"Mehmed Uzun ısrardı. Kendinde, yapıtında bir ısrar. Yazdıklarını, yazacaklarını seviyor ve böylece bizi bir coşkuya boğuyordu. Coşkuluydu Mehmed Uzun. Kürtçe romanın Türkiye’deki önemli isimlerinden biri oldu. Yapıtları gençler için adeta bir tartışma platformuna dönüştü."
15 Ekim 2020 15:35
Mehmed Uzun’u doksanlı yıllarda tanıdım. Ben gazetecilik yapıyordum, o ise yurtdışında bir dergi çıkarıyordu. Derginin adı Nûdem’di. Türkiye’deki dergilere göre daha iyi kâğıda basılıyordu; Kürtçe şiirler, öyküler, incelemeler yayımlanıyordu. Mehmed Uzun, bir şiirimi (“Şelale”) çevirip bu dergide yayımladı. Daha sonraları İstanbul’a geldiği zaman gazeteye uğradıkça birlikte zaman geçirmeye başladık. Sohbetlerimizin iki konusu vardı; sanat ve siyaset. Bu iki konuda da düşüncelerimiz çatışsa dahi sohbetlerimiz verimli geçerdi.
Bunun yanında Mehmed Uzun pek çok kimseyi tanırdı, tanımadığı kimseleri de en ince ayrıntısına kadar araştırırdı, ilginç bir meraktı ondaki. Serhat Bucak, Ramazan Ulek gibi, Kürtçe yazdığı için ona ayrı bir değer veren hemşerileri, özellikle de şiire ve edebiyata düşkün olan Serhat abi, onun hem okuruydu hem de tanınması, bilinirlik kazanması için çaba sarf eden isimlerdendi.
Mehmed Uzun’un kitaplarına hepimiz var gücümüzle sahip çıkardık. Kürtçelerini bizim Abdullah (Keskin) bastığı zaman bir değil üç beş tane alır, yeni yıl kartı gibi tanıdıklarımıza verirdik. Zira Kürtçe hepimizin içinde bir aşktı. Paul Valery, dili bedende yolunu şaşırmış Tanrı’ya benzetir ya; biz, başka bir tanrıyla el açıp dua ediyorduk, Mehmed Uzun kendi tanrısına.
Bunun yanında Mehmed Uzun’un en büyük hayali, kitaplarının Türkçeye çevrilmesiydi. Mahmut Baksi’nin yazdığı kitaplar dışında elle tutulur pek Kürtçe kitabın olmadığı yıllar… Ne de olsa doksanlı yıllar. Hem tokmağın elimizde kaldığı hem de bir sürü kapının açıldığı yıllar… İşte o dönem tüm tanıdıklarımızla birlikte bu uğurda seferber olmuştuk. Çalmadığımız kapı kalmamıştı. İlk iki romanı Tu ve Mirina Kalekî Rind için yayınevleri elbette bir şey yapmak istiyordu. Erdal Öz Kürtçe kitaplarından birini yayımlamak, şiir ya da roman olsun, bunu ilk basan olmak için yanıp tutuşuyordu. Diğer yayınevlerinin tavrı da aynıydı. Roman denilince akla gelen ilk isimler olan Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk da Mehmed Uzun’un kitaplarından en azından birkaçının Türkçe yayımlanması konusunda istekliydiler. Nihayet, çok geçmedi, Belge Yayınları Uzun’un kitaplarına talip oldu. Yayınevinin sahibi Ragıp Zarakolu uğraştı, herkesi davet ettiği bir gece düzenledi ve kitabın tanıtımını yaptı. Uzun böylece Türkçe okurunu buldu. Bu sevince hepimiz ortak olduk.
Mehmed Uzun ısrardı. Kendinde, yapıtında bir ısrar. Yazdıklarını, yazacaklarını seviyor ve böylece bizi bir coşkuya boğuyordu. Coşkuluydu Mehmed Uzun.
Ve nihayet Kürtçe romanın Türkiye’deki önemli isimlerinden biri oldu. Yapıtları gençler için adeta bir tartışma platformuna dönüştü. Bazen Mehmed Uzun üzerinden roman tartışıldı. Bu bile bir şeydi. İyi bir şeydi. Gerek yaşadığı dönem gerekse vefatından sonra kitaplarıyla bir edebiyat çeşnisi sunmakla kalmadı; Kürt tarihinden kesitler sundu, bir kuşak önemli Kürt şahsiyetlerini onun kitapları vesilesiyle tanıdı.
Bu yazıyı yazarken, hiç biriktirmediğim halde, belki birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız vardır diye baktım ama yalnızca bir mektup ve bir karttan başka geride hiçbir şey yok. Ben Mehmed Uzun’a bir şey yazmış mıyım, onu da bilmiyorum. Bir de kitapları; hepsi de güzel güzel imzalanmış, hepsi ilk baskı. Onlara bakarken anılarım canlandı. Sakladığım bazı yazılarını bulup okudum tekrar. Aralarında Musa Anter’in öldürülmesi üzerine kaleme aldığı bir yazıya rastladım. Pek güzel, Türkçe yazılmış. Anter ölüyor ve o gece birçok öldürülmüş Kürt devrimcisi onu karşılıyor cennette. Sanırım bu yazı Mehmed Uzun’un kitaplarına alınmamış. Hâlâ keşfedilmeyi bekliyor. Oysa Mehmed Uzun ve Musa Anter’in telefon konuşmalarını bilirim. Birina Reş’in yeni baskısı yapıldığı zaman Mehmed Uzun da en az Anter kadar heyecanlıydı...
Sonra başka bir yazı: Bir Varoluş Mücadelesi: Kürt Edebiyatı. İlkin yazı dizisi halinde yayınlanmış, sonra kitaplaştırılmış. Bendeki, gazeteden kesilmiş, dosyalanmış hali. Bunlara baktıkça, elbette ki bir de hüzün kaplıyor insanın içini; yüzlerce sayfa yazı, onlarca kitap ve kıpkısa bir ömür: 54 yıl...
•