Dalgın Sular’da: Elke

Hanım Koçyiğit'in Elke: Ateşte Mühürlenen adlı romanı, İskender Savaşır'ın Dalgın Sular projesinde biçimlenmiş ürünlerden biri... Elke'nin dışında, romanın baş karakterlerinden biri de zaman.

13 Nisan 2020 17:48

2017 yazı ya da sonbaharı olmalı, bir akşam İskender Savaşır, “Sana bir metin göndereceğim; oku da konuşalım hakkında” dedi. Yolladığı metne hiçbir ön bilgim olmadan daldım: Fikir ve dil büyüleyiciydi – kurguda yer yer kayboldum. Sonra metnin yazarı Hanım Koçyiğit ile tanıştım; zaman içinde o metinle nasıl boğuştuğuna, nasıl emek verdiğine, nasıl özenle tekrar tekrar oluşturduğuna bizzat şahidim. [1] Sonunda bir “ilk kitap” olarak Elke: Ateşle Mühürlenen çıktı; [2] iyi ki de baskıya kavuştu…

İskender Savaşır, gerek romanı Tutku 2000’de gerek 2012’den itibaren giriştiği projesi “Dalgın Sular”da “geçmişi ihya etme” gayretine soyunmuştu. Nitekim, 2017 tarihli bir söyleşisinde şöyle demiş:

“Herkesin kişisel geçmişinde bastırılmış olanın ve göz ardı edilmiş olanın yeniden başka bir gözle okunmasının, özgürleştirici bir deneyim olduğu iddiası var. Tabii, kişisel geçmiş ile kültürün geçmişi birbirinden kolay ayrılmaması gereken şeyler. Biz Dalgın Sular’la; fantezi, kurgulama ve anımsama arasındaki çizgiyi kasten bulandırma riskini göze alıyor, hatta teşvik ediyoruz. Bunu yaparken de 'gerçeklik ve düz tarih algısı neydi, gerçekliğin kendisi nasıldı?” sorusuna cevap arıyoruz.” [3]

Elke de bu süreçte biçimlenmiş ürünlerden biri; Dalgın Sular projesinin katılımcılarından olan Hanım Koçyiğit romanında, ithaf ettiği iki kişiden biri olan ninesi Halime’nin izini fantastik bir şekilde sürmekle kalmıyor; 1800’lerden itibaren, “kervanların yolunu bilmediği” (s. 44) bir coğrafyayı ve oranın iç içe geçmiş halklarını yani Kürdünü, Ermenisini, Çerkesini, Acemini, Türkünü hikayeleriyle, masallarıyla, söylenceleriyle, mitolojileriyle “ihya ediyor”.

Romanın baş karakteri, en azından ana karakterlerinden biri Elke. Anadolu coğrafyasının farklı noktalarındaki çeşitli kültürlerde başka başka adlarla anılan bir figür; yeni doğum yapmış loğusa dönemindeki kadınlara göründüğü söylenen, korku salıcı bir “yaratık”[4] üzerine kurmuş romanını Koçyiğit. Tek tanrılı dinlerin otoritelerince genel kabul görmemiş metinlerinde Adem’in ilk karısı olarak anılan Lilit'in [5] soyundan gelen, lanetli addedildiğinden intikam duygularıyla beslenen bir ecinni Elke. Koçyiğit Elke’yi, gücü gümüş dikiş iğnesiyle sınırlanabilip ateşle mühürlenebilen bir öcü olarak kurgulamış; dolayısıyla kurgunun ana karakterlerinden biri de bir gümüş iğne. Battığında kangren eden, kendiliğinden dikebilen, kullanıldıkça parlayan, onu eline geçiremediğinden Elke’nin nehirde hapsolmasına neden olan efsunlu bir iğne. Romanın karakterleri arasında yer alan nesneler iğneyle kalmıyor; Elke’nin canlanmasında rol oynayan hançer de, bir tütün tabakası da, bir ahşap oymalı ceviz kutu da  karşımıza çıkıyor. Roman boyunca Elke, öç arzusunu bir ailenin farklı kuşaklardaki bireyleri ve onların yakınları üzerinde gideriyor; Bedir ile başlayan hikâye, kızı Zöhre’den geçip, torunu Halime ile noktalanıyor.

Zaman da böylece romanın karakterlerinden biri oluyor: “Canda nefes tükene dursun gene de devran dön(er) (s. 10); (z)aman tüm arsızlığı ile insan ömründen günleri, haftaları, ayları yiyerek geç(er) (s. 126). Bu zamanın içine “yandan çarklı gülüşü” (s. 164) olan bir eşkıyaya duyulan ve “dokunmadıkça iflah olmayan” (s. 169) bir aşk da giriyor, eli silah tutabilen on beş yaşından büyük bütün erkekler için seferberlik ilanı da, savaş da…

“Enver Beg tefrikaların diline mühür vurmuş, olmuş olanı kulaklar duymasın diyeymiş.”

“Diyeler ki Sarıkamış buza kesmiş.”

“Moskof gavuruna tek kurşun sıkamadan, uyku diye gelmiş ecel…”

“Ağzını yiyem, de ki kötücül baykuşların yalanıdır. Ana kuzuları, ciğer parçaları kanmamıştır ölüm uykusuna…”

“Tefrikalar yazmazmış, on binlerce asker amansız düşmüş beyaza. Kar kefen olup örtmüş üzerlerini…”

“Paşalar bilmemiş mi, dağların karı geçit vermez, zemheri aman bilmez. Oy evi yıkılasıca felek, oy oy!”

“Hele, sen bilirsin. Deyiver hele ağzına kurban, sağ kalan olmamış mı?”…

(s. 197)

Ardından tehcir geliyor. Kitlelerin toprağından edildiği, telef olduğu, koruma güdüsüyle de olsa Aren’in Yusuf haline getirildiği; Ermenicenin korkudan konuşulamayıp, coğrafyanın dilinin Kırmanci ya da Türkçe olduğu zamanlar. Hanım Koçyiğit romanının kalanında, aslında baştan beri var olan bir karaktere yoğunlaşıyor: Sarkis. Okumamış olanlara haksızlık etmemek için Sarkis’in kurgu içindeki rollerinden bahsetmeyeceğim; ama Hanım Koçyiğit’in romanını ithaf ettiği iki kişiden diğeri olan İskender Savaşır’ın Dalgın Sular projesinde önemli bir yeri olan Hızır ile Sarkis arasındaki benzerliklere işaret etmek istiyorum. Ayrıntılı bir “Xızır ve Aziz Sarkis” karşılaştırması için, Gürdal Aksoy’un, 2012’nin baharında Dipnot Yayınlarından basılan, yeniden gözden geçirilip ilavelerle zenginleştirilmiş ikinci baskısı 2016’da İletişim Yayınlarınca basılmış Dersim: Alevilik, Ermenilik, Kürtlük başlıklı çalışmasının özellikle 70-88. sayfalarına göz atmanızı öneririm. Ayrıca Aksoy, İskender Savaşır’ın Kelimelerin Ana Yurdu ve Tarihi adlı çalışmasında yaptığına benzer bir yöntemle, yalnız inançların, kimliklerin ve toplumsal algıların değil, sözcüklerin de peşine düşüyor. Bu yazı bağlamına dönecek olursak, Gürdal Aksoy çalışmasında Ermeni, Alevi, Kürt kültürlerindeki kültürel etkileşime ve kimi devamlılık unsurlarına Dersim özgülünde bakarken, Hanım Koçyiğit’in romanının ana karakterlerinden Elke’ye de yer veriyor:

“Bu noktada, inanç alanında görülen Ermeni etkilerinden birine geçebiliriz ki, o ise Dersim mitolojisinde bir tür cin olan Helıke/Elke’nin (Kırmancki) adında saklıdır. Helıke ya da Elke, Raa Haqi inançlarında dişi bir cin olup, özellikle doğum yapan kadınlara musallat olur. Ermenilerdeki Alk da benzer özelliklere sahiptir. Boyajian onun eril olduğunu yazarken, Seropyan ise onu ‘kötü özellikli dişi hayaletler’ olarak tanımlar ve ‘yeni doğmuş bebekleri ve hatta ana rahmindeki ceninleri, korkunç kadın görünümüne bürünerek korkuttuklarına inanılır’ diye ekler. Asatrian, Alk’ın Ermenicede çoğul yapan son ekle (-k) birlikte Al cinlerini ifade ettiğini, bu cinin Kürtçede genellikle Al, bazen de Alk biçimiyle geçtiğini ve bunun da açıkça görüldüğü üzere, Ermeniceden alındığını belirtir (…) Alk ve Elke, Türklerde Al Karısı olarak bilinir. Al, Fars mitolojisinde hem bu cinin, hem de yeni doğum yapmış kadınlarda doğumdan kısa bir süre sonra görülebilen bir hastalığın adıdır. Hastalığın kadınlarda doğum sırasında meydana gelen aşırı kan kaybına dayandığı düşünülmektedir. Bu nedenle, Al’ı Farsça ve Türkçede ‘kırmızı’ anlamına geldiği ve bunun da muhtemelen kan kaybını ve kanı refere ettiği öne sürülmüştür. Asatrian bunun popüler bir etimoloji olduğunu kaydetmişken, Ananikian ise Al’ın Babillerdeki dört kötü cinden biri olan Alu ile ilişkilendirmiş ve onun biraz da Yahudilerin Lilith’i ile Elenlerin Lamia’sına denk düştüğünü yazmıştır.” (s. 91-92)

Bu alıntıda Elke ve türevleri ile ilgili olarak yer alan atıfları araştırmayı okuyucuya bırakıyorum, Hanım Koçyiğit’in romanı Elke’ye dönecek olursak: Elke, bir ilk roman olarak yalnızca bir kurgu değil; Anadolu coğrafyasının iç içe geçmiş halkları, kültürleri, etnografyası, tarih(ler)i, siyaset(ler)i, kimlik siyasaları üzerine düşünmeye, okumaya, araştırmaya da sevk eden bir çalışma. Daha nicelerine…


[1] Hanım Koçyiğit, "Bir Serüvendir Yazmak, 8.12.2019, Medyayazar

[2] Hasret Gültekin Kozan, Hanım Koçyiğit ile söyleşi: "Karanlıktan çıkmak için her zaman bir yol var", 1.02.2020, Ekmek ve Gül

[3] Verda Deren, İskender Savaşır ile söyleşi: "Ruhsal Tarih, Dalgın Sular ve Adapazarı", Medyayazar. Bu yazıya ve İskender Savaşır'ın öteki yazılarıyla söyleşilerine ve kitaplarına iskendersavasir.com adresinden ulaşabilirsiniz.

[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Alkarısı; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/324076;

[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Lilith