Çocukların kitapla imtihanı: Ev ödevi olarak okumak ve özet çıkarmak

Okullarda zorunlu okutulan, ödev olarak verilen ve sınava konu olan kitaplar, çocukları okumaya yönlendiriyor mu? Yoksa, tam tersine bir etkisi mi var? Kendisi de hâlâ zorunlu tutulan kitapları okumaya devam eden lise öğrencisi yazarımız Zeynep Berru Köksal, konuyu kendinden küçük öğrencilere sordu... Zeynep, Dila, Canan ve Şirin’in bu konuda ne düşündüklerini tahmin etmek zor değil; ama röportajların asıl önemi, olayın boyutlarını birinci elden ortaya koymaları.

Liseden mezun olmaya bir yılım kalmışken, her yıl formatı ve zorluğu değişen sınavlar ve devamlı değişiklik yapılarak düzeltileceği zannedilen eğitim sistemlerinin hepsinin getirdiği olumsuzluklardan nasibimi aldım çok şükür. Şimdi bir de koronavirüs salgınıyla, online eğitim zorlamasının karışıklıklarını yaşayıp kombo yaparak bonus puanları da kapmışlığım var. Online sistemde eğitim aldık. Neye yaradığı tam olarak bilinmiyor, sadece biz değil hocalar dahi bilmiyor. Fakat öğrenciler arasında gündemden düşmeyen konu hala sabit, hala güncel: Tüm tatillerde verilmesi kural haline gelmiş, şu, zorunlu kitap okuma ödevleri... 

Ödev veriliyor ve sonra öğrenciye güvenmemek bir erdem sayıldığından, öğrencinin zorunlu kitabın özetini çıkartıp okuduğunu kanıtlaması bekleniyor; zorunluluğun zorunluluğu

Sizin de başınıza gelmiştir. Öğretmen bir kitap seçer, bütün sınıfa okuması için ödev verir, sonra da özet ister. Bütün sınıfın o kitabı okuması, sevmesi ve sonra da farklı farklı yorumlayıp özet çıkarıp ana fikir falan yazıp ödevinde “şu şu isimli kitapta, bu isimli yazar ana fikirde şunu demek istemektedir” demesi gerekiyor. Yoksa çocuk başarısız…

Şimdi, yaz tatili geldi. Ne oldu? Koca koca kitapları yığdılar. Biz de artık şakayı bir kenara bırakalım, konuyu ciddiye alıp öğrenci görüşüne başvuralım dedik. Sadece kendi düşüncemi aktarmak yerine bu sefer benden küçük birkaç öğrenci bulup görüşlerini aldım. Sonra da kendi fikirlerimi yazdım.

Zorunlu kitap ödevlerinin, kitap okuma alışkanlığına etkisini irdelediğim röportaj dizisine koronavirüs nedeniyle ev karantinasındayken başladım. Bu sebeple ilk olarak aracısız ulaşabileceğim, Zoom kurmak, internet bağlantısının iyi olmasını beklemek ve arka fonun ne olacağını seçmek zorunda kalmadan, sadece yan odaya geçerek erişebileceğim, kısaca en kolay ulaşabileceğim kişiyi gözüme kestirdim: Kardeşimi.

İlk öğrenci: Dila

Dila İpek Köksal, 14 yaşında, ortaokul 8. sınıf öğrencisi. Lise Geçiş Sınavına hazırlandığı dönemde okulunda okutulan kitaplar hakkında konuştuk.

Z.: Kitap okumanın zevkli taraflarını söyler misin?

D.: Kendini hikâyenin içinde hissetmek, karakterlerin yerine geçmek, anlatılan anlamı çıkarmak, kitaplardan bilgi öğrenmek.

Z.: Çok güzel. Peki gerçekten bunları inanarak mı söylüyorsun? Yani her kitapta kendini hikâyenin içinde hissediyor musun? Bunların hepsi oluyor mu?

D.: Oluyor mu bilmiyorum. Ama zaten kitabı zevkli olarak görünce kitabın böyle farklı olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Niye bazılarında oluyor da bazılarında olmuyor bilmiyorum. Herhalde kitabın tipinden, yazarın yazdıklarından ötürü. Neden sordun hepsinde oluyor mu diye?

Z.: Cevabın bana çok kitabi geldi de o yüzden. (Kitabi kelimesinin ne olduğunu açıkladım)

D.: Evet biraz öyleymiş.

(Gülüşmeler)

Z.: Okulda kitap okuma ödevi veriliyor mu? Mesela bu yıl hangi kitapları okumanız istendi?

D.: Evet veriliyor. Ölmüş Eşek, Sefiller, Hayvan Çiftliği, Tolstoy (İlk gençlik, Gençlik, Çocukluk).

Z.: Okulun verdiği kitapların kaçını okuyorsun?

D.: Listeye uymak zorunlu değil. İlgimi çekenleri kendimi vererek okuyorum. Beğenmediklerimi ya da ilgimi çekmeyenleri sadece okumuş olmak için okuyorum. Dikkatli, severek ve isteyerek okumuyorum. Okutulan kitaplardan zorunlu okutulanların içeriğini şu anda hatırlamıyorum bile. Sadece okutulan kitabın derste işlendiği dönemde aklımda kalıyor. Hafızamda yer etmiyorlar, gerek de duymuyorum. Yiyecek arkası besin değeri tablosunu okumak gibi. Belli bir amaç için göz atıyorsun ve okuyorsun. Daha sonra ne önemi kalıyor ne de aklımda yeri. Kitaba dair ayrıntı ve mesaj kafamda yer etmiyor ve hiçbir zaman içselleştiremiyorum. Sevdiğim ve gidişatını beğendiğim bir kitap olursa onu kendimi vererek okuyorum. 

Z.: Hepsini okudun mu?

D.: Hayır. Kitap listesinde zorunlu olanları okudum. Okul tarafından 15 tane kitap aldırılmasına rağmen sadece beşini okudum.

Z.: Okumazsan ne olur?

D.: Ona göre not veriyorlar. Ama okuma listesini çok uzun tutuyorlar (15 tane kitap). Böylelikle öğrenciler bu listeden kendi sevdikleri kitabı seçebiliyorlar. Fakat verilen listede okunması zorunlu olan bir ya da iki zorunlu eser oluyor. Bu eserleri analiz etmemiz isteniyor. Eğer bu kitapları okumazsam verdikleri ödevi yapmamış oluyorum ve buna göre puanım azalıyor.

Z.: Okulda okutulan kitapları seviyor musun? 

D.: Hem sevdiklerim hem de sevmediklerim var. Bir ya da iki zorunlu kitap dışında verilen kitap listesinden ilgimi çekenleri severek okuyorum. Sevdiğim bir eser olmadığı takdirde kendi seçtiğim bir kitabı okuma hakkım da var. Bunun için seçtiğim kitabı bir öğretmene onaylatmam gerekiyor. Bu gereksinim, çoğu öğrenci seçtikleri kitapları kendi seviyelerinden çok düşük kitaplar okumak istedikleri için ortaya çıktı. Kitap ödevinden kolayca sıyrılmak için süper bir yöntem geliştirmişlerdi akıllarınca. Resimli, kalın kapaklı kitapları seçiyorlardı. En çok da Saftirik Greg'in Günlüğü kitap setini öğretmene gösteriyorlar, içi hep çizgili defter gibi bomboş sayfalardan oluşan 13 kitaplık seri ile öğretmenin aklını çelip zorunlu tutulan kitaplardan kaçmaya çalışıyorlardı. Kitap okumak o değil galiba. Zaten öğretmenler de anlamış olacaklar ki hemen iki eseri zorunlu tutup puan verecekleri analiz ödevleri istemeye başladılar. Keşke Saftirik okuyanlar yüzünden böyle analizler istemeselerdi. Saftirik okuyan saftirik kalırdı zaten.

Z.: Hangisini tercih edersin? Kendi istediklerini/ Okulun verdiklerini?

D.: Kendi istediklerimi.

Z.: Saftirik’i sen de okudun mu?

D.: Evet okudum ama okuma sayısını artırmak için okulda öğretmene götürmedim. Arada sırada hızlı ve çok kafama takmadan okumak istiyorsam Saftirik okurdum. Ama ben tüm seti almadım. Zaten belirli bir zamandan sonra hep tekrar hep tekrar. Sıkılıyorum ondan da.

Z.: Kitabın kalınlığı gözünü korkutur mu?

D.: Hayır. İçeriği ilgimi çektiyse daha uzun olması daha çok merakımı uyandırır. Okuma isteğim daha fazla artar.

Z.: 500 sayfa olsa bile mi?

D.: 500 sayfa kitap ilgilimi çekerse, evet.

Z.: Çeker mi?

D.: 500 sayfa çocuk kitabı yazan biri ilgi çekici şeyi o kadar sayfada nasıl yazıyor? Kısa yazsın o da.

Z.: Galiba yazamaz.

D.: Bence de. (Gülüşmeler.)

Z.: Peki okuldan 500 sayfa kitap ödevi verseler?

D.: Bu durumda veliler ve öğrencilerin ayaklanması çok büyük bir olasılık. Benim annem buna karşı gelmek için okula gitmez ama arkadaşların anneleri kıyameti koparırlar bence. Ben de bakarım öğretmenler ne cevap verecek diye.

Z.: Sen ne yaparsın zorla verseler?

D.: Babama sorarım. 500 sayfalık kitabı okumak bu kadar gerekli mi diye? Zaten eğer çok çok gerekli bir kitapsa sana da benden önce zorla okutmuş olurlardı. Sen de isyan ederdin. Zaten aynı babaya sahip olduğumuz için bence “zorla okuma” der.  

Z.: Ne tür kitaplar ilgini çekiyor? Sürükleyici/ Eğitici?

D.: Eğitici kitaplar daha çok ilgimi çekiyor. Bu aralar da felsefe ile alakalı kitaplar ilgimi çekiyor. Roman sevsem de okurken bilgi alabileceğim kitapları tercih ediyorum. Tabii okuldan zaman kalırsa. 

Z.: Kitap tercihinde ne önemli? kitap kapağı mı içeriği mi, başka şeyler mi?

D.: Dediğim gibi kitabın içeriği ve öğretici oluşu önemli. Düşündüren ve bir şeyler öğreten kitapları okumayı tercih ediyorum.  

Z.: Okulun ödev olarak vermesi seni nasıl etkiliyor?

D.: Adı “ödev” olan her şeye olan isteğim azalıyor hemencecik. Kitap okumanın gerekli olduğunu ödev olarak verilmesinden anlamak zor. Çok fazla çikolata yemenin güzel tarafı var ama zararlı tarafı da var. Çok fazla kitap okuma ödevinin de öyle. Bir şey ödevleştirilince sıkıcı olabiliyor.

Z.: Peki kitap okuma yerine slime ile oynama ya da YouTube'da video seyretme verilse o da sıkıcı olur mu?

D.: Öyle ödev vermezler ki?

Z.: O zaman kitabı ödev olarak göstermeseler kendiliğinden kimse kitap okumaz demek bu?

D.: Evet. Ama kitap okumak slime ile oynamaya ya da YouTube'da video izlemeye göre çok durgun. YouTube interaktif, slime eline yapışıyor, kokuyor, deney meney, kimyasal filan. Kitapsa kitap işte. Bin yıl önce de kitaptı. Babamla annem zamanında kitap dışında bir bilgi alma yöntemi yokmuş, yazlıkta gördük işte, o kadar ansiklopedi var... Gazete vermiş bir tanesini hatta. Şimdi Google var. Daha durgun olmayan şeyler var. Zorla okumayı sever miyim bilmiyorum. Seviyorum sanırım ama yine de memnun değil babam. 

Z.: Okulda kitap okuma saati var mı? 

D.: Evet. 

Z.: Varsa, seviyor musun, verimli buluyor musun? Okulda kitap okuma saati işe yarıyor mu, seni geliştiriyor mu? Sana özel okuma vakti ve şansı tanıyor mu?

D.: Sevmiyorum diyebilirim çünkü hiç verimli değil. Çoğunlukla başka işlerle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Öğretmenler bu saati proje vs. saati olarak ayırıyorlar. Çoğu arkadaşım uyuyor. Efektif değil.

Z.: Nasıl verimli olur?

D.: Okumayı arkadaşlarla beraber çekici hale getirmek gerek. Bunun yöntemi var mı bilmiyorum. Öğretmenlerin bulması lazım. Şimdi kitap okuma zamanı deyip, “Tolstoy okuyun” denince pek sevilmiyor galiba. Ben yine okuyorum. Okumayanlar oluyor.

Z.: Okuldan ödev vermedikleri halde hiç kitaba başladın mı? Başladıysan hangisi ve sebebi var mı?

D.: Evet. Şu sıralar Platon'un Sempozyum’unu (Şölen) okuyorum. İnternette karşıma çıkmıştı ve merak edip içeriğine bakmıştım. Daha sonrasında da okumaya başladım.

Z.: Eh, bu da en az Tolstoy kadar sıkıcı değil mi?

D.: Öyle gelir zannettim ama kendim seçtiğim için biraz daha az sıkıcı geldi. Birilerinin bize seçim yaparken yardım etmesi gerekiyor. (Teşvik diye ekliyorum, tamam diyor o dediğin olsun diyor.)

İkinci öğrenci: Canan

Dila’dan sonra daha uzakta birini bulmam gerekiyordu. Bu sefer İstanbul dışından bir öğrenci buldum. O da ben de online derslere alışık olduğumuzdan hemencecik bağlanıverdik.

Canan Arslantunalı, 11 yaşında ve ortaokul 6. sınıf öğrencisi. Okul ve karantina zamanında okulunda okutulan kitapları sordum ona.

Z.: Kitap okumanın zevkli taraflarını söyler misin?

C.: Özellikle ortaokul döneminde benim okumak istediğim kitaplar ana fikri olmayan kitaplar oluyor. Mesela Harry Potter gibi heyecanlı ve gerilim kitapları. Tabii ki bilgi veren kitaplar da bazen güzel oluyor ama öğretmenlerin seçtikleri değil. Bence kitap okumak normalde zevkli. Zaten kitap okumayı sevmeyen çok kişi yok. Ama bize verilen kitaplar çok kötü olduğu için hiç kimse onları beğenmiyor. Bu yüzden benim tanıdığım hiç kimse kitap okumuyor.

Z.: Okulda kitap okuma ödevi veriliyor mu? Mesela bu yıl hangi kitapları okumanız istendi?

C: Mesela Notre Dame’ın Kamburu’nu okumamızı istediler. Kitabın normalde güzel olduğunu biliyorum. Fakat kısaltılmışını bir şekilde 40 sayfaya indirmeyi başarmışlar. Bu nedenle kitap bir felaketti. Hiçbir şeyi anlatmıyor yani konusunu biliyordum onun için hiç güzel değildi. Off, Dilim diye bir kitap daha vardı. Kitap Türkçenin doğru kullanımı hakkındaydı. Orada “American home, English home” gibi isimler kötüleniyordu. Niye Türkiye’deki mağazaların adları İngilizce diye mağazalarla kavga eden bir kadını anlatıyordu. Ama olaylar hep Türkçe kullanımı için bir araçtan ibaretti. O da zevkli olmuyor tabii... Ondan sonraki kitap Kiraz Ağacı’ydı. Görme engelliler ve arkadaşlık ile ilgiliydi. Yani tüm kitaplar bu şekilde bir sonuca varıyor. Bir şey öğretmesi isteniyor. Ama bence bu tür kitaplar hiç güzel değil. 

Z.: Okulun verdiği kitapların kaçını okuyorsun? Hepsini okuyor musun?

C.: Yaklaşık 12 kitap aldırıyorlar. Hepsini okuyoruz. Her kitap için iki hafta süre veriyorlar ve sonra sınav yapıyorlar. Bu sınavlarda öğretmenlerin en sevdiği şey kitabın ana fikrini sormak. Onlar öyle yapınca kitap okumanın hiç zevkli bir tarafı kalmıyor. Çünkü kitabı okurken deyimleri, atasözlerini, sonucu, ana fikri bulmaya çalışmaktan kitabın zevki kalmıyor.

Z.: Bu kitaplar çok sıkıcı olduğu için okumamazlık yapsan ne olur?

C: Bizim Türkçe öğretmenimiz değişti. Geçen seneki öğretmenimizin yaptığı okuma sınavından hep 100 alıyorduk. Ama çok sıkıcıydı. Şimdi ise öğretmenimiz çok detay soruyor. Bu nedenle maalesef hepsini okumak zorunda kalıyoruz. Yoksa notumuz düşüyor. Her kitap için verilen sürede hızlı okumaya çalışsam da çoğunlukla kendi istediğim kitapları okuyamıyorum. Yaz tatilinde bile okuma ödevi veriyorlar!

Z.: Bu kitap okuma zorunluluğundan ve sıkıcılığından kaçmak için bir taktiğin var mı?

C.: Bizim sınıftaki bazı kişilerin kitap okumaktan çok soğuduklarını ve kitap okumayı gerçekten sevmediklerini biliyorum. Okuyamıyorlar, bu yüzden sınavlardan en fazla 70, en az 20 puan alıyorlar. Ben yine de kitapları okuyorum. Eskiden bazı yerleri geçerek, önemli sayfalara göz atarak daha kolay okuyordum ama artık ortaokul olunca her şey değiştiği için daha fazla deyim, atasözü var. Orda ne var, burda ne var diye bakmak gerekiyor. Kitapların ana fikirlerinden bıktım. Hepsi zaten aynı. 

Z.: Vay, çok güzel taktik. Eskiden ben de ödevlerden ilgimi çeken bir kitap yoksa öyle yapardım. Sen okulda okutulan kitapları nasıl buluyorsun? Sevmiyor musun? 

C.: Verilen kitaplardan iki üç tane sevdiğim oluyor. Ama onların da ana fikri var. Ona rağmen beğendiğim oluyor. Mesela beğendiğim kitaplardan bir tanesi, Kapiland'ın Kobayları olmuştu.

Z.: Kitap okurken kendi istediklerini mi yoksa okulun verdiklerini mi okumayı tercih edersin? 

C.: Kendi istediğim kitapları.

Z.: Peki, sence niye tercihinin dışında okulun verdiği kitapları okuyorsun? Öğretmenin ödev olarak vermiş olmasından mı? Yoksa kitap sınavlarında not almak için mi?

C.: Bir keresinde bir arkadaşım bir kitap okumuştu ama öğretmen o kitabı hiç beğenmedi. Çünkü öğretmenler için okunan kitabın bir yere varması çok önemli oluyor.  Maalesef kütüphanedeki kitaplar da onların istediği şekilde. Kütüphaneye kitap bağışında bulunamıyorsun çünkü öğretmenler senin kitaplarını beğenmiyorlar. İlla kitabın bir anlamı olması gerekiyor. Onun için biz de öğrenciler olarak kütüphaneden hiç kitap almıyoruz. Çünkü gerçekten hiç güzel değil. 

Z.: Kitabın kalınlığı gözünü korkutur mu?

C.: Hayır. Mesela ben şahsen daha kalın kitapları tercih ediyorum. Mesela Sefiller’in uzununu okudum. O daha güzeldi ama Notre Dame’ın Kamburu gibi kısaltılmış olması bana hiç güzel gelmiyor. Bence kısaltılınca kitabın nerden nereye geçtiğini anlamıyorsun. 

Z.: Ne tür kitaplar ilgini çekiyor? Sürükleyici kitaplar mı yoksa eğitici kitaplar mı? 

C.: Ben fantastik ya da gerilim kitaplarını daha çok seviyorum. Dedektif, polisiye gibi. Şu an Harry Potter’ı bitiriyorum. Beşinci kitabındayım. Tabii koronavirüs nedeniyle diğer tüm kitaplarımız okulda kaldı. Onları okuyamadığımız için çok mutluyum. Ama normal zamanlarda yaz tatilinde öğretmenlerimizin ödev verdikleri kitapları da okumuyordum zaten. Çünkü her sene öğretmenimiz değişiyor. Değişince de kitap sınavı yapmıyorlar.

Z.: Haha! Ne yalan söyleyeyim, ben de senin taktiğini uygulardım. Sene sonunda birbirleriyle iletişimde olmayan öğretmenler bize bu rahatlığı ve kaytarma fırsatını kendileri sağlıyorlar. Ki, bence tatilde kendi sevdiğin kitapları okuman senin için daha iyi. Hem adı üstünde, tatil. Rahatlamak ve istediğimizi yapmamız gerek. Peki merak ettiğim şey senin kitap tercihinde önemli olan şeyler ne? Kitabın kapağı mı, arkasındaki yazı mı, içeriği mi?

C.: Ben en çok kitabın kapağına ve içindeki yazılara bakıyorum. Mesela genel olarak okuduğum kitapların arasında büyük puntolu kitap olmadığını ve büyük puntolu kitapları sevmediğimi fark ettim. Yani kitap tercihimde böyle bir ayırt edici özellik var. Tabii bazı büyük puntolu kitaplar güzel olabiliyor ama genel olarak büyük puntolu veya el yazısıyla yazılan kitaplar bana göre değil ve bana güzel gelmiyor.  Bu sene öğretmenler uzun kitap okumaya alışmamız için 200 sayfalık bir kitabı ödev vermişlerdi. Ama kitabın kapağını açınca görüyorsun, yazılar çok büyük punto ile yazılmış. İki sayfa bir dakika geçmeden bitiyordu. Böylece de 200 sayfalık bir kitabın hiçbir anlamı olmuyor. 

Z.: Büyük punto ile yazılmış olan kitaplar sana çocuklaştırılmış gibi mi geliyor? Sence öğretmenlerin yöntemi nasıl?

C.: Her kitap için geçerli değil ama okulda okuduğum çoğu kitap çocuklar içindi. Bence bu konuda yaş sınırını belirleyemiyorlar. 12-13 yaş aralığında olsak da yedi yaş ve üzeri için olan kitapları okuyoruz. Hatta bence sekizinci sınıftakiler bile +10 okuyorlardır. 

Z.: Okulun kitabı ödev olarak vermesi seni nasıl etkiliyor? Sence niye ödev veriyorlar?

C.: Bence öğretmenler normalde kitap okumadığımızı düşünüyorlar. Öğrencilerin çoğunlukla okudukları çizgi romanları da gereksiz buluyorlar. O yüzden bize “kitap okuyun diye veriyoruz.” diyorlar ama gerçekten verdikleri kitaplar insanı kitaptan soğutuyor. Yani kitap okumaktan vazgeçiriyor. Mesela geçenlerde şöyle bir şey oldu: arkadaşımla okul dergisinde yayınlanması için kitap söyleşisi yapıyorlardı. Arkadaşım Off, Dilimkitabı hakkında çok bir şey dememiş ve sadece çok güzel bir kitap olmadığını söylemiş. Öğretmenler ise onu çevirmiş ve sanki arkadaşım ortaokuldaki herkesin Off, Dilim kitabını okuması gerek demiş gibi yayınlamışlar. Herkesinkini bu şekilde değiştiriyorlar ve bu söyleşilerin bir anlamı kalmıyor. 

Z.: Aa! Böyle bir şey beklemiyordum açıkçası. Peki sizi okumaya yönlendirmek için kitap okuma saati gibiherhangi bir şey var mı?

C.: Evet. Orada mecburen kitap okuyoruz. Ancak zorunlu olan biterse kendi istediklerimizi okuyabiliyoruz. Öğretmenlerimiz kitap okuma saati süresince başımızda durduğu için zorunlu olanı yapmadıysak istediğimizi yapmamıza izin verilmiyor. Kitap getirmezsek de sinirleniyorlar. Tabii ben de bu sebepten kitap okuma saatini sevmiyorum.

Z.: Peki okulda kitap okuma saati işe yarıyor mu/ geliştiriyor mu/ sana özel okuma vakti ve şansı tanıyor mu? 

C.: Bence hiçbir işe yaramıyor çünkü kimsenin kitap okumadığı her şeyiyle belli oluyor. Özellikle okulun ilk saati olduğu için herkes okula geç geliyor, ders sürekli bölünüyor ve okuma saatini kaçırıyorlar. Geçen sene 30 dakika olan okuma saatimiz bu sene 15 dakikaya inince çoğu kişi toparlanana kadar okuma saatini kaçırıyor ve herkes kitabımı unuttum diyor. Hatta sınıfımda bir çocuk hiçbir zaman kitap okumamayı başardı. Öğretmen bir türlü okutamadı:)

Z.: Okuldan ödev vermedikleri halde hiç kitaba başladın mı? Başladıysan hangisi ve sebebi var mı? 

C: Evet onları okuyorum ama gerçekten ortaokulda, özellikle bu sene çok fazla okuyamamaya başladım. Yani Harry Potter’ı bile bitiremedim daha çünkü okumanın zorunlu olduğu bir sürü kitap var. Bir de bunların İngilizceleri var. Bence onlar da çok kötü hatta tam bir felaket. 

Z.: İngilizce kitapları çok mu kolay oluyor?

C.: Hem kolay oluyor yani kitaplarda “Stage 2/A2” seviyesindeyiz. Normalde ise “B2” seviyesindeyiz. Daha yüksek seviye de olsak da “A2” seviyesinde veriyorlar. Bir de kitaplar 50 sayfa, büyük puntolu ve kitapta basit cümleler kurulmuş. Ayrıca öğretmen kitaba o kadar bayılmış ki sürekli sınıfta biz anlayana kadar tekrar tekrar okuyoruz, sınavını yapıyoruz, çalışma kâğıdını yapıyoruz. Bir de öğretmen her sınavda soruyor. Tabii biz de kitaptan soğuduk. 

Z.: Haklısınız! Ben de soğurdum. Peki, sence öğrencileri bu kadar sıkmadan ve kitap okumaktan soğutmadan nasıl bir yöntem izlemeli okullar? 

C.: Kütüphane dersimiz var. Orada da kitap okuyoruz. Ama ben gerçekten derste o kitapların içine giremiyorum. Çünkü kitapların konusu belli değil. Her bölümde farklı bir şey öğretiyor ve bence çok saçma kitaplar. Bu nedenle bence okulda illa bir şey okutacaklarsa okutacaklarının birazı da kendi istediğimiz kitaplar olabilir. Ya da birkaç kitabı biz seçebiliriz. Ya da illa istedikleri kitabı okutacaklarsa sınav yapmak yerine daha çok etkinlik yapsalar daha güzel ve zevkli olur.

Z.: Süper! Bu görüşlerinizi hiç dile getirdiniz mi?

C.: Biz bir kere bunu söylemiştik. Maalesef bunları öğretmenimize söylediğimizde öğretmenimiz bu kitaba çok önem verdiğini söyleyerek önerilerimize kulak asmamıştı. Yani hiçbir şey değişmemişti. 

Üçüncü öğrenci: Şirin

Şimdi bu sefer de önceden hiç konuşmadığım, bir şey paylaşmadığım birini bulmam gerekiyordu. Sağa sola haber gönderdikten sonra yine Canan vasıtasıyla kitaplar hakkında ilginç bir karar aldığını öğrendiğim bir arkadaş buldum. İlk soru olarak, o ilginç kararını sormam gerekliydi.

Şirin Pamir, 13 yaşında, ortaokul 7. sınıf öğrencisi.

Z.: Kitap okumayı bıraktığını duydum. Bunun nedeni ne acaba?

Ş.: Kitap okuma isteğimi bir kenara bıraktım desem daha doğru olur. Çünkü telefonla oynamak daha eğlenceli geliyor. Kitap okumakla eğlenemiyorum. Sanki kitaplar eğlencesini yitirdi gibi. 

Z.: Yani kitap okumanın zevkli bir tarafının kalmadığını mı düşünüyorsun? Telefonun daha eğlenceli olduğunu düşündüren şey ne? Sence telefon kitabın yerini tutabilir mi?

Ş.: Kitap okumayı diğer şeylerle karşılaştırdığım zaman film izlerken ya da telefonda vakit geçirirken daha çok eğlendiğimi fark ettim. 

Z.: Tabii ki telefonun sunduğu şanslar, binlerce oyun, YouTube videoları, görüntülü konuşmalar vs. sıkmayan en kolay ve hızlı eğlence metodu. Fakat sence kitap okumayı zevksiz bulmanın tek nedeni telefonun olması mı, yoksa başka nedenleri de var mı?

Ş.: Bu fikrimin oluşmasının büyük bir nedeni okulda okumamız için verilen kitaplar olabilir. Çünkü okutulan kitaplar hiçbir şekilde bana ve arkadaşlarıma uygun olmuyorlar. Ya çok büyükler için ya da çok küçükler için yazılmış kitaplar oluyorlar. 

Z.: Peki, bu kitapları okumak zorunlu mu ya da ödev olarak veriliyor mu?

Ş.: Evet. Ayda bir kere Türkçe kitap okuyoruz ve onunla ilgili sınav oluyoruz. Tabii, bir de kitaplardan sınav olmak hiç eğlenceli bir şey değil. Sanırım kitapları eğlenceli bulmamamın önemli bir sebebi de bu.

Z.: Sana bu konuda katılıyorum. Bu kitap sınavları hiçbir şekilde bitmiyor. Aramızda beş yaş olsa da lisede de kitap sınavları devam ediyor. Benim de zorunlu tutulan kitapları sevsem de sevmesem de sınavlarından pek hoşlandığım söylenemez. Maalesef, mecbur olarak sınavlara giriyorum. Peki, genellikle hangi tür kitapları zorunlu olarak veriliyor?

Ş.: Bu ay, Stefan Zweig’ın Satranç adlı romanını okumamız istendi. Şu an sadece birkaç sayfasını okuyabildim. Kitabı zor ve sıkıcı buldum. Zaten kitabı bitiren arkadaşlarımla konuştuğumda onlar da kitabı beğenmediklerini söylemişlerdi.

Z.: Hım, enteresan! Ben Satranç’ı geçen sene okulun zorunlu tutması nedeniyle okumuştum ama çok etkilenmiştim. Hatta o kadar sevmiştim ki bunun hakkında proje verdiklerinde gerektiğinden fazla özenerek tuvale bir resmini yapmıştım. Sanırım dediğin gibi önerilen eserlerin seviyesi yaş seviyesi olarak biraz üst düzey kalmış. Haliyle de anlaması zor bir kitap sıkıcı olabilir ama sen önerilen kitapları buna rağmen okuyor musun?

Ş.: Hepsini okumak zorunda kalıyorum maalesef. Çünkü hocalarımız illa ya sözlü ya da yazılı sınav yapıyorlar ve buna göre puan veriyorlar. Hatta COVID-19 nedeniyle “online” eğitime geçsek bile bu sınavları olmaya devam ediyoruz. O nedenle de zorunluluktan okuyorum. 

Z.: Bu kitapları okumazsan ne olur? Hiç okumadığın oldu mu?

Ş.: Verilen kitap ödevleri, diğer ödevler gibi. Not veriliyor ve yapılmadığında puan kırılıyor ve kitabı okumadığında sınavda düşük not geliyor. 

Z.: Okul kitaplarını zorunlu okumak dışında kitap okuyor musun? Okuyorsan, hangi kitapları okuyorsun?  

Ş.: Okulun ödev olarak verdiğine bazen başlıyorum yarısına geldiğim zaman bırakıyorum gibi bir şey oluyor. Telefonumu tercih ediyorum. Ama maalesef zorunlu olunca gece yatmadan kitap okuyordum. Telefonuma bakmasam bile sıkılıp uyuduğum zamanlar çok fazla oldu. Şimdi ise karantinada rutinlerim değişti. Bu nedenle de okuma saatini gün içine çekmeyi deneyeceğim.  

Z.: Kitabın kalınlığı seni korkutur mu? Bir kitabı okumakta o kitabın kalın olup olmaması okuma motivasyonunu nasıl etkiler? Hangi tür kitapları seversin?

Ş.: Genelde çok kalın kitaplar okumuyorum. Okul da aynı şekilde makul uzunlukta kitaplar öneriyor. Doğal olarak okuma motivasyonunu uzunluk ve kalınlık değil ama kitabın başlangıç kısımlarının ilgimi çekmesi etkiliyor. Severek okuduğum kitapların türü genelde macera oluyor. Yaşıma uygun ve sürükleyici kitaplar okurken anlatılanı kafamda canlandırmayı seviyorum. Bu tarz kitaplar tercih ediyorum.

Biraz da ben konuşayım

Farklı yaşlardan öğrencilere aynı soruları sorup benzer cevaplar almak çok şaşırtıcı gelmedi. Oldukça samimiler aslında. Şöyle bir düşündüm de ben de eskiden benzer şekilde düşünüyordum. Şimdi çok şey değişti. Ödev olsa da olmasa da bana tavsiye edilen kitapları okurken ne olursa olsun kendim için iyi bir şey yaptığımı biliyorum. 

Aslında tavsiye edilen kitabı, tavsiye eden kişinin özelliği ile bir tutuyorum. Örneğin yakın bir arkadaşımın tavsiye ettiği kitapta bulacaklarım ile “Aaa bak bunu muhakkak oku, sonra geyiğini yaparız” diyen bir akrabanın önerisi farklı çıkıyor. Yani birisinin benimle tanıştırdığı kitapla kendi kendime merak ederek isteyerek elimi aldıklarım arasında fark var. 

Dila, Canan ve Şirin, doğal olarak şimdilik bunu fark etmiş değiller gibi. Fakat çok sürmez onlar da zorunlu kitaplardan bile hoşlanacaklar belli. Onlardan çok daha büyük bir ablaları olarak (3-4 yaş) notlarını olumlu verdim. :-)

Kitap okurken anlatılanla bütünleşmek ve kitap dışında diğer şeylerden soyutlanma da kitap okumanın verdiği zevkin cabası oluyor. Tabii bu durum kitabın içeriğini sevmekle orantılı. Kitabın konusunu kendime göre bulmamışsam ve hoşlanmamışsam o kitabı okumanın herhangi bir zevkli tarafı kalmıyor. 

Peki işte o sevmediğim kitap, zorla okumam istenen ödev kitabı ise… 

Neden bir kitabın özeti çıkartılır?

Tahminler:

1- Öğretmenler bizim o kitabı okuyup okumadığımızı anlamak istiyorlar. Çok yaratıcı bir ölçme-değerlendirme, sormayın!

Fakat şu işe bakın ki verdikleri kitabın muhakkak ödev sitelerinde bir özeti var. O özeti kullanırsak onlar da arayıp kopyala yapıştır yaptığımız yeri bulabilirler. Hocalar bu kopyayı anlamadılar diye illaki kitabı okumadan özeti bir yerlerden alacak olan öğrenciler cümleleri değiştirmeyi akıl ediyor. İngilizce metinleri otomatik olarak değiştirip, intihal algoritmalarından kaçan yazılımlar var. Bir yerden aldığı özeti kendi yazmış gibi değiştirmeyi beceren öğrenciye, öğretmenlerin kazandırdığı şey ne olabilir? Cümleleri farklılaştırma pratiği kazandırmaktan başka? 

Hatta yayınevinde çalışan birine bunu söylediğimde, yüzlerce yıllık klasiklerin telif hakları bittiği için başka çevirileri piyasadan alıp, cümleleri değiştirip değiştirip basan yayınevleri olduğundan bahsetti. Bir adam varmış, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve başka dokuz ayrı dildeki klasikleri tek başına çevirmiş. Bari hepsine başka isim koy kendi ismini yazma değil mi, egosunu dizginleyememiş. Sonra birileri fark etmiş, kim bu diye bakınca bir yayınevi esnafı olduğu ortaya çıkmış.

İşte özetleri karıştırıp, böyle bir metin yaratabiliriz. Hatta bu konuda çok uzmanlaşırız. Hoca da not vermek zorunda kalır. Kısaca K24’teki bu yazıyı okuyan öğretmenler bilsin ki, öğrencilere istemedikleri kitapları zorla okutup, özet istemek onları kitapsever yapmıyor.

Önemli Not: Şu anki okulumun hakkını yiyemem. Özetten sakınmamız için bir tek duvara afiş asılmadığı kaldı. Öğretmenlerimiz okuduğumuz eserlerin yazılı ve sözlü analizlerinde olabildiğince özetten kaçınmamız gerektiğine vurgu yapıyorlar. Nedeni lisede olmam mıdır, gittiğim okul mudur? Bilmiyorum. Sanırım özet yapma ve zorunlu kitap karşıtlığım; Dila, Canan ve Şirin ile aynı yollardan geçmiş olmam ve eskiden okuma konusunda benzer düşüncelerle liseye gelmemden kaynaklanıyor. Bu konuda bu kadar kesin yargılara sahip olmam ise yapılan hataları şimdi görmeye başlamamdan.

2- Öğretmenle derste kitap hakkında konuşabiliriz. Ancak bunun için öğretmenin de bu kitabı çok çok sevmesi lazım. Ortaokulun sonuna kadar öğrencileri itekleyerek kitap kulübü gibi bir durum mu yaratmak istiyorlar? Kitap kulüplerinde herkes bir kitabı okur ve tartışır ama özet istenmez kimseden. O da olmuyor. 

3- Özet sayesinde ana fikri çıkartabileceğimizi ve özümseyeceğimizi zannediyorlar. Canan da aynı durumda şikayetçi. Kitabın bir de “ana fikrinin” sorulmasından neffffrrreeeettttt ediyoruz. Ayrıca zorla çıkardığımız ana fikri söylüyoruz, ödev kâğıdına yazıyoruz. Öğretmen beğenmiyor. “Cık, öyle değil” diyor. Kime göre neye göre? Yahu bu herkese göre değişir. Ben bir yemek tarifi kitabından Anadolu’daki yemek kültürünün kıtlık zamanında nasıl değişime uğradığını çıkartırsam ne olacak? Hoca "Cık, zeytinyağlı fasulyedir bu kitabın ana fikri" derse ne olacak? Düşük not mu alacağım? Ya da bana sen kitabı okumamışsın mı diyecek?

4- Özet çıkarmak kitabı yeniden yazmak demek aslında. Ancak bunu anlamayan öğretmenler var. (Yıl olmuş 2020!) 

5- Yayınlanmış az yazım var. (Bu dördüncü olacak) Bloğuma yazıyorum ama erişime açmıyorum, bazen kendime saklıyorum. Bazen de çok okunan yerlerde yayınlanıyor. Neyse, bazı yazılarımı okuttuğum gazete yazarlığı dahi yapmış kişiler (itiraf edeyim bir tek babam var etrafımda) hemen “Çok uzun olmuş bu” deyiveriyor. Hep aynı laf. Her hafta yazı yazarmış ve boşluklu 880 kelimeyi geçmesi yasakmış. Konuyu anlatmak zor oluyormuş. Hep aynı terane.

Artık blog çağındayız ve eğer okuyucu severse uzun yazıyı da internet mecrasında okuyor. Uzun yazmak kolay ama aynı şeyi kısa yazmak daha zormuş, anladık. Anladık da koca kitabın analizini (ya da özetini artık ne dersen) isterken istenen uzunlukta yazmanın zorluğunu neden anlamıyorlar hocalar?

Röportajda bilerek “sayfa sayısı” ve hatta “tuğla gibi kitap” soruları sordum. Üçü de bu tuzağa düşmedi. Benim için de eskiden kitabın kalınlığı önemliydi. Gözüm korktuğu olmuştu. Sonra öğrendim ki bazı klasiklerin kısaltılmış halleri daha zevksiz. Bitmesin diye kalın kitabı yavaş okumak da varmış. Sevdi mi, öyle.

Sonuç yerine 

Olmuyor, kimse uzun metin okumuyor. Kısa metin okuyor ve yazıyoruz. Instagram ve tabii Tiktok benzeri mecralar okuma yerine görüntüyü ve hatta videoyu zorluyor. Biz de okumuyoruz doğal olarak. Karikatür bile okunmuyor, çizgi roman da sadece meraklılarının peşinden koştuğu şey. Sevgili öğretmenler de inadına okunacak kitap veriyorlar bu eksiği kapatacaklarını zannediyorlar. Oku ve özet çıkar. Oku ana fikir yaz. Oku analizi yaz. Ne büyük eziyet!

Zaten Snapchat varken kim dakikalarca bir metne zaman ayırır, dikkatini böyle sıkıcı bir işe verir? Eskisi kadar sosyal medya bağımlısı olmasam ve çoğu sosyal platformu kullanmasam da bu hâlâ geçerli bir argüman.

Peki ne olacak? Öğretmenler, hocalar kitap ödevi vermesinler mi? Onlar da mı Tiktok gibi ders anlatsınlar?

Bence kitap okuma ödevi yerine kitabın nasıl okunacağını öğretmek gerekiyor. Serdar Kuzuloğlu bu soruyu soranlara kızıyor. Kitap ele alınıp sayfaları açılıp okunurmuş. Olmadı internet ekipler amiri, olmadı. Kitap okuma alışkanlığı kendi kendine de gelişebiliyor, belki de bazı kimselerde hiç gelişmiyor. Ben de geç olsa da güç olmadan nasıl kitap seçilir, nasıl okunur, nasıl analiz edilir sorularının cevaplarını lisede öğrendim. Öğrenilecek bir şey yani.

Ben öğretmen olsam kitap ödevi vermezdim. En sevdiğiniz kitabı okuyun ve sonra onu heyecanlı heyecanlı anlatın derdim. “Hiç kitap sevmedim, o yüzden hiçbirini okumadım” diyen öğrenci olursa da kendi sevdiğim bir kitabı ona anlatırdım ve sonra madem kitabı okutamadım, benim heyecanımı anlatmasını isterdim. Onu da anlatamıyorsa ya “cool” olacağım diye kasan bir arkadaştır ya da gerçekten edebiyatın havasına girmemek için kütüklük yapıyordur. Kaybedilmiş dava der geçeriz.

Çok zor. Eminim ki ben öğretmen olsam ve heyecanla bu yukarıdaki gibi davransam kimse benim bu çabamı da takdir etmezdi.

Şöyle baktım ki, bu zor işin altından kalkabilsem bile, bana dayatılacak müfredat yüzünden, çocuklara zorla kitap okutup, sonra da özetini bir yerlerden almışlar mı diye gardiyanlık yapmak gerekecek. Sonra atanmak atanamamak... Evet, öğretmen olmamaya karar verdim. 

Çocuğunuz zorla verilen kitapları okumuyorsa üzerine gitmeyin. Çok ekrana bağlı diye hayıflanmayın. Okumayacak olan Tiktok'unu, okuyacak çocuk kitabını bulur nasıl olsa.

•