Onu saygıyla, sevgiyle, minnetle uğurluyoruz; umudumuzu korumaya çalışarak, onun deyişiyle enseyi karartmadan…
22 Haziran 1927’de başlayan bir hayat, 22 Ekim 2015 sabahı sona erdi. Çetin Altan, bu ülkenin yetiştirdiği en büyük gazeteci ve yazarlardan biriydi. Onu sevgiyle, saygıyla, minnetle uğurluyoruz.
1946’da Ulus Gazetesi’nde başladığı gazetecilik hayatını 87 yaşında Milliyet’teki ‘’Şeytanın Gör Dediği’’ yazılarına ara verene kadar sürdüren Çetin Altan, Türkiye gazeteciliği için nadir nitelikte, evrensel bakışını edebî lezzetle ve mizahla buluşturan yazılarıyla okurlarının dünyasını, hayatını, ufkunu genişletti yıllar boyu.
Büyük Gözaltı (1973), Bir Avuç Gökyüzü (1974), Viski (1975) ve Küçük Bahçe (1978) ile roman, Üçüncü Mevki (1946) ile şiir, Kalem Bahçelerinden Yedi Hayat (2009) ile eleştiri, Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri (1985) ile öykü dalında eserler verdi; çoğu sahnelenen on tiyatro oyunu yazdı. Sayısız deneme, inceleme kitabına imza attı. Al İşte İstanbul gezi-röportaj, Kavak Yelleri ve Kasırgalar ise otobiyografi alanında Türkçeye kazandırdığı eşi az bulunur kitaplardır.
Gerek kitaplarındaki gerek günlük gazete yazılarındaki diliyle dilimizi de zenginleştirdi Çetin Altan; onun ‘’hazineden geçinmeliler’’ gibi, ‘’enseyi karartmamak’’ gibi nice deyişi kullandığımız Türkçenin bir parçası bugün.
1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilen Altan, Meclis’teki dört yılı boyunca Türkiye’nin sesini en fazla işittiği siyasetçilerden biri oldu. Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekili olarak siyasi tarihimize geçti. Bu dönemdeki anılarını Ben Milletvekili İken adıyla kitaplaştırdı.
Son nefesine kadar hep insanları daha mutlu, daha sağlıklı, daha müreffeh, daha umutlu, dünyayla daha yakın ilişkide, edebiyatla, sanatla, bilimle daha barışık bir ülke özledi Çetin Altan. Bu özlemle konuştu, bu özlemle yazdı.
Çetin Altan’ı son yazılarından biriyle uğurlarken başta oğulları Ahmet Altan, Mehmet Altan ve kızı Zeynep Bakan olmak üzere bütün ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Anısı önünde saygıyla eğiliyor, onun özlediği ülkeyi özleyerek, enseyi karartmadan, umutla yazmaya, konuşmaya, çalışmaya devam sözü veriyoruz.
Hayal ettiğim ülke bu değildi[1]
Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i maksuda ulaşılamasa da çok yol katettik.
Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır.
Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin ayaklarının üstünde duracağına olan inancımı hiç kaybetmedim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O zaman da, masaldaki gibi “sihirli kedinin çizmelerini” giyerek amacına doğru uçarak gidecek.
Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.
Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz.
Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.
Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik” diyebilirsiniz.
Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır.
O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi.
Enseyi karartmayın.”
(K24)