Bitimsiz, kış. Alfabeleri çiğnediğimiz, bataklığın derinlerine çekildiğimiz, pisliğin içinde debelenerek, gökyüzünde yıldızlara göz diktiğimiz günler. Rezilliğin içinde yüzüp, yalanlar atıştırdığımız korkutucu devirler. Hepsi geri döner...
08 Aralık 2016 16:55
1873 ile 1943 yılları arasında yaşamış olan Sergey Rahmaninov Birinci Cihan Harbi sırasında şöyle yazmıştı: Yabancılaşan dünyada dolanıp duran bir hayâlet gibi hissediyorum. Eski yazma biçimini kenara atamıyorum ve yenisini de içselleştiremiyorum. Bugünün müzikal tutumunu hissetmek için yoğun çaba sarfettim, fakat o bana gelmeyecek.
Memleketinde yaşadığı kırk dört yılda kırk önemli eser üreten bestekâr, şubat 1917’den îtibâren yirmi altı yıl süren sürgün yaşantısında ise yalnızca altı adet temel besteye imzâ atabilmiş, beynelmilel konser piyanistliği ve piyano öğretmenliği gibi uğraşlarla finans durumunu toparlamaya uğraşırken mevcut gerçekliğe yabancılaşmaya devam etmişti. 1901 yılında mükemmellik arayışının dimağa kilit vuran kasâvetini dört yıllık terapi sonrası 2 Nolu Piyano Konçerto’sunu besteleyerek silkelemiş, 1934 yılında sürgün yıllarının ağırlığını Bir Paganini Teması’nda Rapsodi isimli şâheserine akıtmıştı.
Dibe batışların ardından gelen çoşku patlamaları estetik üretim süreçlerini manik depresif gayret sarmallarına çevirir. Suçluluk duygusuyla öz nefretin, büyüklük düşleriyle canavarca iştahın girdabında salınıp durmaktan ibârettir sanatçının yaşamı. Çağının tanığı klişesinde esas olan, kişisel koşullarıyla toplumsal olabilirliklerin çarpışmasında ezilmemeye çabalayan bir minik beşerdir, ki bir gün son nefesini verip aramızdan çekilir, ardından yüzyıllarca özlenir, yâd edilir, heykelleri dikilir, pürüzlerinden arındırılan kişiliğine methiyeler düzülür. Sanatçıları beş parasız öldürüp badem gözlü portrelerini müzelerimize asarız. Böyledir bu, insan değerli olanın ayırdına zamanından çok sonra varır, insan hakîkate dâima geç kalır.
Franz Schubert 1797 ile 1828 yılları arasında yaşamıştı. 1827 yılında Wilhelm Müller’in yirmi dört şiirlik serisi üzerine Winterreise –Kış Yolculuğu- adlı şarkı çevrimini binâ etti. Eserini bestelerin birbirine eklemlenerek bütünlendiği on iki şarkılık iki ayrı bölümde tasarlayan Schubert frengi illetinin pençesine düşmüştü. Vücudundaki lezyonlarla kemik ağrılarına saplanmış, sağlıksızlık mâlikânesinin kapısını tıklatan cinneti ve ölümü beklemekteydi. Semptomlar belirsizleşince iyileştiğine inanarak sevinen kompozitör, hastalığın geri dönüş devrelerinde ise yeise sürükleniyordu. Yaşamla karanlık arasındaki geçitte piyanosu sâdece sevdiğinden değil tümüyle beşeriyetten uzaklaşan bir anlatıcının dizelerini müziğe aktarmaya başladı. Işık gerekiyordu, ışık, daha çok ışık.
Sorunların yokoluşa çektiği varlık aydınlıkta kalmak için mukāvemet etmeliydi, hayır mukavemet, yok yok direnç göstermeliydi, en iyisi direnmeliydi. İmlâsı düzgün ve kurallı olmalıydı, başıbozuk ya da başı bozuk ve bozguncu değil, çivisi çıkmış dünyada efendi ve ortayolcu ya da orta yolcu bir gramere ihtiyaç vardı, kimsenin dinlemediği çığlıkları iletmek için harflerin arasına o eğri büğrü işâretleri dağıtmak gerekmekteydi. Yokluğa çekilirken otoritelerin kurallarını bilmeden kendini ifâde etmek yanlıştı, böyle böyle geriye ses de kalmadı onurlu bir sessizlik de, yozlaşmışlıkla didaktik rabarba ele geçirdi anlatım platformlarını. Kış kar beyazı bir örtü çekecekti kirliliğe fakat karabasan gibi tüm umutları felç etti.
William Shakespeare’in Şimdi Memnuniyetsizliğimizin kışıdır dizesinden yola çıkarak aynı adlı romanını inşâ eden John Steinbeck bireyin cemiyetle bilenişini gözler önüne serer. H.L. Mencken’in toplumculukla çarpışan mektuplarını içeren kitaba atfen İnsan İnsanlara karşı’dır artık. Böylece tırnak işâretleri atılıp italiğe geçilir, lügâtla yazım kılavuzu alt üst edilir, altüst üst alt eylenir. Yazar kendini dayatır, ortak olanın içinden bireysel olanı çekip çıkarır. Birey reddeder, birey seçer, ayıklar, uygun bulduğunu cımbızlar, artıkları elinin tersiyle iteler, topluluğa rağmen kendi çıkışına ulaşmaya çabalamaktadır, ilerleyemezse durur, geri adım atmamak adına adlandırmalarına sarılır, unutmaz, sussa da fısıldar. Tektipleştirmek isteyen, şu değilsen bu değilsen yazımı kesip biçemezsin diyenlere inatla çarpıp böler anlatıyı da, anlatının kāidelerini, belirlenmişin kafeslerini de.
Karmaşık görünen basit bir soruda düğümlenir mesele, kurallar bizi birbirimize mi bağlar, özgünlüğümüzü mü sınırlar. Evet, her ikisi de. Sıkışamayız kurulu olana, bize âit olandan vazgeçemeyiz, fakat ne kadar istersek isteyelim kesip atmak da yararımıza olmayacaktır. Birey ancak toplumsalın gerilimi sürdükçe tanımlayabilir kendini. Kurallar olmazsa özgürlük de, özgürleşme de mümkün değildir. İnsanlık târihini de tekâmül faâliyetini de mümkün kılan diyalektiktir. Zıtlaşma olmazsa yaşam akmaz, ancak kuruma, çürüme, mâdûmiyet. İçtimâî olanın eziciliği kişiselleşme savaşımını başlatır. Baskı arayışa sebep olur, arayış bireyselleşmeye. Nüve beslenir, gelişir ve biricikleşerek gelecek nesillere ışık köprüleri tesis eder. Bu da ancak tercihlerle mümkündür. Bugüne kadar seçilmiş olana göz atıp saptan samanı kendimizce sağaltırız, doğrular ve yanlışlar arasında çapraz uçuşlarla yeni bütünlükler oluştururuz.
Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi eserinde yeni gelen şâirin üslubunu oluşturmak için, insanlığın şiir birikimini, özellikle de hayran kaldığı şâirleri yanlış okumaya mâruz bırakması anlatılır. Bizden öncekini, geçmişin seçimlerini beğenmememiz özgün ifâdemizi şekillendirmek için gerek şart teşkil eder. Düzenlenmişle yetinmemek ileriye yöneltilen adımın olmazsa olmazıdır. Bu adımları atacak aktörler sıradandan sıyrılmak için etkilenme korkusunun motive ettiği yanlış okuma battâniyesine ihtiyaç duyarlar. Dayatılanı reddederek kendimize kulaç atarız, bu nedenle insan imlâ da dâhil tüm sistemlerle mücâdele etmek zorundadır, fakat bu salt yıkım değil, bir yaratım mücâdelesidir, Bloom’un da irdelediği üzere politik olmanın ötesinde psikolojik bir mevzûdur.
Kapıları tutan bekçilerle karşı karşıya kalmıştır yeni gelen, girmek ister fakat izin yoktur, ezberleriyle test ederler, tanımazlar potansiyeli, kıvılcımı söndürmek için taarruzda bulunur, slogan fikirlerle bireyin bakış açısını boğmayı hedeflerler. Dost gibi davranarak kilitlerken kapıları, mümkün değil der, yetersizlik duygusu aşılarlar. Dışarda tutulmamıza tepkiyle estetiğe bulaşır, dili ve dünyanın resmini bozarız, sistemin zerkettiği hiçlik hissinden kaçış mümkün değildir, yine de, yine de deneriz. Hakkımızdır bu, imkânsızı ister, özgürlüğümüze meyil ederiz.
Eric Maisel’in Van Gogh Blues adlı kitabı sanatçı için depresyonun kaçınılmaz olduğunu savlayan, bu illetin yeni yaratımlara dönüştürülmesi hususunda yol gösteren bir kılavuzdur. Yaratıcı kişilik sıkışmışlıkta yeni olasılıklar aramalıdır, çünkü kriz Rahmaninov ve Schubert örneklerinde görüldüğü üzere yenilenmelere ulaştırır, eski deriyi döküp alışılmadık kılıkları benimsemeye iter, diplere yapılan yolculuk daha önce farkında olunmayan zirveleri açığa çıkartır. Müzik yayılır, umutsuzluğu dağıtarak genişler melodiler, kara kışın içinden çiçeklenen bir çoşku taşar, renkler filizlenir, bulutlar aralanır, hayat yine parıldar, anlam geri döner. Uygun ve uyumlu hisseder insan, açık bıraktığı çekmeceleri kapatır, dağınıklığı toplar, pencere önündeki vazonun suyunu değiştirir, gülümser, sokaktaki canlılığın ilgisini çektiğini farkeder, dalıp gider, sorgulamadan kapılır, teslim eder kendini, huzursuzluğunu geride bırakır.
Fakat dönecektir sıkıntı, çaresizliğin kömür rengi köpeği hırlayarak yırtacaktır sakinliği. Göğüs sıkışacak, kalp atışları sıklaşacak, endişe beyin dalgalarını ele geçirecek, suçluluk duygusu bedeni kukla edecektir. Bitimsiz kış. Politik, sosyal, ekonomik, psikolojik çıkmazlarda dönüp dolandığımız dönemler. Bitimsiz, kış. Alfabeleri çiğnediğimiz, bataklığın derinlerine çekildiğimiz, pisliğin içinde debelenerek, gökyüzünde yıldızlara göz diktiğimiz günler. Rezilliğin içinde yüzüp, yalanlar atıştırdığımız korkutucu devirler. Hepsi geri döner. Steinbeck değil, ödülü Dylan alır, roman okuyacak zaman yoktur şarkılar dinleriz, senfoniler arka planda yankılanır, vitrinlerde Kanye West vardır, sinir krizi geçirirken reklam diyenler de çıkar. Acımasızlık da artmıştır yalancılık da, her türlü âdîlik muhtemeldir, ortalıkta yalnız îtirafçılarla iftirâcılar kalmıştır, bitmez yabancılaşma, acı ve mihnet. Sanatçılar cünunun eşiğinde dolanmaya devam ederler, maddiyat içinde çıldırmaktadırlar artık, Kış Yolculuğu’nu değil Kurtlar’ı bestelerler, etrafımız yırtıcı kurtlarla sarılı derler, kurt dumanlı havayı sever, ulumalar, dinleriz, usul usul aklımızı yitiririz ve kış sürer, bitimsiz, kış ve imlâsız.