Edgar Allan Poe’nun kartalı, René Magritte’in yuvası

"Magritte, Poe’ya hayranlığını kartalla dağlara yansıtırken, duvarın üstündeki yumurtalarla onun gerçek ve yapay karmaşasının şiirsel mantığını kelimelerden resme taşır. Yazarın gerçek ve yapay ikileminden öylesine etkilenir ki, hikâyenin sürüklediği kıvrımların hepsinden ustalıkla geçerek mükemmel manzaraya defalarca bakar."

23 Aralık 2021 15:30

“Ve bütün bunların ortasında yükselen; yarı-gotik, yarı-İslami tarzda mimariyle inşa edilmiş, yüzlerce cumbalı penceresi, minaresi ve sivri kulesi kızıl gün ışığıyla parlayan muazzam yapının görüntüsü bir rüya gibidir.
Bu yapıyı sanki türlü türlü peri ve cinler elbirliğiyle inşa etmiştir.”
                                         Edgar Allan Poe, “Arnheim Arazisi”

Sanat izleyicisini gizeme ve hayal kurmaya davet eden resimlerin yaratıcısı René Magritte, somut nesneleri öyle bir anlam boşluğuna atar ki, onun tablolarına bakanlar tarif etmekte zorlandıkları, tuhaf bir duyguda asılı kalırlar. Sürrealist sanatçı, somut gerçekliği tepetaklak ettiği eserleriyle mantık algımızı ters çevirerek bize her defasında sinsice gülümser. Bunu yaparken kimi zaman bir elma, kuş, kaya kullanır, kimi zamansa bulutlar, şemsiyeler ya da yumurtalar…

René Magritte, resimlerine incelikle bakanları, detayların arasına sakladığı sırları arayanları ödüllendirmeyi seven bir ressam… Görsel anlamların peşine düşen dikkatli izleyici, onun dünyasındaki derin gizemi bulmak için tüm bildiği bağlantılara ihanet etmek zorunda hissedebilir kendini. Dünyanın en ünlü piposu onun renkleriyle hafızalarımızda yer etse de, Belçikalı sanatçı, eserinin altına “Bu bir pipo değildir” yazarak bunu “İmgelerin İhaneti” (1928-29) olarak adlandırır ve gülümser bize.

Kendini resimle iletişim kuran bir düşünür olarak tanımlamayı tercih eden Magritte, nesneleri kullanım şekliyle maddesel anlamlarından soyutlar ve onlara yeni anlamlar kazandırır. Bu onun belki de rüya görme tarzıdır. Bir gün uyku sonrası, yarı bilinçli halde odasındaki kafese bakıp kuş yerine yumurta görmesiyle, felsefi yönteminin kendi sözleriyle “yeni ve şaşırtıcı şiirsel gizem”ini kavrar. Böylece 1933 yılında Elective Affinities isimli tablosu dünyaya gelir. Kafesin içindeki kocaman yumurtanın tuhaf ölçeğinin dikkat çektiği bu eser, Johan Wolfgang von Goethe’nin 1809 yılında yayınlanan eserinden ismini alır. Magritte’in “Gönül Yakınlıkları” adını tercih etmesindeki sebeplerden biri, Goethe’nin kimyasal tepkimeler üzerinden baktığı, seçilmiş yakınlık imgelerinin şiirsel gizemini uyku sonrası yaşadığı bu göz yanılmasıyla daha derinlemesine kavradığının işareti olabilir mi?

René Magritte’in eserlerinde gizemli ve ani sürprizlerle her karşılaştığımızda bir rüyaya dalmak üzere olduğumuzu hissederiz. Bu rüyalardan ilham alarak bestelenmiş şarkılar, yaratılmış film sahneleri ve oldukça geniş yelpazede hayat bulmuş tasarımlar var. Sanatçının büyük hayranı olan Paul McCartney, The Beatles’ın kurduğu plak şirketi Apple Corps’un yeşil elmasının René Magritte’in eserinden etkilenerek doğduğunu söylemiştir. Üzerinde “Au Revoir” yazan bu koca yeşil elma hâlâ Paul McCartney’in koleksiyonunda yer alır.

René Magritte, La Reproduction interdite (Not to Be Reproduced), Brüksel,  1937

Birçok sanatçının yaratım sürecinde etkisi olan ressamın bizi elimizden tutup götürdüğü gizemli dünyasında ise Edgar Allan Poe hayranlığıyla karşılaşırız. “Kopyalanmamış” (Not to be Reproduced, 1937) eserinde, ayakta aynaya bakan adamın hemen sağında bir kitap durur. Kitabın aynadaki görüntüsü doğal yasalara uygun şekilde yansıyarak ulaşır bize. Bu, Edgar Allan Poe’nun tamamlanmış tek romanı olan Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’nün Fransızca kopyasıdır. Sırtını gördüğümüz adamın (ki bu adam James Edward) omzunun üzerinden attığımız bakışımız ise aynada aradığı yüzü bulamaz. Gördüğümüz her şeyin başka bir şeyi gizlediğini ve bu gizli olana muazzam ilgi duyduğumuzu söyler René Magritte… Basılmış bir kitabın kelimeleri değişmez, nasıl görünüyorsa öyledir. Peki bir insan için bunu söylemek mümkün mü? Sanatçı, bizi sürüklediği bu ikili gerçekliğin gizemli kurgusunda, Edgar Allan Poe’nun kitabını bir ipucu olarak başucumuza koyar. Ve Poe, kitabında hikâyeyi beklenmedik şekilde aniden bitirerek şaşırtır bizi.

René Magritte’in yazarın sembolik hikâyelerinden en önemlisine hayranlık dolu selamını Le domaine d’Arnheim (“Arnheim Arazisi”) resimlerinde görürüz. Poe’nun ilk kez 1847 yılında yayınlanan “The Domain of Arnheim” (Arnheim Arazisi) adlı öyküsünün kahramanı, Ellison adında zengin bir adamdır. Her zaman olağanüstü bir hayat süren ve şairane ruhlu bir beyefendi olan Ellison’a 450 milyon dolar miras kalır, o da mükemmelliğe ulaşmak için uzun bir yolculuğa çıkar.

René Magritte, Le domaine d’Arnheim, 1949

René Magritte, Le domaine d’Arnheim, 1962

Edgar Allan Poe, ruhunu ifade ettiğini söylediği Arnheim Arazisi’nde “Ressam gözüyle baktığımızda, yeryüzündeki doğal manzaraların hiçbirinin ‘kompozisyonunu’ mükemmel bulamayız” diye yazar. Belki de René Magritte’i en çok bu heyecanlandırır ve mükemmel manzarayı şiirsel bir ideal olarak, sürrealist dokunuşlarla ifade eder. Hem de bir defa değil! Bu Magritte’e o kadar çekici gelmiş olmalı ki, temayı defalarca tekrarlar. Edgar Allan Poe’nun Ellison ile dört yılda keşfettiği Arnheim’de, yüksek dağların eteklerinde ihtişamla parlayan muazzam yapıya René Magritte 1938-1962 yılları arasında yaptığı resimlerle birçok kez gider ve mükemmel manzarayı her defasında yaratır.

Magritte, Poe’ya hayranlığını kartalla dağlara yansıtırken, duvarın üstündeki yumurtalarla onun gerçek ve yapay karmaşasının şiirsel mantığını kelimelerden resme taşır. Farklı varlıklar arasındaki garip ama olası çağrışımın ustası olan sanatçı, yazarın gerçek ve yapay ikileminden öylesine etkilenir ki, hikâyenin sürüklediği kıvrımların hepsinden ustalıkla geçerek mükemmel manzaraya defalarca bakar. O kayığa biner ve Arnheim’a giden yoldaki bütün yamaçlardan geçerek, bir oturma odasının kırık camlarının arkasından, dağlarla kaplı, kartal şeklindeki o soğuk manzarayı izler. Kartalın her an kanatlanacağını düşündüren heybeti, kırık parçalar üzerinden bile gücünü hissettirir. “Sivri kulesi kızıl gün ışığıyla parlayan muazzam yapının”duvarındaki imgelerle tutkusunu görünür hale taşıyarak bir daha bakar o manzaraya, sonra bir daha ve bir daha…

“Kartal yuvası” anlamına gelen Arnheim’ı tuvalin çoğuna hâkim formda dağlara teslim ederken, önümüze odaklanmamız için her seferinde nesneler koyar. Böylece natürmort resim motiflerini benzersiz ve tehditkâr bir manzarada birleştirir. Bu, ressamın yarattığı yeni düzenin vizyonudur. Bize bildiğimiz tüm nesnelerin anlamlarını unutturmak için hazırladığı arayışının sonucudur.

“Sanatçının sanatından aldığı his, matematiksel denklemlerinden daha gerçektir. O, gerçek güzelliğin ancak ve ancak maddenin birtakım keyfi şekillerde düzenlenmesiyle elde edilebileceğine sadece inanmakla kalmaz, aynı zamanda bunu şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde bilir.”

Edgar Allan Poe’un aynı hikâyede yer alan bu satırlarına bakılırsa, yazarın hikâyenin sonunda tasvir ettiği, mükemmel manzaraya bakan o muazzam yapı, René Magritte’in elleriyle inşa ettiği kendi yuvasıdır.

 

GİRİŞ RESMİ:


René Magritte, Le domaine d’Arnheim, 1938.
Sağda, Edgar Allan Poe'nun internette çok rastlanan bir pozu.
Ama sahte bir fotoğraf bu; aslında bir doktorun fotoğrafıyken (esas olarak eski bir kartpostal), Poe'nun bu pozu Photoshop marifetiyle yaratılmış...