklor türleri arasında her türlü hamasi edebiyata açık Oğuz destanları konusundaki yaklaşımı veya yıllarca süren arşiv ve derleme sonucu oluşturduğu Nasreddin Hoca buna örnektir.

Dava süreci ve sonrasındaki zorlu mücadelesi döneminde yazılmış olmasının yanısıra Zaman Zaman İçinde, Boratav’ın ve öğrencilerinin derlediği tekerleme ve masallara yer verir. Burada özellikle tekerleme geleneğinin, masal anlatıcılığını “anahtarlaması” üzerinde durulur. Ne var ki, Boratav’ın -biraz da kendi döneminin genel bir yaklaşımı olarak- derlemelerini yayımlarken yakın dönem etnograflarından oldukça farklı bir yaklaşım benimsediğini görürüz. Örneğin, farklı anlatılarda uzunluğu değişen bir tekerlemenin üç ayrı versiyonunun bir kesişmesini yayımlamakta mahzur görmez:

   “her tekerlemede -- kendimden bir şey katmaksızın -- bir kaç metinden seçilen unsurları bir araya getirmek suretiyle en tam, en iyi metni biçimlemeyi denedim” (1992:s.11).

Boratav’ın “biçimleme” olarak adlandırdığı yaklaşım, aslında folklor derlemelerinin ancak yazılı dilin kuralları ve poetikası içinde yeniden ele alınırsa okuyucusuna iletilebilir bir forma gelebileceği düşüncesine işaret eder. Boratav’a göre:

   “...halk masalının sözlü gelenekte eriştiği bir uslup, dil ve ifade olgunluğu vardır. Onun için, usta masalcıdan yazılan bir masalı, ona hiç dokunmadan yayımlamak en iyi yoldur. Sözün gelişi ‘hiç dokunmadan’ diyorum. Masalı bugüne kadar işleyenler, konusuna ilişmeseler bile, diline, üslubuna tam bir serbestlikle ‘tasarruf’ etmekte mahzur görmemeişler, onu ‘yeni baştan’ yazmışlardır. Ben, masalın dilinde ve üslubunda da halk sanatçısının çeşnisini bırakmalı diyorum. Bunu yaparken, sözlü anlatmanın yazıya geçerken gerektirdiği bazı ufak ‘dokunmalar’ elbette olacaktır: Şive farklarını, bölgelere göre çeşitlenen gramer tasarruflarını, yalnız sözlü anlatmada işe yarayan, kitaba geçen metinde ise, onun değerine zarar getiren pürüzleri gidermek gibi... Bu türlü dokunmalar masalın kendi geleneğindeki yapısına zarar vermez, belki onu bozmadan, kendi yapısı içinde değerlendirir.” (1992: s.11)

Bazı ufak dokundurmalarla... 

Boratav’ın Zaman Zaman İçinde masal derlemesinden bir on yıl kadar sonra yayımladığı diğer masal derlemesi de Az Gittik, Uz Gittik’dir. Bu ikinci derleme dizisindeki masalların bir kısmı, Boratav’ın Ankara Üniversitesi’ndeki öğrencileri ile Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerinin derledikleri masallardır. Az Gittik, Uz Gittik’de yayımlanan diğer masalların çoğunluğu ise Boratav’ın kendi annesinden 1928- 1962 yılları arasında derlediği bir masal repertuvarıdır. Bugün belki de “imparatorluk masalları” olarak adlandırabileceğimiz bu masallar Boratav için kendi kişisel hayatınında önemli bir parçasıdır:            

“Onlar, çocukluğumu anma vesilesi vermekle benim için ayrı bir değer taşırlar. Annem, masal dünyasının büyülü perdesini bana aralayan ilk insan oldu. Yıllar sonra, halkımın geleneklerini öğrenmeye ve incelemeye girişince, derlemelerim için ilk başvurduğum kişi de yine o olmuştur. Arada geçen uzun süre içinde o, toplumumuzdaki hayat şartları bir hayli değiştiği için belki,masalların bir çoğunu, anlatma fırsatı bulamayıp unutmuştu; ama dağarcığında ne kaldıysa bize hepsini bağışladı. Böylece ondan Türk masalı hazinesine 30 kadar masal kalacaktır; bunlar, bugün [1969] 85’ine yaklaşan bir Türk hanımının, babası ve kocası ile dolaştığı, kimisi şimdi Türkiye sınırları dışında kalmış çeşitli ülkelerden bize ulaştırdığı ve en az yüz yıllık – bazıları daha da fazla – bir yaş verebileceğimiz belgelerdir” (1969: s.12-13).  

Boratav, her iki kitaptaki derlemelerini arşivlerken, derlemenin yapıldığı kişi, yer ve zamanı titizlikle kaydetmiştir. Ancak derleme sonuçlarını yayımlarken, kendi deyimiyle “bazı ufak dokundurmalar” yapar. Burada Boratav’ın temel kaygısı, bir bilimadamı olarak derlediği malzemeyi bir sanatçı olarak okuyucusuna iletebilmektir. Bu kitaplar, her şeyden önce Boratav’ın kendi seçkileridir, bu anlamda da sanatçılık ve bilimadamlığı arasındaki ince çizgide yan yana dururlar.

Boratav’ın masal dünyasıyla ilgili diğer kitapları arasında, Türkçe olarak yayımlanamayan iki inceleme kitabı üzerinde önemle durmak gerekir. Bunlardan ilki, Boratav’ın 1953 yılında Wolfram Eberhard ile birlikte Almanca olarak yayımladığı ve Türk masal tiplerini uluslararası endeksleme modeline göre dizdiği Typen turkischer Volksmarchen Türkiye folkloru için hâlâ benzeri gerçekleştirilememiş çok önemli bir kaynaktır. Bu kitapta kapsanan masal repertuarı bugün elbette ki derlenen yeni masallarla genişlemiştir ve bu dizinin belki de yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ne var ki, Boratav’ın motif tiplerini kataloglaması o günler için öncü bir çalışma olduğu gibi, hâlâ konusu ve kapsamı itibarıyla konusunda tek kaynak olarak kalmıştır.

Bu masal tiplerinin dizini yanında Pertev Naili Boratav’ın bir diğer önemli çalışması ise Fransızca olarak 1963 yılında yayımlanmış olan Le tekerleme: Contribution a l’étude typologique et stylistiques du conte populaire turc adlı kitabıdır. Boratav, Türkçe yayımladığı masal kitaplarında da tekerlemelere ayrıcalıklı bir yer vermekle birlikte, tekerleme türünü kendi özgüllüğü içinde en derinlemesine Le tekerleme’de ele almıştır. 2000 yılında Tarih Vakfı tarafından Türkçeye de çevrilen bu kitapta Boratav terkerlemeyi şöyle tanımlar:

“Tekerleme, halk anlatı türünde farklı biçimlere en iyi uyarlanan biçimsel süstür: Halk masallarına, yani oldukça uzun gerçeküstü ya da gerçek olabileceği kabul edilebilecek masallara; saatlerce hatta geceler boyu okunan düşsel anlatılar olan hikâyelere. Anlatının başında yer aldığında giriş işlevi üstlenir. Kısa kalıplaşmış sözlerle olsun, belli uzunlukta bir anlatıyla olsun, dinleyiciyi olağanüstü bir dünyaya sokmadan önce bilgilendirir ve haberli kılar. Masalın içinde, özellikle atlanması gereken büyük zaman dilimleri ve mekânların bulunduğu yerlerde bölümleri birbirine bağlar, anlatıya gülünç unsurlar katarak gerginliği giderir ve havayı yumuşatır. Masalın sonunda yarıda kalmış hikâyeyi bağlamaya yarayan bir düğüm işlevi görür. Kahramanların, daha çok uzun süre yaşayacakları ve masalın artık onların kaderleriyle ilgilenmeyeceği durumlarda anlatıcı, bir tür sonuç oluşturan kalıp sözlerle ya da kısa bir hikâyeyle yer değiştirir onlara; böylelikle, genellikle tekerlemeye özgü gülünç unsurlar fantezilerle olağanüstü geçmişi, gerçek şimdiye bağlar.”

Masalların büyülü dünyasının anahtarı olan bir Boratav derlemesi tekerlemeyle bitirelim yazımızı, Az Gittik Uz Gittik’te yer alan:

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde..

Eşek dellal iken, deve berber iken.

Bir varmış, bir yokmuş Allahın kulu darıdan çokmuş…

Çok demesi günahmış.

Var varanın, sür sürenin.

Destursuz bağa girenin sopa yemesi çokmuş.

Zamanında, ben üç yüz bir yaşında iken iki arkadaşım vardı: Biri kör, biri çıplak.

Çakmaksız, namlısız, kundak sız tüfekle bitmedik çalı dibinde doğmadık tavşan avına gittik. Çıktık tepenin başına, seyrettik toprağına taşına. Gördük bir göl, ördekler dik.

Ördekler zombala devrildi. Kör aradı buldu çıplak koynuna koydu.

Sapsız, namlısız, ceciksiz bıçakla kanırdık, boğazladık.

Ördekleri pişirip yemek için bir kazan aradık.

Bir cadı karısı rasgeldi:

Lildirim likli, burnu ilikli, kazan başlı, kurbağa dişli, ölü kurbağa gözlü, dağarcık yüzlü, küp karınlı, patlıcan burunlu şipşirdiğini taktırmış, könçeciğini çekiştirmiş, pabucundan boşanan kıyrıklar, haniya o bizim çakmaksız, namlısız, kundaksız tüfeğin saçması mı?

Vızıldayıp geliyor...
 

İllüstrasyon: Yeşim Paktin