Çevrede kanayan yara: ÇED

İrili ufaklı projelerde gündeme gelen ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporları ne işe yarar? ÇED'in yasal ve teorik yapısı nedir? ÇED'le ilgili ihtilaflarda karşılaşılan sorunlar için referans ne olmalıdır? ÇED sürecinin etkin bir şekilde gerçekleşebilmesinin önündeki engeller nelerdir?

ÇED, ÇED Raporu, ÇED Olumlu Kararı, ÇED İptal Davası... Çevre konularına ilgi duysun duymasın, çoğu yurttaşın kulağına çalınan bir konudur Çevre Etki Değerlendirme. Türkiye’nin dört bir yanında irili ufaklı projelerde gündeme gelir. Nükleer santralden termik santrallere, Kanal İstanbul’dan üçüncü köprüye, altın madenlerinden atık tesislerine kadar birçok projede Çevresel Etki Değerlendirmesi kamuoyunca tartışılmıştır.

Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Süheyla Suzan Gökalp Alıca’nın kalem aldığı İdari Yargı Kararları Kapsamında Çevresel Etki Değerlendirmesi - Mevzuat ve Uygulamaya İlişkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri  adlı kitap 2019’un son günlerinde Adalet Yayınevi tarafından yayınlandı. Kitap Türkiye’de yargı kararları çerçevesinde ÇED’in yasal ve kuramsal yapısını inceliyor ve uygulamada karşılaşılan sorunlara çözüm önerileri sunuyor. Çok boyutlu ve çok aktörlü bir süreç olan ÇED’i anlamak için bir referans kitabı niteliği taşıyor. Alıca kitapta ÇED sürecinin etkin şekilde gerçekleşebilmesinin hukuk devleti olabilmekle ve hukukun üstünlüğünün hayata geçirilmesiyle yakından ilişkili olduğunu gözler önüne seriyor.

Kitap altı bölümden oluşuyor. İlk bölümde Temel Kavramlar, Ulusal ve Uluslararası Mevzuatta ÇED, ikinci bölümde Çevresel Etki Değerlendirmesinin Hukuki Çerçevesi, üçüncü bölümde Çevresel Etki Değerlendirmesinde Kurumsal Yapı, İdari Süreç ve Toplumsal Farkındalık dördüncü bölümde Çevresel Etki Değerlendirme ve İdari Yargıya Başvuru, beşinci bölümde ÇED Kararları ile İlgili Örnek Uyuşmazlıklar ve son bölümde Stratejik Çevresel Değerlendirme ele alınıyor.

ÇED, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın tanımına göre, bir projeye karar vermeden önce çevresel, sosyal, ekonomik etkilerini tanımlamak için kullanılan bir çevre yönetimi aracı. ÇED öngörülen projelerin planlama ve tasarımı aşamasında çevresel etkileri önceden tahmin etmeyi, olumsuz etkileri azaltmanın yollarını ve araçlarını bulmayı, projeyi gerçekleştirilecek çevreye uyacak şekilde düzenlemeyi ve karar vericilere öngörüler ve seçenekler sunmayı amaçlıyor.

Dünyada 100’den fazla ülkede uygulanan ÇED mevzuatı ilk olarak Ulusal Çevre Politikası yasasıyla ABD’de 1969’da, Avrupa Birliği’nde ise ÇED Direktifi ile 1988’de yürürlüğe girdi. Türkiye’de ÇED Yönetmeliği 1993’te çıkarıldı. ÇED ulusal ve uluslararası planda önemli kabul edilmekle birlikte, etkisinin beklenenden daha düşük olduğu aşikâr. 1980’de kurulan Uluslararası Etki Değerlendirme Derneği, etki değerlenmesinde yerel, bölgesel ve küresel kapasitenin geliştirilmesini sağlayan bir platform görevi üstleniyor.

ÇED Nedir, Ne Değildir?

Ülkemizde Çevre Kanunu’nun 10. Maddesi Çevresel Etki Değerlendirmesi’ni düzenliyor. “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.” Çevre Kanunu dışında Devlet İhale Kanunu, Maden Kanunu, işyeri açma ve çalışma ruhsatı, su yapıları denetimi, elektrik piyasası lisans, endüstri bölgeleri yönetmelikleri gibi çeşitli hukuki düzenlemelerde de ÇED’e atıf bulunuyor.

ÇED, çevre politikasının ve çevre hukukunun farklı öğelerini bünyesinde barındırır. “ÇED’in çevre kirliliğinin henüz doğmadan önlenmesi hususu Önleme İlkesiyle, pek çok kamu kurumu ve kuruluşunun süreçte etkin rol almasıyla İşbirliği ve Eşgüdüm İlkesiyle, halkın katılımının sürecinin en önemli aşamalarından biri olması dolayısıyla Katılım İlkesiyle, ÇED raporundaki taahhütlere uyulmamasıyla ve çevre kirliliğinin oluşması sonucu yaptırımların uygulanması dolayısıyla Kirleten Öder İlkesiyle doğrudan ilgilidir. Ayrıca ÇED Raporundaki alınması gereken tüm ayrıntılı tedbirler nedeniyle İhtiyat İlkesiyle ilişkisi bulunmaktadır.” (Sf: 23)

AB üyeliğine aday olan Türkiye, ÇED Direktifi’ni büyük ölçüde iç hukuka yansıtmıştır. AB ilerleme raporlarında uyum konusunda halkın katılımının güçlendirilmesi, mahkeme kararlarının düzgün uygulanması ve Aarhus Sözleşmesi ile tesis edilmiş olan bilgiye erişim, halkın katılımı ve yargıya erişim hükümlerinin henüz uyumlaştırılmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca ulusal ÇED mevzuatının uluslararası finans kuruluşları tarafından kabul gören “Uluslararası Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme” esasları ile uyumlu olmaması nedeniyle sorunlar ortaya çıkabilmektedir. ÇED Yönetmeliği yıllar içinde birçok kez değişmiş, halen de değiştirilme çalışmaları devam etmektedir.

Yetkili makamlar ve ilgili sektörler

ÇED kararlarını verme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait. ÇED’e ilişkin tesis edilen işlemler idari işlemlerdir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ÇED Yönetmeliği’ne bağlı olarak projeler hakkında dört tip karar verebiliyor. ÇED Olumlu - ÇED Olumsuz - ÇED Gereklidir - ÇED Gerekli Değildir. Bakanlık gerekli gördüğü durumlarda ÇED Gereklidir veya ÇED Gerekli Değildir kararının verilmesini valiliklere devredebiliyor. ÇED kararlarına karşı idari yargıda dava açılabiliyor.

ÇED Yönetmeliği temelde 12 sektöre -ve onların alt sektörlerine- ilişkin projelerde uygulanıyor. Bu sektörler termik enerji santralleri, nükleer enerji santralleri, barajlar ve hidroelektrik santraller, atık bertaraf tesisleri, kıyı yapıları, otoyollar, açık ocak madenciliği ve cevher hazırlama-zenginleştirme tesisleri, çimento fabrikaları, tekstil fabrikaları, balık çiftlikleri, entegre et tesisleri, toplu konut ve turizm konaklama tesisleri.

ÇED başvuru dosyasında proje alanının etki alanında olan çevrenin nüfusu, faunası, florası, jeolojik, hidro-ekolojik özellikleri, doğal afet durumu, toprak, su, hava, atmosferik koşullar, iklimsel faktörler, peyzaj özellikleri, arazi kullanım durumu, hassasiyet derecesi vb. özellikleri yer alması gereken başlıklar. Planlanan projenin izin ve ruhsat sürecinin en temel belgelerinden birisi de ÇED raporudur. Bilimsel ve teknik açıdan yetersiz raporlar çoğu zaman tartışma konusu olabiliyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü web sitesinden güncel verilere ulaşılabiliyor. İlk ÇED Yönetmeliği’nin yayınladığı 1993’ten 2019 yılına kadar 63.112 ÇED Gerekli Değildir, 1.076 ÇED Gereklidir, 5.728 ÇED Olumlu, 54 ÇED Olumsuz karar verilmiş. ÇED Olumlu kararlarının sektörel dağılımı ise şu şekilde: Petrol-Madencilik %28, Enerji %23, Atık ve Kimya %13, Tarım ve Gıda %13, Sanayi %13, Ulaşım-Kıyı %7 ve Turizm-Konut %5. ÇED Gerekli Değildir kararlarındaki dağılımda Petrol-Madencilik %49, Tarım-Gıda %14, Sanayi %13, Atık %9, Turizm-Konut %6, Enerji %6, Ulaşım-Kıyı %2. Türkiye coğrafyasında yaşanan ekolojik tahribatın boyutlarını tek başına bu rakamlardan bile çıkarmak mümkün.

ÇED süreçlerinin en önemli aşamalarından biri de halkın katılımı. Projenin etkileyeceği bölgede yaşayan yöre halkının projeye dair bilgiye erişiminin kısıtlandığı çokça örnek bulunuyor. Yöre halkının ve doğa korumacıların halkı bilgilendirme toplantılara katılımları engelleniyor, hatta bazı zamanlarda zor ve şiddetle karşı karşıya kalıyorlar.

ÇED davaları

ÇED kararlarına karşı açılan iptal davaları idari yargıda görüldüğü için idari yargılama usulüne ilişkin kurallar geçerlidir. Mahkeme ÇED Yönetmeliği’nde yer alan hükümlerin yerine getirilip getirilmediğini bilimsel veriler ve deliller ışığında hükme bağlar. Peki, ÇED kararlarına karşı kimler iptal davası açabilir? İdari işlemler ile dava açacaklar arasında bir menfaat ilişkisi şartı aranıyor. Bu menfaat ilişkisi kavramı idari yargı mercileri tarafından bazen geniş, bazen de dar anlamıyla yorumlanıyor. Alıca ÇED kararlarına yönelik açılan davalarda davacıların kurumsal kimliklerini incelediğinde şöyle bir liste ortaya çıkıyor: TMMOB, barolar, dernekler ve vakıflar, sendikalar, siyasi partiler, kent konseyleri, köy muhtarlıkları, belde ya da semt sakinleri. Bireyler konusunda Danıştay menfaat ilişkisini yorumlarken kiracı, malik ya da zilyet olma, belde sakini olma, hizmetten yararlanma ya da vergi yükümlüsü olma gibi ilişkileri değerlendiriyor.

Alıca ÇED kararları ile ilgili örnek uyuşmazlıklara da yer veriyor. Mersin’de yapılan Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ÇED Olumludur kararının iptali talebiyle 2014’te açılan davada Danıştay’ın kararı, Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu’nun 2013 yılında Mersin, Adana ve İskenderun’da kurulması planlanan termik santrallerin ÇED Olumlu kararının iptal davasında verdiği hükümleri değerlendiriyor. Ayrıca HES’lere, jeotermal enerji santralleri, madencilik faaliyetleri, organize sanayi bölgeleri, kültür balıkçılığı gibi konularda da ÇED kararlarına yönelik dava sonuçlarını inceliyor.

Kitabın son bölümü Stratejik Çevresel Değerlendirme’ye (SÇD) ayrılmış. Çevrenin korunmasını sağlamak üzere sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, çevre üzerinde önemli etkiler yapması beklenen plan/programların hazırlanması ve onayı sürecine çevresel unsurların entegre edilmesi için uygulanan Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği 2017 yılında yürürlüğe girdi. Bazı sektörlerde 2020, bazı sektörlerde ise 2023 yılından itibaren uygulanmaya başlayacak. Alıca’ya göre ÇED’e göre alternatif çözümler, geniş kapsam, bütünsel yaklaşım içeren SÇD’nin uygulanması ancak yasama, yürütme ve yargının hukuka uygun davranması ve kendilerini hukuka bağlı hissetmesine bağlı.

 

GİRİŞ RESMİ:

2015 yılında Akkuyu'ya kurulması planlanan nükleer santralle ilgili olumlu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu'nun iptali için Mersin İdare Mahkemesi'ne dava açan Greenpeace üyeleri mahkeme binası önünde protesto eyleminde.