Dijital kapitalizmi anlamak için…

Pandemi sonrasında hayatlarımızı derinden dönüştüren ve büyük ölçüde kanıksanan dijitalleşmeyi, dijital kapitalizmin yapısını ve işleyişini eleştirel bir şekilde ele alan, “ufuk açıcı” bazı kitap önerileri...

Kapitalizm, dijitalleşme ile birlikte ciddi biçimde dönüştü. Metaların üretimi, dolaşımı, emek süreçlerinin kontrolü, kültür endüstrilerinin yapısı ve meslek tanımları, dijitalleşmenin getirdiği radikal dönüşümden nasibini aldı. Liberal öğreti doğrultusunda düşünen birçok isim bu dönüşümü büyük bir coşkuyla karşılayıp, artık, her açıdan, yepyeni bir dönemin içerisinde olduğumuzu ilan etse de, eleştirel düşünür ve akademisyenler bu dönüşümün üstüne örtülen ideolojik perdeyi aralayan nitelikli çalışmalara imza attı. Özellikle, Türkçe literatürde ortalığı teknolojik belirlenimci ve kullanma kılavuzu niteliğinde kitaplar sarmışken, bu konuya kafa yoran yazar ve akademisyenlerden, dijital kapitalizmin yapısını ve işleyişini eleştirel bir şekilde ele alan, “kafa açıcı” ve nitelikli kitap önerileri istedik. Pandemi sonrasında hayatlarımızı derinden dönüştüren ve büyük ölçüde kanıksanan dijitalleşmeyi ve kapitalizmle ilişkisini eleştirel bir perspektifle ele almak isteyen okurların faydalanacağını düşündüğümüz listeyi sizlerle paylaşıyoruz…

Dijital Kapitalizmin Ötesinde: Yeni Yaşam Biçimleri

ADEM YEŞİLYURT

Son yıllara damgasını vuran teknolojik değişimler Covid-19 pandemisiyle birlikte beklenmedik bir ivme kazanarak online eğitim, evden çalışma pratikleri, Zoom toplantıları ve dijital kültür-sanat ürünleriyle gündelik hayatlarımızı yeniden şekillendiriyor. Pandemi koşullarında bile kapitalist üretimin kesintisiz sürmesi ve toplumsal yeniden üretim için her gün işe gitmek zorunda kalan çalışan sınıflar ise artan dijital gözetim ve denetim uygulamalarına tabi tutulmakta. Socialist Register dergisi[1], tam da böyle bir dönemde geçtiğimiz Ekim’de yayımlanan 57. sayısında dijital kapitalizm çağındaki teknolojik değişimlerin ortaya çıkardığı çelişkilere ve başka türlü yaşam biçimlerine odaklanıyor; ilk olarak 56. sayıda Piyasa Distopyasının Ötesinde izini sürdüğü yeni yaşam biçimlerini bu sefer Dijital Kapitalizmin Ötesinde tahayyül ediyor.[2]

Pandemi, bir taraftan devletlerin böyle bir kriz karşısında hiçbir hazırlığı ve planı olmadığını ortaya çıkarırken diğer taraftan özellikle toplumsal yeniden üretim alanındaki sınıfsal, etnik ve ırksal eşitsizliklerin daha fazla ortaya çıkmasını sağladı. Derginin bu sayısı da 21. yüzyılda kapitalist piyasa distopyasının vazgeçilmez bir parçası olan dijital teknolojilere determinist, fütürist ve ütopyacı bakışlara karşı çıkarak kapitalist birikim ve sömürü mantığının ürettiği yeni çelişkilere ve bu çelişkilere karşı geliştirilen mücadele yolları ile başka bir dünya tahayyülü için demokratik sosyalist yöntemlere ağırlık veriyor. Editörlerin önsözünde L. Panitch ve G. Albo, pandemiyle yükselen küresel kriz karşısında yüksek teknoloji şirketlerinin sadece iletişim yöntemlerimizi değil, çalışma ve tüketim biçimlerimizi yani genel olarak yaşam biçimlerimizi nasıl değiştirdiklerine ve bu değişikliklerin ardındaki çelişkilere dikkat çekerek sayının temel derdini ortaya koyuyorlar.

Devamında 17 makaleye yer verilen cildi dört bölüme ayırmak mümkün. Sayı, U. Huws’un pandemi süresince küresel emek piyasalarındaki değişiklikleri ve çelişkileri tartışırken toplumdan izole bir şekilde evden çalışanlar ile mal ve hizmetlerin teslimatı için kendilerini riske atarak güvencesiz bir şekilde çalışmaya mahkûm olanlar arasındaki derinleşen kutuplaşmaya ve son dönemlerde ortaya çıkan karşı hareketlere değinen kurucu yazısıyla açılıyor. Devam eden bölümlerin bu temel yazı üstüne şekillendiği söylenebilir. Huws’un yazısından sonraki üç yazıyı kapsayan ikinci bölüm, dönüşen kapitalist zamansallıkla birlikte yeni çalışma biçimlerindeki artan sömürüyü ve dijital kapitalizmde otomasyon, yapay zekâ ve büyük veri gibi teknolojilerin kapitalist üretim, dolaşım ve tüketim süreçlerindeki rolünü ele alıyor. Takip eden üç yazı ise büyük teknoloji şirketlerinin yarattığı çelişkiler ile gözetim pratiklerini tartışıyor ve dijital kapitalizmin içinde ama ona karşı sosyal medya platformlarını nasıl kullanabileceğimizi sorguluyor ve platform sosyalizmi önerisini gündeme getiriyor. Sayının alternatif yaşam biçimlerini tartışmaya açan kalan on yazısından oluşan büyük bölümü ise işçi sınıfı sinemasından gözetime karşı yeni direniş biçimlerine, neoliberal moda endüstrisine karşı yeni giyim kuşam yollarına, düşük karbon tüketimine dayalı kamusal ulaşımdan müşterek restoranlara, bakım emeğine, sağlık teknolojilerine ve nihayetinde başka türlü bir gelecek için demokratik sosyalist planlamaya ve kapitalizm sonrası dünya tahayyüllerine odaklanıyor. Bu bölümde gündelik hayatlarımızda belirgin değişimler başlatabileceğimiz ipuçlarını bulmak mümkün, lakin bazı yazıların somut gerçeklikle bağı iyi kuralamadığı için fazla provakatif kaldığını söylemek gerek.

Kısacası, Socialist Register’ın son sayısı dijital kapitalizmde üretim, dolaşım ve tüketim süreçlerindeki çelişkileri ve sınıfsal karşılaşmaların artırdığı kutuplaşmaların arka planını anlamamıza olanak sağlarken kapitalizm sonrası bir toplum için yaşam biçimlerimizi nasıl dönüştürebileceğimize dair de bir alet çantası sunuyor. Okuyup yaygınlaştırmak için sıra bizde, iyi okumalar.

Socialist Register 2021: Beyond Digital Capitalism – New Ways of Living, der. L. Panitch ve G. Albo, Vol. 57, London: The Merlin Press, 2020.

Ekonomi-politik açıdan dijitalleşmenin tarihsel gelişimi

BEHLÜL ÇALIŞKAN

Halk arasındaki dijital teknolojiye dönük gereğinden fazla iyimserliğin yerini distopik bir karamsarlığa bıraktığı dönüm noktalarından biri, Edward Snowden’ın ABD merkezli küresel gözetim mekanizmasının işleyişini ifşa etmesi olmuştu.

İnsanları esnek ve kuralsız çalıştıran, hedefe yönelik enformasyon bombardımanıyla tüketim nesnesine dönüştüren ve yerleşik düzene itiraz getirmesi halinde coğrafi bilgi sistemleri vasıtasıyla yeryüzünün herhangi bir bölgesinde hedefe dönüştürebilen bu sibernetik diktatörlüğü sorgulamaya başlatanın en mahrem alanın, yani yatak odasının gözetlenebileceği endişesi olması, modern toplumdaki birey odaklı dönüşüme çarpıcı bir örnek teşkil ediyor.

Britanyalı medya kuramcısı Charlie Gere, dijitalleşmenin tarihsel gelişim seyrini ekonomi-politik bir yaklaşımla ele aldığı kitabında, kökleri modern toplumun doğumuna değin uzanan ve başat aktörünün serbest piyasa kapitalizmi olduğu bu dönüşümün cömertçe kullanmaya hayli alışık olduğumuz gibi “yeni” olan pek bir şey içermediğini ortaya sererek dijital teknolojinin sanat, müzik, tasarım, film, edebiyat ve diğer alanlardaki izdüşümünü bu bağlamda inceliyor.

Digital Culture, bilhassa İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenerek gündelik hayatımızın her alanına hâkim olan dijital kültür fenomenini tarihsel kökleriyle birlikte anlamak isteyen ama bunu yaparken de tekno-ütopyacı dilin hayli baskın olduğu iletişim çalışmaları yazınının fütürist savlarıyla yıkanmak istemeyen iletişim öğrencileri için zihin açıcı bir kitap.

Digital Culture, Charlie Gere, Reaktion Books, 2008.

Sibernetikleşen dünyada emeğin ve sınıfın değişen bileşimi

DİYAR SARAÇOĞLU

Hong Kong merkezli bir yatırım firmasının bir yapay zekâ aracını yönetim kurulu üyesi olarak atamasıyla Soma Madenleri’nde yaşanan büyük patlamanın aynı güne denk gelmesi nasıl bir anlam ifade edebilir?

Nick Dyer-Witheford’n Siber Proletarya kitabı, gelişen teknolojilerle birlikte sibernetikleşen dünyada emeğin ve sınıfın değişen bileşimine odaklanıp otonomist Marksist hatla komünizasyon teorilerini kesiştirerek (ve bazı yerlerde çatıştırarak) bu ve benzeri pek çok soruya yanıt arıyor. Özellikle sınıfın küresel bileşiminin değişen özelliklerine, kır nüfusunun göçüne, imalat işlerinin Asya’ya kaymasına, büyüyen hizmet sektörüne ve artan güvencesizleşmeye dikkat çekerek, “sınıf bitti” tezleriyle de bir hesaplaşmaya giriyor.

Analizi sınıf bileşimiyle de sınırlı kalmayıp özellikle 2008 krizi sonrasında ortaya çıkan yeni mücadeleleri de mercek altına alıyor ve sibernetiğin sınıf mücadelesiyle ilişkisine dair iki karşıt görüş olan sibernetiğin reddi ile ivmecilik tarafından yeniden sahiplenilmesinin ötesine geçen bir yaklaşımla geleceğin mücadelelerinin karşılaşacağı zorluklara ve olası çözümlerine dair de farklı kapılar aralıyor.

Nick Dyer-Witheford’un siber dünya ile “derdi” aslında daha da gerilere uzanıyor. Dyer-Witheford, Türkçeye 2004’te kazandırılan Siber Marx kitabında geçtiğimiz bin yılın sonlarında ortaya çıkan İnternet alemine sınıfsal bir bakış getirme ısrarında bulunuyordu. Siber Proletarya’da Dyer-Witheford 16 yıl önce başlattığı yolculuğu sarih ve güçlü bi temelle sürdürmeye çalışıyor.

Nick Dyer-Witheford, Siber Proletarya - Dijital Girdapta Küresel Emek, çev. Eylem Akçay, Z Yayınları, 2019

Dikkat ekonomisine dair

EMRE TANSU KETEN

Dominic Pettman’ın Sonsuz Dikkat Dağınıklığı isimli kitabı, dijital kapitalizmi ve onunla birlikte şekillenen dijital kültürü anlamak için kurucu bir metin niteliği taşımasa da, “dikkatimizi” dijital kapitalizmin işleyişinin en önemli parçalarından birisine çekmesi nedeniyle kıymetli.

Pettman, İnternetin şu anki yapısının, yıllar içinde kendi yatağında akarak varılmış bir “doğal” hal olmadığını vurguluyor öncelikle. Siber uzam, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç şirketin daha fazla kâr elde etmesi için günden güne daha fazla şekillendiriliyor. Dikkat burada kilit bir yerde duruyor. Çünkü akış içerisinde yer alan mesajların kullanıcıların dikkatini çekmesi, ancak bu dikkatin gereğinden fazla bir mesajda oyalanmaması, her bir kullanıcının bir gün içerisinde azami düzeyde mesaja maruz kalması ve buna cevap vermesi dijital kapitalizm için ideal durum. Hatta bu alanda uzmanlaşan “dikkat ekonomisi” de gitgide daha fazla önem kazanıyor.

Mesajın kullanım değerini baskılayıp, değişim değerini göklere çıkartan bu yapı, insanların dikkat dağınıklığından şikâyet etmesine neden oluyor. Çünkü sinirbilimcilerin de vurguladığı gibi, insan beyni çoklu göreve uygun bir şekilde evrilmemiş, aynı anda birden çok işle uğraşılması, bütün işlerin niteliksiz bir şekilde ele alınmasına neden oluyor sadece.

Pettman, Walter Benjamin’e referansla dikkat dağınıklığının özgürleştirici ve verimli bir tarafının da olduğunu söylüyor. İnternet odaklı dikkat dağınıklığı, bir nevi bir dikkat haline gelmişken ve bu dikkat, siber akış tarafından esir alınmışken, dikkat dağınıklığının öznelleştirici etkisi akıştan kopmamıza ve olan biteni farklı bir şekilde görmemize ve buna başka türlü bir tepki vermemize imkân sağlayabilir.

Dikkat, dijital kapitalizmin gelişmesiyle birlikte üzerine çok daha fazla düşüneceğimiz bir olgu. Pettman’ın kitabı, bu düşünme sürecine başlamak için verimli ve eleştirel bir eser.

Dominic Pettman, Sonsuz Dikkat Dağınıklığı, çev. Yunus Çetin, Sel Yayıncılık, 2017

Irkçı algoritmalar ve algoritmik ayrımcılık

ERGİN BULUT 

Dijital kapitalizm ve otomasyon toplumuna dair tartışmalarda, toplumsal cinsiyet ve ırk genellikle göz ardı ediliyor. Zira dijital kapitalizme dair eleştirel bilgiyi, ağırlıklı olarak Kuzey Amerika ve Avrupa üniversitelerindeki beyaz-erkek araştırmacılar üretiyor. O nedenle, dijital kapitalizmi anlamak için, Dr. Safiya Noble’ın Algorithms of Oppression: How Search Engines Reinforce Racism (NYU Press, 2018) başlıklı kitabını öneriyorum.

Algoritmalar ve bilginin otomasyonu ayrımcılık yapar mı? Noble’ın soruya yanıtı evet. Google’a ‘siyah kızlar’ yazdığınızda pornografik sitelerin ilk sıralarda çıkması, ‘beyaz kadınlar’ yazdığınızda bunun yaşanmaması, ‘doktor’ yazdığınızda beyaz erkek görsellerinin çıkması, arama motorlarında bilginin üretilme sürecinin ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıftan bağımsız olmadığını gösteriyor. Ekonomi politik, eleştirel veri ve kütüphane çalışmaları ve siyah feminist teoriyi bir araya getirdiği çalışmasında Noble, Google’ın beyaz ve pürüzsüz ara yüzüyle dolayımlanan dijital hayatlarımızın ve bilgi edinme süreçlerimizin sadece şirketlerin kar etme güdüsüyle değil, aynı zamanda ırkçı ve cinsiyetçi pratiklerle şekillendiğini vurguluyor.

Google’daki cinsiyetçi ve ırkçı arama sonuçlarının ekonomi politik ve ırksal analizinin yanı sıra, beyaz ırkçı gençlerin algoritmalar üzerinden radikalizasyonuna, arama motorlarından korunma yöntemlerine, kamusal bilginin ve enformasyon kültürünün geleceğine dair tartışmalara yer verilen kitapta, nötr olmak bir yana, algoritmik teknolojilerin ayrımcılık ürettiğini görüyoruz. Dolayısıyla Noble,  daha çok sermaye birikim süreçlerine eğilen eleştirel kuramcıların gösterdiğinin ötesini bizlere sunuyor.  Kapitalizm ve ürettiği teknolojiler, hiçbir zaman tarafsız değildir. Mevcut ırk ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri üzerine kurulurlar ve bunları yeniden üretirler.

Son olarak, algoritmaların ayrımcılık yapması Google’la sınırlı değil. Ceza sisteminin otomasyona bağlandığı durumlarda, siyah Amerikalıların suça daha yatkın olması sonucunun çıkması, algoritmik ayrımcılığa verilebilecek başka bir örnek. Dolayısıyla aslında algoritmalar üzerinden bilginin üretimi, sınıflandırılması, vatandaşların erişimine sunulması ve düşüncenin otomasyonu, bizim bilgiyle ve kamusal olanla kurduğumuz ilişkiyi doğrudan etkileyen, bazı eleştirel kuramcılara göre bizleri fikirsel açıdan proleterleştiren, düşünme süreçlerimizin çerçevesizleşmesine yol açan ve komplocu düşünme zihniyetini tetikleyen de bir olgu.

Safiya Noble, Algorithms of Oppression: How Search Engines Reinforce Racism, New York University Press. 2018.

Bilişsel kapitalizme Foucault, Deleuze ve Negri üzerinden bakmak

İLKE ŞANLIER YÜKSEL

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin küresel akışındaki hız/ivme ve yeni biçimler, geçtiğimiz on yıl içinde dijital kapitalizm ve dijital emek yazınının da hızla genişlemesine neden oldu. Bilişsel Kapitalizm, Eğitim ve Dijital Emek, bu yazının öncül çalışmalarından biri. Michael A. Peters ve Ergin Bulut tarafından derlenen ve özgün olarak 2011’de Peter Lang tarafından yayınlanan kitap, Nota Bene Yayınları tarafından 2014 yılında Türkçeleştirildi. Antonio Negri’ye ait “Çokluğun Emeği ve Biyopolitikanın Dokusu” başlıklı önsöz ve ardından gelen ilk kısım, derlemenin kökenlerinin özellikle Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Kapitalizm ve Şizofreni, Michel Foucault'nun biyoiktidar üzerine çalışması ve Michael Hardt ve Antonio Negri'nin İmparatorluk ve Çokluk’unun yanı sıra İtalyan Otonomist Marksist hareketine dayanan birikim etrafında şekillendiğinin habercisi niteliğinde.

Bugün daha genel ifadesiyle dijital kapitalizm olarak andığımız üretim biçiminin ‘bilişsel’ tarifini yapan bu ilk kısmı, alanlarında önde gelen uluslararası akademisyenin kaleminden çıkan bölümler izliyor. Bu kısımda ise, 20. yüzyılın son çeyreğinde tanıştığımız yeni birikim stratejileri, maddi olmayan emeğin örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin yeni sömürü biçimlerine araladığı kapının neoliberal korporatist üniversitede eğitim alanına yansıması hem küresel Kuzey’de hem de küresel Güney’deki örnekleri ile değerlendiriliyor. Emek, entelektüel deneyim, pedagoji, algoritma ve yaratıcılık gibi kavramsal çerçeveler etrafında, bilişsel kapitalizmin yalnızlaştıran ve yabancılaştıran karanlık yüzünün karşısında alternatif bir mücadele alanı için olanaklar oluşturup oluşturamayacağı tartışılan derleme, bugün Türkiye’de bilgi/iktidar/dijital emek arasında sıkışan eğitim alanını değerlendirmek ve tartışmak isteyen okur için de önemli bir izlek sunmakta.

Bilişsel Kapitalizm, Eğitim Ve Dijital Emek, der. Ergin Bulut, Michael Peters, Notabene Yayınları, 2014

Emek ve sosyalleşme biçimlerinin Marksist bir incelemesi

ÖNDER CAN

 Dijital kapitalizmde şekillenen emek ve sosyalleşme biçimlerinin Marksist bir incelemesi olarak Ursula Huws’un Dijital Küresel Ekonomide Emek isimli kitabından bahsedebiliriz. Huws, özellikle Batı’da, internet ve iletişim teknolojilerinin aktif kullanımına dayanan ve kültürel, yaratıcı, gayri-maddi, dijital gibi sıfatlarla tanımlanan çalışma biçimlerinin “normal” emek sürecinin toplumsal algılanma biçimini değiştirdiğini öne sürerken, bu dijital dünyayı mümkün kılan fabrika ve maden emekçilerini de dijital kapitalizmin bir parçası olarak tartışıyor. Dolayısıyla Huws, dijital kapitalizmin global bir politik-ekonomik incelemesini yapmış oluyor. Kitap, ana hatlarıyla Marks’ın metalaşma kavramı üzerinden dijital ekonomiyi analiz ederken, sadece sosyal medya platformlarını değil (Twitter, Facebook, Instagram), internet ve iletişim teknolojileriyle kurulan sosyallikleri de bu analize dahil ediyor. Mesela her telefon konuşmamızın bir telekomünikasyon şirketine para kazandırması gibi.

Aynı zamanda Huws, dijital kapitalizmin global etkilerini internet teknolojileriyle güvencesiz ve fason çalıştırılan emekçiler (Amerika’daki Uber şoförleri, Hindistan’daki çağrı merkezi çalışanları, Çin’deki tasarımcı) üzerinden global ekonominin içinde konumlandırarak, internet teknolojileriyle demokratikleştiği öne sürülen toplumsal ilişkilerin nasıl sosyal sınıfları yeniden ürettiğini ortaya koyuyor.

Bütün bunlara paralel olarak Huws, iletişim teknolojileri, robotlar, algoritmalar, elektronik veriler gibi dijital kapitalizmle özdeşleşmiş tekniklerin emek süreçlerini nasıl değiştirdiğini açıkladığı kadar, bu tekniklerin yeni rant alanları oluşturduğuna ve dolayısıyla da toplumun artık müşteri olarak daha kolay yaratılabildiği bir düzenin mümkün kılındığına dikkat çekiyor. Ursula Huws’un daha önceden bastığı yedi makalenin derlemesi olarak ortaya çıkan bu kitap akıcı dili, eleştirel yaklaşımı ve asla bir kenara bırakmadığı Marksist analiziyle dijital kapitalizmi anlamak için çok kıymetli bir kaynak. Ancak bütün bunlarla birlikte kitabın yer yer nostaljik ve romantik bir tutumu olduğunu ve dolayısıyla da çevrimiçi sosyalleşmenin yaratabileceği hissiyat meselelerini tam oturtamadığını söylemek de gerekli.

Ursula Huws, Dijital Küresel Ekonomide Emek, çev. Cemre Şenesen, Yordam Kitap 2018.

Algoritmik hayal gücü

ÜMİT ALAN

Algoritmalar söz konusu olduğunda genelde iki farklı görüşle karşılaşıyoruz. Algoritmaların insanlığı iyi bir yere götürmediğiyle ilgili distopyalar ya da onların kusursuz bir dünya yaratacağına ilişkin ütopyalar. Konu robotlar dünyayı ele geçirip efendimiz mi olacak yoksa dünyayı mahvetmiş insanları robotlar mı kurtaracak gibi popüler tartışma konularına kayıyor.

Ed Finn, “Algoritmalar ne ister?” kitabında bir önceki paragraftaki iki hatta da girmeyi tercih etmiyor. Zaten “elinizdeki kitap algoritmaların lehinde veya aleyhinde bir argüman değildir” diyerek bunu daha kitabın başlarında ortaya koymuş. Öyle ya, kitap hatta makale yazarken bile defalarca arama motorlarına başvuruyor ve çeşitli sorgularla sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken hiç algoritmaya başvurmamış gibi algoritmalar bizi bitirecek hattından ilerlemek biraz iki yüzlülükten başka bir şey değil. Hayatımızın her anı, belli algoritmalar kullanan makinelerle dolu. Ed Finn’in kitabı, her şey bu kadar ortadayken “algoritmalar yoluyla sosyal medyaya bağımlı hale getiriliyoruz, kahrolsun algoritmalar” gibi yüzeysel yaklaşımlara yüz sürmediği için biraz ciddi bir kitap. Ciddi dediysem okumak için kurdeşen dökeceğiniz türden bir akademik kitap da değil. Popüler bilim kitapları kadar rahat okunmasa da Star Trek bilgisayarından Netflix’e, House of Cards dizisindeki soyutlama estetiğinden Cow Clicker oyununu kodlamaya kadar güncel referanslara dayanan içeriğiyle konuyu gözümüzde canlandırabileceğimiz referanslarla derinleştiriyor. Arada 18. Yüzyılın ünlü satranç oynayan makinesi The Turk (Mekanik Türk) ile karşılaşmak da hoş bir sürpriz oluyor.

Ed Finn’in Bitcoin tartışmalarına kadar uzandığı kitapta varmaya çalıştığı yer algoritmik hayal gücü ama bu hayal gücü kavramının tanımının aksine oldukça gerçekçi. Algoritmaların kulu kölesi ya da evcil hayvanları olmaktansa kültür makinelerinin gerçek işbirlikçisi olabileceğimize dair bir yöntem sunduğu için okuyabiliriz bu kitabı. Son yıllarda dijital kültürün en çok üzerine kafa yorulan konularından biri olan “algoritmalar”a bir de Finn’in penceresinden bakmak iyimser yaklaşımına pek katılmayanlara dahi bir perspektif verecektir.

Ed Finn, Algoritmalar Ne İster? Hesaplama Çağında Hayal Gücü, çev. Songül Köse, Tellekt, 2020.

"Weapons of Math Destruction!"

MUSTAFA ARSLANTUNALI

Yeterli bilgimiz olsa (artık var), herhangi bir soruya en iyi cevabı verecek algoritmaları tasarlayabilir, böylelikle insani yanlılıklardan ve zaaflardan kurtulabiliriz. Ne de olsa elimizde “duygusuzca işleyen makinalar” var!

Cathy O’Neil’in kitabı Matematiksel İmha Silahları, algoritmaların yansızlığına ilişkin bu miti deşifre ediyor. İnsani önyargılar algoritmalarla ortadan mı kaldırılıyor, yoksa sadece kamufle mi ediliyor? Yazılımı tasarlayanların, algoritmayı kuranların kafasında –bazen kendilerinin bile bilmediği– önyargılar bir yana, O’Neil somut örneklerle Büyük Veri’nin nasıl olup da işlemediğini, ama “işlermiş gibi yapılıp” nasıl felaket sonuçlara yol açtığını anlatıyor. Önemli ayrım, istatistiksel sistemlerin geribildirime gerek duymasında: “Amazon.com hatalı bir korelasyonla, çim bakım kitaplarını genç kızlara önermeye başlarsa, tıklamalar düşecek ve düzeltilinceye kadar algoritmalarla oynanacaktır.” Fakat O’Neil’ın örnek verdiği pek çok durumda bir geribildirim olmamakta, dolayısıyla istatistiksel model kendini gerçekleştiren kehanet gibi işlemeye başlamaktadır. Üstelik algoritmayı tasarlayanlar kasıtlı olarak hiçbir şey yapmasalar da, hiçbir kötü niyet taşımasalar da…

O’Neil’a göre MİS (Matematiksel İmha Silahları) çok büyük ölçekte kullanılıyor, saydam değiller ve bireylerin hayatında tahrip edici etki yaratabiliyorlar. Kitap Büyük Veri’nin nasıl işlediğine ve nasıl kolayca yoldan sapabildiğine dair somut çok sayıda örnek içeriyor. Her örnekte algoritmaların nasıl olup da yoksulların aleyhine işlediğini görmek ilginç ve ürkütücü.

Bu arada, yazarın kendisi de uzun süre bir finans kuruluşunda MIS geliştirmiş, 2008 krizinden sonra da tövbe edip karşı tarafa geçmiş… Teorik metinlerden çok somut örneklere meyleden okurlar için.

Cathy O'Neil, Matematiksel İmha Silahları – Büyük Veri, Eşitsizliği Artırıp Demokrasiyi Nasıl Tehdit Ediyor?, çev. Akın Emre Pilgir, Tellekt, 2020.

Dijital Emek: üretketiciler

ÜMİT ALAN

Pandemi sonrası hayatımızda dijital emek yeni bir boyut kazandı. Ofis kavramı, fiziki bir mekan olarak özellikle beyaz yakaların hayatından hızla çıkarken yerini tamamen dijital ara yüzler aldı. Artık klişeleşmiş tabiriyle 15-20 yılda geleceğimiz yere bir yıl bile olmadan geldik. Haliyle prekaryalaşma maceramız da yeni bir boyut kazandı.

Dijital Emek genellikle sosyal medya kullanıcıları tarafından verilen karşılığı ödenmemiş emeği işaret ederek tartışılıyor. Bu doğru bir hat. Sosyal medya bir üretketim alanı. Yani orada bulunan her birey sadece tüketici değil üretici de aynı zamanda. Sosyal medya içeriğini bedava tüketirken aynı zamanda karşılıksız emek vererek üretim gerçekleştiriyor ve sosyal medya platformlarının işçisi haline geliyor. Bu nedenle sosyal medya kullanıcılarını üretketici diye yeni bir isimlendirmeyle tartışıyoruz. Ancak Christian Fuchs, Dijital Emek ve Karl Marks kitabında bu hattı genişletiyor. Sosyal medya üretketiminin dijital emeğin sadece bir yönü olduğunu ortaya koyuyor. Fuchs’a göre dijital emek tabiri “dijital medyanın var olması, üretilmesi, yayılması ve kullanılması için gereken karşılığı ödenen veya ödenmeyen tüm emek biçimlerini içerecek şekilde” kullanılmalı. Hattı böyle genişletince; akıllı telefon ve bilgisayarlarımızın temelini oluşturan madenleri çıkaran işçilerden uzak doğudaki montaj sanayisi işçilerine, kölelik koşullarında çalışan çağrı merkezi işçilerinden Hindistan’daki yazılım emekçilerine dek uzanan bir yelpaze oluyor. Yelpaze böyle genişleyince de Facebook’ta “Gelinlerin Tatlı Telaşı” grubunda emek veren bir yeni gelinle Hindistan’daki bir yazılım emekçisi aynı paranteze giriyor ama sorun yok. Fuchs’un kitabının isminde dahi andığı Marks’ın “Dünyanın bütün işçileri birleşin” temennisi, günümüz koşullarında başka türlü ele alınamaz zaten.

“Peki sosyal medya emekçileri olarak ne yapacağız?” sorusunun cevabı da Fuchs’un bu kitabında mevcut. Sosyal medya sendikası kurarak platform kapitalizminden hakkımızı isteyelim”cilere hiç yüz vermeyen Fuchs, sahibinin tüm kullanıcılar olacağı bir ortak medya yani ortaknet kurulmasını öneriyor. Bu mümkün mü, sosyal medyada verdiğimiz emeğin gerçekten de Marksist teoride bir karşılığı olabilir mi? gibi soruların cevabı olduğu için bu kitap dijital kültür ve kapitalizm bahsinde mutlaka okunmalı. Bence Fuchs, bunu 70’lerde izleyici emeği kavramını ortaya atan Dallas Smythe’tan teknolojinin inşasındaki sömürüye kadar giderek teorisiyle ortaya koyuyor.

Christian Fuchs, Dijital Emek ve Karl Marx, çev. Senem Oğuz, Tahir Emre Kalaycı, Notabene Yayınları, 2015

İş bölümü, finansallaşma ve bilişsel kapitalizm

VİLDAN TEKİN

Bilişsel kapitalizm ve esnek üretim üzerine çalışmalar yapan Carlo Vercellone’nin derlediği “Bilişsel Kapitalizm” kitabında, işbölümündeki dönüşümlere odaklanılarak kapitalizmdeki değişimler analiz edilir.  Bu analizler yapılırken endüstriyel kapitalizm konusuna genişçe yer verilerek “bilişsel kapitalizm” kavramı açıklanmaya çalışılır. Bu açıklama ise Fordizmin toplumsal krizinin bilgi ekonomisi ile sermaye/emek ve finans/üretim ilişkilerini tartışmaya açmasına dayandırılır. Ve bu kriz kapitalizmin dinamiği içerisinde tam bir alt üst olmayı işaret eder. Bilişsel kapitalizmde, sermayenin değerlenmesinin temelinde bilginin üretimi ve denetimi vardır. İş bölümü ve bilgi ekonomisindeki değişiklikler, emek piyasasının da yeniden düzenlenmesini beraberinde getirir. “Standart ücret ilişkisi modelinin katmanlara ayrılması (belirsiz zamanlı sözleşme) ve bu çerçevede ortaya çıkan sosyal güvence sistemi krizi, emek gücünün ücretsizleştirildiği süreçle birleşir.”

Kitapta, iş bölümündeki değişiklikler kadar önemle üzerinde durulan bir diğer nokta ise bilişsel kapitalizm ve finansallaşma ilişkisidir. Bu amaçla kitap üç temel başlığa ayrılır: I- Endüstriyel kapitalizmden bilgi ekonomisine: Smith sonrası bir XXI. yüzyıla doğru mu gidiyoruz? II- İşbölümünün dönüşümü ve finansallaşma süreci. III. İşbölümündeki dönüşümler ve yeni bölüşüm ilkeleri: Güvenceli toplumsal gelir.

Kitaba adını veren “bilişsel kapitalizm” kavramı iki terim arasındaki diyalektik ilişkiye dikkat çekmek için önerilmiştir. Kapitalizm terimi, “artı değerin üretildiği farklı bağımlı çalışma biçimlerinin sürekliliğini göstermek”, bilişsel sıfatı ise “birikim sürecinin üstüne kurulduğu emek, değerlenme kaynakları ve mülkiyet yapısının yeni doğası ile bu değişimin doğurduğu çelişkileri ortaya çıkarmak” için tercih edilmiştir (s. 21).   Kitapta, bilgi bir meta olarak tarihsel konumu içerisinde ele alınır ve bilişsel kapitalizmin kökleri Fordist ücret ilişkisindeki toplumsal krize dayandırılarak açıklanır.  Kitabın temel iddiası; bilişsel kapitalizmin “sermayenin kolektif bilgi üretme koşullarını çerçeveleme ve kendi mantığına tabi kılma girişimdeki karmaşık çatışma -yeniden yapılanma diyalektiğinin bir sonucu” olduğu şeklindedir (s. 31). Vercellone’ye göre, bilişsel kapitalizm varsayımı, bilgi ekonomisine dair liberal teorilerin politik ekonomisine yönelik bir eleştiridir.

Kapitalizmdeki mevcut değişimin nedenlerini anlamak için bakılması gereken yer basitçe bilgiye dayalı bir ekonomik oluşum değil, sermaye birikim yasalarının egemenliği altına alınan bilgiye dayalı bir ekonominin oluşumudur. Vercellone, bilişsel kapitalizmin Marksist bir okumasını yaparken Marx’ın biçimsel boyunduruk, gerçek boyunduruk ve Genel Zekâ kavramlarından yol çıkar. Sonuç olarak Vercellone; bilişsel kapitalizmde emek-sermaye ilişkisinin artık aralarında bir mücadele/gelişme diyalektiğini yeniden kurmanın olanaklı görünmediği iki mantığın karşıtlığı olarak sunulduğunu iddia eder. Bir tarafta, bilginin yayılma ve birikme sürecinin kaynaklarını dahi bloke eden, giderek daha asalak bir yapı kazanan sermaye birikim mantığı; diğer tarafta ise yeni bir tür kolektif emek figürünün, “toplumda birikmiş bütün bilgiyi beyninde” taşıyan ve toplumsal üretimin koşulları ve amaçlarının özyönetimi için gereken bütün ön koşulları elinde bulunduran yaygın entelektüelin mantığı (s. 60).

Kitabın sonsözünü yazan Bernard Paulre’nin belirttiği gibi Carlo Vercellone tarafından hazırlanan bu çalışma, konuya özgün bir sorunsaldan “iş bölümündeki dönüşümlerin yapı düzenleyici rolü”nden yola çıkarak yaklaşmaktadır. Bilginin, kapitalizmde bir meta olarak nasıl bir tarihsel süreçten geçtiğini ve iş bölümündeki finansallaşma ekseninde bilişsel kapitalizmin ne ifade ettiğini anlamak için “Bilişsel Kapitalizm” kitabı iyi bir kaynak niteliğindedir.

Carlo Vercellone, Bilişsel Kapitalizm-Post-Fordist Dönemde Bilgi ve Finans, çev. Durdu Kundakçı, Otonom Yayınları, 2015

 

NOTLAR


[1] 1964’te R. Miliband ve J. Saville editörlüğünde bağımsız yeni sol bir perspektiften yapılan araştırmaları yıllık olarak yayımlamak amacıyla kurulan dergi, akademik araştırmalarla aktivizm arasındaki karşılıklı ilişkiyi de kuvvetli bir şekilde sürdürme yolunu tercih etmektedir.

[2] Derginin editörlüğünü Marksist yazarlar L. Panitch ve G. Albo yürütmekteyken, 1985/1986 sayısından beri derginin editörlerinden birisi olan Panitch’i 19 Aralık 2020’de kemik iliği kanseri tedavisi gördüğü hastanede kaptığı Covid-19 virüsü nedeniyle kaybettik. Sadece dergi çevresinin değil, tüm sosyalistlerin büyük bir üzüntüyle karşıladığı bu kötü haber sonrasında Panitch’in anısına dergide onun yazdığı tüm yazılar ücretsiz olarak erişime açıldı. İlgili yazılara şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz…