Etgar Keret: Gerçek Bir Hikâyeden Uyarlanmıştır belgeseli !f kapsamında izleyiciyle buluşurken yaratıcıları Stephane Kaas ve Rutger Lemm ile bir araya gelerek filmin ortaya çıkış hikâyesini ve Keret'in ilgi çekici dünyasını konuştuk
15 Şubat 2018 18:05
Stephane Kaas ve Rutger Lemm’in ortak projesi olan Etgar Keret: Gerçek Bir Hikâyeden Uyarlanmıştır adlı belgesel, !f kapsamında izleyiciyle buluştu. Filmin yönetmeni Kaas ve senaristi Lemm ile Keret’i ve öykü anlatmanın inceliklerini konuştuk.
Etgar Keret Türkiye’de tanınan ve sevilen bir yazar, okurlarıyla diyalogu ise oldukça güçlü. Keret hakkında bir belgesel çekmeye nasıl karar verdiniz? Onun yaşamına ve öykü evrenine neden eğilmek istediniz? Neden Keret?
Rutger Lemm: Etgar’ın öyküleriyle tanışmamı sağlayan Stephane oldu, o zamanlar lisedeydik. Stephane, insanın ergenlik çağında hep hayalini kurduğu yaşça büyük, yol gösterici rolündeki arkadaştı benim için; felsefe olsun, mizah ya da edebiyat olsun, yeni şeyleri hep ondan öğrenirdim. Yeni keşfettiği bir yazardan bahsetti bana: Etgar Keret. Öykülerin bazılarını aktardı bana ve anında bağ kurdum, Etgar’ın öyküleri duygu durumumuzu birebir ortaya koyuyordu, amaçsız ama sevimli tiplerdik, absürt mizaha da bayılıyorduk. “Şişko”,1 o dönem ilk okuduğumuz Keret öykülerinden biriydi.
Sonradan, genç bir gazeteci olarak Tel Aviv’de bulunduğumda onunla söyleşi yapma fırsatı yakaladım. Beni şaşırtmış, talebime olumlu yanıt vermişti, üstelik söyleşiyi yayımlatacak bir mecram bile yoktu henüz. Buluşmamızdan önceki gece harıl harıl soru hazırladım ama Etgar, soruları görmezden gelip bana bir sürü şey anlattı –bu öykülerin çoğu filmimizde de yer alıyor, annesiyle babasının tanışma öyküsü, Alman yayıncısı, vs. İçten içe dost olacağımızı umarak, hoşlandığım insanlarla söyleşi yapmışımdır hep, Etgar ile buluşmamızdan sonra ise kapıdan çıkar çıkmaz beni unutacağından emindim, kendi dünyasında (muhteşem bir yer) yaşar gibi bir hâli vardı. Ne ki sonra, Amsterdam’a geldiğinde, benimle görüşmek istedi. Önce inanamadım: Beni bir başkasıyla karıştırıyor olabilir miydi? Onu ve eşi Shira’yı şehirde biraz gezdirdim, beraberce takıldık, o günden sonra da dost olduk.
Birkaç sene sonra Stephane ile beraber kısa film çektiğimiz dönemde “Şişko” öyküsünü uyarlamak istedik. Gelgelelim Stephane esasen belgeselciydi, ben de söyleşi yaptığımız gün Keret'in anlattığı tüm o öyküleri kullanmak istiyordum. Etgar Keret’in yaşamından kesitleri kurmaca öyküleriyle karışık olarak sunacağımız delice bir biyografi çekme arzusuna kapıldık ve bu işe soyunduk. Keret’e yazdık ve onu da ikna ettik. Sonrasında bütçe için gereken parayı bulmak dört yılımızı aldı.
Filmi çektiğimiz sırada Etgar’ın nezaketen kabul edip etmediğini düşündüm hep –böyle bir huyu vardır çünkü, hayır diyemez. Dost olduğumuzu anlamış değildim sanırım. Daha sonra bana şöyle dedi: “Belgesel isteklerine hayır diyordum hep ama siz bana, benim kendi gençliğimi anımsattınız. Gençken herkes reddederdi beni, şimdi de ben sizi geri çevirmek istemiyorum.”
Stephane Kaas: Rutger, Etgar ile söyleşi yaptığı zaman Etgar’ın kendi hikâyesinin en az yazdıkları kadar ilginç ve sıra dışı olduğunu gördük. Gerçek olup olmadıklarını sorguladık önce bu anlattıklarının. Eğer gerçek değillerse yine de müthiş bir anlatıcı olduğu anlamına gelirdi ki bunu nasıl başardığını düşünmeden edemedik. Kafası nasıl işliyordu acaba?
Kendinizden bahseder misiniz biraz? Bu filmin haricinde nelerle uğraşıyorsunuz?
Rutger Lemm: Ben yazarım, aynı zamanda bir zamanlar stand-up komedyeniydim, yani kendi yaşamıma dalıp da tuhaflıklar, espriler falan arama huyum vardır. Büyük Başarısızlık adlı bir kitabım var ve hâlâ çeşitli dergilerde yazıyorum. Bir TV programı ve bir komedi dizisi için metin yazıyorum. Stephane ile daha önce beraber çalıştık ama onun ilk uzun metrajlı filmiydi bu, bize şüpheyle yaklaşan pek çok kurumla savaşmamız gerekti, kendi yaratıcı dinamiğimizi kurmak için de epey uğraştık. Bütçeyi oluşturmanın dört yıl alması da bu sebepten.
Stephane Kaas: Rutger ve ben absürde, mizaha meylediyoruz, Etgar’ın öykülerinde bizi çeken de bunlardı zaten. Benim pek çok kısa belgeselim var, hiciv yönü baskın kısa filmlerim var. Mizahın meselelerin özüne daha hızlıca, daha doğrudan ulaştığı fikrindeyim. Etgar’ın öykülerinde de böyle bu, tuhaf öyküleri sizi güldürüyor, ama bir yerlerde derin gerçeklerin gizli olduğunu hissediyorsunuz.
Etgar Keret: Gerçek Bir Hikâyeden Uyarlanmıştır için Keret’in yakın çevresinde yer alan bazı tanınmış figürlere, örneğin Jonathan Safran Foer ya da Ira Glass gibi insanlara ulaşmanız gerekti. Süreci bu açıdan, bütün bu yaratıcı insanların ve Etgar’ın çevresinde deneyimlemek nasıldı?
Rutger Lemm: Müthiş bir serüvendi. New York’tayken kalkıp Gary Shteyngart’ın daveti üzerine eyaletin kuzeyine gidiyor, sonra dönüp Etgar ile Ira’yı pizza yerken çekiyorduk, arada da Washington Square’de soluk alıyorduk. Jonathan Safran Foer bizi çağırıyordu ve onun Brooklyn’deki evine yollanıyorduk. İsrail’deyse işler daha karışıktı, çünkü orası karışık bir yer. Benim açımdan öğretici oldu çünkü yazar olarak belli ölçüde yaratıcı denetim sahibi olmaya alışkınım normalde. Yazılı bir senaryomuz vardı ama belgesel mantığı yaşayıp da görmeyi gerektiriyor, buna alışmam biraz zaman aldı. En büyük zorluk ise canlandırma sahnelerindeydi.
Stephane Kaas: Belgeselle kurmacayı iç içe geçirelim istedik. Arkadaşlarıyla söyleşirken klasik belgesel üslubunu tercih ettik ama Etgar Keret konuşurken çevresindeki dünyayı onunla birlikte değiştirdik, hareketlendirdik. Keret, babası ile annesinin tanışma öyküsünü anlatırken arka planda anlattıkları yaşanmaya başlıyor, bunlar sizi, onun kurmaca dünyasına sürüklüyor mesela. Geleneksel bir yöntem değil ama Keret ve zihninin işleyişi söz konusuyken bu şekilde ilerleyebileceğimizi düşündük ve iyi çalıştı.
Etgar Keret yalnızca yazar değil, aynı zamanda yönetmen, üstelik ödüllü bir yönetmen. Onunla çalışmak nasıldı? Mercek altına alındığı bu filmin yaratıcı sürecine nasıl dahil oldu?
Rutger Lemm: Sanırım bizimle bu filmi yapmayı kabul etmesinin nedenlerinden biri, ona eşitmişiz gibi davranacağımızı bilmesiydi. Fikirlerine açıktık. Filmin sonunda göreceksiniz, bazen o yönetti bizleri. Onun önerilerini hep ciddiye aldım çünkü sosyal anlamda dâhi denecek denli yetenekli biri, bir filmin yapım süreci de pek çok insanı kapsıyor. Ondan çok şey öğrendim. Kıllı bir Buddha adeta kendisi.
Stephane Kaas: Tek sorun Etgar’ın fikirlerle dolup taşması. Size durmaksızın fikir savuran ağır bir silah gibi işliyor. Burada bana düşen, filtre görevi görüp iyi fikirleri süzmek, kullanamayacaklarımızı kenara koymaktı. Film, bu bakıma üçümüzün ortak ürünü.
Film, sadece Etgar Keret’ten değil, öykülerden ve öykü anlatma ihtiyacından da bahsediyor. Hatta siz, bu ihtiyacı bir hayatta kalım stratejisi olarak ele alıyorsunuz… Öyküler kurtarabilir mi bizi?
Rutger Lemm: Ben bunun tıpkı yeme içme gibi temel bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Öyküler anlatarak akıl sağlığınızı koruyorsunuz. Depresif gerçekçilik diye bir bahis var mesela, temelde, bunalımlı insanların dünyayı fazlaca berrak bir biçimde gördükleri için böyle olduğunu öne sürüyorlar. Şu anlamsız, saçma sapan varlığımıza bir şeyler katmak için ihtiyacımız var öykülere. Ancak o zaman hayat güzelleşiyor, yataktan kalkmak için bir gerekçemiz oluyor.
Bir gazeteci şöyle dedi: “Filminizi iki kere izledim. İlkinde aşırı eğlenceli buldum, ikincisinde de müthiş dertlendim.” Film oldukça eğlenceli ama hüzünlü bir yanı da var. Etgar Keret muazzam bir anlatıcı ama hayatı boyunca pek çok kederle, pek çok darbeyle, türlü saçmalıkla baş etmek zorunda kalmış biri aynı zamanda. Aşırı derecede şanssız ve bir o kadar iyimser bir insan ki bu yönünü babasından almış olsa gerek, babası hep, “Biliyorsunuz, ben hayatla II. Dünya Savaşı sırasında tanıştım ve sonrasında her şey daha iyi gitti” dermiş. Keret’in öykülerinde buna benzer bir bakış açısı saptamak mümkün.
Zaten genel olarak, bugün, bu devirde, Etgar’ın “olumlu yalanlar” dediği şeylerle kuşatılmış yaşıyoruz. Reklamlardan siyasetçilere, sosyal medyaya varana değin yalanlar, uydurmacalar dört bir yanımızı sarmış –infial bile yaratmıyor bunlar. Örneğin, Instagram’da herkesin kendine bir vitrin kurduğu gerçeğini öylece kabulleniyoruz. Ve bu yüzden, tam da bu yüzden her zamankinden daha güçlü bir özgünlük ihtiyacı baş gösteriyor, bu yüzden otobiyografiler, podcast’ler, stand up komedi ve Etgar Keret gibi şeyler rağbet görüyor– Etgar’ın deyişiyle subjektif gerçekler. Olan bitene karşı tek panzehirimiz bunlar bence. Bu devirde delirmemek için güzel öykülere ihtiyacımız var.
Stephane Kaas: Öyküler karnımızı doyurmaz elbette. Acıkan kişi öykü dinlemektense bir şeyler yemeyi tercih eder. Fakat öyküler yaşamımıza anlam katar. Etgar’ın bir arkadaşı, yaşamak için “tek bir iyi sebep söylemesini” istemiş, ama ondan güzel bir yanıt alamamış mesela, bu kişi bugün yaşamıyor, Etgar hâlâ bunu düşünüyor... Keret öyküleri bizleri mutlu kılıyor mesela, başkalarına empati kurmamızı sağlıyor, başkalarının başına gelenleri anlamamızı sağlıyor. Bu açıdan bakarsak, evet, öyküler bizi kurtarabilir.
Etgar Keret’i tanıyanlar onun çevresinde hayatın bir parça sıra dışı aktığını, gerçekliğin adeta kurmaca benzeri bir lezzet kazandığını söylüyor, siz de filmde buna vurgu yapmışsınız. Keret’in öykülerinin nasıl olup da böyle doğrudan okura nüfus ettiğini ya da onun çevresinde gerçekliğin nasıl böyle birdenbire kurmacaya kaydığını biliyor musunuz? Ya da şöyle soralım: Keret-etkisi konusunda deneyimleriniz nasıldı?
Rutger Lemm: Keret’in çevresinde tuhaf şeylerin olduğu doğru gerçekten. Ya da belki de, onunlayken, bu gibi şeyleri fark etmeye daha mı yatkın oluyoruz? Orada durup duruveren öykülere mi uyanıveriyoruz mesela? Onunla vakit geçirdiğimde ben, dünya sanki fazladan bir boyuta sahipmiş gibi hissediyorum, sınırsız olanakla dolu bir boyut. Bağımlılık yaratıyor.
Pek bir yeteneği yok aslında: araba süremez, yemek yapamaz, bulaşık bile yıkayamaz. İnsanlara karşı müthiş bir merak duyuyor ve inanılmaz bir enerjisi var ki bunlar, yazarlar arasında pek sık rastlanan meziyetler değil –yazarlar daha içe dönük, daha eleştirel olurlar genelde. New York’ta vakit geçirdiğimiz sırada Keret gecede belki üç saat uyuyup sayısız söyleşiye katılıyor, ders veriyor ve bütün bunların arasında kapı görevlisinin oğluyla oturup kek yemeye de vakit ayırıyordu, ona kariyer tavsiyesi vermeye söz verdiği için. Bir de tabii daha önce belirttiğim şu hiç kimseye “hayır” diyememe olayı var. Bu da aslında her yedi yılda bir kariyer değiştirip elinden geldiğince dolu dolu yaşayıp çok insan tanımaya ve Holokost’tan birden fazla kere sağ çıkmaya ant içmiş babasından aldığı bir şey olabilir. Bana göre Keret pek çoğumuzdan daha fazla hayat yaşıyor -pek çoğumuzun başarabildiğinden fazlasını. Ve çok sıcak biri. Dünyanın her köşesinde yüzlerce arkadaşı vardır, hiçbirini unutmaz. Öyküler mi kalıyor aklında acaba? Benim görüştüğüm en fazla 10 kişi vardır hayatımda ve bu ilişkileri bile sürdürmek yeterince zor, ama Etgar, durduk yere “Seni özledim” diye bir mesaj yazabilir birilerine. Bu konuda ciddidir de. Dev bir kalbi ve o denli geniş bir zihni var onun. Kıllı bir Buddha demiştim ama buna bir süper kahramanın enerjisini ve annenizin şefkatini de eklemek gerek. Bu bahsettiklerimi yazdıklarında görmek, empati yetisiyle yaşam sevgisini saptamak mümkün. Kızdığı da olur tabii, ama sadece hak edenlere, nezaketsiz kimselere, oğluna dondurma vermeyenlere ya da ondan çok şey talep eden sinemacılara kızar.
Stephane Kaas: Dünyaya bakışla alakalı bence bu. Başınıza gelen ya da etrafınızda gelişen olaylar fark edilmeden akıp gidebilir öylece, onlara dair iyi bir öykü anlatmadığınız sürece... Etgar Keret bunun, böyle yaşamanın daha doyurucu olduğuna dair iyi bir örnek.
Film hem İsrail’de hem de Hollanda’da gösterildi. Farklı ülkelerde ne gibi tepkiler aldı? Keret’in ilk tepkisi nasıldı?
Rutger Lemm: Etgar Keret Hollanda’da pek tanınmıyor. Bana sorarsanız onun büyülü gerçekleri karşısında biz Hollandalılar fazlaca ayık kalıyoruz. Ama insanlar filme bayıldı yine de. TV gösterimi yüz bin kişiye ulaştı, yaz boyunca haftalarca sinemada vizyonda kaldı. Çok iyi eleştiriler aldık. Keret iki gösterim için buraya geldiğinde salondaki herkes birer kitap satın aldı, ve o, elbette ki bu kişilerin her biriyle sohbet etti.
İsrail’de daha nötr biçimde karşılandı; orada herkes onu tanıyor zaten, filmin bağlamından haberdar. Bize Hollandalı olmamıza rağmen nasıl bu denli “İsrailli” bir film yaptığımızı sordular. Müthiş bir iltifattı bu. İnsanlar fotoğraflarımızı çekmek, bizimle yemek yemek, vakit geçirmek istedi. Evimizdeymişiz gibi hissettik.
Açılış gecesinde Keret, filmi izlemenin kendi ses kaydını dinlemeye benzediğini söyledi. Ama yine de iyi olduğunu. Ve bizim onu çok sevdiğimizi sezmiş. Sonraki Hollanda gösterimlerini atladı ama İsrail’de yeniden izledi ve o sefer epey sevdiğini söyledi. Filmin gösterimleri için canla başla çalışıyor şimdi, birbirimizle sürekli temasta olup gösterimleri paylaştığımız bir WhatsApp grubumuz bile var artık. Tabii saçma sapan muhabbetler de döndürüyoruz.
Stephane Kaas: Aldığımız tepkiler olumlu. Etgar Keret, Tayvan ya da Meksika gibi bizim için beklenmedik ülkelerde epey popüler. Tayvan’da bir festivalde gösterilecek film ve şimdiden heyecanlanmaya, oradaki seyircinin soracağı soruları beklemeye başladık.
Keret’in öykücülüğü hakkında film çekmiş kişiler olarak, Keret öykülerini daha önce onu hiç okumamış birilerine nasıl anlatırsınız? Onu özel kılan, başkalarından ayıran nitelik nedir sizce?
Rutger Lemm: Etgar’ın basit, düz öyküleri kusurlu insanları konu alır ve bu kişilerin yaşamları, genellikle bir noktada gerçek dışı bir boyut kazanır –ama onlara asla öyle gelmez. Her şey mantıklıdır. Kahramanın sevgilisi geceleri şişko ve kıllı bir adama dönüşüyorsa mesela, o şişko bir tür fantastik canavar değil, aynı zamanda gayet şefkatli ve sevgi dolu olan kız arkadaştır. Bütün bu absürtlüğün içinde bize yakın gelen şeyler vardır, duygu çok tanıdıktır. Bu öyküleri komik ve dokunaklı kılan da bu olur.
Sizin en sevdiğiniz Keret öyküsü nedir diye sorarak sonlandıralım sohbeti, kapatırken ne söylemek istersiniz?
Rutger Lemm: Benim en sevdiğim öykülerden biri “Adamım”,2 sonra “Şişko” var tabii ki. Favorilerimden biri de “Nimrod Çıldırışları”3 öyküsüdür, muhtemelen en otobiyografik ve uzun öykülerinden biri, askerdeki günlerini ve arkadaşının intiharını anlatıyor –bir de “Bilek Kesenler”4 tabii, intihar hakkında. Son dönem öykülerini kapsayan Kapı Birden Vuruldu5 da yazmaya dair fikirlerini yansıttığı pek çok çarpıcı öykü içeriyor.
Keret’in pek çok öyküsü var, bunlar ya sizi can evinizden vurur ya da tamamen ıskalar, başka türlüsü mümkün değil. Ama vurdular mı bilin ki mezara kadar sizinle olacaklar.