Lucien X. Polastron’un yazdığı Kitap Yakmanın Tarihi, bizleri yıkımla, istilalarla, imhayla dolu bir dünya tarihiyle yüzleştiriyor. “21. yüzyıldayız ve insanlık hâlâ kitap yakmaya devam ediyor. Demek ki kitap hâlâ güçlü” diyor Polastron...
08 Nisan 2015 15:00
“Kül”, “yok olmak”, “yok etmek”, “imha”, “yasak”, “yakmak”, “yakılmak”… Bunlar, Fransız yazar Lucien X. Polastron’un Kitap Yakmanın Tarihi adlı eserinde en sık geçen kelimeler. Yazılmaya başlandığı gibi yakılmaya da başlanmış olan kitapların tarihini anlatıyor bu kitap; kül olan külliyatların çetelesini tutuyor.
Elbette belli başlı edebiyat eserleri, insanın içine ateş düşüren bu konuyu ele almıştı. Fahrenheit 451‘in yazarı Ray Bradbury, İskenderiye Kütüphanesi yangınını öğrendiğinde dokuz yaşında bir çocuktur, ama gözyaşlarını tutamaz. Aradan uzun yıllar geçince “Yakmak bir zevkti,” diye başlayan o ünlü roman ortaya çıkar. Fahrenheit 451, sansüre, totalitarizme, faşizme karşı yazılmış büyük bir romandır; Bradbury’nin uzak geçmişte yaşandığını gördüğü gerçekler ile yakın gelecekte yaşanacağını öngördüğü kâbusları birleştirir. Distopyalarda, silinmesi gereken bir tarih ve tektipleştirilen insanlara benimsetilmesi gereken bir ideoloji varsa, eski kitapların, yazının, dilin ortadan kaldırılması gerekir. Ursula K. Le Guin’in Sesler‘i de kitapların “birileri” için ne kadar korkutucu olduğunu anlatır. Dinler arasındaki savaşın kaynağında kitaplar ve yazı vardır. Özgürlük kehanetlerinin yazıldığı kitaplar yok edilir.
İnsanlık ne zaman kitap yakmaya başladı? Bugüne kadar kimler, hangi sebeplerle kitap imha etti? Günümüzde, çok farkında olmasak da birileri kitap yakmaya, kütüphaneleri imha etmeye devam ediyor mu? Bu soruların cevaplarına ulaşmak için kenarda köşede kalmış kaynaklara ulaşmak, ayrıntılı bir araştırma yapmak gerekirdi. Belki sadece “neden” sorusunun cevabı basit olabilir: “Bilgili bir halk yönetilemez; çünkü, Aztekler’de olduğu gibi, fethedilmiş ülkelerin tarihi ya da inancı değişmelidir; çünkü gelmiş geçmiş tüm kıyamet tellalları dünyayı ancak okuma- yazma bilmeyenlerin kurtarabileceğini vaaz eder; çünkü kitap gibi bir şeyin biriktirilmesi yeni iktidarları daima tehlikeye atar.” Diğer soruların cevaplarıysa o kadar basit değil. 400 sayfalık bu kitap, her sayfada içimize ateş düşüren rakamlarla, tarihlerle, istatistiklerle ilerliyor. Bir noktada yakılan, imha edilen kitaplarla ilgili bilgileri sadece rakam olarak görmeye başlayıp kayıtsızlaşmak bile mümkün. Yine de yazar bu bilgilerin arasına girip kendi üslubuyla kısa bir süreliğine de olsa kafamızı dağıtabiliyor.
İnceleme eserlerinde bazı yazarlar kendilerini gizler; belgelerin, tezlerin, rakamların, iddiaların, istatistiklerin, kaynakçaların arkasına sığınır. Yazarın şahsi yorumu kendini belli edebilir, fakat akademik kimlikten sıyrılmak o kadar kolay değildir. Böylece yazarın üslubunu bulmak deyim yerindeyse, çöplükte iğne aramaya benzer. Lucien X. Polastron da kitap boyunca araştırmalara, kaynaklara bel bağlıyor ama üslubunu yer yer görmek mümkün oluyor. Polastron sanki, hafif bir okuma vaat etmeyen bu kitabın ağırlığını azaltmak istercesine, iğneleyici göndermelerle ve arada sırada yaptığı esprilerle metni süslemeye çalışan hafif alaycı bir yazar. Tabii bu üslubu destekleyecek okurlar da olabilir. Ama kitaptaki içeriğin böyle bir tutuma ihtiyacı var mı, işte o tartışılır.
Bradbury’nin romanı nasıl İskenderiye yangınıyla doğmuşsa, kütüphane dediğimiz şeyin de İskenderiye’de doğduğunun altını çiziyor yazar. Kitabın belki de en önemli dipnotunda şunu söylüyor: “‘Bibliothèque’ [kütüphane] (kitap kutusu, daha sonra haznesi) kelimesi eski Yunanca biblion’dan gelir. Biblion takdire değer sayıda yazılı metnin var olmaya başladığı dönemdeki en yaygın kitap formu olan papirüs rulosudur. Biblion kelimesiyse tamamen Mısır’a özgü bir ürün olan papirüs sapının göbeği anlamına gelen büblos’tan türemiştir. Her ne olursa olsun, kütüphane İskenderiye’de doğmuş ve adını orada almıştır.” İskenderiye’deki kitaplar yok olmasaydı ne olurdu? Tarih nasıl değişirdi? Bu soruyu da cevapsız bırakmıyor yazar: “Bu kütüphane hayatta kalmış olsaydı, karanlıklar çağı, Hıristiyanlığın bütün ağırlığına rağmen çok daha az karanlık olurdu.”
Bizi yıkımla, istilalarla, imhayla dolu bir dünya tarihiyle yüzleştiren bu kitap, kültürlerin nasıl acımasızca silinmeye çalışıldığını net bir şekilde gösteriyor. Selçuklular, Abbasiler, Moğollar, Franklar, Osmanlılar, dünyayı birbirine zindan etmeye çalışan devletler, imparatorluklar, insanlarla birlikte kitapları da yok ediyor, çünkü şuna inanıyorlar: “Düşmanımın kitabı düşmanımdır.”
Kitap, ilk bölümlerde sanki Arap ve İslam dünyasına bir önyargıyla yaklaşıyor gibi görünüyor ama ilerleyen bölümlerde doğudan ya da batıdan, kuzeyden ya da güneyden her türlü kitap düşmanı zihniyeti rakamlarla ele alıyor. Polastron, ilk bölümlerde Müslümanların başrolde olduğu kitap imhalarının öyküsünü ya da 1453’ten sonra Sultan Mehmet’in “Fatih” unvanını kazandığını ancak imha edilen kitaplar nedeniyle “şair” itibarını kaybettiğini anlatırken, sonraki bölümlerde zorla vaftiz edilip kitapları yakılan Müslümanları ve yok edilen Kuran’ları da ele alıyor.
Kitap Yakmanın Tarihi, Arap ve Müslüman dünyasındaki dinî ayrışmaların sebep olduğu düşmanlıklardan Haçlı Seferleri’ne, İstanbul’un fethinden Avrupalıların Güney Amerika istilasına, Fransız Devrimi’nden Paris Komünü’ne, İngilizlerin Kuzey Amerika işgalinden İkinci Dünya Savaşı’na ve tabii ki Nazilere kadar gelen bir imha kılavuzu adeta. Burada da kalmıyor, Sırplar’ın Bosna’daki katliamında kitapların da yok edildiğini ya da ABD’nin Irak işgalinin aynı zamanda bir kitap katliamı olduğunu da hatırlatıyor. Nazi dönemine bir virgül koyup ayrıca dikkat etmek gerekiyor, çünkü yazara göre birçok imha, toplu kitap yakımı, çarpışmaların ya da savaşların bir yan etkisi olarak değerlendirilebilir, ama Nazilerin kitap katliamı, hedefi sadece kitap yok etmek olan örgütlü planların sonucunda, görkemli törenlerle gerçekleşmiştir. Polastron bu noktada da tek taraflı kalmayıp, Stalin döneminde Sovyetler’in de işgal ettiği bölgelerde kütüphaneleri nasıl yakıp yıktığından ya da kendisi de eski bir kütüphaneci olan Mao’nun Çin’de yaktırdığı kitaplardan bahsetmeden geçmiyor.
Eserin adı Kitap Yakmanın Tarihi, ama günümüzden yüzyıllar önce başlayıp biten, geçmişte kalmış bir yangını anlatmıyor sadece. Polastron’un tarih boyunca, Sri Lanka’dan Kamboçya’ya, Afganistan’dan Irak’a kadar dünyanın dört bir yanından örnekler vererek anlattığı bu kitap imhalarının sonu gelmiyor. Bir noktada, kitabın ateşle imtihanına bir türlü son noktayı koyamamaktan şikâyetçi olan yazar çok önemli bir şeyi fark ediyor: “Bu kitabın bitmesi mümkün değil, bunu kesin olarak söylüyorum,” diyor. Artık 21. yüzyıldayız ve insanlık hâlâ kitap yakmaya devam ediyor. Demek ki kitap hâlâ güçlü; direniyor ve yok olmuyor. Kitaplar küllerinden doğuyor. Yine de, ateşle yaklaşmayınız!