Bir yaşlılar kentinden

"Çağla İlk ve Misal Adnan Yıldız'ın Baden-Baden Kunsthalle'deki –görmediğim– ilk sergileri pat diye Ece Ayhan’dan yola çıkıyordu; Devlet ve Tabiat. Son sergileri ise bunu tersyüz ediyor: Tabiat ve Devlet."

21 Temmuz 2022 20:30

Doğma büyüme Türkiyeli, iki başlı bir ekip yönetimindeki Baden-Baden Kunsthalle kısa bir süre önce beni ahtapot kollarıyla sarıp sarmalayan bir ‘sanat kurumu’ haline geldi. Sebebi, sanıyorum kurum oluşlarının bej bir nezaketten çok saldırgan kararlılıklarından ve güttükleri çeşitlilikten nemalanması. Bir bakıma, Almanya’da doğup büyümüş başarılı Türklerin anavatanı merak edip Türkiye’ye gelmeleri ve burada orta karar işler ve uyduruk talk-show’larda ziyan olmaları durumunun tersi söz konusu burada. Türkiye’den gidip Almanya ve başka yerlerdeki pozisyonlarda bilenen Çağla İlk ve Misal Adnan Yıldız, yapabileceklerinin sınırını daima genişletme peşindeler.

Baden-Baden beklenmedik derecede renkli bir tarihi olan, zengin kaplıca şehri rehavetiyle David Lynch kasabası tedirginliğini birleştiren bir yer. İkilinin buradaki –görmediğim– ilk sergileri pat diye Ece Ayhan’dan yola çıkıyordu; Devlet ve Tabiat. Son sergileri ise bunu tersyüz ediyor: Tabiat ve Devlet. İlk sergi saldırgan bir tabiat zenginliği barındıran Baden-Baden’e ‘tabiat’ ve ‘devlet’ bağlamında bakıp şehri okumaya çalışıyor, 19. yüzyıl tabiat ressamı Andreas Achenbach’dan Cengiz Tekin’e uzanan sanatçı kadrosu, Kunsthalle binasını onu üç bir yandan saran tabiat ile uzun bir geçmişi olan kurumun kendi ‘devletlu’ kimliği çerçevesinde düşünüyordu.

İkinci sergi ise tabiatın devlet ve iktidarın çeşitli biçimleri tarafından manipüle edilişini, yatağının değiştirilişini konu ediniyor. Gene, gövdesi tabiat tarafından ele geçirildi geçirilecek, 20. yüzyıl başından kalma, neo-klasik eğilimleri Art Nouveau ile birleştiren, kiminin alaycı-süslemeci, kiminin erken modern bulduğu, 113 yıldır ayakta duran binasında. Resim ve heykel sanatını temsilen girişin iki yanında oturan esin perisi heykelleri belki de bu binanın en ironik elemanları; epey bir zamandır, plajda ellerini dizlerinde kavuşturmuş oturan sağlıklı ve ‘modern’ iki kadın gibi, esin periliği işini pek önemsemeden, kaplıcaları ile ünlü şehirde Alman Özgür Beden Kültürü’nün iki temsilcisi gibi olup biteni seyrediyorlar.

Esin perileri ne denli zamanlarının beden politikası üzerine iseler, içerdeki işler arasında da o denli bu zamanın beden politikası hakkında işler var. Suudi sanatçı Muhannad Shono’nun anlamı kaybetmek üzerine işi, ‘omuz’u andıran bir çubuğa mafsalsı bir yapıyla bağlı ‘kollar’ı andıran iki düzeneğin daha büyük bir mafsalsı düzenekle birbirine bağlanmasından meydana gelen, soyut, hareketli, kurşun bir tabakayla kaplanmış bir makine-heykel tasarımı. Hareket ediyor, hareket ettikçe form değiştiriyor ve ardında rastgele ‘izler’ bırakıyor. Ardında anlamlı izler bırakmaya meraklı insan bedeninin Cronenberg filmlerinden çıkma bir parodisi gibi. İlk bakışta bedenin anlamını kaybetmesi gibi düşünülebilecek bu iş, süreç içinde ‘anlamın anlamını kaybetmesi’ üzerine olduğunu düşündürüyor.

Bedenle ilgili ikinci önemli iş ise yıllardır Almanya’da faaliyet gösteren tiyatro ve opera yönetmeni Ersan Mondtag’ın Tapınak adını verdiği, çeşitli sanatçıların katılımıyla oluşturulmuş bir sergi ortamında gerçekleştirdiği Heykel Olmak adlı performans. Performans, sergi süresince suyu çekilip kuruyacak sığ bir havuz, müteahhitlerin sevdiği tabirle bir ‘ıslak zemin’ ya da bir tapınak dekorunda, zengin bir hareket antolojisi içinde Batı sanatının ele aldığı bedenle ilişkilenme biçimlerini araştırıyor. Barok heykellerin mekânı ele geçirişinden Dantevari cehennem sahnelerine, yeniden keşfedilen neo-klasik ressam Bouguereau’nun homoerotik pozlarından seksenlerin disko ortamına kadar birçok unsurdan etkileyici bir koreografi çıkarıyor. Orhan Pamuk’un Kar romanını sahneye uyarlamak dahil birçok proje gerçekleştiren Mondtag’ın deyişiyle ‘tiyatro dekoru zaten alıntılardan ibaret’ ise, Beden Olmak bu serginin en yerini bulan kolajlarından biri.

Ve ayrıca, Cansu Çakar’ın hepimiz için görünmez hale gelen kasa fişi kâğıdı rulosunun, bir gündelik kullanım ürününün bedenine yaptığı müdahaleler; Christoph Schaefer’in temelde varsıl bir yaşlılar kenti olan Baden-Baden’de demir desteklerle ayakta tutulan asırlık ağaç gövdelerine dair karışık hisleri; Manuel Rossner’in bir sanal gerçeklik gözlüğü marifetiyle Kunsthalle binasının bedenine (ve seyirciye) uyguladığı komik ve korkunç parçalama-parçalanmalar ve nihayet, Olga Cernişova’nın neredeyse sürpriz mahiyetinde figüratif, ‘sokak ressamı’ tavrı denecek kadar realist bir figür anlayışıyla resmettiği Moskovalı ‘itilmiş tekmelenmiş’ bedenler.

Kunsthalle Baden-Baden ekibi, 17. İstanbul Bienali sırasında –kuşkusuz Türkiye-Almanya klişeleri ‘beden’inde önemli bir yeri olan– Büyük Londra Oteli’nin bazı odalarını ele geçirecek ve beklenmedik şeyler sergileyecekler. Heyecan verici bir ‘event’!

 

GİRİŞ RESMİ:


Grada Kilomba, O Barco / Boat