Üçüncü kitabı Lojman’da aile üzerinden iktidar-yapı ve bedene odaklanan Ebru Ojen “Bizi saran, başımızın üstünü örten kalın duvarlar olmadan güvende bile hissetmiyoruz," diyor: "Artık bu korkutucu bile değil. Benim ise bir yaşam hayalim yok! Vitrinlere bakıyorum ve ışık görmediğim gelecekten, insandan fayda beklemiyorum.”
03 Şubat 2021 23:26
Yazar Ebru Ojen, Aşı ve Et Yiyenler Birbirini Öldürsün isimli kitaplarından ardından üçüncü kitabı Lojman’la karşımızda. Bir dağ köyüne öğretmen olarak atanan Metin, günün birinde evden çıkıp gidiyor, eşi Selma ve çocuklar da farklı bir ruhsal yolculuğa çıkıyorlar – ama lojmanın içinde… Selma karakteri kadın ve annelik, Metin karakteri erkeklik ve babalık üzerine çok şey söylüyor. Toplumsal rolleri ve kurumları sorgulayan roman, cesur ve kendine özgü anlatım diliyle de dikkat çekiyor. Ebru Ojen, anne Selma’nın çocuklarına tavrıyla da okuyucuyu sınayan Lojman’la ilgilı soruları yanıtladı...
Lojman, Erciş Ovası ile Van Gölünün ayrıntılı bir şekilde tasvir edildiği bir roman. Kış mevsimi anlatılıyor. Siz verdiğiniz bir röportajda “Kışı seçmemin nedeni tamamen kendime işkence etmek. Kışı, karı hiç sevmem. Lojmanları da sevmem, ikisi bir arada” diyorsunuz. Amacınız hem kendinizi hem de okuyucuyu hoşlanmayacağı durumlarla yüzleştirmek mi?
İlk amacım bu olmasa da gizli bir maksat böylece su yüzüne çıkıyor olabilir, okuyucu ile birlikte kendi canımı da sıkmaya meyilli olabilirim. Bu işin şakası değil! İyi niyet gösterilerini bütünüyle inkâr eden, dünyaya umutlu gözlerle bakmayan bir insan olduğuma göre okuyucuyu sevgi dolu bir romanla karşılaştırmamaktaki tutumum açıkça fark ediliyorsa, ne onur bana.
Lojman sizin üçüncü kitabınız. Yazdıklarınızın konularına nasıl karar veriyorsunuz?
Romanlarımı gözlemlerim sonucunda beni etkileyen olaylardan yola çıkarak kurguluyorum. Mesela Lojman bir yapı olarak benim etrafında bir sırtlan gibi dönüp durduğum kavramları bütünüyle karşıladığı için anlatmak istediklerimi onun içine yerleştirdim. Bir aile anlatmak istedim çünkü lojman ve aile yüksek bir uyumla birbirlerini tamamlıyordu. Lojman’daki aile sık karşılaşmadığımız bir aile gibi görünebilir, ama ilk aklınıza gelen fikre kapılmamanız konusunda sizi uyarmalıyım, çünkü o aile biziz. Sıradanlık gösterilerimizi dışarıda tutarak muhakeme ettiğimizde kurum ya da yapı ile ilişkimizin fotoğrafını çekmiş oluruz. Gözlemlerimi yönlendiren konular üzerinden romanlarımın çerçevesini, anlatacağı olayları, fikirsel temaslarını tasarlıyorum. Gerçekten apaçık göründüğü gibi kitaplarımın konularını deneyimlerimden, gözlemlerimden, şahit olduğum olaylardan yola çıkarak oluşturuyorum.
Kitapta okuyucunun üzerinde düşüneceği çok konu var. Kurumlar, kadın-erkek ilişkileri, anne-çocuk ilişkileri, toplumun kadına verdiği görev ve yetkiler. Bu kitap hangi ögesiyle ön plana çıkmalı sizce?
Ben yapı ile ilişkilenme şeklimiz üzerine bize çok şey verebilen bir roman olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Romanı tamamen bunun üzerine kurduğum için söyleyeceklerim yanlı olabilir. Garip bir şekilde yazarların üzerine pek düşünmediği meseleler okuyucuların ilk kokladıkları şeyler oluyor. Okuyucu nasıl isterse öyle anlıyor. Buna hiçbir yazar engel olamaz. Elbette Lojman’da sıradan bir aile var ve o ailenin bireyleri kadın-erkek ve çocuklardan oluşuyor ve kaçınılmaz olarak bir erkek, erkek olmanın yükü ile bir kadın da kadın olmanın yükü ile işleniyor. Keza çocuklar da öyle. Ama bu demek olmuyor ki, oradaki konunun yoğunluğu kadın meselesi üzerinden ilerliyor ya da çocuk meselesi üzerinden... Beni iktidar-yapı-beden ilişkisi ilgilendiriyor. Yapı ile eşitlendiğimizde başımıza gelenleri yazıyorum.
Küçük alanlarda yaşamamızın hareket alanlarımızı daralttığını söylüyorsunuz. İkinci kitabınız apartmanda, bu kitabınız lojmanda geçiyor. Bugünkü hayatlarımızda hangisi daha çekilmez, sizin yaşam hayaliniz ne?
Artık çekilmez değil; uyum sağladık. Dar alanlara uyumumuz ile ünlüyüz hatta. Yapı ile öylesine iç içe geçmiş durumdayız ki, bizi bir ovanın ortasına koysalar kafamızı bir taşla kırabiliriz. Bizi saran, başımızın üstünü örten kalın duvarlar olmadan kendimizi güvende bile hissetmiyoruz. Artık bu korkutucu bile değil. Benim ise bir yaşam hayalim yok! Kentlere, karmaşaya ayak uyduruyorum. Vitrinlere bakıyorum ve ışık görmediğim gelecekten, insandan fayda beklemiyorum. Bu serüvenin hiçbir anında duygusal olmadım. Aklımın bana yol göstermesi dışında kavrayışımı kısıtlayan bağları oldukça zayıflattım. Böylece yaşamın içinde serinkanlılıkla ilerliyorum.
Selma’ya çocuklarıyla ilgili davranış ve sorumsuzluğundan ötürü kızmamak mümkün değil. Ama bir yandan da Selma, kitapta şunu soruyor: Neden kimse Selma’ya çocuğu olmasını isteyip istemediğini sormadı ki? O zaman suçlu ona isteklerini sormayan ve dayatan sistem mi?
Sistemle ilgili sorulara cevap verirken, kendimi bir komplo teorisyeni gibi hissederim hep. Onların heyecanı da kapsayan endişeli aklının içindeymişim gibi gelir bana. Sanki bizim dışımızda bir güç var ve o yönlendirdi bizi bunca saçmalığa! (Dış mihraklar komedisi gibi) Hayır, bu değil! Biz yaptık. Sorumluluk bize ait. Konforumuz söz konusu olduğunda karşı çıkmaktan, isyana meyilli yanımızı gün yüzüne çıkarmaktan imtina ediyoruz o kadar. Selma’ya gelecek olursak, o sevgilisine âşık bir roman karakteri. Sevgilisi tüm saf niyetleriyle bir aile olmanın yolunun çocuk yapmaktan geçtiği kanaatinde. Tüm bunların sonunda Selma âşığına karşı koymuyor. Aşkı öldüren başlıklar var ona göre. Tüm o başlıkların yok ettiği aşkı, tensel arzuyu isteyen bir karakterin hissettikleri, düşündükleri, belirsiz sınırları onda vücut buluyor.
Kadına şiddetin konuşulduğu günümüzde Metin de aslında hamile haliyle onu yalnız bırakarak ve lojmanda yaşamaya mahkûm ederek Selma’ya bir çeşit işkence etmiyor mu?
Elbette işkence etmiyor. Metin, Selma’yı bir aşk kavgası sonucu birkaç saatliğine terk ediyor ve doğa onun başına bir iş getiriyor. Metin Selma’yı özellikle terk etmiş, ona işkence etmeye ant içmiş karikatür bir karakter olmanın çok çok ötesinde. Hatta roman boyunca görüyoruz ki, çocukların tüm sorumluluğunu Metin üstlenmiş. Ayrıca roman boyunca ne Selma’nın ne de diğer karakterlerin ağzından Metin’e dair rahatsız edici şeyler okumuyoruz. Çünkü o da Selma gibi bir âşık. İkisi de aralarındaki aşkın bitmesi üzerine buhranlar yaşıyor. Selma ise romanda kalıcı olarak varlığını sürdüren bir karakter olduğundan biz, onu bu aşkı yok eden sebepleri düşünürken buluyoruz. Ona göre suçlu lojmanlar ve çocuklar. İşte burada yapının onlara sistematik olarak uyguladığı kötülüğe şahit oluyoruz. Onları aile yapan, aileyi sürdürmeye zorunlu kılan şey yapı.
Evlilik kurumuna inanmayanların sayısı artıyor. Bu da sizin ilk kitaptan beri ele aldığınız ‘beden-kurum’ ilişkisine olan güvensizliğin bir sonucu mu?
Aksine insanın mahvına yol açtığı için bu görkemli ilişkiye güvenim tam. Umuyorum ki çok daha fena, geri dönülmez sonuçlarla karşılaştıracak bizi. Halihazırda sağaltılması imkânsız bir münasebet. Bence göz kamaştırıcı. Memnuniyetle gözlemliyorum sonuçlarını. İnsanlık kökünden yok olana kadar bu marazlı ilişki çalışmaya devam edecek. Ben ise bir yazar olarak, insanlık iyiliğe bulanmış tiksinç karmaşasında boğulup yok olana dek ve ömrüm yettiğince olan biteni gözlemleyerek yazmaya devam edeceğim.
•